Devlet ve Sanat

Düşünür, yazar, çevirmen, eleştirmen, eğitimci Sabahattin Eyuboğlu’nu
ölümünün onuncu yılında (13 Ocak 1973) “Devlet ve Sanat” başlıklı yazısıyla anıyoruz.

Ekim 1965’te Yeni Ufuklar dergisinde yayımlanan bu yazı, daha sonra, Azra Erhat’ın hazırladığı
ve yazarın “Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler”ini kapsayan “Bütün Yazıları” adlı kitabın birinci cildine alındı.


Sanatı horgörenler, ne kadar önemli, hatta yararlı da olsalar, korkulur, korkmalı onlardan:

Çünkü insanı da horgörebilir öyleleri. Sanat değerleri, insanlık değerleri gibi neye yaradıkları herkesçe bilinmediği, satıcılarından başkasına elle tutulur bir kazanç sağlamadıkları için hiçe sayılmaları, devleti yönetenlerin keyfine kalmaları hemen bir tepki uyandırmaz toplumda. Onun için de tarih, ciğeri insanlığın soluğuyla yüklü sanatçıları bir buyrukla kapı dışarı, dünya dışarı etmiş padişahlar, kırallar, önderler ve parti liderleriyle doludur.

Sorarım size, en yoksul insanın, bir dilencinin bile yaşamasına bir anlam katan, günlerini birer boş zaman kırıntısı olmaktan çıkaran çok kez bir türkü, bir oyalı mendil, bir güzel söz, şiirli bir coşku değil midir?

Yalnız karnını doyurmak, çiftleşmek, ev bark edinmek için mi yaşar insan?
İnsanın hangi mutluluğu, hangi inancı, hatta hangi acısı sanatla sarmaş dolaş değildir?
Ölülerimizi bile sanatsız uğurlayabiliyor muyuz?
En aşağılık savaşlarımızda bile sanata başvurmazlık edebiliyor muyuz?

Hayır.

İnsanlıklık adına konuşmaya başladığınız anda sanata başvurmak zorundasınız.

Demek önemli, çok önemli bir yer tutuyor sanat insan hayatında.

Öyleyse neden sanatçı, gerçek sanatçı, devletin başındaki adama sözünü geçirmek şöyle dursun,
çok kez devlet dışı, kanun dışı edilmek zorunda kalıyor?


Neden bugün baştacı ettiğimiz sanatçıların çoğu dün hapislerde yatmış, asılıp kesilmiş
ya da bir kenarda, gizli gizli konuşmak zorunda kalmıştır?

İlk akla gelen iki karşılığı var bunun:

Biri, devletin başına gelenlerin sanattan anlamaları sanatı kendi anlayışlarına indirmeleri; öteki de, sanatçıların kişisel kaygılarına düşüp, halkın dolayısıyla devletin sanat saygısını paraya çevirmesi ve baştakinin baş olmasına sanat gücünü eklemesi. Daha kısa bir deyimle, sanatın satın alınması, kullanılması.

Demek isterim ki, sanat bugüne dek insanları hayatında hakettiği rolü oynamamış ya da sanatçıların bu rolü oynamasına engel olunmuşsa, bunda hem devletlerin hem de sanatçıların suçu vardır. Gerçek sanatçının yolunu devlet adamları kadar sanat adamları da kesmişlerdir.

Sanatı devlet de soysuzlaştırabilir, sanatçı da:
Biri satın alarak, öteki satılarak.

Devlet ve sanat arası ilişkiler bizde şimdiye dek gelişi güzel yürüyegelmiştir. Devletin sanata, sanatın devlete nasıl yararlı olacağı, karşılıklı tutumlarının ne olacağı hiçbir parti programında açıkça ve önemle belirtilmemiş, bu iş ya oluruna bırakılmış ya da yarım elle tutulmuştur.

Oysa yeni Türk devleti sanatsız gelişemeyeceği gibi, yeni Türk sanatı da devletsiz gelişemez, gelişemiyor. Bir sanat politikamızın olmayışı yüzünden halkımızın, genç kuşakların kafasını ve yüreğini en çok etkileyen sinema sanatının ne verimsiz, daha doğrusu ne kötü verimli bir yolda bocaladığını, bunca yatırımları, bunca sanatçı ve seyircinin göz nurlarını nasıl çarçur ettiğini görüyoruz. Buna karşılık tiyatroda zaman zaman atılan anlayışlı adımların, uyanık yöneticilerin bu sanatı nasıl hızlandırabileceğini, halk eğitimine, dolayısıyle devlete neler kazandırabileceğini gördük.
…..........................
Bizim devletimiz sanat karşısındaki tutumunu kendi anayasasının ışığıyla, kendi ikliminde bulacaktır, bulmalıdır.

Nasıl bir tutum olabilir bu?

Devletimizin baş sorunu kakınma, hem de en kısa bir zamanda kalkınma olduğuna, olacağına inanmak, gerçekten inanmak gerekir.

Birçoklarına göre sanat refahın meyvesidir:

Önce zenginleştirmeye bakmalıymışız, zenginlik nasıl olsa sanatı bulur getirirmiş;
yoksulluk içinde sanat, kel başa şimşir tarakmış, aç ayı oynamazmış... vb.

Oysa Osmanlı saraylarında uyuya kalmış tok ayılar bir yana,
Anadolu’da gelişmiş bütün uygarlıklar ekmekle sanatı birarada pişirmişlerdir.

Ama öyle düşünenleri sanatın önemine inandırmak kolay olmaz. İyisi mi buna inananları getirelim devletin başına!

Hızlı kalkınma her alanda anayasanın belirttiği ölçüde devletçiliği gerektirdiğine göre, devlet sanat işlerini oluruna bırakmayacak, sanatın elinden tutacaktır.

Ama devlet tuttuğu eli bağlayabilir de:

İşte bütün sorun bunu önlemekte. Sanatın kaderi kimler olursa olsun iktidara gelenlerin keyfine bağlı kalacaksa devletin sanata hiç karışmayıp bu işi halkın keyfine bırakması daha iyi olur belki. Devlet ve sanat ilişkileri iktidarların değiştiremeyeceği bir tutuma bağlanmalıdır.

Bu tutumun şöyle bir ilkesi olabilir:
Devlet sanatçıyı değil sanatı korur.

Sanatçının zararına gibi görünen bu ilke aslında onun yararınadır:

Çünkü sanat korundu mu, gerçek sanatçı kendiliğinden korunmuş olur.

Oysa devlet sanatçıları koruma yoluna gitti mi hangilerini seçeceğini ya bilmez, ya başa gelenlerin keyfince seçer. Kaldı ki gerçek sanatçı kendinin değil sanatının tutulmasını ister, devlet ya da parti başkanının değil, halkın yargısına önem verir.

Peki ama devlet sanatçıları hesaba katmadan, kötüsünü ayırmaya kalkmadan sanatı nasıl koruyup besleyebilir?

İlk akla gelen yol yurdumuzun ve dünyanın su götürmez sanat değerlerinin halka benimsetilmesi, en geniş ve en cömert ölçüde bütün yurttaşlara sunulması için devletin bütün olanaklarını kullanmak, radyo, televizyon, sinema gibi yeni araçlarla, yayımlar, çoğaltmalarla, gezici sergiler hele tiyatrolarla sanatın soluğunu okur-yazar olmayanlarımıza bile ulaştırmaktır.

Yeni sanat değerlerinin yetişmesi, gelişmesi için de devletin yapacağı, yapabileceği, bence, dahi çocuk da denilse şu ya da bu sanatçıyı alıp kuluçkaya yatırmak değil, okullar, akademiler, enstitüler dışında, bütün sanatçılara, eskiden Halkevleri’nde az çok yapıldığı gibi, çalışma, yetişme, kendini gösterme olanakları, bir sanat iklimi ve ortamı hazırlamak, iş alanları yaratmak, kimseyi şımartmadan herkesi yarışmaya çağırmak olabilir ancak.

Devlet “mesenliği” varlıklı yurttaşlara bırakmalı, en büyük sanatçılara bile hakettikleri saygıyı göstermek ve güvenliklerini sağlamakla kalmalıdır. Ancak bu yolu tutmakla devlet, sanat ve dünya görüşleri değişik bütün sanatçıların saygısını kazanır; yalnız bu tutumu belirten bir devletin kapısında sanatçılar birbirine düşüp köşe kapmaya bakmazlar, haketmediklerini istemeye, piston aramaya kalkmazlar; ancak böylesi bir devlet gerçek sanatçı, sahte sanatçılar gibi dilenci durumuna düşmekten korkmayarak yardımcı olabilir, hizmet dileğini söyleyebilir.

Dünya görüşü olmayan, soylu anlamıyla politikadan yani devletin yönetimi konusunda taraf tutmayan sanatçı olabilir mi?

Olamaz, hele bugün hiç olamaz bence.

Olabileceğini düşünsem devlet ve sanat ilişkileri üstünde durmazdım bile. Sanatçı, partizanlardan, milletvekillerinden de çok taraf tutan, insanlığın gidişi üstünde düşünen, düşünmedikçe tadı olmayan ve gelişemeyen bir devrimci, bir savaş eridir. Bununla beraber ben gerçek sanatçının, şu ya da bu partiye oy verse, şu ya da bu partiye girse bile, bugünün politikasının üstünde ve ilerisinde bir yeri olduğuna inanıyorum.

Sanatçı milletinin ve insanlığın asıl sözcüsüdür, kendini öyle bilmelidir bence. Öyle bilmiyorsa, en ilerici partiye de girse insanların oylarını kazanabilir, yüreklerini değil. Yazık o sanatçıya ki bir partiye sadık olayım derken sanata, kendisine ve insanlığın sanattan beklediğine ihanet eder. Yazık o sanatçıya ki, kendinin ve bütün sanatçıların yarattığı yurt, dünya ve insanlık sevgisini, mutlu yarınlar özlemini, yarın ne olacağını bilmediği bir politikanın emrine verir. Ama ne mutlu o sanatçıya ki, sanatına, kendisine ve insanlığa ihanet etmeden devletine, milletine, partisine yararlı olabilir; kendi yolundan şaşmadan, kendi işini unutmadan politikaya karışabilir; sanatçı kalarak, insanlığın en haklı isteklerini dile getirerek devletin baş köşelerinde oturabilir.

Gerçek sanatın insanları ekmekten bile daha çok mutlu kıldığını bildiğimiz halde şimdiye kadar hiçbir devletin sanatı ve sanatçıyı değerince, gereğince baş tacı ettiğini görmüş değiliz. Savaşçı geçmişlerinden sonra, yurtta ve dünyada barışa gerçekten, candan susamış olan milletimiz, devlet ve sanat ilişkilerini örnek olabilecek bir yola sokabilir.



Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 64 - 15 Ocak 1983