Mecmua-i Fünun


Kapalı Osmanlı-Türk toplumu, Batı dünyasına geçen yüzyılın ikinci yarısında açılır ve Batı kültürü ile karşılaşır. Roman, gazete, tiyatro... yeni yeni görünmeye başlar yüzde iki okur-yazarlı Osmanlı-Türk toplumunun yaşamında. Bu ortamın kültür taşıyıcıları da, hemen tümüyle, kendileri ile yaşıt “Tercüme Odası”ndan gelmiş, Batıyı tanır kişilerdir. Bunlardan biri de o sıralarda “efendi” düzeyinde olan Münif Paşadır. Berlin Üniversitesinde ekonomi ve felsefe okumuş. Üç Doğu, üç Batı dilini, ayrıca eski ve yeni Yunancayı biliyor. İlk Türk özerk üniversitesi sayılan “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye”yi kurmuş 1861 başlarında. Devletin yapamadığını yapıyor; üniversite düzeyinde hukuk, ekonomi bilimleri konferansları düzenliyor, yabancı dil kursları açarak İngiliz, Fransız dillerini öğretiyor.

Bu Osmanlı bilim derneğinin amaçlarından biri de, bilim ve kültür dergisi çıkarmak. Bu, dernek tüzüğünün ikinci maddesinde ayrıntılarıyla yer almıştır. Derginin adının Mecmua-i Fünun olacağı aynı maddede yazılıdır. Mecmua-i Fünun, bizde çıkan ilk dergidir. Münif Paşa da yazdığı önsözde derginin yabancı ülkelerdeki benzerleriyle boy ölçüşebilecek düzeyde olamayacağını, amaçlarının vatan çocuklarının yetişmesini sağlamak olduğunu belirttikten sonra Mecmua-i Fünun’un Türkçede basılan ilk dergi olduğunu söyler. Derginin ikinci sayısında Ali Paşanın “iltifatname”si yayımlanır: İmparatorluğun da artık bir dergisi olmasının övüncünü taşıyan mektubunda Dışişleri Bakanı, ...dilimizde bu çeşit bilim eserlerinin ve yararlı dergilerin birincisi olan Mecmua-i Fünun’un çıkışından dolayı memnunluğunu belirtir.

Mecmua-i Fünun’un ilk sayısı 1862 Temmuzunda (Muharrem 1279) çıkar. Dergi, birinci ve ikinci yıllar on ikişer sayı olarak düzenli yayımlanır. Üçüncü yılda, İstanbul büyük bir kolera kıyımına uğrayınca, yayımını aralıklarla sürdürmek, sonra da 33. sayısında durdurmak zorunda kalır. Mayıs 1866’da (Muharrem 1283) 34. sayısıyla dördüncü yılına ve yeniden yayına başlar. On dört sayı çıktıktan sonra beşinci yılında, 1867 Haziranında (Safer 1284) 47. sayısı ile yayımına son verir. Münif Paşa on beş yıl sonra, Ocak 1883’de (R. evvel 1300) Mecmua-i Fünun’un yeniden yayımlar. Ancak bu birinci yıl, birinci cüz yazılı sayıda Münif Paşa, Bir yıldız böceği ile bir yolcu başlıklı fıkrayı yayımlamıştır.Yıldızsözcüğü Abdülhamit’le özdeşleşmiştir o dönemde, yasak sözcükler listesindedir. Münif Paşa sorguya çekilir. Sorgusunda Bunda kast aramak alıklıktır der ve kalkıp gider. Mecmua-i Fünun sonuncu döneminin b ilk sayısında kapatılır. Türk kültür hayatında bir ansiklopedinin tarihi de sona erer.

Yıllar sonra bir yazar, bir başka dergide, bir başka yazar da kendinden sonra gelen tüm dergilerde Mecmua-i Fünun’un devamını bulur:İçtihat,” der yazar, daha önce Münif Paşa’nın çıkardığı Mecmua-i Fünun’un başlattığı Batı fikirlerini Türk okuyucularına tanıtmak amacını güdüyordu. 1

Mecmua-i Fünun, Osmanlı bilim derneğinin yayın organı olarak çıkmıştır.
Amacı, toplumu bilim ve kültür yolu ile çağdaşlaştırmak, kitleyi tanımadığı kurum ve kavramlarla karşılaştırmaktı.

Münif Paşa derginin niteliklerini şöyle açıklar önsözde 2:

Dergi her ayın başında çıkacaktır.
Kapsamı en az otuz iki sayfadır.
Herkesin kolaylıkla anlayabileceği bir dil kullanılacaktır.
Dernek üyelerinin yazılarının yanı sıra, dışardan gönderilecek yazılara da yer verilecektir.
Her türlü “fen ve sanayi”ye yararlı bilgiler yayımlanacaktır.

İki önemli yasak getirir Paşa: Din ve politika ile ilgili yazılar dergide yayımlanamaz. Kuşkusuz, bu lâyik ve yansız yasakta imparatorluğun ümmet yapısının payı da vardır. Ama sonraları politika yasağı -imparatorluk sınırları dışında olmak üzere- kaldırılır. Dördüncü sayıdan başlayarak Avrupa kültür-bilim dergilerinde de olduğu üzere dünya siyasasının özetleri, yeni türetilen “Hülâsa-i politikiyye” kavramı altında verilmeye başlar. Din ise hiçbir zaman dergiye de derneğe de girmez.

Derginin birinci sayısının ilk sayfası üzerinde şu yazılar vardır: Mecmua-i Fünun, Eser, Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye, Birinci sene, Cild-i evvel, Numara 1, İstanbul, Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye Matbaasında basılmıştır, 1279. Ancak bu, ikinci baskıdır. Daha yaygın olan ilk sayısının birinci baskısı ise Ceride-i Havadis Basımevinde basılmıştır. Öbür sayıları yine Ceridehane, Tercüman-ı Ahval ve Artin Manosyan Basımevlerinde basılır. Sonra Osmanlı bilim derneği kendi basımevini kurar ve başına Filip Efendiyi getirir. Dokuzuncu sayısından sonra dergi -bazı atlamalarla- Çiçek pazarı’nda, Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye Matbaasında basılır.

Dernek üyelerinin dışındaki yazarlara açık tutulmuş ise de, dergi, yine üyelerle Münif Paşanın kişisel çabalarına bağlı kalmıştır. Derneğe üye olabilmek için istenen nitelikler arasında üç Doğu dilinin birinin yanı sıra Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca, Rumcadan birini de bilme koşulu vardır. Üyeler, ders vermek, kitap çevirmek ya da dergide çalışmakla yükümlü kılınmışlardır.

Dergideki imzalar o dönemin en seçkin bilim ve kültür adamlarını temsil eder.
Bunlardan bazıları sonraları Hukuk Mektebinde ve Mülkiye’de ders vermişlerdir.

Bu imzalar şunlardır.

Ahmet Vefik Paşa,
Münif Paşa,
Ethem Pertev Paşa,
Mehmet Cemil Paşa,
Kadri Paşa, Halil Bey, Rıfat Bey,
İngiliz Sait Paşa,
Hekimbaşı Salih Efendi,
Aleksandr Karatodori Efendi,
Sakıs Ohannes Efendi,
Bekir Sıtkı Efendi,
Tarihçi Hayrullah Efendi...

Bu adların çoğu birkaç kez sadrazamlık, bakanlık, elçilikte bulunmuş,
sonraları katkıları ve eserleriyle kültür ve bilim tarihimize geçmiştir.

Dergide kitlenin yabancı olduğu bilim ve kültür dallarını, özellikle jeoloji, fizik, biyoloji, coğrafya gibi pozitif bilimleri tanıtma ve öğretme amacıyla yazılmış yazılar yer alıyordu. Tarih, dil, pedagoji, mantık ve -Münif Paşa’nın ısrarla üzerinde durduğu- maliye, ekonomi, felsefe sorunları işleniyordu. Bu yazılarda Batı düşünü ve bilgisi aktarıldığı için Osmanlı-Türk toplumunun yabancı olduğu kavram ve terimlerin Türkçe karşılıklarına bir temel oluşturuluyordu. Dergi okuyucuyu yeni bakış ve anlayışlarla karşılaştıran bir ansiklopedi niteliğindeydi. O dönemin özelliği, kitapların bağımsız basılmayıp daha çok gazetelerde “tefrika” olarak yayımlanması idi. Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı tiyatro oyunu bile gazete çıkmıştı.

Mecmua-i Fünun’da yayımlanan birçok yazı dizisi, dergi sayfaları arasına sıkışmış yüzlerce sayfalık kitaplar niteliğindedir:

Kimi konuların başlıkları şöyle:

Avrupa Tarihi ve Coğrafyası,
Jeoloji Bilimine Giriş,
Bilim ile Bilgisizliğin Karşılaştırılması,
Yunan Filozofları Tarihi,
Üniversite Dersleri,
Çalışmanın Gereği,
Ulusların Zenginlikleri Bilimi,
Telgrafın Tarihi,
Türk Grameri,
Teori ile Pratik Arasındaki Birlik,
“Kavaim-i Nakdiye”nin kaldırılması,
“Evrak-ı Nakdiye” Tarihi,
Osmanlı Bankası...

Bunların çoğu dizidir ve aylarca sürmüştür.

Derginin ileriye yönelik çalışmalarından biri de yazı dili ve harfler konusundaki yayımları ve tutumu olmuştur. Harflerin değiştirilmesi görüşü tarihimizde ilk kez Münif Paşa tarafından Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de verilen bir konferansla ortaya atılmıştır. 12 Mayıs 1862’de (13 Zilkade 1278) verilen bu konferans, sonra dergide yayımlanmıştır (no.14, Temmuz 1863, Safer 1280). Mirza Fethali’nin harflerle ilgili önerisi de aynı sayıda tartışılmıştır. Batıdan kavram aktarmada ve genel konularda derginin dili oldukça sade görülmektedir. Bu yeni kavramlar ve dil, Tanzimat’tan sonra çıkan öteki gazete ve dergileri etkilemiştir.

Derginin diline örnek olmak, ayrıca gazetecilik anlayışını belirtmek üzere Münif Paşa’nın Tasvir-i Efkâr gazetesinin çıkışıyla ilgili şu parça okunabilir: ...Bir muktedir zat tarafından her gün çıkmak üzere büyücek bir kıt’ada bir muntazam gazete ihdasına himmet buyurulsa artık matbuatça şimdilik arzu olunacak şey kalmaz...Avrupa politika gazetelerinin hemen kâffesi her gün çıktıktan başka ekserisi sabah ve akşam iki kere basılır... (Sayı 1,50).

Yazar o günlerde çıkan ve koca imparatorlukta sayıları üçü geçmeyen gazetelerin küçük boy oluşundan, aralıklı çıkışından yakınır bu yazısında. “Herkesin anlayacağı bir dille” yazacaklarını söylemesinin de anlamı vardır. Çünkü “tasannu”, söz canbazlığı anlamın önüne geçmişti bir önceki 60’lı yıllarda. Münif Paşa ve ekibinin istediği, halkın gözleri kamaşarak okuması değil, anlayarak öğrenmesi idi.

Her ay, bir öncekinin dünya olaylarını özetleyen “Hülasa-i Politikiyye”den bir örnek aşağıdadır (O sırada Amerika’da iç savaş vardır):

Şimal orduları generallerinden Grant maiyetinde yüz bin asker olduğu halde Viksburg şehrini hasr u tazyik etmekte ise de Cenuplular tarafından şeciyane mukavemet olunduğundan şimdiye kadar teshirine muvaffak olamamıştır. Şimal generallerinden Bankas geçen mah-ı Mayısın yirmi yedisinde Port Hudson şehri üzerine üç koldan hücum ederek muharebe-i azime vukubulmuş ve bu vakada Şimalliler tarafından dört bin kadar adam maktul ve mecruh olmuştur. Cenupluların yüz bin asker ile Pensilvanya tarafına hücum etmek üzere olup mahalli mezkûr hükümeti buna müdafaa için altmış bin gönüllü asker tedarik etmek üzere ise de umum ahali tarafından mukabele-i iade de harekat-ı gayyurane zuhuru melul olmadığı rivayet olunmaktadır. Cenuplular sefayininden bir sefine Nontakut nam mahal pişigahında Şimallilere müteallik kırk kıta balıkçı gemisi gark ve telef eylemiştir. Şimallilerden muharebatta vefat eden eşhasın evlad ve ayelleri tarafından maaş istidada ile Harbiye Nezaretine taktim olunan arzuhallerin adedi on sekiz bine baliğ olmuştur. (II/13, s. 39-40, Haziran 1863.)

Dergi 12x19 cm. büyüklüğündedir; beş kuruş fiyatla satılmıştır. Beş kuruşun o zamanlar oldukça yüksek olduğu Ebuzziya’nın yakınmalarından anlaşılmaktadır. Yazım yönünden nokta, parantez, dip notu, x işareti kullanılmış; dergiyefihristve hata sevap cetveli eklenmiştir. Birinci cilt 512, ikincisi 517 sayfadır. İlk sayılar tükendiğinden, yeniden basılmıştır. Başlangıçta abone sayısı üç yüz iken zamanla artmıştır. (Sayfa 4 ve 12’deki açıklamadan). Tükenen ilk sayılarının yeniden basılması ve -sonraları artan- üç yüz aboneye ulaşması, derginin büyük bir ilgi gördüğünü göstermektedir. Agâh Sırrı Levend, Edebiyat-ı Cedide’yi içine alan uzun bir dönem içerisinde, çok önceleri çıkarılan Mecmua-i Fünun çapında bir dergiye rastlanmadığını söyler. Bunda Münif Paşa’nın kişisel çabaları ile yazar kadrosunun büyük rolü olduğu açıktır.

Bu kadronun düzenle okuduğu dünyanın belli başlı gazetelerinden bazıları şunlardı:

Le Monde,
Le Norde,
Gazette de Midi,
l’Independence,
Bêlge,
Pays,
Patrie,
Le Journal,
Courrier d’Orient,
Nation,
Semaphore,
Morning Post,
Levand Herald,
Athenium,
Revue de Monde,
l’Illustration,
Vekai-yi Musriyye...

Bunun içindir ki,derginin sayfaları bugün bile ilgiyle okunacak yazılarla doludur. Bunlar (...) baştanbaşa çağdaş Batı düşüncesini yansıtma amacını güden yazılardır (Berkes), Mecmua-i Fünun’un Türk kültürüne katkıları üzerinde yaygın ortak görüş, Grande Ancyclopedie’nin on sekizinci yüzyılda Fransa’da oynadığı rolün bir benzerini on dokuzuncu yüzyıl Türkiye’sinde oynamış olduğu yolundadır. Bu görüşün tanıklığını o günlerin on beş yaşındaki Ebüzziya’sı yapar. Gençlerin bu ansiklopediye çok şey borçlu olduğunu söyleyen Ebüzziya, Mecmua-i Fünun’da çıkan yazılarla bir aydınlanma devri yaşadıklarına işaret eder ve bunun içindir ki, der, Münif Efendi’nin bu eseri ile memleket çocuklarına yaptığı hizmeti, üzülerek yine tekrar edeyim, devlet yapmamış, belki yapanlara engeller çıkarmıştır. 4

Yüz elli yıllık Türk Basın Tarihi içerisinde binlerce sayfalık ilk Türk dergisinin, Mecmua-i Fünun’un kısa yaşam öyküsü budur.
__________________________________________________________________________________________
(1)
  • Ş. Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, s.167 ve
  • A.S. Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, bas. 1960, s. 185, 243.
(2) Sayı 1, sayfa 50.
(3) [?] Mecmua-i Fünun’un çağdaşlaşmada etkileri için bak.
  • B. Lewis, The Emergence of Modern Turkey, 2.b., 1968, s.437-38 vb.
  • R.H. Davison, Reform in the Ottoman Empire 1856-1876, Princeton, 1963, s. 180 vd.
  • A. Adıvar, Islamic and Western Thought in Turkey, T. Cuyler Young’da, haz. Near Eastern Culture and Society, Princeton, 1951, s. 124-25 vb.
  • Ş. Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, Princeton, N.J., 1962, s. 233-245 vb.
  • N. Berkes, The Development of Secularism in Turkey, Montreal, 1964.
(4) Ebuzziya, Münif Paşa, Yeni Tasvir-i Efkar, no: 253, 13 Şubat 1910.



Dündar Akünal | sanat olayı - Sayı: 11 - Kasım 1981
_____________________________________________________________________________________________________




Abdülhamit’e devrimci bir kişilik bağlatan, olayların tarihsel akışına ters düşen bir görüş, son birkaç yıl içerisinde, bir kitap sayfasından kapsamlı bir sempozyuma, oradan televizyon ekranına, oradan da gazete sütunlarına kadar geldi: Abdülhamit’in Arap harflerinden vazgeçip Latin harflerinin alınmasından yana olduğu yazıldı, söylendi. Öyle anlaşılıyor ki tarihsel verilere ters düşen mantık zorlayıcı bu yanılgı sayın Enver Ziya Karal’ın bir kitabından kaynaklanmaktadır. Bu kaynağı ve etkilerinin yaygınlaşmağa başladığını gösteren alıntıları değerlendirmeden önce Arap harflerinin değiştirilmesi tezinin ortaya atılmasından sonraki tepkilere değinmekte yarar var.

İlk kez eski harflerin değiştirilmesi gereğini ileri sürdüğü zaman Münif Paşa başlıca üç neden göstermişti:

  • Eski harflerle okuma yazma öğrenmek güçtür. Bu yüzden Türk ulusu öğrenimde, eğitimde geri kalmıştır.

  • Batılıların yazılarını öğrenmek kolaydır. Bunun için Avrupa’da erkek-kadın, altı yedi yaşlarında çocuklardan işçilere, uşaklara kadar bireyler okuma yazma bilmektedirler.

  • Arap harfleriyle kitap, gazete basmak güçtür, beş yüz ile bin beş yüz harf kullanmak gerekir, Batı yazısında ise bu iş otuz, kırk harfle yapılmaktadır. Bu durum Türkler arasında öğrenim ve eğitimin yaygınlaşmasını, ulusun ilerlemesini engellemektedir.

Münif Paşa’nın 1862 Mayısında “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye"de verdiği, sonraları metni Mecmua-i Fünun’da yayımlanan konferansında ortaya attığı bu görüşler, Arap harflerinin kaldırılarak Latin harflerinin kullanılması önerisi biçiminde özetlenebilir. Münif Paşa öyle yapmadı. Söyleyeceğini söyledikten sonra eski harflerin düzeltilmeleri gereğini belirtmekle yetindi. Gerçekte bu bir üst düzey kamuoyu yoklaması idi. Münif Paşa Berlin Üniversitesi’nde okumuştu. Fransızca, Almanca, İngilizce, eski-yeni Yunanca, Arapça ve Farsçayı bazılarında şiir yayımlayacak kadar biliyordu. İlk akademiyi “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye”yi kurmuş, ilk dergi Mecmua-i Fünun’u çıkarmış, Sefiller’i çevirmiş, Ceride-i Havadis başyazarlığı, “Tercüme Odası” başkanlığı yapmış, Voltaire’den Filozofça Konuşmalar’ı çevirmişti, ileri fikirli ve Batı kültürü yanlısıydı. Bunun için de "dinsiz" olduğu söyleniyordu.

Münif Paşa ile başlayan harf tartışmasına katılanlar bir değişiklik yapılması gereği üzerinde birleşmişlerdi. Ancak bu birleşme, harflerin kendi içinde düzeltilmesi ile Latin harflerinin alınması yönlerinde ayrılmıştır. Münif Paşa ise 15 yıl sonra, Milli Eğitim Bakanı olunca yeni bir komisyon kurarak, konuyu bir daha gündeme getirdi. Önceleri ortaya atılan “Kuran yazısına aykırılık” gibi olumsuz görüşleri önlemek için İran din bilginlerinden olumlu fetva aldı. Bu sıralarda Latin harflerini savunan tek gazete, ilerici bir yayın organı olan Terakki ve onun yazarlarından Hayrettin olmuştur. Harfler sorununa çözüm getirme hareketlerinin başlangıcı böyledir. Azerbaycanlı Feth Ali Ahundov’un olumlu girişimlerini de buna eklemek gerekir.

Sonraları bu tartışmalara II. Abdülhamit’in de olumlu düşündüğü yolundaki görüş katılmıştır.

Sayın Enver Ziya Karal, Abdülhamit’in harfler konusundaki tutumunu açıklarken şöyle diyor:

Bir aralık Arap harflerinin bırakılıp Latin harflerinin kabul edilmesi bile görüşülmüştür. Bu düşünceye Abdülhamit II de ortak çıkmıştır. Yazının sırlarına nüfuz etmenin güçlüğünü itiraf ederek halkı okutmak için Latin alfabesinin kabulünün uygun olacağını belirtmiştir.1

Sayın Karal’ın Ali Vehbi bey tarafından yazılmış, Abdülhamit’in siyasal anı ve düşüncelerini içeren Pensee et Souvenires de L’Ex Sultan Abdülhamid adlı eserine dayanarak bu görüşleri benimsediği anlaşılıyor.

Anayasanın dili konusunda da bir başka görüş içerisinde Abdülhamit.
İlk Anayasa hazırlıkları sırasında yasaların dilinin ne olacağı, Türkçe mi Arapça mı sorunu çıkar ortaya.
Anayasanın 18. maddesinde devletin resmi dilinin Türkçe olduğu yazılır ve sorun çözülür.

Bu konuda da şöyle diyor Sayın Karal:

Abdülhamit II, dil işini kesin olarak çözmek maksadıyla Arapçanın resmi dil olarak kabul edilmesini düşündüğünü şu suretle ifade etmektedir:

Arapça güzel lisandır. Keşke vaktiyle resmi lisan Arapça kabul olunsa idi. Hayrettin Paşa’nın sadareti zamanında Arapçanın resmi lisan olmasını ben teklif ettim. O zaman Sait Paşa başkâtip idi. O itiraz etti. Sonra Türklük kalmaz dedi. O da boş idi. Neden kalmasın. Bilakis Araplara daha sıkı rabıta olurdu Zaten bizim eskiden resmi evrakımız ele alınsa mealini, manasını anlamak için bir tarafa Ahteri lugatını bir tarafa bilmem hangi kamusu koymalı. Öyle ancak güçlükle mana çıkarılabilir.’

Abdülhamit II’nin bu teklifi yapması, birçokları gibi Türkçenin güzelliğini henüz kavramamış olmasından dolayı idi.2

İki ayrı kaynağa göre, Abdülhamit devletin resmi dilinin Türkçe değil, Arapça olmasını istemiş ve önermiştir. Buna katılıyor sayın Karal. Abdülhamit Arap harflerinin kaldırılmasını, yerine Latin harflerinin konulmasını istemiştir. Buna da katılıyor sayın Karal. Bu iki karşıt yan yana konunca bunlardan birinin öbürünü yok edeceği kesin. Aynı yol üzerinde hem doğuya hem batıya gidilemez.

Abdülhamit’in ikisini de birlikte istemediği kesin ama hangisini isteyemez?

Her şeyden önce on dokuzuncu yüzyıl sonlarında Arapçayı devletin resmi dili yapmağa çalışmak, dünyaya kapalı Osmanlı-Türk toplumunu Batıya bütün bütün kapamak tutkusunu ve geriye duyulan özlemi yansıtır. Latin harflerinin alınmasından yana olmak ise devrimci tutumu simgeler. Devrimci karakter “idare-i maslahatçılık”a, geçerliliğini tüketmiş kurumların “ıslah”ına, “double standard” kullanmaya karşıdır; yaratıcı yeniyi dikerek köhnemişi söküp atmadan yanadır. Oysa ki “idare-i maslahatçılık” Abdülhamit’in karakteridir. Bütün yaşamında bir tek devrimci girişimde bulunmamıştır, bulunmak isteyenleri de dinlememiş, yerlerinden alıp atmıştır. Üç kez de (dokuz yıl) “Maarif Nazırlığı” yapan Münif Paşa, padişaha ekonomi dersi vermiş olmasından da güven duyarak Abdülhamit’e ...Geri kaldık. İlerleme bilim ve fen ile olur... Siz verilen kararları benimseyip uygulamadınız. Bizde tarım, sanayi ve eğitim geri kalmıştır,der. Bunun karşılığı olarak kendini Tahran’da bulur. Dinsel dogmaların etkisini bilen Münif Paşa, daha önce iranlı din bilginlerinden harflerin değiştirilmesinde dinsel bir sakınca olmadığı yolunda fetva almıştır. Fetva bir İran gazetesinde yayımlanır. Öte yandan Namık Kemal, Ali Suavi gibi ilericiler Latin harflerinin karşısına çıkmışlardır. Kuran yazısı üzerine değişiklik yapılamayacağı da ileri sürülmüştür. Abdülhamit ise Arapçadan yanadır.

Bu ortama karşın, yüzyıllardır süregelen bir yazıyı söküp atacak, yerine Avrupalının yazısını koyacak bir Abdülhamit!..

Bu gerçeklere biraz fazla ters düşmek olmaz mı!...


Abdülhamit’in hem Arapça yanlısı olması, hem de söylenildiği gibi
“Arap harflerinin güçlüğü nedeniyle, halkı okutmak için Latin alfabesinin kabul edilmesi”ni istemesi büyük çelişkileri birlikte getirir.

Halkı okutmak için Latin harfleri gerekli ise Arap dilinin resmileştirilmesi niye?
Arapça yine Arap harfleri ile, hem de daha karışığı ile yazılmayacak mı?
Bu ikili dil ve ikili sistem, okumayı kolaylaştırmak şöyle dursun, daha da çıkmaza sokmayacak mı?
Yoksa Arap dili Latin harfleri ile mi yazılacaktır?

Abdülhamit bu çelişkilerin getireceği kargaşayı göremeyecek kişi değildi.

Kuşkusuz tanıklıklara, anılara, anlatıla gelenlere dayanmak tarih biliminin yöntemlerindendir. Ancak bunların kabul edilmeleri zorunluğu yoktur, hele olayların mantıksal akışına ters düşerlerse, Sayın Karal, daha yakın bir tarihte Abdülhamit’in Latin harflerinden yana olmakla birlikte Arapçayı ve Arap yazısını önermesini çelişkiler içinde bir kişilik olan Abdülhamit ilkin Arap harflerini, Arap dilini tavsiye etmişse de 3 diyerek “çelişkiler içinde bir kişilik”le açıklamak istemiştir. Oysaki Abdülhamit gibi gözleri ensesinde bir "kişilik"in ileri bakamayacağını olaylar doğrulamıştır. Dil ve yazı devrimi bütünlük içerisinde bir ilerici kişiliği zorunlu kılar. Harflerde ilerici, dilde gerici olunamaz.

Yanılgıyı kökünden söküp atacak bir sav da İsmet Bozdağ tarafından ileri sürülmüştür.

İsmet Bozdağ, Abdülhamit’in Latin harfleri yanlısı olduğu iddiasına kaynaklık yapan Ali Vehbi Beyin kitabı için şöyle demektedir:

Abdülhamit’in Fransızca yayımlanmış hatıra defteri tamamen uydurmadır. Böyle bir hatıra gerçekte yoktur. 4

Bu yazı, harf devrimindeki bir gerçeği göstermeyi amaçlamaktadır. Yaygınlık kazanma yeteneği gösteren Abdülhamit’in Latin harflerinden yana olduğu savı dayanaktan yoksundur ve boşlukta kalmaktadır. Osmanlı devletinin başı, Müslümanların başı olan, Abdülhamit gibi bir kişinin Latin harflerinden yana olmamasından ya da suskunluğundan dolayı kınanması saflık, hatta ‘insafsızlık’ olur. ancak, onun Latin harflerinden yana olduğunu savunmak ya da olabileceğini söylemek büyük yanılgıdır.
____________________________________________________
(1) Enver Ziya Karal: Osmanlı Tarihi, c VIII, Birinci Meşrutiyet ve istibdat devirleri, 1876-1907. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1962, s.404
(2) Agy, s.403. Atıf Hüseyin, Defter 11’e yollama.
(3) Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları Sempozyumu 1977, İstanbul.
(4) Aynı sempozyumda konu ile ilgili cevabından, s.415.



Dündar Akünal | sanat olayı - Sayı: 13 - Ocak 1982