Cumhuriyet'e Yol Açan Düşüncenin Kökenleri


Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde batıcılığı savunanların başında Abdullah Cevdet gelir. Padişaha baş kaldıran Genç Türk (Jön Türk) hareketinin öncülerinden olan Abdullah Cevdet, o dönemin en kültürlü insanlarından biriydi. Tam 28 yıl çıkardığı İçtihat dergisi, yazdığı yazı ve çevirdiği kitaplardaki ilerici düşünceleriyle son derece etkili oldu. Birçok siyasal hareketin içinde bulundu.

Abdullah Cevdet geri kalmış Osmanlı toplumunun kurtuluş yolunu batılılaşmada görüyordu. Ona göre Avrupa bizi yeniyor ve sömürüyor diye Batıya düşman olmanın anlamı yoktu. Avrupa'ya değil, asıl kendimize kızmalıydık. Zira geri kalışımızın nedeni Asyalı kafamız, yozlaşmış geleneklerimizdi. Biz din ve devlet bileşimi bir yönetimle yönetildikçe hep geri kalacak ve ezilecektik.

Batılılaşma Avrupa'nın yalnız tekniğini almak da değildi.
İnsanın özgürleşmesi idi batılılaşmak, doğal hakların kazanılması, aklın ve bilimin zaferi idi.
Avrupa'yı Avrupa yapan bu ögelerdi zaten, din değildi.

Abdullah Cevdet İçtihat'ta şöyle yazıyordu: Darwin kuramının okutulmasını küfür sayan bir ülke hâlâ ortaçağlarda yaşıyor demektir. Böyle bir ülkenin 20. yüzyıl dünyasında yaşamaya hakkı yoktur. Sarıklı sarıksız, ezilmek istemeyen her kafa, bunu artık anlamalıdır.

İlk yıllardaki muhalefetinde dinden yararlandı Abdullah Cevdet. Ona göre din, aslında doğru düşünceleri içermektir. Ama ne yazık ki bu düşünceler, birtakım yalan yanlış hikâyelerle işe yaramaz duruma düşmüştür. O nedenle bu boş inançlardan sıyrılıp dinin özüne yönelindiği ölçüde toplumun sorunları çözümlenecektir. Bilim aydınların dini, din halkın bilimidir. Bu savsöz o zamanın aydınları arasında geniş ölçüde yayılmıştı.

Onun din yoluyla yaptığı eleştiriler kimi zaman o derece şiddetli oldu ki, Sultan 2. Abdülhamit'i dahi dinsizlikle ve kafirlikle suçladı.

Bir süre sonra dinden yararlanmaktan vazgeçti Abdullah Cevdet. Açıkça maddeci felsefe safında yer aldı. Onun bu yeni görüşü “biyolojik maddecilik” ve “toplumsal Darwin'cilik” olarak nitelendirilebilir. Buchner, Vogt gibi maddeci filozofların etkisinde kaldı. Fakat aynı zamanda J.J. Rousseau'dan ve Batının bütün devrimci düşünürlerinden yararlandı. İlginç olan, onun aynı zamanda Gustave Le Bon gibi hiç de devrimci olmayan bir Fransız toplumbilimcisine hayran olmasıydı. Gustave Le Bon seçkinler yönetiminden yana tutumuyla tanınır. Abdullah Cevdet de bu görüşte idi. Yalnız yönetimde değil, toplumun tüm alanlarında seçkin gruplar oluşturulmalıydı.

O dönemdeki basın yayın hayatıyla eğitime de karşı çıkan Abdullah Cevdet, toplumda bir ekin birikimi sağlanabilmesi amacıyla başta edebiyat klasikleri olmak üzere Batı'da ve Doğu'da yayımlanan tüm eserlerin çevrilerek halka ulaştırılmasını istemekteydi. O da Tevfik Fikret gibi her çeşit bağnazlığa karşı idi.

İşte böyle önemli bir düşünür ve siyaset adamı olan Abdullah Cevdet konusunda geniş bir inceleme ve araştırma kitabı uzun süreden beri bekleniyordu. Genç bilim adamı Şükrü Hanioğlu'nun yeni yayımlanan doktora tezini bu bakımdan sevinçle karşıladık. Tez, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi adını taşıyor.

Prof. İlter Turan'ın, sunuş yazısında dediği gibi, Türkiye Cumhuriyeti düşünce bakımından köksüz, kendiliğinden oluvermiş bir yönetim değildir. Onun kökenlerini Osmanlı İmparatorluğu'nda aramamız gerekmektedir. Gerçekten de Hanioğlu'nun kitabını okurken iki kültür arasındaki bağı hemen kurabiliyoruz. Abdullah Cevdet ve arkadaşlarının düşüncelerinin Atatürk ve arkadaşlarının düşüncelerine büyük benzerlik gösterdiğini gördükçe şaşırıyoruz. Yazar kitabında bu benzerlikleri iyice vurgulayıp meydana çıkarmış. Birçok kavramlarda içerik yakınlıkları görülüyor. Örneğin Abdullah Cevdet’in bir “üstünlük” olarak gördüğü Batı uygarlığı ile Atatürk'ün ulaşılması gereken bir amaç olarak ele aldığı “çağdaş uygarlık” kavramlar birbirine çok benzeyen şeyler.

Kitabın “giriş”inde şu satırları okuyoruz:Yakın döneme ait düşünce tarihimiz incelenmiş olmaktan çok uzaktır. Yazar böyle söylemekle haklı. Edebiyat fakültelerinin son yıllardaki yayınlarını elbette unutmuyoruz. Zira edebiyat tarihiyle siyasi düşünce tarihinin çoğu yerde yakın ilişkileri vardır ve birbirini tamamlarlar. Burada bir kitabı örnek vereceğim: İstanbul Edebiyat Fakültesi'nin yayımladığı Mizancı Murat (1979). Öyle bir eser doğrusu az hizmet değildi. Prof. Tarık Zafer Tunaya ile Prof. Şerif Mardin'in daha önce yaptıkları siyasi düşünce tarihi çalışmaları bakış ve yöntem açısından iyi başlangıçlardır. Fakat o tür çalışmaların, Şükrü Hanioğlu'nun araştırması türünden monografilerle beslenmesi zorunludur.

Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi iyi bir inceleme örneği. Yazar belge bulmak için İsviçre Polis Arşivi, İngiltere Arşivi ve Başbakanlık Arşivi'ni baştan başa taramış. Abdullah Cevdet'in kızının elindekileri görmüş. Yani iğneyle kuyu kazılmış. Belge niteliği taşıyan her şey çok iyi değerlendirilmiş. Çoğu yeni aydınlığa çıkan bu belgeler kitabın yarısından çoğunu oluşturuyor. Gerçekten de yalnız bir düşünür değil, bir dönem bütün boyutlarıyla ortaya çıkıyor. İyi düzenlenmiş bir “dizin”, kitaptan yararlanmayı kolaylaştırıyor. Hepsi de önemli ve ilgi çekici 19 bölümden oluşan kitapta zengin bir kaynakça (bibliyografya) var. Genç yazar eski yazı ve yabancı dil bütün metinleri sabırla gözden geçirip değerlendirmiş.

Eleştiri değil ama bir düşünce olarak şunu söylemek istiyorum:

Araştırmanın önemli kaynaklarından biri olan İçtihat dergisindeki yazılardan sık sık söz ediliyor, alıntılar yapılıyor. Böyle bir dergi kitabın içinde özel bir bölüm halinde incelenip değerlendirilebilir, içeriğinin bir sınıflaması yapılabilirdi. Gene bu bağlam içinde içtihat yayınlarıyla Abdullah Cevdet'in öteki yayınlarının ayrı bir listesi verilebilirdi.

Dr. Abdullah Cevdet ve Dönemi, 1981'in üzerinde en çok durulması gereken kitaplardan biri.
Hanioğlu’ndan siyasi tarihimizle ilgili yeni çalışmalar bekliyoruz.
O daha ilk kitabıyla yetenekli bir yazar, iyi bir bilim adamı olduğunu kanıtladı.



Arslan Kaynardağ | sanat olayı - Sayı: 13 - Ocak 1982
____________________________________________________________________