Varlık dergisi, toplum yaşamında da büyük önemi olan kırk sekiz yıllık bir zaman dilimini anımsatıyor bize.
Çağdaşlaşma sancılarından kurtulamayan bir toplumu etkileyen kaç dönemi içinde taşıyor bu kırk sekiz yıl.
Yaşlı kötümser, herbiri kendi koşulları ile var olan bu dönemleri anılarında yineleyerek yazıklanır.
Genç iyimser, tarih bilincinden nasibini almamış yazarların anlatılarından kafasındaki formüllere uygun sonuçlar çıkarmaya kalkar.
Yaşar Nabi’nin “Varlık” dergisi, bir yönüyle, yanlış yoruma izin vermeyen gerçekleri yansıtan belgesel bir yapıt niteliği taşır.
Sayfalarında tarihsel olgularla birlikte tarihsel kişilere de rastlanan bir yapıt.
İlk çıktığı yıl, kendi kendini üçüncü kez Türkçeye çevirdiği aşamada, Halit Ziya bile “Varlık” dergisindedir.
Türk dilinin özleştirme çabalarının yanında olduğunu şöyle vurgular:
“Türk dilinin özleşmesine pek taraftarım. Bunu Kurultayın ilk içtimaında ve son yazılarımda mufassalan söyledim. Herşeyden evvel yabancı kelimelerin müştaklarından, terkiplerden, tabirattan, mürekkebattan lisanı kurtarmalıyız.” (Varlık, sayı 32)
Ahmet Muhip’in (Dıranas) deyişiyle yazalım, “fikir ve sanat hareketlerini peşinde sürükleyen veya karnında taşıyan” koşulların eskiyle esastan çelişkiye düştüğü aşamada yeni, kendi rayına oturma çabasında görünür.
Eskiyi, karşıtları, çağın gerisinde kalmış tüm kurumlarıyla Osmanlı Devleti olarak tanımlarlar.
Ama yeni, olgunlaşmış bir tanıma kavuşamamıştır henüz. Devlet, çağın gerisinde kalan eski kurumlardan toplumu arındırmaya çabalarken, eskinin yeniye, Osmanlı bürokrasinin bakanlıklara, tefeci sermayenin bankaya, dinsel gericiliğin siyasal gericiliğe dönüşmek istediği bir ortamın varlığı yadsınabilir mi?
Yaşar Nabi ve kuşağı bu ortamın kişilik kazandırdığı yeni adamı temsil ederler.
Çağın gerisinde kalmamak için yeni çıkar yolları arayan bu kuşağın kaygılarını,
kime karşı, kime yandaş olduklarını “Varlık” dergisinin özellikle 1933-1938 yılları sayılarına yansımış görüyoruz.
Öncelikle “dil devrimi ve dil devriminin bağlantılı olduğu kültür devriminin” gerçekleşmesine katkıda bulunmak isteyen (Yaşar Nabi, Varlık, sayı 27) bu genç cumhuriyetçilerin, halka doğru malka doğru derken, siyasal iktidarın tutucu kanadı ile bütünleşiveren eski edebiyat ustaları karşısında yeni bir kan dolaşımı yaratmaya çalıştıkları yadsınamaz.
Ne kadar Ahmet Muhip, Cahit Sıtkı şiiri, ne kadar Sait Faik, Sabahattin Ali öyküsü vardır Varlık’ın ilk beş yılında...
“Fahriye Abla”lar, “Selâm”lar, “Aynalarda Gece”ler...
“Semaver”ler, “İpekli Mendil”ler, “Kağnı”lar...
Dönemin genç ekonomisti, küçük köylülüğün tefeci sermayenin elinden kurtulamadığını yazarken,
genç edebiyatçısı, toplumsal konumu belirgin insana özgü değerleri yakalama kaygısı içinde görünür.
Kimi devrimci bir edebiyat için özgünlüğü önkoşul olarak belirtir ve folklordan kaynaklanmanın yaratıcı etkilerini anlatmaya çalışır.
Kimi “Yükseliş Mücadelesi”ndeki bir edebiyat için Yunan Klasiklerini tanımanın zorunluk olduğunu vurgular.
Ulusun dişinden tırnağından artırarak Osmanlı borçlarını ödediği yıllarda Yaşar Nabi’nin kaleminden şu satırları okuyabilirsiniz:
“Yeni kurulmuş bir inkılâp rejimi, eski devirlerden miras alınmış usullerle ileriye sevkedilemez. İdare mekanizmamızı ıslah ederken gözlerimizi çürümüş emperyalist memleketlerin usullerine değil, genç inkılap memleketlerine çevirmeliyiz” (Varlık, sayı 29).
“Çürümüş emperyalist memleketler”e ya da “emperyalizm”e karşı olmak, 1933-1938 yıllarında “Varlık” dergisinde sık çıkar karşımıza.
Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), “Avrupa emperyalist devletlerinin o yaman istila ve istismar siyasetinin çorak Anadolu toprakları üstünde” nasıl yenik düştüğünü anımsatırken coşkudan titriyor gibidir. (Varlık, sayı 31)
Nedir ki yeninin kendi tanımını ararken, eskinin kendini yitirmemeye çalıştığı bir dönemdir bu.
Dilde ve edebiyatta...
Ekonomide...
Toplumun öteki kesimlerinde.
Maliye Naziri Cavit beylerin ileri sürdüğü liberalist reçetelerin kimi kafalarda yaşaması gibi, kimi kalemler de hem “inkılâp” yerine “devrim”, “kanun” yerine “yasa” sözcüğünü kullanır, hem devrimin de 1924 Anayasasının da yaşama geçmemesi için ne gücü varsa koyar ortaya.
Varlık, özellikle 1938’de Atatürk’ün ölümünden sonra, bu güç karşısında, ilk beş yıl gösterdiği somut tutumu koruyabilmiş midir?
Zordur bu soruyu yanıtlamak.
1946-50 evresinde Yaşar Nabi’nin, özellikle dönemin dışişleri bakanlarından Necmettin Sadak’ın “Akşam”daki yazılarına dayanarak, “demokratik sol” kavramına genellik kazandırmaya çalıştığını biliyoruz.
Kırsal kesimin ilk okumuş kuşağının önde gelen kalemlerine dergide büyük olanak tanıdığını da biliyoruz.
- “Yaratış”,
- “Ses”,
- “Gün”,
- “Yığın” dergilerinin kapandığı bu yıllarda “Varlık”ta toplanan kalemler yani edebiyat hareketinin temel ilkelerine ters düşmeyen şiir, öykü ve yazılarını sürdürmüşlerdir.
Yaşar Nabi’nin özellikle 1960’lardan sonra dergisini aşan düşün ve edebiyat hareketleri karşısındaki uygar tavrı ise anılacak niteliktedir.
Şükran Kurdakul | sanat olayı - Sayı: 5 - Mayıs 1981