İngiliz yazarı Sir Osbert Sitwell’e özgeçmişiyle ilişkili bir form yollamışlar.
Öğreniminiz? sorusunu şöyle yanıtlamış: “Okul tatillerinde.”
Bunda bir hayli gerçek payı var. Pek çoğumuz, ömürboyu bizi aydınlatan, yücelten kitapları, okul sıralarında değil, evde, kırlarda, yolculukta okumuşuzdur. Belki teknik alanlarda eğitim görenler için söylenemez bu... Mühendisliği, mimarlığı, iktisatçılığı, fenni, hekimliği insan kendi başına öğrenemez kolay kolay... Ama, özellikle yazın meraklıları için, en zevkli günler, geceler, okul dışında, insanın canının istediği gibi okunan kitaplarla geçer.
Tatiller, Sitwell’in belirttiği gibi, eşi az bulunur bir “kişisel, özel öğrenim”dir. Yazar, hasta yatmaya değinmiyor nedense... Oysa uzun hastalıklar da, nekahat dönemleri de enfes fırsatlardır. Kendimden biliyorum: Robert Kolej’de eğitim, bugünkü gibi mükemmel olmasa bile, yüksek düzeydeydi ama, hastalanıp eve gitmenin zevkine doyum olmuyordu. Çünkü insan, asıl okumak istediği kitaplarla başbaşa kalabiliyordu. 14 yaşında, romatizmadan iki buçuk ay yatmıştım da, klasikleri ve çağdaş yapıtları doya doya okumuştum. Üç yıl sonra bir hafta hasta yatarken, yaman bir kitabı didik didik etmiştim: Eugene O’Neill’in oğlunun yayınladığı “Tüm Yunan Trajedileri”... Diyebilirim ki çocukluğuma ve ilkgençliğime en geniş ufukları, okuldaki derslerden çok, tatillerle hastalıklar getirmişti.
Sanırım, en iyisi, hem okulda sağlam bir eğitim görmek, hem de okul yıllarından başlayarak yaşama veda edinceye kadar okumak... Güçlü ve verimli aydınların çoğu, bunu başarabilmiş kişilerdir. Ama, böyle olması zorunlu değil. Özellikle bizde, önemli edebiyatçılardan nicesi, ya üniversiteyi, hatta liseyi bitirmemiştir, ya da edebiyatla hiç ilişkisi olmayan alanlarda eğitim görmüştür. Kimisi, yabancı deyimle “oto-didakt”tır, yani kendini eğitmiştir.
Yirminci yüzyıldaki bellibaşlı yazarlarımızdan bazılarına bakalım:
Halit Ziya Uşaklıgil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kemal Tahir liseyi,
Orhan Kemal ile Yaşar Kemal ortaokulu bitirmeden ayrılmıştı.
Ömer Seyfettin, Aziz Nesin, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Turgut Uyar, askeri eğitim gördüler.
Mehmet Akif Ersoy, baytardı;
Ziya Gökalp baytarlık okulunu bitirmemişti.
İngilizce ve Fransızcayı o dillerde yayın yapacak kadar mükemmel bilen Halide Edip Adıvar Amerikan Kız Koleji’nden sonra okumadı.
Yahya Kemal Beyatlı, Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday, üniversiteye gittiler ama, mezun olamadılar.
Türk edebiyatının metodik ilk ve hâlâ en büyük tarihçisi olan Fuat Köprülü’nün eğitimi tam anlamıyla özeldi.
Bu sıralama, edebiyatta en yüksek düzeye erişmek için yüksek öğrenim görmenin gerekli olmadığını belirliyor. Denebilir ki aynı şair ve yazarlar, üniversiteyi bitirip çeşitli mesleklere girselerdi belki de edebiyattan kopacaklardı. Halide Edip belki hekim olacaktı, Ziya Gökalp belki veterinerlik Orhan Veli de vakıflarda önce şube müdürü, sonra genel müdür... Bir de başka açıdan bakmalı olaya: Belki aynı kişiler, düzenli olarak edebiyat, filoloji, felsefe v.b. gibi alanlarda üniversite eğitimi görselerdi, hatta doktora alsalardı eserleri çok daha güçlü olabilirdi. Kimbilir?
Belli başlı dünya yazarlarının eğitim düzeyi bizimkilerden pek farklı değil. Kimisi okuldan, kimisi alaydan yetişme...
Nobel kazanmış yazarlar genellikle üniversite mezunu, ama, yanılmıyorsam, hiçbirinin doktorası yoktu.
Bundan sonra Nobel alması söz konusu olanlar arasında yalnız Mario Vargas Llosa doktoralı...
Bizde yazarlıkla yüksek öğrenim arasında bir ilişki daha var: Pek az Türk yazarı, kalemiyle geçinebildiğinden, başka alanlarda ihtisas yapmak, çoğu için zorunlu... Üstün yetenekli nice genç şairimiz, öykücümüz, romancımız, yazdıkları kitaplardan doğru dürüst geçim sağlayabilselerdi hukuk profesörü, doktor, mühendis v.b. olmazlardı. Gerçi iki mesleği bir arada yürütmek olanak dışı değil. (Amerika’nın en büyük şairlerinden William Carlos Williams, elli yıl kesinti vermeden çocuk hekimliği yapmıştı. Nasıl ki Orhan Asena da, kırk yıllık doktordur.) Ama, sanırım, bu iş herkesin harcı değil; edebiyat, başka mesleklere pek çok yeteneği kurban verdi memleketimizde... Üstelik, edebiyatı, boş vakitlerde bir “hobby” gibi iş edinenler, amatör damgasından kurtulamıyorlar.
Hangi yandan bakılırsa bakılsın, yüksek öğrenim, büyük yazar olmak için zorunlu değil. Ancak, okula gitmeyen ya da okulu bitiren yazarların, canla başla okuması şart bence... Bu hem yurt içinde daha yüksek düzeyde eserler vermek, hem de uluslararası arenada boy ölçüşmek için böyle... Bilmem, yanılıyor muyum: Kimisi, yüklü işleri; kimisi, gündelik gaileler; kimisi, sırf kendini beğenmişlik ya da düpedüz tembellik yüzünden, az okuyor. Arada bir gazetelere göz atmaktan, kendilerine hediye edilen kitapların sayfalarını iskambil kâğıtlarını istif eden kumarbazlar gibi hızla karıştırmaktan başka bir şey yapmayan nice “büyük yazar”ımız vardır.
Edebiyatımızın ilginç yönlerinden biri de, en önemli simalardan çoğunun yabancı dil bilmemesi... Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin ve Fazıl Hüsnü Dağlarca, bunların başında geliyor. Yabancı dil bilseler, eserleri zenginleşirdi, Yaşar Kemal belki de kendine Nobel’i kazandıracak geniş boyutları kazanırdı, gibi iddialar öne sürülebilir. Buna karşılık, denebilir ki, bilselerdi ister istemez dış ülkelerin edebiyatının etkisi altında kalıp özgün eserler veremeyebilirlerdi. Ne var ki kimisi yabancı yazarları doğrudan doğruya okuyup öz değerleriyle izlemek yerine, dolaylı olarak, çevirilerden (hem de birçoğu bozuk ve cılız olan çevirilerden) okuyor, yanlış anlıyor. Kaldı ki, Borges, Fuentes, Llosa ve başkaları, İngilizce ve Fransızca orijinalleri okudular da taklit eserler vermek zorunda mı kaldılar?
Bizdeki sorun, değişik: Edebiyatımızın kültür, bilgi, mitoloji çerçevesini genişletmek, kesin bir gereklilik olmuştur. Şiirlerimizi içgüdüyle, romanlarımızı el yordamıyla yazıyoruz. Genellikle bize bu kadarı da elverir; büyük boyutlar bizim okuru sıkar; sanatçı, okurun ötesine yönelmemelidir, der gibiyiz. Dış ülkelerin edebiyatıyla ilgilenmeyen bazı şair ve yazarlarımız, kendilerini tekrar edip duruyorlar. İlgilenenlerden, hatta iyice izleyenlerden birçoğu, işin kolay tarafına kaçıp yüzeysel özellikleri çabucak aktarıyorlar. Bu yüzden, tembellikle el çabukluğu arasında bocalayıp duruyoruz.
Büyük ünlülerden kimisi hiç okumuyor, kimisi az okuyor, kimisi yalnızca kendine benzeyenleri beğenmek ve benzemeyenleri kötülemek için okuyor, kimisi ise yabancı eserleri yasak savma gibilerden üstünkörü gözden geçiriyor, kimisi kurnazca apartmak için...
Edebiyatımız, yararlı dersler de okutan bir okul...
Sanırım, o okulun öğretmenleri de, öğrencileri de tatil veya hastalık dolayısıyla, canla başla okusalar iyi olacak.
Uzun bir süre, az okuyarak çok yazdık. Sığ kıyılardan uzaklara yönelmek günü geldi.
Talât Halman | Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 163 - 1 Mart 1987