Kate Millett’in Amerikan Dili ve Yazını doktora tezi olarak hazırladığı “Cinsel Politika” 1969 yılında ABD’de yayımlandığında, o güne dek bir yazın öğrencisi, yontu sanatçısı ve ressam olan ve kadın bağımsızlığı hareketinin canlılık kazanması yolunda etkinliklerde bulunan yazarına büyük bir ün getirdiği gibi, kadınların kurtuluşu hareketinde de yeni bir dönemin başlamasına neden oldu.
Kadın bağımsızlığı hareketi, Kate Millett’e göre 1830-1930 yılları arasında gerçekten de sonuca ulaştırıcı savaşımlar vermiş, Victoria dönemi dişi anlayışını değiştirmeyi başarmıştı.
“İyi bir kadın” artık “beyinsiz, yaşamdaki asıl amacı erkeğine hizmet etmek ve ona zevk vermek olan ama, kutsal kitaplardaki kımıldamama buyruğuna uyarak asla zevk almayan, tek büyük doyumu analıkta bulan, çamaşır yıkamak, yemek pişirmek ve ev temizlemek işlerini günlük görevleri olarak benimseyen ve ruhunu bakire Meryem’in ruhuyla özdeşleştirmekten başka bir şey düşünmeyen bir yaratık” olarak betimlenmiyordu.
Nüfus sayımına dahil edilen (!), oy veren, evinin işlerinden başka kendisine ekonomik güç sağlayacak işlerde çalışan, en azından evlenmeyi tek kurtuluş yolu olarak görmeyen kadın fikri, yasaların ve kitle iletişim araçlarının desteğiyle gelişti.
Ancak bu fikrin yerleşmesi, yeniliklerin uygulanmasına olanak tanıyan yasaların çıkarılması, hatta anlayışların değişmeye yüz tutması, bir uygulamanın değişmesi için yeterli değildi. Anamalcı düzen, sömürme ilkesi temeline dayanıyordu ve bu düzenin en büyük dayanağını aile oluşturmaktaydı. Düzenin yöneticileri tarafından çıkarılan yasalar, yapılan düzenlemeler bir cinsin, ırkın ya da ezilen sınıfın çıkarlarını değil, düzenin yürümesi için varlığı kaçınılmaz olan sınıf ya da grupların çıkarlarını koruyan yasalardı. Sonuç olarak kazanılan yeni hakların verdiği rahatlıkla birkaç 10 yıl duyulur sesler çıkarmayan kadınlara yöneltilen aşağılama ve baskı yazın yaşamında da küçümsenemeyecek boyutlarda yansıdı. Kadınlar artık yazında daha çok yer alıyor ancak, onların insansal niteliklerinden çok bedensel, “etsel” nitelikleri yazarlara malzeme sağlıyordu.
İLK KEZ ORTAYA ATILAN BİR KAVRAM
Victoria dönemi yazınında kadına “evlenmek ya da ölmek”ten başka kurtuluş yolu tanımayan yazarların yerini kadına da cinsel özgürlük tanıyan, onlara da sevme, sevgili edinme izni veren yazarlar aldı. Ancak, bu yazarlar dişi cinsin düşünen varlıklar olmadığı ön yargısını koruyarak, kadınların yalnızca bedenleriyle diledikleri gibi uğraşmaya koyuldular.
Bir yazın doktoru olan Kate Millett, doktorasını feministliğine ve uzmanlığına uygun bir dalda “kadınların aşağılanmasının yazında yansıması” konusunda veriyor ve birden üne kavuşuyordu.
“Cinsel Politika”, kadınlara “özgürlük” etiketi altında uygulanan baskı ve sömürünün, yazın, ruhçözümleme, devlet denetimindeki okullarda öğretilen toplumsal bilimler, Nazi Almanya’sındaki politikalarda ve Stalinci bürokraside nasıl yansıdığını irdelemekteydi.
Yapıtın en önemli başarısıysa “cinsel politika” diye bir kavramı ilk kez ortaya atması, cinselliğin siyasal yönünü irdelemesi ve ataerkilliği siyasal bir kurum olarak incelerken, bu kurumun işleyişini, erkeğin her yönde üstün, yetenekli, güçlü, vs olduğu önyargısının yönlendirdiğini göstermiş olmasıydı.
Aydınlar “cinsel politika”yı “ABD’deki kadınların devrimler yaratacak uyanışı”nı yansıtan bir inceleme olarak nitelendirirken, toplumcular yazarı köktenci bir yaklaşım benimsememekle suçluyor, kadınların kurtuluşunun toplumsal düzenin değişmesiyle gerçekleşeceğini savunuyorlardı.
Toplumsal evrim konusunda kapsamlı çalışmalar yapmış Evelyn Reed gibi yazarlarsa Kate Millett’i özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla varlık kazanan ataerkil düzeni eleştirmekle birlikte, daha önce yaşanan anaerkil düzenden kadınların toplumlar yönettiği “o eski günler”den yeterince söz etmemekle suçluyorlardı.
Ortaklaşmacı Parti temsilcileri yazarın “aile kurumu”na saldırmasını bağışlamıyor, devrimden snora evlenme işlemlerini ortadan kaldıran ancak, daha sonra telli-duvaklı gelinlere kucak açan SSCB’nin sözcüleri, ülkelerindeki kadın sömürüsünü gözden kaçırmayan Kate Millett’i kıyasıya eleştiriyorlardı.
New York Times, kitabın yankılarını “Amerika’da en çok övülen, en çok lanetlenen ve hakkında en fazla konuşulan kitap” sözleriyle özetliyordu.
BİR DÖNÜM NOKTASI
Bilimsel çalışmaların bedelini bir ABD hapishanesinde yaşamını yitirerek ödeyen Wilhelm Reich’ın cinsel devrim kuramının “savaşma seviş” sloganıyla benimsendiği bir “hippi” rüzgârının ABD’den bütün dünyaya yayıldığı kıpırtılı dönemde, yani 60’lı yılların sonunda yayımlandı “Cinsel Politika”.
Kadının bir cinsel nesne olmadığını, kadınların kurtuluşununsa salt “cinsel özgürlük”ten geçmediğini belgeleyen bu inceleme kadınları “ne olduklarını ve ne olmadıklarını anlamaya” çağıran ABD’de ve dünyada yeni bir bilinçlenme-bilinçlendirme hareketini başlatan bir dönüm noktası oldu. Daha önce yurttaş ve insan haklarının kadınlara da tanınması savaşımını yürüten hareket yön değiştirdi. Artık kadınlar hiçbir alanda erkeklerden farklı olmadıklarını savunmaya başladılar. Erkeklerinde çocuk doğurmasını olası kılacak bilimsel araştırmalara bile girişildi. Bu gelişmeler gerek kadınlar, gerek erkekler açısından bazı yozlaşmaları da beraberinde getirirken, kadınların gerçek sorunlarını tümüyle ortadan kaldıracak yönde pek büyük adımlar atılamadı.
“Cinsel Politika”, Norman Mailer, Henry Miller ve D. H. Lawrence gibi, yapıtlarında kadına bolca yer veren yazarları kapsamlı bir biçimde tartışması ve kadının yalnızca “bir cinsel nesne”, “erkeğin zevk aracı” olarak yaşama katıldığı olgusunu derinlemesine incelemesi açısından övgüyle karşılanmıştı.
Ülkemizde ilk kez 1973 yılında gene Seçkin Selvi’nin çevirisiyle yayımlanan “Cinsel Politika”, aydınların ilgisiyle karşılanmıştı.
8-10 yıllık bir aradan sonra daha bilinçli bir Türk okuru kitlesinin karşısına çıkıyor bu kez.
Bugün kadın bağımsızlığı hareketi son yıllarda bir bölümü dilimize de çevrilen pek çok değerli incelemeyle zenginleşti. Batı üniversitelerinde “kadınbilim” bölümleri açıldı. Kadınlar ileri Batı ülkelerinde ve toplumca yönetimlerde birçok haklar elde ettiler ancak kadını cinsel nesne olarak değerlendiren, varlığını ve geleceğini bu değerlendirmeye dayandıran dev sanayi -kadını kadın, erkeği erkek yapma sanayisi- dörtnala ilerlemekte.
Kadınları da kurtaracağı umulan toplumcu yönetimlerde “yeraltı feminist hareketleri” fışkırmakta ve Kate Millett bugün “Aslında ABD’de feminist hareket ilerlemiyor, tek yaptığımız kazanılmış hakları koruma savaşımı vermektir” sözleriyle bir yenilgiyi dile getirmekte.
Kadınların sofradaki yerinin bile değişmediği, yürekli kadınların seslerinin henüz duyulmaya başlandığı ülkemizdeyse “Cinsel Politika”nın ikinci kez yayımlanması daha büyük anlam ve önem taşıyor.
Dünyadaki feminist gruplar bugün en çok “kadınları bilinçlendirme” çalışmalarına ağırlık vermiş bulunuyorlar.
Umarız bizde de bu süreç başlamak üzeredir ve umarız “Cinsel Politika” bu alanda önemli katkılardan birini oluşturur.
Şemsa Yeğin | Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 191 - 1 Mayıs 1988