İlhami Bekir


29 Mart günü, bahar bütün güzelliğiyle İstanbul’a geldiğini müjdelerken Bağcılar Düşkünler Yurdu sakinlerinden İlhami Bekir Tez sona nefesini veriyordu. Yurdun yaşlı, yorgun yüzlü, suskun umursamaz sakinleri bu ölümü de yıl içindeki diğer ölümler gibi, benzerleri gibi karşıladılar. Onlar için bu yurt, tahliyesi olmayan, sadece ölümle ayrılınan bir yerdi...

79 yaşında ölen ilhami Bekir 1979 yılında yayınladığı kitabında uzun bir yaşam öyküsünü dizelere döktüğü  “Unuttum” şiirinde ölümü sık sık anıyordu:

Babamın öldüğü yaşa geldim
Hazırlanın beni uğurlamaya
Bakın ne kadar cesur duruyorum
Değmez üzülmeye, değmez ağlamaya
Haydi Allaha ısmarladık
Siz gelmeseniz benimle beraber
Güneşlerin battığı yere gideceğim.
Bitişlerin yeniden başladığı yere
Ne aldımsa onu doğadan aldım
Neyim varsa doğaya vereceğim,
Kuşlar, böcekler, arılar, dalgalar
Selamlar olsun, aranıza geleceğim
(.....)
İstemem toprağa gömüldüğümü
Yakın beni ve savurun külümü
Baharda badem ağaçlarının üstüne
Ben yine döneceğim yeryüzüne.

1905 yılında Libya’nın Trablusgarp kentinde başlayan ve İstanbul Bağcılar’da noktalanan 79 yıllık yaşamı yer yer acı, işsizlik, terkedilmişlik içinde geçse de İlhami Bekir Tez, sürekli bir coşku ve kavga adamıydı. En uzun işsizliklerin yaşandığı, selamların bile esirgendiği dönemler yaşadı. Yaşamının hiçbir döneminde hiçbir kovuşturmaya uğramamasına karşın kitapları sansür edildi. (“Taşlıtarla’daki Ev” romanı savcı Hicabi Dinç’in çıkardığı bölümleri boş bırakılarak yayımlandı, 1944). Kitaplarından  “Son Buhran” ise Hitlerci rüzgârların dünyada hızla estiği yıllarda basılmasına karşın kendisi tarafından piyasaya çıkarılamadı.

İlhami Bekir, ilk şiirlerini 19 yaşında 1924 yılında Millî Mecmua’da yayınladı, bunu 1926’dan başlayıp 1940’a kadar süren Serveti Fünun’daki şiirleri izledi. İlk kitabini ise, 1927 yılında  “Hayat bilgisine göre Çocuk Şiirleri” adıyla okura sundu. Bunu Nazım Hikmet’le birlikte hazırladık  “Mavi Kitap” ve  “24 Saat” izledi. Bir işçinin gününü anlatan  “24 Saat” bir yandan büyük yankı uyandırırken, öte yandan şairin yayınladığı bir makalede şöyle diyordu:  24 Saat gerek muhtevası, gerek hüneri ile, yeni Türkçe şiirin kazandığı meydan muharebelerinden biridir.

Kitap Zonguldak’ta işçi çevrelerinde bir takım olaylara yol açınca, kitapçılar parasını vermeden eldeki kitaplardan bir bölümünü yok ediverdiler.

24 Saat’te işe başlayış şöyle anlatılır:
Saat sekiz...
İş başındayız hepimiz.
Kafam evde, ayaklarım yolda kaldı
Şimdi her yerim ellerim”.

Sonra saat saat yaşananları dile getirir, ve işi bırakır:
Saat onyedi
Tiz ıslıklarla, çığlıklarla
Sarsarak gökleri, yeri

Çınlıyor paydos düdükleri
İsrafilin surudur bu
Karınca gibi kaynaşıyor amele grubu
Çiftçilerin hasta öküzleri
gibi sapsarı yüzleri
yerde
Bir kuyunun karanlığı var toprağa mıhlı gözlerde.

24 Saat’i,
Birinci Forma A (1930),
Herhangi Bir şiir Kitabıdır (1930),
Mustafa Kemal (1933),
Olduğu Gibi (1935) kitapları izler.

İlhami Bekir, bundan sonra iki talihsiz kitap hazırlar. “Yeni Can Yeni Işık Yeni Ses” isimli kitap Remzi Kitabevinin yayın listesinde yer alır, kapağı hazırlatılır ancak piyasaya çıkmadan yok edilir. Dünyadaki ekonomik krizin esin kaynağı olduğu bir formalık  “Son Buhran” ise, yazarı tarafından basılmasına karşın, dönemde esmekte olan sert rüzgâr nedeniyle piyasaya çıkarılmayıp imha edilir.

Yaşamını Bolu, Düzce, Akçakoca, İzmir, Çanakkale ve İstanbul’da öğretmenlik yaparak ve İstanbul’a geldiği dönemde muhabirlik ve musahhihlikle sürdüren İlhami Bekir’in ilk romanı 1938 yılında Yeni Adam dergisinde tefrika edilir. 1944 yılında savcılık tarafından gözden geçirilip sansür edilen roman birçok yerleri çıkarılarak yayınlanır.

İlhami Bekir, romanının sansür edilmesinden kısa bir süre sonra  “Hürriyete Kaside” isimli tartışmalara yol açan kitabını yayınlamaktan geri durmaz.

Sonsuz uykulardan uyanıyorum
Üstümde kurşun ağırlığı
Eyyüp ağırlığı
Ve körlüğü Yakub’un
Derin uzun
bıçaklı ağrılı
rüyyalarımdan uyanıyorum dizeleriyle başlayan bu uzun şiir Sen ey vatandaşların hür ıslığı
çığlığı
sırrı
HÜRRÜYET
“Emret ki ölelim, EMRETdizeleriyle son bulur.


BİÇİMDE YENİLİK GETİREN KİTAP

On yıl kadar bir suskunluğun ardından iskambil kağıdı biçiminde kartonlara basılmış olan ve biçimsel olarak da yenilik taşıyan  “Birinci Seans” 1956 yılında yayınlanır. 150 kadarı dağıtılıp satılan bu kitabın kalan bölümü ne yazık ki, soğuk bir kış gününde yazarın sobasında yanarak odasını ısıtır...

İlhami Bekir, 1960 yılında yayınladığı bir formalık  “En güzel şarkı” için  “En sevdiğim şiirim” cümlesini kullanmıştır.

Bu şiirin bir yerinde sevgisini şöyle dile getirir:
Bir limon ağacı altında
Bir güzel, hiç görülmemiş biri var
Bir limon ağacı altında
kimseyi sevmedim bu kadar
Elini uzat da yıldız tut!
Sevmek güzel şey anladın mı bulut?
Sevmek güzel şey anladın mı SESİYE?
Bir limon ağacına takıldı ay
Bakıyorum
Düşer diye...

Ve şu dizelerle bitirir bu şiiri:
Ölüm bir kere çalacak kapımızı
Hayattan öncesi, sonrası yalan
Kalçası, göğsü ve altın başıyla
Ne güzeldir ayakta duran İNSAN!
EY SONSUZ, ey GÜZEL ve ey BÜYÜK
EY muhteşem hayal, ÖLÜMSÜZLÜK!
Kaybolmayan ve bitmeyen RÜYA!
Denizlere, karalara ve göklere
Yemin olsun ki
SESİYE’yi seviyorum
Tanrı kuşları ötmek
Çiçekleri açılmak
Ve beni sevmek için yarattı.


1960 SONRASININ KİTAPLARI

İlhami Bekir, 1962 yılında Küba şiirini yayınladı. Yer yer düz yazıya ve yargılara da yer verilen bu kitap özellikle sağ görüşlü bazı yazarların saldırılarına hedef oldu. Aynı yıl hemen hemen hiç piyasaya çıkamayan,  “Bir Şairin Mektuplar I” de yayınlandı.

Yazar 1965 yılında okuyanları şaşırtan, içine yer yer serpiştirilen şiirlerle biçimsel bir deneme görünümünde de olan  “Herhangi Bir Roman Kitabıdır”ı yayınladı. Romanın yazarı olarak da imza yerinde  Herhangi biri diye yazılıydı.

İlhami Bekir’i en geniş tanıtan ve kitaplarından hiç değilse bir bölümünü biraraya getiren  “Şiirler” Mehmet Ali Yalçın tarafından 1971 yılında yayınlandı. Bu kitap genç kuşaklar üzerinde yazarın etki yapmasını sağlamanın yanı sıra, birçoğu tükenmiş, kütüphane raflarında kalmış  “24 Saat”,  “Birinci Forma A”,  “Herhangi Bir Şiir Kitabıdır”,  “Mustafa Kemal”,  “Olduğu Gibi”,  “Hürriyete Kaside”,  “Birinci Seans”,  “En Güzel Şarkı”,  “Küba” ve  “Herhangi Bir Roman Kitabıdır”da yer alan şiirleri biraraya getirdi.

Yazarın bundan sonraki kitapları arasında ise,  Altın Destan M. Kemal Atatürk” (1973),  “70 Yaşın Melankolisi” (1975), ve son kitabı  Unuttum” (1979) yer aldı. Özellikle  Unuttum” yazarın 75 yaşına varmasına karşın şiir yazmadaki hırsını ve ustalığını göstermesi bakımından büyük önem taşıyan bir kitaptır.


SANAT EL KİTAPLARI: SEK

Çeşitli dönemlerde PTT’de damga memurluğu, gazete satıcılığı, halde sarmısak soğan alışverişi gibi işler de yapan İlhami Bekir, 300 kadar eczacılıkla ilgili broşürü hazırlayıp yayınlamıştır.

Yazarın 1976 yılından başlayarak düzensiz olarak 28 sayı çıkardığı Sanat El Kitapları: SEK de son döneminin ilginç uğraşlarından biridir. Birinci sayısını 120 adet basarak 5 liradan piyasaya çıkardığı bu küçük kitapçıklar birçok ünlü yazarla, genç şairi bir araya getirdi. Yazarlarının birbiri için şiirler, yazılar yazdığı bu amatör görüntülü ama önemli derginin çevresinde toplananlar  “değişmez başkan olarak isimlendirdikleri İlhami Bekir’le Kadıköy’de bir kahvede Cuma toplantılarına da katılırlardı. Cemal Süreya, Süreyya Berfe, Ali Habib, Tevfik Akdağ, Ercüment Uçarı, Behsat Ay, Mahmut Makai, Eray Canberk, Osman Serhat ve Aydın Hatipoğlu gibi sanatçıların çevresinde toplandığı SEK üç yıl kadar İlhami Bekir’in yaşama bağlandığı bir araç olma özelliğini de taşıdı.


YENİDEN TANIŞMAK

1 Nisan 1984 günü Şişli Camiinde kılınan öğle namazından sonra, Zincirlikuyu mezarlığının duvar dışında toprağa verilen İlhami Bekir Tez’in taze mezarı üzerine çiçek açmış bir badem dalı konulduktan sonra dostları bir bir çevresinden ayrıldılar.

Coşkulu bir nehrin engelli/engebeli bir arazideki akışını andıran 79 yılda noktalanan şairin yaşamı eserleri şimdi yeni kuşakların ve araştırmacıların önünde duruyor. Araştırmacılara düşen görev bir yandan  “Taşlıtarla’daki Ev” romanının sansürsüz tam metnini bulmaları, bir yandan  “Son Buhran”,  “Yeni Can Yeni Işık Yeni Ses”in okura ulaşmasını sağlamaları. Öte yandan  “Yalnızlık”,  “Ninni” isimli şiir kitapları  “Asfalt” ve  “Bir Otel Müşterisi” gibi yayınlanıp yayınlanmadığı bile bilinmeyen kitaplarının peşine düşmeleri. İnanıyoruz ki, İlhami Bekir Tez, bütün eserleri ya da onlardan yapılacak iyi bir seçimle okur karşısına çıkarılabilirse yaşadığı dönemden çok daha fazla bir ilgi odağı olur.
__________________________________________
Bu yazının hazırlanmasında yararlanılan kaynaklar:
  • “İlk ’serbest nazım’ şairlerimizden İlhami Bekir Tez’in yarım yüzyıl aşan yazarlık serüveni” (Milliyet Sanat 16 Temmuz 1979 sayısı).
  • “İlhami Bekir Tez ile konuşma” (Osman S. Arolat’ın Milliyet Sanat’ın adı geçen sayıda yer alan yazısı).
  • SEK dergileri koleksiyonu.
  • “Sek ya da her ay jübile” (Cemal Süreya Politika gazetesi 14 Nisan 1976).
  • “Şiirler” (May Yayınları, 1971 kitabında İlhami Bekir’in anılarını içeren bölüm).



Osman S. Arolat | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 94 - 15 Nisan 1984
_____________________________________________________________________________________________



Şiiri ve kişiliği üstüne

Eray Canberk
29 Mart 1984’te aramızdan ayrılan şair ve yazar İlhami Bekir Tez, şiirle ilk ilişkisini şöyle anlatıyor:

1917’de hocam Sabri Bey’in etkisiyle şairliğe özendim. 1924’te ilk şiirim yayımlandı.

Hayatının son günlerine kadar şiirle iç içe yaşayan ve şiirlerinin çoğunu ezbere okuyan İlhami Bekir’in ilk şiir kitabı da 1927’de yayımlandı (Galip Naşit’le birlikte). Bütün bu verilere dayanarak, İlhami Bekir’in 70 yıla yaklaşan bir şiir serüveni olduğunu söyleyebiliriz.

İlhami Bekir’in ilk şiirlerinin yayımlandığı yıllarda edebiyatımızda hece vezni egemendi. 1929 yılında yayımlanan  “24 Saat” adlı kitabında şairin bu etkinin dışında kaldığı ve serbest vezin kullandığı görülür. Böylece, Nazım Hikmet ve Ercüment Behzat’ın yanı sıra serbest vezni başarıyla kullanan bir şair olarak dikkati çeker. Şiirindeki konular da çoğunlukla toplumsal konulardır. Genç cumhuriyete inançla bağlanmış genç bir öğretmen olarak yeni yönetimin ilkelerini, özellikle de halkçılığı benimsemiştir. Cumhuriyetin 10. yılında  “Mustafa Kemal” adlı destanı yayımlanır (1933). Bu destanda Atatürk’ün hayatı, Kurtuluş Savaşı ve özellikle bağımsızlık işlenmiştir.  Bağımsızlık İlhami Bekir’in şiirinde bir  “hava” olarak hep vardır. Kişiliğinin ve dünya görüşünün bir simgesidir. Kendi hayatında da bu tutkusu  başına buyrukluk görünümü kazanmıştır. Şiirinin bir başka ana konusu da sevgidir. Güzellikler karşısında her zaman duyarlıdır.  “Kocamamış bir gönül sahibidir. Bütün bunlar ve başından geçen siyasal badireler şiirini derinden etkilemiş, İlhami Bekir’in edebiyat dünyasında yerini almasını, deyim yerindeyse, savsaklamıştır.

“Birinci Forma A” (1930),
“Herhangi Bir Şiir Kitabıdır” (1931),
“Olduğu Gibi” (1935),
“Hürriyete Kaside” (1945),
“Birinci Seans” (1959),
“En Güzel Şarkı” (1960),
“Şiirler” (1971),
“Yetmiş Yaşın Melankolisi” (1975),
“Unuttum” (1979) öteki şiir kitaplarıdır.

Bu kitapların da çoğu doğrudan doğruya okura ulaşamamıştır. Böylece İlhami Bekir, adı bilinen ama şiiri yeterince bilinmeyen bir şair olarak yaşamıştır. Savruk, öfkeli, inatçı ve onurlu bir kişiliğin zaman zaman aşırı duygusal zaman zaman  “ketum bir görünüm le ortaya çıkması şiiriyle iç içe olan yaşayışını da etkilemiştir. Şiirlerinde sevecen ve duygusal, sevdalı ve tutkulu bir İlhami Bekir’in yerini birden reddeden ve bağışlamayan bir İlhami Bekir’in alması işte bu yüzdendir.

Biraz da eski şiiri iyi bilen bir şair olarak genellikle ahengin, sesin hakkını vermiş, ahengin büyüsünü serbest vezinde de yaşatmıştır.
Bu açıdan şiirleri  “sesli okuma”ya yatkın, daha doğrusu örnek şiirlerdir.

İlhami Bekir’in  “Taşlıtarla’daki Ev” (1944) ve  “Herhangi Bir Roman Kitabıdır” (1965) adlı romanları olduğu bilinmektedir. Bu romanlar da öteki kitapları gibi talihsizliğe uğramış, yeterince dağıtılıp okura ulaşamamışlardır. Uzun yıllar gazetelerde çalışmış olan yazarın takma adla yayımlanmış romanları da vardır. Ne yazık ki bunlar konusunda şimdilik yeterli bilgi yoktur. Ahmet Oktay’ın yaptığı bir incelemede de belirttiği gibi  “Taşlıtarla’daki Ev”, küçük oylumlu bir roman olmasına karşılık ilginç bir romandır.  “Herhangi Bir Roman Kitabıdır” adlı romanda yazar, yer yer anılarına başvurarak büyük şehrin kıyıda köşede kalmış insanlarını anlatır. Kitapta şiirler de vardır. 1976’dan sonra yayımlamaya başladığı tek ya da iki formalık,  “SEK” (Sanat El Kitapları) adini verdiği küçük kitapçıklarda siyasal ve edebi anılarını, son şiirlerini yayımlamıştır. Son şiir kitabı olan  “Unuttum”da ise dörtlüklerle kendi yaşamını anlatma denemesine girişmiştir. Serbest vezinli şiirlerindeki başarısını bu destansı şiirde de göstermiştir.


Refik Durbaş
İlhami Bekir Tez, Cumhuriyet sonrası gelişen yenilikçi, devrimci Türk şiirinin önemli kilometre taşlarından biri. Ne yazık ki, kitaplarının derli toplu basılmaması, genç kuşaklarca anlaşılıp sevilmesine engel oldu. Ben kendi adıma, onun şiirinden çok şeyler öğrendim. Yazdıkları gün ışığına çıktığında günümüz genç şiirinin de ondan pek çok şey öğreneceği anlaşılacaktır.


Şiiriyle ödün vermeyen, yaşamıyla ödün vermeyen İlhami Bekir Hoca şiirimizin her bahar açan badem dallarında anısıyla, yaşamıyla, en çok da şiirleriyle yaşayacaktır.


Süreyya Berfe
Türkiye’de ve diğer ülkelerde değer körlüğü denilen çağdaş hastalığa yakalanmış okurlar, yazarlar varsa -ki mutlaka vardır- İlhami Bekir Tez bugün de yarın da okunacak ve yaşayacaktır. Çünkü, onun şiirinde eskimeyecek, zaman aşımına uğramayacak klasikleşecek özellikler olduğuna inanıyorum.


Ali Özgentürk
İlhami Bekir Tez’i ilk olarak 6 Mayıs 1972’de Kadıköy vapurunda gördüm, kitaplarını satıyordu. Bir yandan da vapur yolcularına idamların memlekete olan yararlarını (!) anlatıyordu. Bu yararı (!) anlayan bazı yolcular da ağlıyordu. Bağırıyordu, durmadan bağırıyordu.

Devleti ile, edebiyat dünyası ile, kurumlarıyla, hepimiz elbirliği ettik onu ölüm resimleri ile dolu ıssız bir huzurevine bıraktık. Son yıllarını o da geçirdi, ölüm sırasını bekledi. Sırası geldi gitti. Belki dışarda da olsa bu kadar yaşardı ama huzurevi onun neşesini söndürmüştü, şiirle uğraşmıyordu artık. Ettiğimiz kötülük bu oldu. Ölmeden bir süre önce onu görmeye gittiğimizde  Biliyor musun? dedi  ölümden sonra da bir şey var, insan için en son şey ölüm değildir. Ölümden sonra aşk gelir”. Bunları söylerken huzurevinde kendisinin işlerini gören genç kızın çocuklarıyla oynayışına bakıyordu tutkuyla, Belki de yazdığa son dize buydu:  “Ölümden sonra aşk gelir.”


İlhami Bekir bir deli, bir meczup, bir yoksul, bir düşkün değildi, bir şairdi. Hayatı şiirinin gıdasıydı. Karşı çıkan, ağlayan, saflıklara düşen, tökezleyen, hamlıklardan geçmiş, barikatlara uğrayan, ışığa boğulmuş, tutkuyla saplanmış, yanlışlıklar ve doğrular içinde, Ortadoğulu bir şiir diyebilir miyiz onun şiirine bilmiyorum. Eleştirmenler daha iyi anlar bu işlerden. Anlar ama bildiğim kadarıyla bu ülkenin yazıcıları, yeterince anlatamadılar onun şiirini yeni kuşaklara. Ne çıkar? İnanıyorum ki kadri bilinmemiş nice şey gibi, kendi tarihini gizlice yazan şiir, onu asıl yerine koymuştur çoktan.



Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 94 - 15 Nisan 1984