Medya ve Sanat


Medya günümüzde bütün bilgi üretme, iletme, algılama ve giderek düşünme, değerlendirme sürecini altüst etti. Burada belirleyici olan iletişim araçlarındaki olağanüstü gelişme oldu. İletişimdeki devrimle bilgi, anında, her yere ulaştırılabilir bir duruma geldi. İletimdeki bu hız ve sınırsız yayılma gücü bilginin üretim biçimini ve alıcıdaki etkisini de köklü de değiştirdi.

Algılama süresine bakalım: İnsan şimdi özel bir zaman ayırmadan, günlük akışın içinde, başka şeylerle de uğraşırken, başkalarıyla konuşurken görüyor ve işitiyor. Yorgunken, daha çok gevşemek isterken, dağılmışken, eleyici ve eleştirici dikkatini toparlayacak gücü iyice tükenmişken. Birçok kanaldan sürekli bir bilgi iletimi. Evde rahatlamak ve dinlenmek için televizyonun başına oturmuş bir insan, kendisine iletilenlerin ne kadarını algılayabilir? Kaldı ki burdaki algılama bir seçim mi, yoksa bir rastlantı mı? Gelişigüzel bir programa takılan onu seçmemişse de izlemesini sürdürür mü?

İnsanın karşısında kişisel çabasıyla hiçbir zaman ulaşamayacağı bir çeşitlilikte yapay, gerçek dışı bir görüntü dünyası oluşturuluyor. Sözüm ona seçenekleri de olan bir dünyadır bu. Eğer aile komedisi yerine polisiye diziyi yeğliyorsanız; bunun doğrudan şiddete dayalı olanını da, zekâya dayalı olanını da izleyebilirsiniz. İnsan medya karşısında sürekli boş bulunur. Çoğu kez evde açık bir televizyon vardır. Siz açmasanız da evde başka biri izliyordur. Bu herkese doğru yönelmiş bir görüntü ve ses ırmağıdır. Kendinizi yeterince vermeseniz de, o sizi başka bir işle ciddi biçimde uğraştırmayacak ölçüde alıkoyar. Belki de asil amaç budur: İnsanın gerçeklikle dolaysız, etkin ilişkisini engellemek. Gerçeklikle insanın arasına giren bu görüntü dünyasının temeli, risklerden arındırılmış bilgidir. Burada izleyene aşırı bir doygunluk sağlanır. Öyle ki, izleyen sormasın, kuşkuya kapılmasın. Aktarılanlar onda, her şeyin bilgisini gerektiği kadar edindiği yanılsamasına yol açsın. Giderek evcilleştirilmiş, dönüştürücü gücü yok edilmiş bilgi için, boyuna dolup boşalan bir gereksinim oluşsun.

Medyada bilgi izleyene verilen rolün benimsenmesini sağlamak içindir! İnsan kendi konumundan hoşnut olsun, istenilen sınırlarda davranmayı sürdürsün. Medya ile aktarılan belli bir kanıya, tutuma yol açmak için hazırlanmış bilgidir. Bir bilgi türü ile iletişim biçimi olarak sanat da, gittikçe daha çok medyanın alanının içinde kalmaktadır. Bu sırada birçok olumsuz etkiye uğrayarak.

Medyanın yapmak isteği, insanda en kısa yoldan bir imge oluşturmaktır. İnsana bir bütünde kendisi için düşünülen konuma uygun olarak, bir olayın bir imgesi sunulur. İmge, eleştirelliğin olmadığı, sorgulamayla yeni bir nedensellik ilişkisinin kurulmadığı, insanın bilinçli biçimde kendine ilişkin tutumu üretemediği koşullarda, insanın daha çok bilinçaltı süreçlerine seslenerek elde edilir. Bu durumda insan kendi seçimindeki değişikliğin bile ayırdına varamaz.

Geçmişte sanatın temellendiği ortam çok farklıydı. Sanatın bir gelenek ve kültür olarak var olduğu çevrede bulunan yetenekli bir insan, buradan içinde bulunduğu döneme ilişkin kapsamlı bir yaklaşım geliştirebilirdi. Hem yer aldığı gelenek, hem de yaşamı sanatsal bir müdahaleye sonuna kadar açıktı. Eldeki toplam, yetenekli bir insanın tek başına köklü biçimde sarsabileceği boyutlardaydı. Bilgi yoğunluğu ve genişlik açısından bireyin girişimine bağlı bir çevre vardı. Bu durum, gittikçe daha çok insanın katıldığı koşullarda, daha dayanıklı yapıların oluşmasıyla değişmeye başladı.

Bugün ise insan, bir ilgi alanı olarak daha sanatı bilinçli biçimde seçmeden önce, özellikle görsel ağırlıklı bir kuşatmanın altındadır. İnsanın her anını dolduracak bir bilgi ve değer akışı etkisini sürekli artırmaktadır. Sanata dönük bir istemin oluşması, bu karmaşa içinde çok güçtür. Medya etkinliği kapsamında sanat da bir öğe olarak yer alıyor ama bu gittikçe azalan bir etkidir. Medya sanattan kendi amaçları doğrultusunda yararlanıyor. Sanatın ise bunun karşılığını alabildiği yazık ki söylenemez. Sanat alıcısı, yapıtın üretilmesine koşut bir sanatsal enerjiyi, izleme sırasında tüketmiş olmalıdır ki etkinlik bir bütün olarak gerçekleşsin ve sanatsal bir haz oluşsun. Oysa medya, hedefindeki kitle için hiçbir ayrım yapmadan ve kimseye düşünme, ayıklama fırsatı tanımadan, bütün gücüyle insanın üzerine yükleniyor. Üstelik kullandığı araçlar, sunduğu ürünler açısından, tam da sanatsal gereksinimleri karşılamak için etkinlikte bulunuyor. Biçimler, şablonlar yönünden düşünülürse sanatın yerini doldurduğu bile söylenebilir. Biçim ve yüzeydeki olağanüstü çeşitlenme, özde bir değişiklik gereksiniminin boy vermesini engelleyecek boyutlardadır. İstediğini seçebilme olanağı, insanın kendi özgün seçeneğini geliştirebilmesini önlüyor.

Sanatsal ileti daha biz onu seçmemişken, rastlantısal biçimde bize ulaşabilir mi? Duyu organlarımıza kadar geldiği kuşkusuz. İster algılayalım, ister atlayalım. Birçok başka ileti arasında, haber, reklam, çizgi film, şarkı, klip, dolgu, dizi, belgesel; öncesinde, sonrasında. Ama diğerlerinden nasıl ayırt edilecektir? Medyanın nitelikli sanatı, onu hiçbir zaman seçmeyeceklere ulaştırma gibi bir yararı da olamaz mı? Üstelik video ile filmleri istediğin zaman izleme olanağı da doğmuşken. Bu yolla, medya zamanı, bireysel zamana dönüştürülemez mi?

Medyanın ana malzemesi görsel öğedir. Her türlü iletiyi görüntüye dönüştürerek verir. Söz ikincil ve yardımcı bir öğe olarak devrededir. Bildirim açık, çok iyi tanımlanmış ve kesinlenmiş biçimde yapılır. İzleyici birtakım sorular izinde kendine özgü yanıtlara yönelmemelidir. Olası soruları da yanıtlayan bir ileti oluşturulmalıdır. Görellik böyle bir kolaylık sağlayabilmektedir. Görünenin daha inandırıcı olduğu, yaygın bir inanıştır. Görüntüye dönüşen ileti yüzeyselleşir ve bir tempo edinir. Bu algılama sürecini de kısaltır ve yoğun bir görüntü tüketimine neden olur. Oysa yaşam gittikçe derinleşen ve uzun süreli uğraşıları gerektirecek bir karmaşıklık kazanmaktadır. Bilimin, sanatın, kültürün yapıları medyanın dili ile keskin bir çatışma içindedir.

Özellikle televizyon programı olarak düzenlenmiş bir yapım, izleyicilerin istemleri göz önüne alındığında, hızlı, tempolu ve yüzeysel olmak durumundadır. Daha da ilginci böyle bir istemi doğrudan televizyonun kendisi oluşturmuştur: İzleyici olarak en geniş kitle, giderek herkes düşünüldüğünde ortalamanın düşmesi güçlü bir eğilimdir. Yine herkese ulaşmak hedeflendiğinde, en elverişsiz izleme koşullarının hesaba katılması gerekmektedir. Televizyon hâlâ eğlenme, dinlenme ve bilgilendirme işlevlerini bir arada getirmeye çalışmaktadır.

Televizyonun görsel ve işitsel öğelere dayalı sanat dallarını aktarmada elverişli olduğu düşünülebilir. Sinema, tiyatro, resim, müzik gibi. Ancak bu dallarda sanatsal tüketim açısından önemli kısıtlar söz konusudur. Sinema gibi yalıtık bir mekânı gereksinen, tiyatro gibi bire bir iletişime dayalı, müzik gibi konser olarak törensel bir süreci zorunlu kılan, resim gibiyse tüketim zamanı ve yakınlığı  izleyene kalmış sanat dallarında televizyon aracılığıyla doyurucu bir sanatsal gerçekleşme olanaksızdır. Bir sanatsever için televizyon aracılığıyla izleme hiç yoktan iyidir, ama bu yolla yeni sanat izleyicileri kazanılması beklenemez. Televizyonla bir sanat yapıtına ilişkin ancak bilgi edinilebilir. Televizyonda izlediklerinde aldığı tatla yetinmeyip, bu sanat dallarında daha ileri bir sanatsal tüketim arayışı içinde olan insan düşünmek zordur. Ekranda izlenen bir oyundan sonra insanların salonda tiyatro izlemeye yönelmeleri umulamaz. Ancak bir tiyatro izleyicisi için, televizyondaki tiyatronun belli bir anlamı vardır.

Yazılı iletişime dayalı sanat dallarının, medya aktarımında gerçekleşmesi tümüyle olanaksızdır. Denebilir ki, medya ile yazılı kültür tam da karşıt uçlarda yer alırlar. Ama bu alanda da sanat olaylarının haberleri verilir. Bunun kuşkusuz yazınsal ürünlerin geniş bir çevrede duyurulması açısından önemi yadsınamaz. Televizyon dizilerine dönüştürülen sanat yapıtlarının aynı düzeyi koruması olanaklı değildir. Bir diziyi görsel sanat da sayamayacağımıza göre, yazının görüntü olarak yeniden sanat içinde yaratılması söz konusu edilemez. Bu nedenle medya sanatçı, ürün, izleyici eksenine oturan sanatsal gerçekleşme sürecini bozar. Çünkü, her sanat dalının kendine özgü izleyicisini yaratma durumu sayabileceğimiz tüketim aşamasını yozlaştırır.

Ancak sayılan bu olumsuzluklara karşın televizyonun herkes için, her yerde, her zaman bulunabilmesini bir olanak olarak savunmak da olası. Bunu bir bakıma seçkinci olmayan bir tüketim şansı sayanlar da var: Böylelikle nitelikli ürünlerle, kendi çabalarıyla hiçbir zaman buluşmayacak olan çok geniş bir kitle, televizyon ile bu noktaya yaklaşabilmektedir. Televizyon filmleri, diziler de böyle bir aralıkta sanatın yerine geçiyorlar. Sanatın temelinde varolan başkalarının yaşamlarını izlerken, onlarla kendini özdeşleyerek, karşıtlayarak ama sürekli karşılaştırarak yaşamın en temel gerçekleri ve sorunları üzerine düşünme çabasının diziler için de geçerli olduğu söylenebilir. Elbette sanatsal süreç, bu noktanın çok ötesinde çok farklı öğelerin, bileşenlerin çok karmaşık ilişkileriyle gerçekleşiyor. Ama büyük yapıtlarda da ilk okumaya başlayanların bulduğu şey, en temel insani durumların, sorunların canlı bir betimlemesidir. Dizilerin bu ilk başlama gereksinimini karşılamayı hedeflediği ileri sürülebilir. Giderek diziler daha ileri sanatsal tat istemi oluşturmayacak ölçüde insanları doyuruyor, oyalıyor.

Sonuçta bütün sanat yapıtları, bütün insanların ruhsal yaşamlarının temeli olan tanımlanabilir, az sayıdaki sorunsallar üzerine kuruludur. Bu sorunların temelinde, insanlara belirli bir değer sıralaması aktarırlar. Diziler de bu sorunlar çerçevesinde sınırsız bir çeşitleme yapıyorlar. Ama genel özellikleri yüzeysel oluşlarıdır. Bu derinliksiz aktarmalarda izleyiciler, bir kurguda kendi sorunlarına dolaylı yoldan bakarak rahatlıyorlar. Bir sanat yapıtında da ilgiyi ayakta tutan ana düzeneklerden biri, kahramanla özdeşleşip duygulanmak, acı çekmek, ya da haz duymaktır. Ancak dizi bu katta takılır kalir. Bir diziyi derinleşmekten alıkoyan, kitle iletişiminin mantığıdır. Bu iletişim tüm topluma doğru yapılıyor. Genişlik arttıkça, ortalamaya seslenme gereği doğacak ve sanatsal düzey düşecek, giderek ortadan kalkacaktır. Ama yaygınlaşmanın gereklerinden biri de, çeşitli ilgilere seslenebilmektir. Bu, nitelikli ürünlerin de bir kanal bulabilme olasılığını doğurur. Ancak yine de, iletişimin özellikleri dolayısıyla, bu onağın gerçekleşmesi güçtür.

Sanat insanın başka insanları okur, anlar ve değerlendirirken boyuna kendine yollanıp, kendini anlaması ve değerlendirmesidir. Ama artık sanatı bir gereksinim olarak yanıbaşımızda tutan merak, duygulanma, tad alma ve kendine bir hoşnutlukta ulaşma duygusu, sanat dışı ya da sanat taklidi bir araçla tüketiliyor. Bu duygu, üzerinde bir sanatsal etkinliğin yükseleceği temele dönüşmeden, un ufak edilip, dağıtılıyor. Sanatsal etkinlik tam anlamıyla medyanın etkisine giriyor. Öyle ki medya çalışanlarıyla sanatçılar artan sayıda aynı kişilerdir. Sanatın kendi başına soluk alıp verebileceği alan gittikçe daralıyor. Yeni kuşaklar için sanat bağımsız bir etkinlik değildir bile. O bir tarzın, bir şarkının, bir dansın, bir bildirimin, bir reklamın, bir mekânın öğelerinden biridir. Bir öğe olarak da, ancak medyanın uygun gördüğü ölçüde olaya sos olarak katılmıştır.

Bilgiye ulaşmanın iki yolu var. Bilgi edinmek ve bilgi üretmek. Biz medya aracılığıyla sürekli olarak bilgileniyoruz. Medya var olan bilgiyi iletmekle yetinmiyor. İletim biçimi, bilginin üretim biçimini de etkiliyor. Ama burada bilgi kendinden önceki veriler temelinde yeni, özgün bir sentez demektir. İzleyenler açısından düşünülürse bazen önümüzdeki toplam içinde salt bir seçim. Birini ötekine yeğleme. Çünkü her türlü yorumlama, çarpıtma ve bozma çabasına karşın bilgi, nesnesinden etkiler taşır, yansımalar içerir. Ne kadar yoğun bir saldırı altında olursa olsun insan, bir karşı koyuş potansiyeli barındırır. Sorun, bunun temelli bir yadsıma için var olan birikimden yararlanması ve özerk bir yapılanmaya uzanmasıdır. Bu tutumun temelinde insanın eleştiri yeteneği vardır. İnsan kendisine yönelen bu kuşatmayı kurabilecek güce sahiptir. Sunulan bilgideki ideolojik boyutu yalıtlayıp, yeni bir bağlam ve anlam dizgesi oluşturabilir. Eleştirici, eleyici bir tutumla insan, kendisini bir ölçüde koruyabilir. Giderek seçmeci davranabilirse, bireysel varoluşunun çerçevesinde, yeni bir eksen eksen edinebilir. □



Mehmet Serdar | ADAM SANAT - SAYI: 76 - MART 1992