İplik Pazarı


Yeni bir uygarlığa girişin ilk yıllarında, o uygarlığın sanatı taklit edilir, hatta, çoğu zaman, olduğu gibi aktarılır. İslam uygarlığının etkisiyle doğan Divan edebiyatımızda, ilk sıralarda, bütün “mazmun”ların, hatta kimi zaman şiirlerin bütününün Fars edebiyatından aktarıldığı herkesçe bilinen bir şey. Tanzimat edebiyatımızda da Batı etkilerinin bulunmasını doğal karşılıyoruz.

  • Namık Kemal’in kimi oyunları üzerinde Hugo ve Shakespeare’in,
  • Hamit’in birçok oyunları üzerinde de Corneille, Shakespeare vb.’nin açık etkileri bulunduğu, kimi sahnelerin olduğu gibi aktarıldığı bugün biliniyor.

  • Edebiyat-ı Cedide devrinde, Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun ünlü Hâristan ve Gülistan hikâyesinin, “Rosny Biraderler’in bir hikâyelerinden aynen alınmış olduğunu, Hüseyin Cahit Yalçın, Edebi Hatıralar adlı kitabında anlatır. (s. 134)

Bunlar hem bilinen şeyler olduğu, hem de uygarlık değiştirmenin ilk devirlerine rastladığı için, yeni baştan üzerlerinde durmayacağım. Ama, Batı uygarlığı benimsendikten sonra da süregelen aktarmalar, hatta “telif” adı altında yayınlanan “çeviriler” var ki, bunların hiç değilse birkaçını açıklamak yararlı olacak sanıyorum.

Şiir, roman, oyun vb.’yi bir yana bırakarak, bu yazımda yalnız birkaç hikâye üzerinde durmak istiyorum:

Peyami Safa’nın Server Bedi takma adıyla yayınladığı Karşıki Evin Işığı adlı hikâyesinin, Pirandello’nun Öteki Evin Işığı adlı hikâyesinden çevirme olduğu, vaktiyle, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nde (1952, c. VI, sayı 6) satır satır karşılaştırılarak açıklanmıştı.

Oradan birkaç cümle aktarmakla yetineceğim:


Ancak Peyami Safa, bunu takma adla yayınladığına göre, belli ki, birkaç kuruş almak için yazmış... Biz asıl, edebiyat alanında ün almak için, başkasının eserlerini kendi adlarıyla yayınlayanlar üzerinde duralım. Hele bunların bir tanesi, Ercüment Ekrem Talu’nun, Sarı Çarşaflı Kadın adlı hikâyesi, yerli hikâye diye, Ali Canip Yöntem’in okullar için hazırladığı Türk Edebiyatı Antolojisi’ne (1934, s. 489-492) dahi girmiştir. Bu hikâye, Duhamel’in Medeniyet adlı kitabındaki Yeşilli Kadın hikâyesinden aktarılmış olup, bugüne değin farkına varılmamıştır.

İki hikâyenin çeşitli yerlerinden alınmış birkaç parçayı karşılaştıralım:


Aynı kuşaktan bir de ozan görelim. Bir zamanlar Basın Genel Direktörlüğü’nce yayınlanan Fransızca bir Türk edebiyati antolojisine, “Hecenin beş şairi” diye anılan ozanların hiçbiri alınmamıştı. Kendilerinden sonraki kuşakları yok sayan söz konusu ozanların kopardığı gürültü üzerine, “Bunların eserlerinin asılları zaten Fransa’da var, öyleyse ne diye çevrilsin? anlamına gelen bir yazı yazmış (”Bir Neslin Muhasebesi” Varlık, 1936, sayı 67), genç kuşağa saldırıda en aşırı giden Yusuf Ziya’nın şiirlerinden, karşılaştırmalı bazı örnekler vermiştim. Aşağıdaki iki örnek, oradan aktarılmıştır.


Şimdi, daha sonraki kuşaktan bir yazarın, Şahap Sıtkı’nın, hikâyelerinden birkaç örnek görelim.

  1. Yazar, İnsanlar ve Kuklalar adli hikâyesini, Şçedrin’in Kuklalar adli hikâyesinin Türkçe’ye çevirisinden satır satır aktarmış. Ancak, Şçedrin’in hikâyesi 50 sayfa tutuyor, Şahap Sıtkı, orasını burasını kırpmış, 8 sayfaya indirmiş.

    Her iki hikâyede de, yazarlar, kenar mahallede bir oyuncakçı dükkânına girerler:


  1. Şahap Sıtkı, Hisse Senetleri adlı hikâyesini de, Çehov’un Şarkıcı Kız adlı hikâyesinin Türkçe çevirisinden olduğu gibi aktarmış.

    Kibar bir kadın, kocasının birlikte yaşadığı sokak kızının evine gider, kocasını sorar. Kocasının “ihtilâsının” meydana çıktığını, hapse atacaklarını, çoluğunun çocuğunun ortada kalacağını bildirir. Kız, kadına acır, kendi elmaslarını (bizimkinde, hisse senetlerini) verir.


  1. Yazarımızın Beni Bir Rüya Düşündürüyor adlı hikâyesi de, Steinbeck’in Uyanık Adam adlı hikâyesinden aktarılmış. (Bu hikâyenin çevirisi, o yıllarda, Yücel dergisinde yayınlanmıştı.) Her iki hikâyede de bir zenci linci anlatlir. Ancak, Türkiye’de böyle bir olay geçemeyeceği için, Şahap Sıtkı’nınki, rüyada görülen bir olay kılığına sokulmuş.

    Steinbeck’in kahramanı, anı olarak, zencinin pantolonundan bir parça koparır: Mike, elini pantolonunun cebine soktu, mavi keten bir parça çıkardı. ’Bu, pantolonunun bir parçası’ dedi

    Şahap Sıtkı bunu beğenmemiş olacak ki, adamın düğmesini koparır; ama gene de elbiseden bir parça kopar: Yuvarlak, siyah markalı bir düğme. Çok zor koptu, o kadar hızla çektim ki, ceketinden de bir parçasını beraber kopardım.

    Her iki hikâyede de, kahramanlar, evlerine döndükleri zaman, karılarıyla karşılaşırlar:


Hepsi bu kadar mı? Değil elbette. Ama bu kadarı bile, kimi ozan ve yazarlarımızın nasıl olumsuz bir yolda yürüdüklerini gösterme yeter. İnsanın vakti olmalı da, edebiyatımızın bütün dallarındaki aktarmaları teker teker ortaya çıkarmalı. Bunu adı geçen yazarlara bir yararı dokunmasa bile, gelecek kuşakların ibret dersi almalarına da yaramayacağını söyleyebilir miyiz?.. Ama bir yandan da korkuyorum: Ya elimizde hiçbir şey kalmazsa!..

Yazarın yakında yayınlanacak “Kalemin Ucu” adlı denemeler kitabından alınmıştır.



Cevdet Kudret | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 133 - 1 Aralık 1985