Kadın öykücüler edebiyat geleneği içinde yerlerini belirlerken,
toplumsal koşullandırmaları da değiştiriyor.
Nursel Duruel “Geyikler, Annem ve Almanya” adı altında topladığı öyküleriyle, 1980 Akademi Kitabevi Ödülü’nü kazanmıştı.
Yazarın bu ilk kitabının 1983 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı da alması “kadın öykücüler” konusunu güncelleştirdi.
Konuyu ele alan bir deneme sunarken, okurlarımızı kadın öykücülerimizin yapıtları arasında bir gezintiye çağırıyoruz.
Füsun ve Tunç Tayaç’ın “Dünyada ve Türkiye’de Tarih Boyunca Kadın” adlı incelemelerinde (1975’te kaleme alınmıştı) Türkiye’de kadın nüfusunun erkek nüfusa oranı %48,6 olarak gösterilmiştir. O incelemedeki sayılara göre tarım alanında çalışan kadınların aynı işkolundaki erkeklere oranı %50’dir. Nüfus ve cinsiyet arasındaki bu koşutluk sanayileşme, kentleşme ve eğitimin etkilediği öteki alanlarda bozuluyor.
- Çünkü bütün öteki işkollarında çalışan kadınların, o işkollarındaki erkeklere oranı ancak %11’dir.
- Erkeklerin %74,8’i okur-yazar olduğu halde,kadınların %48’inin okuma-yazma bilmesi, bu durumu etkileyen nedenlerin yalnız bir tanesidir.
- Birbirine eklenen tarihsel, toplumsal türlü nedenlerle TBMM üyelerinin yalnızca %2,5’i kadınlardan oluşabilmiştir.
Bütün bunlar böyle olunca da,
- bu sayıların ait olduğu yıl basılmış bir edebiyat sözlüğünde kadın yazarların oranının ancak %7,3’ü oluşturmasında şaşacak yan bulunmamalıdır.
Bu oran son yıllarda kadın yazarlar hesabına, yavaş da olsa değişirken,
onların özellikle başarılı oldukları yazın türünün öykü olduğu görülmüştür.
Nitekim, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Tomris Uyar, Selçuk Baran, Sait Faik Hikâye Armağanı’nı;
Selçuk Baran ayrıca TDK Öykü Ödülü’nü almışlardı.
TDK Ödülü’nü Afet Ilgaz da almıştı.
Adalet Ağaoğlu gibi Nezihe Meriç’in, Aysel Özakın’ın roman dalında ödülleri var.
Aysel Özakın, Sabahattin Ali Hikâye Yarışması’nı kazanmıştı.
Nursel Duruel’in Sait Faik Hikâye Armağanı’ndan önce kazandığı Akademi Kitabevi Ödülü’nü alanlardan biri de Feyza Hepçilingirler.
F. Ülke Aren ise, YAZKO Özendirme Ödülü ile yazın dünyasına girdi.
Ödülleri onların başarısının kanıtlarından ancak biri saymak gerekir elbette.
BAŞARILARININ GİZİ
Bu başarıda ise acaba K. Mansfield’den beri süren bir yazınsal geleneğin az çok payı var mıdır?
Ama böyle bir gelenek içine Nazlı Eray’ı, F. Ülke Aren’i nasıl yerleştiririz?
Kadınların çevreye, ayrıntılara daha dikkatle yöneldiklerini, titiz bir anlatım tutturduklarını kabul etsek,
aynı niteliklerin Bilge Karasu’da, Nedim Gürsel’de de bulunduğuna yan çizmiş olmayacak mıyız?
Kadınlar kadınları daha iyi anlatıyor diye düşünsek,
Hüseyin Rahmi’nin yapıtında kaynaşan kadınlar, Sabahattin Ali’nin, Orhan Kemal’in kadın kahramanları ne olacak?
Yapıtlarında “kadınca” bir duyarlık bulunduğundan söz edilmesinden ise kadın öykücülerimiz hiç hoşlanmıyorlar!
Bu soruya bir yanıt bulunmadığı halde “kadın öykücüler” diye ayırım yapmada çelişki bulunduğu ileri sürülebilir.
Bu doğru olsa da, olmasa da, örneğin,
- Füruzan’ı uzak düştüğü Leyla Erbil’e,
- Nezihe Meriç’i Nazlı Eray’a,
- Pınar Kür’ü Leyla Özakın’a bağlayan bağlar vardır.
Bu bağları açık-seçik göstermek kolay değil.
Acaba bir ortak temayı kadın öykücülerimizin nasıl işlediğini ele almak, bu ortak bağları ve ayırımı gösterebilir mi?
KADINI NASIL ANLATIYORLAR?..
Kadın öykücülerin yapıtları geniş bir toplam oluşturuyor.
- Nezihe Meriç,
- Leyla Erbil,
- Füruzan,
- Adalet Ağaoğlu,
- Tomris Uyar,
- Pınar Kür,
- Nazlı Eray vb. temel taşları oldukları bu toplam içinde yalnız kadın öykücülerin değil bütün yazınımızın da en usta temsilcileri arasında yer aldıklarını kanıtlamışlardır.
- Afet Ilgaz,
- Saadet Timur,
- Gülten Dayıoğlu,
- Selçuk Baran,
- Aysel Özakın,
- Işıl Özgentürk,
- F. Ülke Aren,
- Feyza Hepçilingirler
- ve son Sait Faik Hikâye Armağanı’nın dikkatleri üzerine çektiği Nursel Duruel de öykücülüğümüzün bayrak yarışına kendi ölçüleriyle katılmış yazarlar arasındadır.
Bütün bu yazarlar, yukarıda andığımız ortak temaya kişilikleri, dünyaya ve sanata bakış açıları dolayısıyla birbirinden ayrılan açılarla eğilmişlerdir. Bu ayrılıklar arasında ayrılmayan ortak nitelikler de göstermişlerdir. Erkek cinsinin etkin olduğu bir uygarlıkta, erkeğin egemen olduğu ataerkin-feodal bir yaşamdan gelen sürüyle koşullandırma onlara yönelmiş, onlar yazın geleneği içinde kendi yerlerini belirlemeye çalışırken, bütün bu somut koşulları da karşılarına almışlardır.
Bugün ürün veren kadın öykücüler kuşağının öncüsü Nezihe Meriç’in ilk kitabı günümüzden 30 yıl önce yayınlanmıştı.
Onun kahramanı olan genç kız tipi gününün koşullarında öncü nitelikler taşıyordu. Kahramanlarından biri, “çevresiyle anlaşamayan, iki çağ arasında bocalayan, duygularıyla düşünceleri bağdaşamamış, XX. asrın bozgun havasında yaşayan, sanatçı yaradılışlı” bir kızdır. Öteki kadınlardan birçoğu ona benzer niteliktedir. Ekonomik, cinsel özgürlüklerini kazanmak, kendi yaşamlarını kendi istemleri doğrultusunda gerçekleştirmeyi amaçlarlar. Toplumsal baskılar onları kuşatır. Olayları ve insanları onların dünyasına yansıyan çizgileriyle tanırız.
Örneğin, yetişmekte olan iki çocuğun anası, çalışan bir kadın “yalnız çocuklar için katlandığı her şeyi” anlatır. “Çocuklar yuvada, hayatın iyi, güzel, mutlu olduğuna inanmalı. Çocuklar hayatı sevmeli, çocuklar hıyaneti tanımamalı, çocuklar hayata sağlam, güvenli, inançlı olarak başlamalı”dır. Ancak, kadının eşinin başka bir kadınla ilişki kurması bu aileyi bir ayrılmanın eşiğine getirmiştir. Kadın, “Hepsi hayvan bu erkeklerin... Allah kahretsin. Sevmek falan lâf. Hepsi hayvanlığın peşinde. Gençken olsa hadi neyse. Ama tam çocuklar hayata başlarken...” diye tepkisini dile getirir.
Leyla Erbil’in kahramanları, toplumsal düzenin çarpıklıklarını kadının açısından sergilerler.
Bunlardan biri sanatçıların devam ettiği bir içkievinde aklından “sonunda anamın istediği biçim bir kız oldum heh! Evli-barklı, evlilikle sınıf değiştirmiş, eşine pek bağlı, başkalarıyla yatmayan -yatmayan değil yatamayan-” diye geçirirken, aydın-sanatçı çevresinin, kentsoylu yozlaşmış insanlarını eleştirinin gündemine getirir. Füruzan’ın kadınları büyük kentin kenar semtlerinde güçlüklerle çekişerek yaşarlar. Bir kız çocuğunun gözleriyle bir sokak satıcısının günlük yaşamını çevreleyen gerçekler yansıtılır. Genç kızlığa geçişin fizyolojik ayrıntıları verilir. Yaşamını kazanmaya girişen genç kızları ele geçirmeye hazır aç iştahlar sergilenir. Etini satarak geçimini sağlamaya itilen kadınların kendilerine insanca bir yaşam sağlama aranışları canlandırılır. Bu umudu yitirmiş, yaşlanıp bu tür yaşamın en sefil çizgisine sürüklenmiş kadınların yanında eski büyük ailelerin çöküntüleri arasından geriye kalmış yaşlı kadınların dünyaları da perde perde açılır.
Tomris Uyar’da bu sonuçları dile getiren ayrıntılı sayfalar pek çoktur.
Adalet Ağaoğlu içinde yaşadığımız tarih kesitine genç, yaşlı kadın kahramanlarını yerleştirir:
İşçi kızlar, siyasal eyleme girişen kızlar, yüreklerinde acıyı duyan kadınlar bu çerçevede yerlerini alırlar.
Kadını türlü konumlar içinde ele alan ve değişik yorumlara bağlayan bir değerlendirme Pınar Kür’ün öykülerinde karşımıza çıkar.
Anası geçmişten kaynaklanan sevgileri içlerinde yaşatan, ilerleyen zamanla hesaplaşan, çevrelerine derinliğine gözlemler yönelten kahramanlar bu öykülerdedir. Bir öyküde, geçkin bir kızın günlük yaşamı, erkeğiyle kendisini mutlu kılan bir ilişki kurmasını irdeleyen, bunun doğurduğu değişmeleri, getireceği yıkımı konu edinen öyküler, onun yapıtı içindedir. Olgun genç kadının yaşlı dul anasıyla karmaşık ilişkisine onun öyküsünde tanık oluruz. Kitabına adını veren öyküyse, sağlıksız insan ilişkilerinin yozlaştırdığı bir yaşam öyküsüdür. Okuması için İstanbul’a gönderilmiş genç kız “kötü kadınlarla kötü bir hayat yaşayan” akraba bir ressamla ilişki kuracaktır. Bu yasak ilişkinin genç kıza açtığı çekici, doygunluk verici dünyanın ayrıntıları, öykümüz için ayrı bir zenginlik oluşturur.
Nazlı Eray, gerçek olaylardan kaynaklanan, ama gerçeğin dışına taşan olguların öykücüsüdür.
Anlattığı yadırgatıcı olaylar arasında bizim her günkü yaşantımızın gelip geçen olaylar arasında ayrımına varamadığımız bölümleri dalgalanır. Eray başkentte sigara karaborsasının egemen olduğu bir dönemin somut gerçeklerinden kaynaklanan öyküsünde bir yapıntı kurar. Öykünün kahramanı genç kadın, kendisine kaçak sigara sağlayan bir bakkalla birlikte yozlaşmış kentsoylu yaşamına eleştiriler getirirler. Kadınlar birbirlerine yaşamlarını birleştirmeleri olasılı erkekleri göstermektedir: “Bak kız, şu yanımda duran kelli felli bey, yeni enişten işte!”
Ancak, “bir dediğini iki etmeyen”, “eli açık”, “hep gülen” adamlar, o kadınları içinde yaşadıkları ortamdan hemen hiçbir zaman koparamaz.
Kadının umutsuzluğu sürüp gider.
ACILAR, ACILAR...
Kadın yazarların kadınları anlatan öykülerinde ardarda acılar sıralanmaktadır.
Genç kızlığını yaşayamayanlar, ihanete uğrayanlar, sömürü aracı yapılanlar, bir yana itilip sürüklenmiş olanlar...
Gülten Dayıoğlu, Almanya’ya çalışmaya gidenlerin arkada bıraktığı kadınların sorunlarına tanıklık getiriyor:
Hasta, “erkeklerinden uzak kalmış ve öz varlıklarına baskı yapmaktan bunalıma düşmüş kadınlar”dandır.
Uğradığı sayrılıkların Almanya’ya giden ve orada evlenen kocası dönmeden giderilmesi için doktora yakarmaktadır:
“N’olursun, o güne dek iyileştir beni! Eskisi gibi olayım. Yüreğimdeki sıkıntıları yok et. Bedenim acı acı terlemesin. Soluğum tıkanmasın. Çevremdeki eebemkuşağını kaldır. Dizlerimi güçlendir. Yanaklarım pembeleşsin. Donuk bakışlarım ışıklansın. İkide bir kendimden geçip bayılmaktan da eksikleniyorum. Bu da bitsin gayri. Dertlere bayılmadan göğüs gerebileyim.”
HALKTAN İNSANLAR
Kadın öykücüler kentsoylu sınıftan kahramanları eleştirilerine konu ediniyorlar. Eski parlak günleri arkalarında taşıyan yaşlı kadınları geçmişin görkemiyle yaşanan zamanın yıkımı arasına oturtuyorlar. Ama asıl büyük tema, halktan insanların acılı, ağrılı yaşamıdır.
Aysel Özakın bu kesimden genç kızların, yoksunluk içinde yaşadıkları taşra kentine gelecek yabancı ülke kraliçesini karşılama töreniyle ilgili beklentilerini sergiler. Güncel yaşamla kraliçeye ilişin tasarlamalar arasında, kesin çelişkiler vardır.
Gecekondu damından yağmurlar akar:
“‘Allah kahretsin be! Allah kahretsin şu yağmuru!’
Şehrin ışıklarına baktı. Sonra dişlerinin arasından söylendi, ‘Öff be! Allah kahretsin böyle evi!’
Boğazı düğümlendi, kısık bir sesle: ‘Allah kahretsin kraliçeyi de!’ dedi.
Nurten yataktan, ona ürkerek baktı, mırıldandı: “Kraliçeye beddua okumasana!..’”
Kadın öykücüler, kadınların sorunlarına; kimi zaman gerilimli tanımlamalarla, kimi zaman soğuk eleştirilerle, kimi zaman alaylı yaklaşımlarla eğiliyor.
F. Ülke Aren, bir uçak kazasında sevgilisi ölmüş genç kızın acılı davranışına tanıklık getiren öyküsüne, bir Beyoğlu mahallesinde koketliği kanının hücrelerinde duyan genç kadının serüvenini ekler.
Nursel Duruel kanın sokaklarda aktığı dönemin, acımasız kıyımın gerçeklerine, insan sevgisiyle direnmeye girişir, kız çocuklar, evlilikte denge kurmaya savaşan genç kadınlar, ölümlerin acılarını yüreklerinde taşıyan yaşlı kadınlar aracılığıyla insancıllığı savunur.
BİZİM KADINLARIMIZ
Kadın öykücülerimiz bizim kadınlarımızı çocukluklarından ilerlemiş yaşlarına değin bizim, yani erkek okurların,
sözümona eleştirmenlerin ayrımsayamayacağı yanlarıyla dile getiriyorlar. Onların yapıtlarını değerli kılmaya bu nitelikleri dahi yeter sayılmalıdır.
Konur Ertop | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 73 - 1 Haziran 1983