Doğumunun 175[203]., ölümünün 100[128]. yıldönümü
Döneminin en büyük piyano virtüözü
Geçen yılı Bach, Haendel ve D. Scarlatti’nin 300. doğum yıldönümleri dolayısıyla “Müzik Yılı” olarak kutlayan Batı dünyası, bu yıl da büyük bir müzik adamını, besteci ve piyanist Franz Liszt’i (1811-1886) doğumunun 175., ölümünün 100. yıldönümünde anıyor.

Liszt, çok küçük yaşlarda müziğe öyle yetenekliydi ki, ailesi onu, hemen seksen kilometre ötedeki Viyana’ya gönderdi. Ondaki büyük ilerleme gücünün ancak orada, o büyülü sanat kentinde gelişebileceğine inanıyorlardı. Aldanmadılar: Liszt, henüz on iki yaşındayken, büyük başarılarla sürüp giden uzun meslek yaşamına, piyanistliğe, yanı sıra da gene uzun yıllar sürdüreceği, çok daha dalgalı, inişli-çıkışlı öteki mesleğine, besteciliğe başladı. Viyana’da iyi öğretmenlerin elinde yetişti; Czerny ile, Salieri ile çalıştıktan sonra, konservatuara girmek üzere Paris’e gitti. Orada “harika çocuk”ları hiç sevmeyen, asık suratlı bir bestecinin, İtalyan asıllı Luigi Cherubini’nin direnmesiyle karşılaştı; “konservatuara yabancı uyrukluların girmesi yasaktır” bahanesiyle, Paris Konservatuarı’na alınmadı. Oysa, Cherubini de aslında “yabancı”ydı, Fransızcayı doğru dürüst konuşamıyordu bile!..
Liszt 1823’ten 1837’ye kadar Paris’te yaşadı, 1848 ile 1861 arasında da Weimer Saray Operası’nda yönetmenlik yaptı. Ama, bu “kalıcı” görevleri bir yana, yaşamı boyunca pek bir yerlerde durmadı, oradan oraya gezdi durdu. Aralıksız yarım yüzyıl süren, ayrıntıları ile incelenmesi oldukça şaşkınlık verecek, karışık konser gezileri ona Avrupa’nın hemen bütün ülkelerinde (İsveç ile Norveç’in dışında) sanatını gösterme olanağı verdi. Piyanodaki büyük ustalığı, sözgelimi, İstanbul’da ve Kiev’de, Lizbon’da ve Liege’de, Milano’da ve Manchester’de… aynı coşku ile karşılandı. Bu parlak gezileri sırasında, çağın hemen hemen bütün önemli müzik adamlarıyla, kendinden önceki ya da sonraki kuşaklardan bestecilerle karşılaştı.
- Bunlardan, 1823’te Viyana’da tanıştığı Beethoven, kendisinden kırk bir yıl daha yaşlıydı.
- 1869’da Roma’da tanıdığı genç, yetenekli Norveçli Edward Grieg ise o sıralar Liszt’ten otuz iki yaş daha gençti.
- İspanya’dan Budapeşte’ye 1878’de gelen on sekiz yaşındaki Isaac Albeniz’le karşılaştığında Liszt’in yaşı yetmişlere yaklaşmıştı.
- Çağın en önemli bestecileriyle, bu arada Berlioz, Chopin, Schumann gibi birçoklarıyla yakın dostluk ilişkileri kurdu.
Onların kimi yapıtlarını piyanoya uyarladı, birçoklarını o besteciler için özel olarak düzenlediği konserlerde çaldı, yönetti ya da o bestecilerin çalmalarını, yönetmelerini sağladı. Müzikçi dostlarına sevecenlikle yardım elini uzatmak yaradılışının belli başlı niteliklerindendi. Elinden tuttuğu, gelişmesine, tanınmasına ön ayak olduğu müzikçiler arasında, “Bağdat Berberi” operasının bestecisi Peter Cornelius, yalnızca basit bir “cavatine”iyle bilinen Joachim Raff örneği, bugün müzik dünyasında adları pek geçmeyen “önemsiz”ler de vardı ama öte yandan, Richard Wagner gibi büyük bir yaratıcı da onun koruduğu bestecilerdendi. Çağın bu çok önemli, devrim yaratan sanatçısı, sonraları, Liszt’in damadı olmuştu. Liszt 31 Temmuz 1886’da akciğer üşütmesinden öldüğünde, Wagner’in yıldızının yıllar boyu parladığı Bayreuth’da, ünlü “festival”in atmosferi içindeydi.
İKİ BÜYÜK AŞK
Liszt’in sanat yaşamının, yaratmalarının eksiksizce değerlendirilebilmesi için, bu büyük sanatçının “iki büyük” ve “sayılamayacak kadar pek çok küçük” gönül ilişkisinin gözardı edilmemesi uygun olur.
- Liszt’in yaşamını etkileyen iki büyük aşktan birincisi, 1834’ten 1844’e kadar süren, Kontes Marie d’Agoult ile olan evliliğidir; bu beraberlikten (biri ünlü Cosima Wagner olmak üzere) üç çocuğu olmuştur.
- İkinci “sevgili” ise, 1847-1863 yılları arasında birlikte yaşadığı, bir türlü evlenmediği, Prenses Caroline Von Stayn-Wittgenstein’dır; bu soylu kadının kocasından ayrılmasına Papa IX. Pius izin vermediği için, evlenmeleri de bir türlü mümkün olmamıştır. Kocası günün birinde ölüp de, evlenmenin büyük engeli ortadan kalktığında da, Liszt kendini iyiden iyiye kiliseye adamış, bir din adamı gibi yaşamaya başlamıştır.
Gerçek anlamda “çok yönlü”, bir dalda durmaz sanatçılardandır Franz Liszt. Kimi titiz araştırmacılara göre, Fransız besteci Hector Berlioz’dan bile karışık, şaşırtıcı bir yaradılışı vardır. Her şeyden önce, bugünün piyano çalma sanatında çok büyük etkileri olan, büyük bir piyano virtüözüdür. Onun bu çalgıdaki dillere destan ustalığı üzerinde ancak, kuşakların birbirlerine aktardıkları söylenceler dolayısıyla bilgi sahibiyiz. Liszt’in piyano için bestelediği çok sayıda (üç yüz kadar) irili ufaklı yapıtı değerlendirdiğimizdeyse, bu ustalığı da bir bakıma elle tutabiliyoruz. Liszt’in “özgün” piyano yapıtlarını çoğu, yirmi ile elli yaşları arası döneminin yaratmalarıdır.
Bunları üç ana bölüm içerisinde incelemek yerinde olur:
- Çağdaşı, arkadaşı Chopin’in stilinde yazılmış olanlar,
- Macar müziğinin etkisini taşıyanlar,
- bir de, özgün, gerçek Liszt anlatımı ile bestelenenler…
- Valslerinde, mazurkalarında, etüdlerinde, “Consolation” adını taşıyan noktürnlerinde, sevgili dostu Chopin’in ozansı duygu örgüsünün etkileri açıkça bellidir. Piyano için yazdığı tek sonat ise, kendine özgü, bağımsız bir yaratmadır. Chopin’in sonatlarına göre daha doyurucu, daha dolu bir yapıt sayılsa yeridir.
- Liszt’in, doğduğu ülkeye, Macaristan’a, özellikle bu ülkenin çingene müziğine olan yakınlığı, sevgisi, “rapsodi”lerinde anlatımını bulur. Ne var ki, İtalya’nın, güneyin havası egemendir bu anlatıma.
- “Gerçek Liszt yaratması” sayılabilecek piyano yapıtlarıysa, “Apparitions” (Görünmeler), “Harmonies Poétigues et Religieuses” (Ozansı ve Dinsel Armoniler), “Années de Pélerinage” (Gezi Yılları) başlıkları altında toplanan, kısa parçalardır.
ORKESTRA YAPITLARI
Orkestra yönetmenliğindeki derin deneyimlerine karşın, nedense, orkestra için müzik yazma konusunda uzun süre çekingen kalmıştır Liszt; sayıları on iki olan “senfonik şiir”lerinin orkestralamasında hep, dışarıdan gelecek yardımlara başvurmak istemiştir.
Aslında Liszt’in orkestra müziği alanında başardığı en önemli iş, “senfonik şiir” adı ile bilinen türün geliştirilmesi, belli başlı ilkelerini ortaya koymasıdır.
Bu alandaki çalışmaları arasında en ünlüleri,
- 1848’de yazdığı, 1858’de gözden geçirip yenilediği, Fransız ozan Lamartine’in aynı adlı şiirinden esinli “Les Préludes” ile,
- gene 1858 tarihini taşıyan “Hamlet” senfonik şiirleridir.
Bunların yanı sıra,
- en güçlü, en dikkate değer sayılabilecek orkestra yapıtı, Faust’un, Gretchen (Marguerite)’in, Mephistopheles’in karakterlerini ustaca çizer.
Liszt’in orkestra yazımındaki anlatım gücü, bu senfonide doruk noktasına ulaşmıştır denilebilir.
Liszt, piyano ile orkestra için iki konçerto bestelemiştir. Bu konçertolar, türün alışılmış anlamına tam tamına uygun birer konçerto değildirler; Liszt’in önderliğini yaptığı “senfonik şiir” biçimiyle sıkı ilgileri, yakınlıkları vardır. Bölümleri çoğunlukla birbirine eklenerek çalınır; duygulu, “théatral” denebilecek yaratmalardır bunlar. Liszt dehasının en parlak belirtileri olmaktan bir parça uzaktırlar ama, sevimli yapıları, piyano yazılarının sağlamlığıyla, bugün de unutulmamış, konser programlarının demirbaşlarından olma şanslarını yitirmemişlerdir.
Ömrünün son yıllarında kendisini Katolik inanca adayan büyük piyanist-bestecinin, dinsel müzik alanında en önemli yaratmaları, 1867 tarihini taşıyan “Christus” oratoryosu ile “Via Crucis” adlı solo-koro-org yapıtı ve tenor-koro-orkestra için “XIII. Dua”dır. Liszt’in, kendisini “gösteriş meraklısı”, giderek “şarlatan” olarak görüp eleştiren, zamanın insafsız eleştirmenlerine bu etkili, dolu yapıtlarla iyi bir karşılık verme niyetinde olduğu, açıkça sezilir.
Özetlemek gerekirse, Liszt, yaşadığı dönemin en büyük piyanisti, bu çalgının, etkisi bugünlere uzanan en büyük ustasıdır. “İnsan” olarak, karşı cinse olan düşkünlüğü üzerinde boşu boşuna durmaktansa, çağının bestecilerine, müzikçilerine olan sıcak yakınlığından, sevecenliğinden, yardımseverliğinden söz etmek daha yerinde olacaktır. “Besteci” Franz Liszt’te ise, açık seçik deha kıvılcımları kıpırdamakta, zaman zaman iyice parlayan, göklere yükselen bu kıvılcımlar, ondaki yaratıcılık yeteneğini aydınlatmaktadır.
Üner Birkan | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 147 - 1 Temmuz 1986
______________________________________________________________________________________
Haziran 1847…
Franz Liszt İstanbul’da…
Türk-Macar ilişkilerinin geçmişi Osmanlıların Çanakkale Boğazı’nı aşıp Balkanlar yönünde ilerleyişine dek uzanır. Bu zorlu akın karşısında tehlikeyi öncelikle sezenler Macarlar olmuş, Osmanlılara karşı 14. yüzyıl ortalarında başlattıkları türlü engelleme girişimleri, küçüklü büyüklü savaşlarla Kanuni Sultan Süleyman’ın 1526’da Mohaç zaferine kadar sürmüştü. Macaristan çok sonraları 1683’de İkinci Viyana Kuşatması sonucu Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’da yitirdiği ilk ülke sayılmış, 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması buradaki Türk egemenliğine son vermişti. Ancak, iki yüzyıla yakın ortak yaşam dönemi, ardında karşılıklı toplumsal ve kültürel etkiler bırakmış, en önemlisi Türkler Macaristan’da hâlâ unutulmayan olumlu ve sıcak anılara kaynak olmuştu.
Ortaçağ sonlarında “çok sesli” müziği benimseyen ve folklor yönünden önemli varlığa sahip bulunan Macaristan bilindiği gibi bu sanat kolunda gerek besteci, gerekse seslendirici olarak büyük yetenekler yetiştirmiş, özellikle 19. yüzyılda yaşamış Franz Liszt, sanatında sürüp gitmiş olağanüstü etkinliklerinin yanısıra yenilikçi buluşlarıyla da seçkinleşmiştir.
Sanatçının Esterhazy Prensliği’nde görevli müzik meraklısı ve oldukça iyi bir piyanist olan babası Adam Liszt eski bir Macar ailesinden, annesi Anna Langer kiliseye bağlı dindar bir Avusturyalı aileden geliyordu. Küçük Franz’ın doğduğu Avusturya-Macaristan arasındaki Burgenland adlı bölgenin Türklerle ilişkisi ise yüzyıllar öncesinde başlamış, bu ilişkinin öyküleri tazeliğini her çağda korumuştu. Günümüzde Avusturya’nın bir eyaleti olan Burgenland’ın başkenti Einstadt’da vitrinleri çoğunlukla o bölgede doğmuş iki bestecinin büstleri süsler, Joseph Haydn ve Franz Liszt.
Küçük Liszt’in öğrenimi için Viyana’ya gidişine dek geçen dokuz-on yıl boyunca Türkler konusunda pek çok öykü duyduğuna kuşku yoktu. Bütün dinlediklerinin onda daha sonra doğacak Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentini görme tutkusunda etkisi kuşkusuz büyük olmuştu.
1840 yıllarında başta Paris olmak üzere bütün büyük Avrupa kültür merkezlerini ince, zarif görünüşü, erşilmez klavye ustalığı, hareketli sosyal yaşamı, kadın ilişkileri ve ilginç eserleriyle büyülemiş bir sanatçıydı Liszt… O dönemde kıtanın sanat merkezi Paris’te toplanmış bütün seçkin sanatçılar arkadaşıydı onun. Ve bunlar arasında ünlü opera bestecisi Gaetano Donizetti’nin kardeşi Giuseppe Donizetti (paşa) Osmanlı sarayında müzik öğretmeni ve eğitmeniydi. Liszt’in İstanbul’a gezi tasarısını Gaetano Donizetti’ye açtığı, kardeşine bu isteği bildirmesi yolunda ricada bulunduğu varsayımı yaygındır. Piyanist-besteci daha sonra yıllar süren ve ününe ün katan konser gezilerine başlamış, bu uzun arada ne olmuşsa olmuş, İstanbul’da yayınlanan “Takvim-i Vakayi” gazetesinin 1846 yılı Aralık ayı sayılarından birinde şu satırlar yer almıştı:
“Bize ulaşan bazı haberlere bakılırsa tüm Avrupa başkentlerinde tanınmış ünlü piyanist ‘M. Liszt’ şu sıralarda İstanbul’a gelmek üzere imiş.” (*)
Ancak sanatçı yaklaşık altı ay sonra 1847 yılı Haziran ayı başında gelebilmiştir İstanbul’a. Kenti Avrupa’ya bağlayan demiryolunun 1883’te tamamlandığı düşünülürse bu yolculukta büyük bölümün at arabasıyla yapıldığı anlaşılır. Liszt, Beyoğlu semtinde günümüzdeki adıyla Nuruziya Sokağı 19 sayılı evde konuk edilmişti, ev sahibi ise o yıllar İstanbul’un “levanten” çevrelerinde tanınmış piyano ve nota satıcısı Alexandre Commendinger’di.
Büyük müzik adamı İstanbul’da geçirdiği yaz mevsimi boyunca kesin olmayan bilgilere bakılırsa dört “piyano resitali” vermiştir. Bunlardan ikisi uyruğunda bulunduğu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu elçiliğinde, biri Boğaziçi’nde Yeniköy semtindeki Avrupa Oteli’ne ait “Franchini” adlı salondadır. Otelin, semte girerken kıyıdaki gemi tezgâhları ve çekek yerlerinde bulunduğu, Birinci Dünya Savaşı yıllarında yanıp yok olduğu biliniyor.

Sanatçının 18 Haziran günü saat 14.00’de Franchini Salonu’ndaki resitalinin programında yer alan eserlerin açıklaması şöyle:
- Gaetano Donizetti’nin “Lucia di Lammermoor” adlı operasından F. Liszt’in ‘andante’ temposunda piyanoya düzenlediği bir arya (1. Perde’den Lucia’nın aryası)
- Vincenzo Bellini’nin ‘Norma’ adlı operasının başlıca ezgileriyle gene F. Liszt tarafından yapılmış düzenleme.
- Frédèrick Chopin’in 58 ‘mazurka’sından biri (Hangisi olduğu belirtilmemiş.)
- Franz Schubert’den büyük şair J. W. Goethe’nin “Erlkönig” adlı ‘ballad’ı üzerine bestelenmiş ‘Lied’ ezgisiyle F. Liszt tarafından yapılmış bir başka düzenleme.
- Vincenzo Belli’nin ‘I Puritani - Püritenler’ adlı operasından bir tema üzerine çeşitlemeler.
- F. Liszt, ‘Macar Melodisi’. (Bu parçanın ünlü rapsodilerden birinin taslağı olduğu sanılır.)
Rapsodilerden ilk on beşi daha sonraları 1851-1855 yılları arasında Weimar’da bestelenip yayınlanmıştır. Sanatçı İstanbul’daki bütün “piyano resitalleri”nde büyük olasılıkla aynı programı yinelemiştir.
Franz Liszt’in eski sevgilisi Kontes Marie d’Agoult’nun anılarına bakılırsa sanatçı İstanbul’u ve Sultan’ı daha önceleri yıllar yılı düşlemiş, Tanzimat Fermanı'nın okunuşundan sonra Osmanlı halkına çok sesli evrensel müziği tanıtmak için çalışacağını söylemiştir. İstanbul'da karşılanışından çok mutlu olan sanatçı Giuseppe Donizetti'nin "Marş-ı Sultani''sinde yer alan ezgiyle uzunca bir fantezi yaparak Avusturya Macaristan elçisi eliyle Sultan'a iletilmesini istemiştir. Elçi o zamanın Hariciye Naziri Ali Efendi'yi (daha sonraları Mehmet Emin Âli Paşa) ziyaret ederek notayı sunmuş, Âli Efendi durumu hemen "Sadrazam'' Mustafa Reşit Paşa'ya yansıtmış, istek şu tezkere ile Saray'a bildirilmişti:
"Bilindiği gibi şu günlerde İstanbul'da bulunan ünlü piyanist ‘F. Liszt', Sultanımızın huzurunda sanatını kanıtlama fırsatını elde etmesi nedeniyle ve teşekkür amacıyla Marş-ı Sultani'ye yeni işlemler ekleyerek süslemiş, bu çabayı içeren nota ilişikte sunulmuştur. Adı geçenin karşılık olarak tek isteği nişandır. Bu isteği Avusturya elçisi aracılığı ile resmiyete dönüştürmeden ‘Hariciye Nezareti'ne iletmiştir. Kendisi Avrupa'da çok ünlü ve yetenekli bir insan olduğundan ötürü pek çok başka hükümdar tarafından nişanlarla onurlandırılmıştır. Padişahımızın ufukları saran bilgiseverliği ve lütfu gereğince Liszt'in nişanla ödüllendirilmesi daima akıl ve bilgiyle birlikte iradelerine uygun olduğu takdirde kendisine Dördüncü Numara'dan bir nişan verilmesi, ‘Hariciye Nazırı’' ile aramızda uygun görüldü ise de bu yolda Padişahımızın buyruğu ve fermanına göre davranılacağını bildirmek amacıyla bu tezkere yazıldı.''
Sarayın 3 Temmuz tarihli yanıtı şöyle:
"Sadaret tezkeresi ile bahis konusu notanın Padişahimiz tarafından görüldüğü, Dördüncü Numara'dan bir kıt’a nişan verilmesinin Padişahımızın yüksek buyruğu gereği bulunduğu, notanın Padişah tarafından alakonulduğu yüksek sadaret makamına bildirilir. Bu konuda buyruk ve ferman tüm işlevlerin sahibi efendimizindir."
Yazışmalar konuk sanatçıya ‘dördüncü numara'dan bir ‘Mecidiye Nişan' verilmesiyle sonuçlanmış, ayrıca 125 altın değerinde taşlarla süslü bir kutu armağan edilmişti.
Franz Liszt'in İstanbul gezisine adı karışanlar arasında Alexandre Dumas Fils'in "La Dame aux Camélias-Kamelyalı Kadın'' adlı roman ve oyununa konu olan Marie (Alphonsine) Duplesis'in de bulunduğunu belirtmeliyiz. Ünlü müzikçi, Paris'te güzelliği, zerafeti ve aynı zamanda hafif yaşamıyla da tanınmış kadını 1845'te bir bulvar tiyatrosunun temsilinde tanımış, aralarındaki ilişki piyano dersleriyle sürmüştü. Liszt'in konser gezileri nedeniyle uzunca süre uzaklaşmasından sonra Marie Duplesis genç Kont Edouard de Perregaux (roman ve oyunda Arman Duval, aynı eser üzerine Giuseppe Verdi'nin bestelediği ‘La Traviata' adlı operada Alfredo Germont) ile evlenmiş, kocanın para sıkıntıları ve ağırlaşan kendi hastalığı sonucu kısa sürede boşanmıştı. Liszt, Paris'e döndüğünde kadın şu sözlerle karşılamıştı onu:
"Uzun süre yaşayamayacağımı biliyorum. Bu sıkıcı ve çekilmez yaşama direncim kalmadı. Gezilerinize beni de alın. Sizi rahatsız etmem. Gündüzleri uyurum, akşamlar olsa olsa tiyatroya giderim. Geceleri ise benimle ne isterseniz yapmakta serbestsiniz.''
Liszt, Kontes d'Agoult'ya daha sonraları şöyle yazacaktı:
"O gerçekten sevdiğim ilk kadındır. Size Paris'e son gelişimde Mariette'e (Liszt'in Marie Duplesis'e verdiği ad) ne denli yakın olduğumu söylememiştim. Ona beraberimde İstanbul'a götüreceğime dair söz vermiştim, bu her ikimizin o sıralarda beraberce yapabileceği tek geziydi."
Marie Duplesis besteci-piyaniste İstanbul'a gidemedi, çünkü tedavi için Belçika'da Spa içmelerinde bir süre kalmak zorundaydı. Marie'nin durumu 1847 yıli başlarında kötüleşti, ayni yıl 3 Şubat günü sabah son nefesini verdi. 23 yaşındaydı...
Franz Liszt onunla İstanbul gezisini yapamadı ama bu ilginç ve güzel kadını hiç unutmadı, Kontes d'Agoult'ya şunlar yazdı:
"Onu hep anıyorum, andıkça da kalbimde antik bir ağıdın esrarlı akoru yankılanıyor.''
Franz Liszt İstanbul'da kentin güzellikleri, gösterilen olağanüstü ilgi ve bol ikramla acısını unutmaya çalışacak, Ekim ayında Rusya turnesi için yola çıkarak Ukrayna'nın başkenti Kiyef 'de bütün yaşamını etkileyen bir başka kadını, Prenses Carolyne Sayn Wittgenstein'i tanıyacaktı. Çarın yaveriyle evli olan Prenses eşini ve çocuklarını bırakıp büyük müzik adamıyla Wiemar'a gidecek, son nefesine dek sevdiği adamla yaşayacaktı.
______________________________
"Ceridei Havadis'in haberi, Sadaret tezkeresi ve bu tezkereye Saray'ın yanıtı günümüz türkçesine çevrilmiştir.
______________________________
KAYNAKLAR:
"Türkiye-Avrupa Musiki Münasebetleri'' Mahmut Ragıp Gazimihal,
“Türk Tiyatrosu Tarihi IV - Saray Tiyatrosu” Refik Ahmet Sevengil.
"Marie (Alphonsine) Duplesis” - Attila Csampai.
"Franz Liszt” - Everett Helm.
"Eski insanlar - Eski Evler” - Said N. Duhani
“Meydan Larousse".
Faruk Yener | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 147 - 1 Temmuz 1986
______________________________________________________________________________________
Bol ilişkili bir yaşam…
Çok çelişkili bir karakter...
Babası Adam Liszt onun zayıf yönlerini daha küçük yaşlarında sezmiş, son nefesini vermeden kısa süre önce şöyle demişti baş ucundaki oğluna:
"Seni yaşamında yalnız bırakıyorum ama, yeteneğinin baş gösterecek tehlikeleri önlemeye yeterli olduğuna inanıyorum. Tek kuşkum kadınlar konusunda. Onların senin yaşamına egemen olup bu yaşamı rahat bırakmayacaklarından korkuyorum.''
Baba Liszt kuşkusunda haklıydı. Ölümünden daha bir yıl sonra 16 yaşındaki ince, zarif, yakışıklı oğlu Franz Liszt, öğrencisi Kontes Caroline de Saint-Cricq'e aşık olacak, durum anlaşılınca kızın babası zamanın İçişleri Bakanı Kont Saint-Cricq tarafından bir güzel azarlanıp kapı önüne bırakılacaktı. Bu olaydan 46 yıl sonra yaşamının ikinci önemli kadını bir başka "Carolyne", Prenses Sayn-Wittgenstein şöyle yazacaktı ona:
“Ruhun, kadınsız bir çevreye katlanamayacak kadar gergin, sanat eğilimli ve aşırı duyarlı. Bir orkestranın uyumsuz sesler üreten çalgılar gibi çevrenin bir sürü kadınla dolu bulunması senin için dayanılmaz bir gereksinme.”
Büyük müzik adamının toplumsal ilişkilerinde kadın sorunu yaşam boyu sürmüş, bir Alman müzik araştırıcısı hazırladığı "Liszt" adli kitabı için kısa süreli geçici serüvenler dışında bağlandığı başlıca 26 kadını saptamıştı. İşin ilginç yönlerinden biri sanatçının bu konuda sınıf ayrılığını gözetmemesi, görüp beğendiği her kadına Macar Çingenesi olsun, Paris sosyetesinden seçkin bir soylu olsun kolayca yaklaşabilmesiydi ve bu kolaylığı sağlayabilecek her olanağa sahipti.
Böyle bir düşkünlüğe karşın yaşamında başlıca iki kadın önem kazandı;
- 1833'te Paris'te tanıdığı, yedi yıl beraber olduğu kendisinden altı yaş büyük Kontes Marie d'Agoult
- ve 1847'de istanbul dönüşü Rusya'da Kiyef'de tanıdığı Prenses Carolyne Sayn-Wittgenstein.
- Sanatçıya biri erkek üç çocuk veren Kontes d'Agoult "Daniel Stern" adıyla roman ve öyküler yazan bir aydın,
- ikincisi Çarın yaveriyle mutsuz bir evlilik sürdüren, bol bol içki içip durmadan puro tüttüren felsefe meraklısı bir başka aydındı.
İkisi de kocalarını ve çocuklarını bırakıp koşmuşlardı ona.
Çağımızın en ünlü usta piyanistlerinden Alfred Brendel'in "Hepimiz ondan geliyoruz..." dediği Liszt'in karakterindeki çelişkiler ilk gençlik çağlarında baş göstermiş, Paris'e gelindiği yıllarda kendisine Fransız yazını dersleri veren bir aile dostu bir süre sonra şöyle demişti: "Bu gencin kafasında yalnızca karmaşa egemen.'' Bu gözlemin ilk belirtileri 13 yaşında iken din adamı olmak üzere bir manastıra kapanma özlemiyle başlamış, bu eğilimden babası tarafından güçlükle saptırılıp müziğe döndürülen Liszt 1830 devrim hareketleri sırasında barikatlarda devrimcilerle kolkola savaşma hevesine kapılmış, bu kez annesi tarafından güçlükle yatıştırılmıştı. Sanatçı devrimi unutmak için tekrar dine dönmüş, St. Simonisme mezhebine bağlanmış, ertesi yıl Paris'te Niccolo Paganini'yi dinledikten sonra büyülenmiş gibi müziğe dönerek günde beş-altı saatlik çalışmalara başlamış, yakınlarına şöyle demişti:
"Ya delirecek, ya da dünyamızın su sıralarda büyük gereksinme duyduğu sanatçı olacağım...''
İkincisi oldu Liszt...
1848'de Weimar Prensliği müzik yöneticiliği görevine getirildikten sonra sanatçının en verimli dönemi başlamış, başlıca eserleri burada doğmuş, yenilikçi düşünlerini burada uygulamış, Altenburg'daki evi öğrenmek, yargı ve izlenimlerini bilmek isteyen besteci ve öğrencilerle dolup taşmış, bunlardan çoğu daha sonra geleceğin önemli müzikçileri arasına katilmiştir. Daima nezaketi ve zerafeti ile bilinen bestecinin ders verirken bazı kez birden doğduğu Macar taşrasına döndüğü görülmüştür.
Elleri klavye üzerinde gereksiz oynaşana “Omlet yapma!",
biraz başka üsluba yönelene "Ben senin kirli çamaşırlarını yıkamakla görevli değilim" diye bağırdığı,
yeteneğinden kuşku duyduğu bir soylu kız öğrencinin kulağına: "Kızım, hemen evlenin!" diye fısıldadığı çokça duyulmuş,
rahatsız olduğu günler kendisine yardim eden öğrencisi ve sonraki damadı Hans von Bülow'un çocukları azarladığın sezdiğinde "piyanonun matadorları'' diye adlandırdığı bu gençleri toplayıp bu defa da şöyle demiştir:
"Hiçbir insan içinde ufak da olsa iyilik duygusu bulunmayacak kadar kötü değildir.
Hadi bakalım şimdi piyano başına!''

Büyük romantik önceleri üç sanatçının, F. Chopin, H. Berlioz ve N. Paganini'nin etkisinde kalmış, daha sonra çağının bütün ünlü müzikçilerini tanımış, dost olmuştu. Bunlardan çoğu yüce piyaniste eser adamış, bazı kez de hiç beklemedikleri bir sözüne hedef oluvermişlerdir. Ona piyano için ölümsüz “Op. 17 Do major Fantezi''yi adayan Robert Schumann yeni bestelediği "Op. 44 Mi bemol Piyanolu Beşli''yi gösterdiğinde şöyle demişti Liszt:
Liszt, daima büyük hayran olduğu Richard Wagner'i 1840'ta Paris'te tanımış, Weimar da onun "Der Fliegende Hollaender”, "Tannhaueser" ve "Lohengrin'' adlı ilk önemli operalarını sahneletmiş, ona bütün olanaklarıyla yardım etmişti. Ancak, Hans von Bülow'la evli olan kızı Cosima ile Wagner arasındaki yasadışı ilişkiyi bu türden olayları kendisinin de geçirmesine, Wagner'in daha sonra yasal evliliğine karşın bağışlamamıştır sanatçı. Aynı nedenle Bayreuth Festivali'nin 1876'da ilk açılışında bulunmamış, Bayreuth'a Wagner'in ölümünden sonra 1886'da torunu Daniela'nin düğünü nedeniyle gitmiş, bu arada önce "Parsifal", ertesi gün hastalanmış olmasına rağmen "Tristan und Isolde"yi seyretmiş, 31 Temmuz günü sabaha karşı ölürken son sözü "Tristan!” olmuştu.
Franz Liszt, sanatına yaptığı büyük hizmetler, getirdiği çok önemli yeniliklerle birlikte ilginç yaşamı ve karakteriyle de daima sevgiyle, saygıyla ve merakla anılacaktır.
Faruk Yener | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 147 - 1 Temmuz 1986