geçen yıl 1973'ten bu yana sürgünde yaşadığı İspanya'dan ülkesi Uruguay'a döndü.
Benedetti şiir ve öyküleri,
yazdığı beş romanı ile Latin Amerika edebiyatına değişik bir tat getirmeyi başaran bir yazar:
- Kör kocanın gerçekte kör olmadığını ve davranışlarını yıllardır izlediğini fark eden bir kadın ve âşığı...
- Bir Avrupa havalimanında isteği dışında sayısız günler geçirdikten sonra, şaşırtıcı bir olguyu, uzun süredir ölmüş olduğunu fark eden Latin Amerikalı bir işadamı…
- Yerel bir gazetenin fal köşesinde asılacağını okuyan işkenceci bir polis memuru...
Benedetti'nin öyküleri, yazarın gözlem gücü ve ayrıntılara değer veren anlatımını sergilerken,
kahramanları doğal ile doğal olmayan gerçeklik ile fantazma arasındaki ince sınırda dolanır durur.
1920'de Uruguay'ın Tacuarembo kentinde doğan yazarın baş konusu, Uruguay insanının “küçük insanın” yaşantısı. Bir zamanlar Benedetti, Uruguay'ın, dünyanın bir ulus statüsüne sahip tek ülkesi olduğunu söylemişti. O zamanlar buraya Latin Amerika'nın İsviçre'si denirdi. Uzun süreli bir siyasal ve ekonomik istikrar yaşanmış, yaygın bir orta tabaka oluşmuştu. Benedetti 1973 askeri darbesi ile tuzla buz olan bu dünyanın arka planını anlatmıştı.
Yapıtları on dokuz dile çevrilen Mario Benedetti anlatıları
ve Daniel Viglietti ve Isabel Parra gibi Latin Amerika'nın ünlü halk müziği şarkıcıları için yazdığı şarkı sözleri ile
gerçek bir halk yazarı konumuna yükseldi.
Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 175 - 1 Eylül 1987
_________________________________________________________________________________________
Benedetti'nin bir öyküsü
Yıldızlar ve Sen
Bir ilkokul öğretmeniyle, bir terzinin oğluydu. Zayıf, uzun boyluydu. Gözleri koyu renkli, elleri yumuşacıktı. Mikroptan arınmış, herkesin okuma-yazma bildiği, çalışkan, yazgısı yabancı sermayeyle işleyen (kaba, kare biçiminde, dumanlar tüten) iki fabrikaya sıkıca bağlı, küçük Rosales kentinin tipik bir bireyiydi. Oliva komiserdi, duvarcı ya da banker de olabilirdi. Yani yeteneğinden değil, raslantıyla komiser olmuştu. Aslında, Rosales'de yıllardır polisin hemen hemen hiçbir anlamı yoktu, kimse yasaları çiğnemezdi çünkü. Üstünden en az yirmi yıl geçen en son cinayet, bir aşk cinayetiydi: Tüccar Don Estevez, kanserli karisini öldürmüştü, onun son haftalarını ölümle pençeleşerek geçirmesini istememişti çünkü. Bu olay dışında, içkili birtakım insanlar, arada bir, çevresinde kilisenin ve komiserlik binasının görkemli yükseldiği Plaza'ya gelirlerdi, ama bu durumlarda polis devreye girmezdi, çünkü bu sarhoşlar daha çok neşeden içerlerdi, bütün yaptıkları da, eski şarkılar söylemek ve kendilerinin de açık saçık bulduğu, ama aslında ergenlere özgü, masumca şakalar yapmaktı. Komiser, eczacı ve dişçiyle kâğıt oynamak için 4 kahveye, arada bir de, gazete yazarı Arroyo ile spor ya da uluslararası politika üzerine yarenlik etmek için kulübe giderdi sektirmeden. Aslında Arroyo'nun gazeteciliğe ilişkin çalışmaları ne sporla ne de uluslararası politikayla ilgiliydi. Fal sayfasında (Yıldızlar ve Sen) çoğu kez çok yakın olduğu sanılan bir geleceğin somut ve ispat edilebilir durumuna dayanarak yazılar yazdığı halde, ilgi alanı, aslında, müneccimlikti.
Söz konusu durumlar, üç alanla ilgiliydi: Uluslararası, ulusal ve doğrudan doğruya kentle ilgili durumlardı bunlar. Her üç alanda da sık sık doğru tahminlerde bulunduğu için, sadece kadınlar değil, tüm Rosales halkı “La Espina de Rosales” adlı sabah gazetesindeki astrolojiyle ilgili sütununu dikkatle okurlardı.
Belki burada, öykümüzde, sözü edilen kentin gerçekte hiç Rosales adını taşımadığını söylememiz gerekiyor. Bu adı yalnızca güvenlik açısından seçtik.
Bugün Uruguay'da sadece belli kişiler, siyasi gruplar ve sendikalar değildir yasa dışı olan.
Mahalleler, köyler ve kentler bile vardır yasa dışı kabul edilen.
1973'teki hükümet darbesinden sonra, Komiser Oliva, kökten bir değişikliğe uğradı. Göze ilk çarpan değişiklik, dış görünüşüyle ilgiliydi. Eskiden hemen hemen hiç üniforma giymezdi. Yazları da, onu sık sık gömlekle görürdünüz. Şimdi ise, o ve üniforması, birbirinden ayrılmaz olmuştu. Bu da, yüzüne, davranışlarına, yürüyüşüne ve buyruklarına, daha bir yıl öncesine kadar insanın aklına bile gelmeyen buyurgan bir sertlik veriyordu. Öte yandan, hızla ve durmaksızın kilo almıştı. (Rosales'in argosunda onun için “domuzlaştı” deniliyordu.)
Arroyo, başlangıçta bütün bu değişiklikleri, sadece basarili bir yanıltma olarak kabul edercesine, inanmaya inanmaya izliyordu. Ama, Oliva'nın o her zamanki sarhoşları, aynı şarkıları söyler ve aynı şakalar yaparlarken, 'toplum düzenini bozuyorlar, ar ve haya duygularını zedeliyorlar'' diye tutuklattırdığı o akşam, bu değişikliğin ciddi olduğunu anladı. Ve ertesi gün, “Yıldızlar ve Sen” sütununda Rosales'in yakin geleceğinin karanlık tablosunu çizdi.
Kentin tek lisesinde ilk kez bir öğrenci direnişi oldu. Ülkenin öbür iç bölgelerinde olduğu gibi, bu liseye de çok farklı yaş gruplarından öğrenciler devam ediyordu. Bazıları henüz çocuktular, diğerleri ise neredeyse yetişkin sayılmaktaydılar. Bu geleceğe gebe direnişte, gençler hükümet darbesini, parlamentonun feshini, sendikaların kapatılmasını ve işkenceyi protesto ettiler.
Öğrenciler, Oliva'nın kişiliğinde oluşan değişikliğe hazırlıksız olduklarından Plaza çevresinde yürüdüler ellerinde pankartlarla ve daha ikinci kez dönüyorlardı ki, hepsi tutuklandı. Polis memurları, neredeyse onlardan özür diliyor (Bir kaç ayaklananların amcası ya da vaftiz babasıydı.) Ve yarı eleştiri yarı korkar biçimde fısıldayarak, Oliva'nın yeni hastalığını
ima ediyorlardı. Komiser, ilk yirmi dört saat içinde, iyice azarladıktan ve yari gücüne dayanarak kendisine faşist diyenlere tahammül edemeyeceğini söyledikten sonra, 60 tutukludan 50'sini salıverdi. Geriye kalan on kişiyi (reşit olanlardı bunlar) diş dünyadan kopararak komiserlikte alıkoydu. Alaca karanlıkta, inlemeler, imdat sesleri, insanin içine işleyen bağırtılar duyuldu. Ana-babalar (özellikle analar) komiserlikte çocuklarına işkence yapıldığına inanamadılar. Ama gerçek buydu işte.
Ertesi gün, Arroyo'nun astrolojik tahminleri daha da karanlık görünüyordu.
Şöyle cümleler yazmaya cesaret etmişti Arroyo:
“Biri, Rosales'in yaşamını yıkım tehlikesine sokan zorlayıcı uygulamalara girişiyor. Kan akacak, ama sonunda adalet yerini bulacak.”
Kentte yalnızca bir avukat vardı, ana-babalar on gencin savunmasını ona verdiler. Ama Dr. Borja yargıcı aramaya çıktığında, onun da tutuklu olduğunu öğrendi. Bu gülünçtü, ama o ölçüde de doğruydu. Cesaretini topladı ve komiserlikte konuştu. Ama henüz Habeas Corpus'tan, grev hakkı ve benzeri şeylerden söz etmeye başlamıştı ki, komiser onu uzaklaştırttı. Avukat, başkentten yardim istemeye karar verdi, ama ana-babalar olmayacak umutlara kapılmasınlar diye, “heralde başkentte Oliva'ya hak verirler” biçiminde konuştu. Düşünüldüğü gibi, avukat bir daha geri dönmedi, birkaç ay sonra Rosalesliler ona, Punta Carretas'taki cezaevine sigara göndermeye başladılar.
Arroyo şöyle kehanetlerde bulunuyordu: “Gaflet saati geldi. En iyilerin bile yüreğini kin bürüyor.”
Daha sonra da, kentin tarihinde hiç görülmemiş bir şey, danslı toplantı da o olay meydana geldi. Bir süre önce, fabrikalardan biri, muhalif atılımları etkisiz duruma getirmek üzere işçiler ve memurları için bir lokal açmıştı. Ama burası, kısa sürede tüm kentin buluştuğu bir yer oldu. Her cumartesi akşamı, gençlerle yaşlılar eğlenmek ve dans etmek amacıyla orada toplanıyorlardı. Bu dans partileri, haftanın en önemli sosyal olaylarıydı kuşkusuz. Burada herkes yeni dedikoduları öğrenir, nişanlar, vaftiz törenleri, düğünler yapılır, tüm hastalar ve iyileşenler üzerine konuşulurdu. Hükümet darbesinden önceki günlerde Oliva, buraya sık sık gelirdi. Herkes, onu kendilerinden biri olarak görürdü. Gerçekten de öyleydi. Ama değişiklikten sonra komiser, bürosunu mesken tuttu (genellikle gecelerini orada, kendi deyimiyle ''iş başında'' geçirir oldu.) Ve kahveye, kulübe, lokale de gelmez oldu. (Oliva'nın, Arroyo'dan uzak durması da gözden kaçacak gibi değildi.)
Ancak, Oliva o cumartesi gecesi, haber vermeden adamlarıyla birlikte lokale geldi. Korkuya kapılan orkestra, akordeoncuların öksürmesi üzerine durdu ve dans eden çiftler, makinası birden işlemez olan bir oyun kutusu gibi, birbirlerinden ayrılmaksızın oldukları yerde kalakaldılar. Oliva: “Bayanlar, hanginiz benimle dans etmek ister?” diye sorduğunda, herkes onun sarhoş olduğunu anladı. İki kez aynı soruyu sordu, yanıt alamadan. Herkes öylesine sus pus olmuştu ki, (polisler, müzisyenler ve halk) hepsi bu küstahça şımarıklığa tanık oldu. O zaman, arkasında, suç ortaklarıyla birlikte Oliva, kocasıyla pencere yakınlarında bir bankta oturan Claudia Oribe'nin yanına gitti. Claudia (sarışın, sempatik, oldukça canlı idi.) Gebeliğinin altıncı ayında kendini hantal buluyor, doktor da erken doğum tehlikesinden söz ettiği için, oldukça dikkatli davranıyordu. “Benimle dans eder misin?” dedi komiser ona kolundan tutarak. ilk kez sen diyordu ona. Kocası, inşaat işçisi Anibal, sapsarı ve gepgergin olarak ayağa fırladı: Ama Claudia, aceleyle: “Hayır, teşekkür ederim” diye yanıtladı. “Benimle dans edebilirsin” dedi Oliva. zaman Anibal: “Karnını görmüyor musunuz? Onu rahat bırakın” diye bağırdı. “Seninle konuşan yok!” dedi Oliva. “Onunla konuşuyorum. Ve o da hemen benimle dans edecek.”
Anibal, Oliva'nın üzerine atıldı ama bekçilerden üçü onu tuttular. “Götürün onu!” diye emretti Oliva ve Anibal'i götürdüler. Oliva, üniformalı kolunu gebe kadının kalın beline doladı ve müzisyenler yarım kalan parçaya yeniden başlarlarken, onu dans pistine sürükledi. Kadının zar zor nefes aldığını herkes görüyordu, başka nedenlerin yanında, nöbetçiler silahlarını çektikleri için kimse karışmayı göze alamıyordu. Çift, durmaksızın üç tango, iki bolero ve bir rumba yaptı. Dans bittiğinde, Claudia yari baygındı. Oliva, onu banka geri götürdü ve “Görüyor musun, nasıl dans ettin?” dedi. Aynı gece Claudia Oribe, düşük yaptı.
Kocası, aylarca tek başına tutuklu kaldı. Oliva, onun sorgulamaktan özel bir zevk duyuyordu. Oribe ailesinin doktoru, devlet dairesindeki sekreterlerden birinin yeğeniydi. Bu durumu değerlendiren kentin ileri gelenleri, en sözü geçen kişiye başvurmak üzere doktorun başkanlığındaki bir heyeti başkente gönderdi.
Ama en sözü geçen kişiden gelen öğüt şuydu:
“Sanırım, bu durumda hiçbir şey yapmamak daha iyi. Oliva, hükümetin güvendiği bir adamdır.
Eğer tazminat ya da ceza istemi üzerinde diretirseniz, öç alır. Şimdiki zamanlarda sakin olmak ve beklemek en iyisi.
Ben ne yapıyorum sanıyorsunuz? Ben de bekliyorum, değil mi?”
Ama Rosales'teki gazete yazarı Arroyo bekleyemedi.
O andan başlayarak, savaşımı sistemleştirdi.
Pazartesi günü şöyle yazıyordu sütununda: “Birilerinin hesap vereceği zaman yaklaşıyor.”
Çarşamba günü: “Gücünü, zayıflara karşı kullanan kişi için durum kötü” diyordu.
Perşembe günü: “Güçlü olan düşürülecek. Ölüm fermanını kendi imzaladı.”
Ve cuma günü: “Yıldızlar onun sonunu haber veriyor. Ömrü doldu. Zorbanın oğlu ölecek.”
Oliva, cumartesi günü “La Espina de Rosales” gazetesinin yazı işlerine gitti. Arroyo orada değildi. Onu evde aramaya karar verdi o zaman. Eve varmadan önce, adamlarına şöyle dedi: “Dışarıda bekleyin. O gülünç orospu çocuğuyla her zaman tek başıma başa çıkarım ben”. Arroyo kapıyı açtığında, Oliva onu sertçe itti ve tek kelime söylemeden eve daldı. Arroyo, ne dengesini yitirdi, ne de şaşırdı. Sadece komiserle arasında belli bir uzaklık kalmasına dikkat ederek, koridordan, çalışma odasına geri döndü. Oliva arkasından gelmedi. Arroyo, sapsarı, dudakları sımsıkı kapalı olarak, çalışma masasının arkasına geçti. Oturmadı.
“Yıldızlar sonumun geldiğini söylüyorlar, öyle mi?”
“Evet,” dedi Arroyo. “Bunun benimle hiçbir ilgisi yok. Yıldızlar böyle diyor.”
“Ne biliyorsun? Sen sadece bir orospu çocuğu değil, aynı zamanda rezil bir yalancısın da,”
“Ben aynı fikirde değilim, komiser”
“Biliyor musun? Şimdi hemen oturacak ve yarinki yazıyı yazacaksın.”
“Yarın pazar. O sayfa yayınlanmaz.”
“O zaman pazartesi günü için yaz. Zorbanın oğlunun daha yıllarca mutlu ve çok sağlıklı olarak yaşayacağını yazacaksın.”
“Ama yıldızlar başka şeyler söylüyor, komiser.”
“Yıldızlarının içine yaparım. Yaz, hem de şimdi!”
Arroyo'nun hareketi o denli hızlıydı ki, Oliva ne kendini koruyabildi, ne de kaçabildi.
Sadece bir el ateş etti Arroyo.
Yere yıkılan Oliva'nın açık, şaşkın gözlerine bakarak: “Yıldızlar yalan söylemez” dedi.
Türkçesi: Zerrin Günyol | Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 175 - 1 Eylül 1987