“Bu film vatanları için dövüşmüş 2.5 milyon askerimizi küçük düşürüyor, kaldırılmalı.”
Oliver Stone’un yeni filmi “Platoon” bugünlerde ABD’de gişe rekorları kırıyor.
Film kimi çevrelerce Vietnam Savaşı’nın gerçek yönünü gösterdiği için alkışlanırken, kimilerince ABD askerini küçük düşürmekle suçlanıyor.
“Platoon”, üniversiteden ayrılıp gönüllü olarak Vietnam Savaşı’na katılan bir askerin savaş hakkında Amerikan askeri hakkında, savaşın stratejisi hakkında izlenimlerini, düş kırıklıklarını ve kişilik değişimlerini ele alıyor.
Vietnam Savaşı’na gerçekten katılan, Vietnam’da 15 korkulu ay geçiren yönetmenin “Platoon” adlı yapıtı otobiyografik özellikler taşıyor. Film Chris adlı gönülü askerin üniversiteyi terk etmesi ve kendisini Vietnam’da bulmasıyla başlıyor. Cephedeki ilk gününde ölümle yakından tanışan Chris, kısa bir süre sonra taburu ile bir kasaba basıyor ve masum insanların öldürülmesine tanık oluyor. Düşünmeden, neredeyse zevkle tetiğe basan, kadın erkek, çoluk çocuk ayırmaksızın herkesi tarayan Amerikan askerinin içgüdüsel davranışlarıyla ürküyor.
Stone, baskın temasını işlerken olaya yeni bir boyut kazandırarak, Vietnam’da savaşan, vahşeti yaşama biçimi olarak kabullenen, niçin öldürdüğünü, kimi öldürdüğünü bilmeyen Amerikan askerinin savaş sonrası ön yargılı, ayrımcı, sınıfçı ve hatta ırkçı bir toplum yaratığını iddia ediyor.
Bu toplumun savaş boyunca Vietnam’da oluştuğunu, cellatla kurbanın, düşmanla dostun gittikçe belirsizlik kazandığını ve Vietnam Savaşı’nın gitgide bir iç savaş karakteristiğine büründüğünü görüyoruz film boyunca. Askerin insanlığını gitgide yitirdiğini ve kendi vatandaşın bile vurmaya başladığını izliyoruz dehşetle Richard Corliss adlı Amerikalı sinema eleştirmeni “vatandaşın vatandaşı öldürmesi” temasının filmin dengesini bozduğunu öne sürüyor. Vietnam’da ölen binlerce masum insanın gitgide unutularak konunun Amerikalının Amerikalıyı öldürmesinde yoğunlaştığını eleştiriyor.
Bu eleştirinin doğruluğuna katılarak, filmin belki de otobiyografik yapısından kaynaklanan belgeselliğinin yer yer sinema dilini gölgelediğini, tarihsel birtakım ayrıntıların konuyu kimi zaman özelliksiz bir savaş filmine çevirdiğini eklemek istiyorum. Ancak filmin bu yönünü olumlu karşılayanlar çoğunlukta. New York Times gazetesinin Vietnam savaş muhabiri görevini üstlenen ve Vietnam’ı en ince ayrıntılarıyla gözlemlemek olanağına sahip olmuş gazeteci David Halberstam, “Platoon”u tarihsel ve siyasal açıdan eksiksiz olarak değerlendiriyor. Vietnam hakkındaki diğer filmlerin tarihi çarpıttıklarını belirten gazeteci, “Platoon”un bir Amerikan klasiği olacağını ve bundan 30 yıl sonra Vietnam Savaşı’nın bu filmle özdeşleşeceğine, “Platoon”un Vietnam hakkındaki en önemli belge olacağına inanıyor.
Vietnam Savaşı’na katılan askerler de aynı kanıda birleşiyorlar. Cephede görev aldığında 25 yaşında olan Bob Duncan, Vietnam’da yaşanan her şeyin, çocuk katilleri, uyuşturucu müptelaları, v.b. filme başarıyla yansıtıldığına inanıyor.
BİREYİN KENDİ DEĞERLERİYLE YABANCILAŞMASI
Film savaş teknikleri konusunda da birtakım ipuçları veriyor. Amerikan askerinin araziye uyamaması, araziyi tanıyamaması gibi teknik aksaklıkların savaşa olumsuz etkilerini ele almış yönetmen. Şu an ABD’de oldukça ilginç yorumlar var bu konuda. Savaş katılımcılarından şu an Vietnam kuşağı ile ilgili bir dernekte başkanlık yapan John Wheeler, filmde ele alınan teknik aksaklıkları değişik yönde yorumlayarak; “Amerikan askeri araziye uyum gösterebilseydi savaş böylesine çirkinleşmezdi. Zira ordumuz çok iyi örgütlenmiş, çok iyi eğitilmiş bir orduydu” diyor.
Kuşkusuz konuyu saptırmak oluyor Wheeler’in söyledikleri. “Platoon” da Vietnam’da vahşete yol açan asal sorunun araziye uyumsuzluk değil, bireyin kendi değerleriyle yabancılaşması olarak ele alındığı su götürmez bir gerçek.
Chris adlı gönüllü askerin babaannesine yazdığı mektuplarla anlatılan Vietnam Savaşı’ndaki yabancılaşma mektupların kimlik değiştirmesi ile gündeme getirilmiş. “Sevgili babaanneciğim, buraya gelmekle büyük bir hata işlemişim” türü bir ilk mektup yazan Chris, filmin sonunda cinayet işliyor. Bu cinayet “iyiler kötüleri öldürür” türü bir kalıba sokuluyorsa da, Chris’deki kimlik değişimi tüm açıklığıyla ortaya çıkıyor.
Chris, Vietnam cehennemini 15 ay boyunca -hem de gönüllü- olarak yaşamak zorunda kalan Oliver Stone un ta kendisi. 1946 yılında New York’ta doğan Stone, dokuz yaşındayken roman yazmaya girişmiş, oldukça parlak bir öğrenci. Yale Üniversitesi’ndeki eğitimini yarıda bırakarak, 20 yaşında savaşa katılmış “Vietnam Savaşı’nın benim kuşağımdaki en önemli savaş olacağını biliyordum, bu olanağı kaçırmak istemedim” diye açıklıyor Stone savaşa katılma nedenini. Ömür boyu Arthur Rimbaud gibi yetenekli bir yazar olmak istediğini, Rimbaud’luğu beceremeyince Rambo’lukta karar kıldığını ekliyor gülerek. “Savaştaki ilk günümde korkunç bir hata yaptığım anladım. Savaşçılık oyununu öğreten yoktu size. Öğreniyorsanız yaşıyor, öğrenemezseniz ölüyordunuz.” (Stone’un bu sözleri savaşın ürkünçlüğünü yalnızca araziye bağlayan Wheeler’a bir tepki sanki.)
“İki takım askerdik savaşta. Birinci takımda olaya korkunç bir ciddiyetle -dolayısıyla vahşetle- yaklaşanlar, ikinci takımda ise yapacak başka işleri olmadığı için savaşa gelenler. Ben vahşete katılmadığım için ikinci takımda buluverdim kendimi. Yaşamı boyunca uyuştrucuya el sürmemiş temiz çocuk Oliver ile işi serseriliğe dökerek savaş acılarını yumuşatmaya çalışan ikinci takım askeri arasında gittim geldim savaş boyunca.”
“Savaş bittiğinde babamı telefonla aradım. İki haberim var sana dedim.
İyi haber: Savaş bitti, Amerika’dayım.
Kötü haber: Sınırda uyuşturucuyla yakalandığım için hapisteyim.”
YILLARIN DÜŞÜ
Vietnam üzerine bir film çevirmek yıllardır düşlediği bir şeymiş Stone’un.
Ancak Hollywood piyasası bu konuyu tabu olarak değerlendiriyormuş.
“Amerika’da kimse Vietnam gerçeğini öğrenmek istemez, film iş yapmaz” tavrı yıllarca sürmüş, gitmiş. Stone, ancak sinemadaki yerini birtakım korku filmleri yöneterek güçlendirdikten sonra “Platoon”u çevirecek gerekli sermayeyi bulabilmiş. Hollywood’un en yetenekli yönetmenlerinden biri olarak tanındığa halde Stone’un bu filminin iş yapmayacağından korkulmuş. Belki de bu yüzden sıradan bir Hollywood yapımına ayrılan bütçenin yalnızca yarısı (6 milyon dolar) ayrılmış “Platoon”a.
“Platoon”, gişe rekorları kırıyor. Bunun iki asal nedeni olabileceği konusunda bir görüşbirliği var. Birinci neden izleyicinin bilinç düzeyinin yükseldiği ve birtakım gerçekleri öğrenmeye merak saldığı. Ancak Rambo’nun da gişe rekorları kırdığı göz önüne alınırsa sinema kapılarının “hadi, bol kavgalı bir şeyer izleyelim” tavrıyla aşındırıldığı acı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.
“Araziye uyabilseydik kesin kazanırdık” tümcesini “Hadi, araziye uyabilecek şekilde örgütlenelim!” tavrının izlemesinden korkuyorum.
Nedim Saban | Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 163 - 1 Mart 1987