Bugün temsilcilerinden birçoğu artık aramızda olmayan şiir kuşağı, şiirimizin “1. Yeni”si, 1940’larda ilk büyük yapıtlarını veren ozanlar...
Onlar eski şiirin yapısını, dayandığı anlayışı kökten değiştirdiler, dünyaya, insana, topluma kendilerinden öncekinden ayrı bir gözle baktılar.
Alışılmışa karşı çıkan bu şiir anlayışı büyük tepkiler çekti. Eski beğeninin kalemleri onlara ağır saldırılar yöneltirken yeni şiiri, genç ozanları gereğince anlamaya, kavramaya, açıklamaya çalışan yazarlar da oldu. Ali Tomrukçu’nun 1944’te yayınlanan “48 Şair” adlı güldestesinde genç ozanların şiirlerinin başında “Yeni şiirin onur sayfası”na yer verilmiştir. Burada yeni ozanları destekleyen, savunan yazarların adları vardır.
Sayfa Ataç’ın adıyla başlar.
Sabahattin Eyüboğlu, Behice Boran, Pertev N. Boratav, Yaşar Nabi Nayır “onur sayfası”nda yer alanlar arasındadır.
Güldestede yeni şiirle ilgili değer yargılarına da yer verilmiştir. Birkaçı şunlardır:
- “Şiirimiz bulutlardan yeryüzüne iniyor”,
- “Zamanımızın büyük Türk şairi, milli şairimiz realist, yaşamak şevkini ve insana ve geleceğine inancı ifade eden, hayattan, gerçekten korkmayan istikamette çalışarak meydana gelecektir.” (Behice S. Boran);
- “Yeni şair hayreti bir ruh hali olarak güzel buluyor; çünkü hayret yeni bir dünya görüşünün başlangıcı, düşüncenin yeni bir düzene hazırlanışıdır.”,
- “Türk şiiri belki de hiçbir tarihte son yıllardaki kadar bereketli olmamıştır.” (Sabahattin Eyüboğlu)
SÜLEYMAN EFENDİ’NİN EN YAKIN DOSTU
Yeni şiirin niteliklerini yakından kavrayan, güzelliklerini tadan Ataç bu kuşağın ozanlarının en ateşli savunucusu olmuştur. 1936’da Varlık dergisinde ilk şiirleri yayınlandığında Orhan Veli’yle Oktay Rifat 22 yaşında, Melih Cevdet 21’indeydi. Ataç bu gençlerin daha ilk denemelerini görünce Türk şiirine getirdikleri yeniliği farketmiş ve bağlandıkları şiir ilkelerini onlarla birlikte uzun yıllar savunmuştur. Bütün edebiyat yaşamında, en çok, Orhan Veli gibi iki üç ozanı kimsenin beğenmediği sıralarda anlayıp beğenmiş olmasıyla övündüğünü de söylemiştir.
Orhan Veli’yle arkadaşları için yazdığı ilk yazıda (Varlık Şairleri, Haber, 22.9.1937), bu ozanların bir tazelik ve sevimliliği olduğunu belirtir, şiirlerinin Japon hai-kailerine benzediğine değinir. Bir yazısında (Asil Şiir, Haber, 24.12.1937) onların kafiyesiz, vezinsiz küçük şiirlerinin kendisinde de şiir yazma hevesi uyandırdığını itiraf eder, insana şiiri sevdirdiklerini, dünyaya bir ozan gözüyle bakmayı öğrettiklerini, çevrede umulmadık güzellikler sezdirdiklerini söyler. Ataç, o şiirleri gündelik yaşayışın her alanından, çocukluğun basit anılarından söz ettikleri halde laubaliliğe düşmeyen bir içtenlik taşıdıkları için soylu birer ürün sayıyordu. Bu genç ozanlar yavaş yavaş adlarını daha geniş çevrelere duyururken pek çok kimse vezinsiz, kafiyesiz, konuşma dile ve birden yaşama açılıp zenginleşen içeriğiyle yeni şiiri yadırgıyor, bu yapıtları anlayamadıklarını ileri sürüyorlardı. Ataç bu şiirlerin anlaşılamamasına hayret eder ve bu üç genç kadar sade yazan sanatçının az bulunduğunu belirtir. Ona göre, bu ozanlarda örneğin sembolistlerdeki gibi sözü istiareye boğup açıklıktan kaçma dileği hiç de bulunmamakta, tam tersine, duyguları sanki çırılçıplak ortaya dökme eğilimi sezilmektedir. Bu yüzden okurlarına onları dikkatle iznat anlayışlarını benimseyeceklerini, iyisi mi, biraz çaba gösterip değerlerini zamanında kavramalarını öğütler (Yılbaşı, Akşam, 1.1.1938).
YENİ İNSANI YARATACAK OZAN
Ataç’ın değerini ilk ürünlerinden başlayarak vurguladığı ozanlardan biri de Fazıl Hüsnü’dür.
İlk kitabı Havaya Çizilen Dünya’dan itibaren onu en gözde ozanlarından saymıştır (İki Yüz Sene Sonra, Haber, 18.4.1938).
Onun bütün Türk yazınındaki en güçlü yaratıcılardan biri olduğunu ileri sürmüştür (Okuruma Mektuplar).
Yeni insanı yaratacak sanatçılardan olduğunu ileri sürmüştür: “Onun dediği şey insan oğlunu, yeni insan oğlunu yakından ilgilendiren bir şey, bugünkü insanın içini aydınlatıveren bir şey. Bana öyle geliyor ki Bay Fazıl Hüsnü Dağlarca sadece zamanımızın iyi, önemli şairlerinden biri değil, yeni adamı yaratacak olanlardan biri, yeni bir anlayış getirenlerden biri (Diyelim).”
- Ataç’ın tam karşısında yeri olan bir yazar, Peyami Safa da, Dağlarca’nın şiirinin ateşli bir yandaşıdır. Onu Garip şiirinin eleştirmenine saldırarak savunur: “Kendisini ‘Yeni’nin elçiliğine tayin eden şarlatanın kopardığı propaganda yaygaralarına kulaklarını tıkamış, kibar bir tiksinti içinde susan genç birkaç şairimiz var ki bu neslin gerçek mümessilleri onlardır... Bu Fazıl Hüsnü Dağlarca yabancı dil bilmez. Bu Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Avrupa’daki yeni şiir davalarından da haberi yoktur. Fakat bu Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, spekülatif düşüncenin serbest ruh akışına sed çeken bütün endişelerden uzak ve hür sezgisi modernizmin ana sırrını yakalamıştır. Hatta Avrupa şiirinde, birkaç isim müstesna, onun kadar modern ve onun kadar şair hiç kimseye rastlamadım.” (Yazarlar, Sanatçılar, Meşhurlar).
- Peyami Safa, “Çocuk ve Allah” ozanına ilk şiirlerini yazıp daha yayınlamadığı günlerde sahip çıkmıştır. Şöyle anlatır: “İlk şiirlerinden birkaçını ‘Kültür Haftası’ dergimizde yayımladığım zaman, onun Çocuk ve Allah temlerinde direnen duyarlığının ileride bu adda bir kitaba malzeme hazırlayabileceğini kendisine söyledim. Acele etmedi, birkaç yıl bekledi ve sonunda, birkaç gün evvel, iki yüz kadar şiirini ‘Çocuk ve Allah’ adı altında toplayan bir kitap yayımladı.”
Yazar daha sonra bu kitaptan büyük bir gazetenin okurlarına örnekler sunar. Açıklamalar yapar. Ve yeni şiir anlayışı çerçevesinde bir değer yargısına ulaşmaya çalışır: “Savaş sonrası dünyasının her yanında biten bu tür şiirlerin hepsi için söylenebilir: Aklın muhteşem fanusu çevresinde dönen pervaneler, ki ışığa değseler yanacaklar, ki ışıktan uzaklaşsalar donacaklar, nideceklerini bilmeden, sarhoş ve nafile çırpınıyorlar, saçma ve güzel oluyorlar. Kalbin değil aklın gözüyle bakarsak modern şiir, saçmaların en güzelidir.” (Çocuk ve Allah 1-2, Cumhuriyet, 4,15.4. 1940).
GARİP ŞAİRİNİN GÖZÜYLE
1. Yeni’in önde gelen adı Orhan Veli, kuşağının ozanlarını geniş kitlelere tanıtma alanında da çaba göstermişti.
Yazılarında onlarla ilgili değerlendirmeler çoktur.
- Örneğin Melih Cevdet için şunları söyler: “Son zamanlarda Melih Cevdet’i daha çok anlıyorum. Ama o, daha da fazla anlaşılmaya, daha da fazla sevilmeye layık bir şair. Daha doğrusu, bu iş bize düşüyor. Onu anlamaya, onu sevmeye layık olmak lazım. Senelerdir, durmadan yenilikler peşinde koşuyor. Her şiiri bin bir tecrübenin mahsulüdür. Melih Cevdet’e çok az şiir söylüyor diyenler o şiirlerin ince süzgeçlerden geçirildiğini sezdikleri vakit ne kadar haksız olduklarını anlayacaklardır.” (Sanat ve Edebiyat Dünyamız).
- Necati Cumalı’nın “Harbe Gidenin Şarkıları” kitabı yayınlandığında da Orhan Veli şunları yazar: “Mevzularını daha çoğu, zamanın büyük hadiselerinden alan bu şiirler umumiyetle güzel şiirlerdir. Necati Cumalı söyleyiş kolaylığının güç elde edilebilir bir şey olduğuna inandığı vakit daha iyi bir şair olacak.” (Sanat ve Edebiyat Dünyamız.)
- Orhan Veli bir yazısında “Cahit Külebi’nin şiirlerini okumaya doyamıyorum.” diyor. Yapıtından örnekler üzerinde duruyor. Bir yazısında da bir dergide rastladığı bir şiirden dizeler sunuyor okurlarına, yazarıyla ilgili bir değerlendirmede bulunuyor; “...palavra edebiyatından alınma mısralar müstesna, sahiden güzel bir şiir yazdığını, güzel mısralar söylediğini kabul etmemek haksızlık olur” diyor. Sözünü ettiği şiir “Ahlat Ağacı” adını taşımaktadır, ozanı da 20 yaşındaki Başaran’dır!..
- “Ahlat Ağacı” sonradan Başaran’ın bir şiir kitabının adı olmuştur. Yapıtta ozanın Hasanoğlan Enstitüsü’nden öğretmeni Sabahattin Eyüboğlu’nun bir önsözü vardır. Burada halk sanatına gönül vermiş ve Anadolu gerçeğinin bilincine varmış eleştirmen şöyle konuşur:
“Enstitüye kız gibi gelen klasikler bir hafta içinde yıllanmış köylü çarığına dönüyordu. Okul kitaplarını kapalı dolaplarda, her dem taze edebi bakireler halinde görmeye alışanlar için Hasanoğlan’ın kitaplığı vandalların hücumuna uğramış bir yerdi.
Okumak Başaran’ın düşüncesini şehre indirdi, ama gönlünü köyden ayırmadı. Daha nice Enstitülünün içindeki bu iki köklülük Başaran’ın hayatında kim bilir nelere mal oldu. Bunda bir ikilik, şehire karşı köylülük yahut köye karşı şehirlilik nasıl dert anlatır bilmem. İkilik yapmak şöyle dursun Başaran mevcut ve yürekler acısı bir ikiliği ortadan kaldırmak isteyen Cumhuriyet neslinin ön safındadır. Köyün şehirde şehirin köyde eriyebileceğini ve bu erimeden en lezzetli fikir meyvelerimizin doğacağını insan, Başaran ve Başaran gibileri gördükçe anlıyor. Ahlat Ağacı iki köklü ağacın ta kendisidir.”
BİR BİLİM ADAMI, BİR ELEŞTİRMEN
“Kurtuluştan Sonrakiler” adlı yenilik şiiri antolojisinin de sahibi olan Orhan Burian eleştirilerinde bilim nesnelliğini sanat sezgisiyle birleştirmiştir.
- Garip üçgeninin üyelerinden Oktay Rifat’ın bir niteliğini şöyle belirliyor: “Oktay Rifat içe dokunmak sanatını bütün arkadaşlarından daha iyi biliyor. Hüzünle sevinç karışık o az bulunur mayhoşluk onun şiirlerine vergi. İnsan olmanın gönülde uyandırdığı şefkati, sevgiyi ne tatlı dillendirişi var! Evimizin, yüreğimizin içerilerine girmek için ne kadarlık göstermek gerekirse ne kadar içtenlik kazanmak gerekirse kazanıyor.”
Ozanın “Aşağı Yukarı” kitabı için yazdığı eleştiride şu yargılara varıyor: “O.V. Kanık’ın dil kıvraklığına bugün en yaklaşan O. Rifat’tır. Deyimleri, tekerlememsi sözleri şiirimizde en güzel o kullanıyor. Bu dille, aklını değil de gönlünü dinleyerek yazdığı şiirler birinci sınıf şeyler. ‘Aydınlık’, Kanık’ın ‘Pınarlı’ şiirinin hemen yanı başında anılacak, son on yılın (Anday’ın izniyle) nefis liriklerinden biridir. Bu kitaptaki ‘Uludağ Sokak Şarkıcıları’ ise Türk şiirinin en güzel örneklerini toplayan bütün antolojilere girecektir kanısındayım.”
- Melih Cevdet’in Telgrafhane kitabını değerlendirirken de Burian’ın değerlendirmesi karşılaştırmalarıyla şiirimizin daha sonraki gelişimine ve temsilcilerine doğru uzanır: “Ozan, dünya bu acıklı durumdayken insan kendi acılarının, kendi sevinçlerinin türküsünü söylemekle nasıl yetinir diye içerlemektedir, içerledikleriyle kavga etmiyor, sadece alay ediyor. Ama nedense bu alaylarda cérébral, kafada hesaplanmış bir hal var...
Hele ‘Medeniyet’, ‘Ahlak’ gibi parçalarda bu öfke nesir fıkralarının açıklığını buluyor. Bütün parça, sondaki bir şaşırtma hesaplanarak yazılmış duygusunu uyandıran bir özellik bu şiirlerde göze çarpmaktadır. Örneğin, Metin Eloğlu’nun cıva gibi akıcı alayı (‘Bit yeniği’, ‘Dayı Bey’ gibi şiirlerinde görülen etkili ve kıvrak eda) burada yok. Turgut Uyar’ın ‘Af Kanunu’ şiirindeki özlülük ve yerlilik, o authentique nitelik, elimdeki iki kitabın şiirlerinde görülmüyor.” (Denemeler, Eleştiriler)
Eleştirmen Fahir Onger, kendi kuşağından ozanların gençlik şiirlerine genişçe yer verdiği Bugünkü Şiirimiz (1946) antolojisinde onların şiirlerini yargıya da bağlar. Özellikleri saptar, yerilmeye açık yanları da göstermekten kaçınmaz.
- Örneğin Nahit Ulvi Akgün için şöyle der: “Şiirlerinde göze çarpan vasıf hissi ve romantik duyguların varlığıdır. Bu özellik içinde Nahit Ulvi geçen yüz yılların ‘bohem’ sanatçılarını andırmaktadır. Aşk unsurunu zihnen ve manen yaşadığı için şiirlerinde psikolojik izahlar ve ifadeler vardır. Fakat henüz reel hayatın şiirini işlemeye başlamamıştır.”
- Onger, Sabahattin Kudret Aksal’ın şiirinin niteliklerini şöyle saptamıştır: “Sembolizmden Sürrealizme kadar son yüzyılın en önemli ekollerini tecrübe ettikten sonra şiir içinde şiiriyet unsurunu devamlı ve sabit yapan muhtevayı kavramış bulunuyor. Şehir hayatı ve küçük burjuvazi onun belli başlı konuları olmakla beraber daha geniş konulara da elini uzatmaktadır. Teferruatın insan hayatındaki önemini kabul ettiği için bu özelliğini şiirlerine de aksettirmiştir. Sokaklar, apartmanlar, şakrak terzi kızları, kahvehaneler ve sinemalar Sabahattin Kudret’in şiirlerinde geniş ölçüde yer alırlar. Büyük şehrin avare hayatını tasvir eden bu şiirler burjuva ruhlu, şehir hasreti taşıyan insanlara cazip gelmektedir ve Sabahattin Kudret de şöhretini bizzat kendisinin bu tipte bir şair oluşuna borçludur.”
- Salah Birsel için şunları söyler: “Şiirini bazı estetik düşüncelerin peşinden giderek kurmaktadır. Şiirin iç bünyesine karşı azami titizlik göstererek kelimelerin hissi, hayali, tasavvuri v s. manalarını kırar. Dış bünyeye yani şiirin plastik tarafına karşı büyük bir itina sarfeder.”
- 25 yaşındaki Necati Cumalı’nın şiiri için Onger’in söyledikleri de şunlardır: “Şiirlerinin tek kusuru itinasız, derbeder oluşudur. Şiirin diğer sanatlardan çok, hiç değilse onlar kadar ihtimama lüzum gösterdiğini inkâr edemeyiz.
Harbe Gidenin Şarkıları realist olmaktan ziyade insan alakası taşır. Böyle bir dünya görüşüne erişmek bir sanatçı için önemli bir hadisedir. Asıl mesele, bu dünya görüşünü şiir yoluyla açıklamak değil, onu şiirin artistik bünyesi içinde eriterek muhteva haline getirebilmektedir.
Necati Cumalı şiirlerinin çoğunda bu olgunluğu idrak etmiş bulunuyor.”
YARGILAYAN YARGILANIR
Yazarlar, eleştirmenler genç ozanlar için yargı verirken kendileri de geleceğin önünde yargılanmaya başlamaktadır.
İlerde bu yargılarının kiminin doğruluğu onaylanmakta kimi kez tersi olmaktadır.
İşte bir grup ozan için bir yargı demeti.
Bugün de yaşayan bu ozanlar için verilen bu yargıları yarim yüzyıla yaklaşan bir zaman dilimi yeniden yargıya bulunuyor.
- Vasfi Mahir Kocatürk, 1936 yılında Ercüment Behzat Lav için konuşuyor: “Serbest nazmı Nazım’ın ve İlhami’nin (İlhami Bekir Tez) duygularından çok daha başka kullanıyor. O, bunlardan çok daha modern ve biraz da fantezist, hatta kübist, fütürist, sürrealist... S.O.S.’le Kaos’un taşıdığı şiirler pek de yabana atılacak gibi değil. Bu kitaplarda hiçbir yerde görülmeyen şeylerle karşılaşıyoruz.”
- Ahmet Hamdi Tanpınar 1941 yılında Oktay Rifat’ın bıraktığı izlenimi dile getiriyor: “Geçenlerde Oktay Rifat’ın Ağaç şiirini okuduğum zaman bütün bir zenginlik içinde kaldım, âlemşumul bir mevcudun bir parçası olduğumu hissettim. Bende büyük bir sır çözülmüş hissini bırakan şiirlerin arasında yer alan bu eserde şüphesiz ki bilgilerimiz ve tecrübelerimizle hiç de zıt düşmeyen yeni bir mistiğin şulesi vardı.”
- Nazım Hikmet ise aynı yıllarda Oktay Rifat’ı çağdaşlarıyla birlikte şöyle değerlendiriyor: “Dil bakımından Oktay Rifat, aklıma ilk gelen adı söylüyorum, Tevfik Fikret’ten ileridir, gelgelelim muhteva bakımından Fikret, Oktay’dan ve birçok yeni şairlerimizden hâlâ çok, ama pek çok ileridir. Mamafi, meselâ A. Kadir, yahut Orhan Kemal, yahut Dinamo ve daha bazı genç şairlerimiz var ki hem dil, hem teknik, hem muhteva bakımından Fikret’ten de ileridir.”
- Nahit Sırrı Örik, 1943 yılında Rifat Ilgaz’ın şiirini değerlendiriyor: “Yarenlik isimli kitabının mevzularını yoksulluğun doğurduğu bedbahtlığı söylemeye münhasır gibi. Cemiyet ve sınıf şairi. Bazan hakikaten samimi, derin ve heyecan veren bir eda ile konuşuyor. Fakat aynı zamanda rint ve neşeli de: Meyhaneyi ve bohem hayatı, bakkalla tütüncüyü asışları terennüm ediyor... Bu ilk kitabın şiirleriyle bahtsız sınıfa karşı her borcunu ödeyerek ‘Kitaplar’ şiirinde tasavvur ve hesap ettiği vechile bir gün eski arkadaşlara, ‘Nereden tanıştıktı? Yabancı gelmiyor yüzünüz.’ demeyecek mi? Zira, haber verdiğine göre, ayağı baremin basamağında.”
- Pertev Naili Boratav ise aynı ozan için aynı yıl söyle diyor: “Kendi mevzularını -gürültüsüz, kendi halinde yaşayıp giden insanların, mahallede, evde, mektepte, sanatoryumdaki, kimsenin imrenmediği ve dikkat etmediği, ajanslarda, gazetelerde yazılmayan hayatlarını- ve bu mevzulara tıpatıp uyan bir ifade tarz ve üslubunu bulmuş görünüyor.”
Söze başlarken Ataç’ı andık. Sergilediğimiz örnekleri gene onunla bitireceğiz. Gençlerin şiirine onun kadar yakınlık gösteren, onları kendisine uğraş edinen, genç ozanlara kol kanat geren başka eleştirmenimiz olmadı. Birinci Yeni dönemi kapanırken yeni bir kuşağın şiiriyle gelen yenilikleri de ilk o sezmiş o vurgulamıştı.
- Örneğin Attila İlhan için şunları söylemişti: “Ozansılıktan günden güne kurtulacağını, dilini daha yalınlaştırıp olgunlaştıracağını, belki de büyük koçaklamalar yazacağını sanıyorum. Onda, öyle işlere girişeceğini, girişince de, başaracağını umduran bir güç seziliyor, erkekçe bir ses duyuluyor. Yeni ozanlarımızın iyilerinden biri diye sayabiliriz.”
- Metin Eloğlu için şöyle demişti: “Beğenerek, severek okuyorum şiirlerini. Birkaçını okuya okuya ezberledim bile... Bir şairde aranacak değerlerin başlıcası var onda: Dili seviyor, her gün kullandığımız sözlerle umulmadık şekiller kurmasını biliyor. Bunun için de ondan daha çok şeyler bekliyorum.”
- Ataç, Turgut Uyar’ın Türkiyem kitabına yazdığı önsözde de şu yargıyı öne sürmüştü: “Bilmem yanılıyor muyum Turgut Uyar’ı iyi bir şair saymakla? Ne olursa olsun, onun için atıyorum zarımı. Övünerek söyleyeyim, şairler için attığım zar, şimdiye kadar çoğu iyi geldi, doğru seçtiğimi gösterdi. Turgut Uyar için de iyi geleceğinden hiç şüphe etmiyorum.”
OKUL DIŞI
Yeni şiirimizin okullarda okutulmaması bu devrimci edebiyat yapıtını genç kuşaklara belki biraz daha az tanıtmıştır ama onu akademik yargıçlardan, hazır kalıplardan da kurtarmıştır. Yeni şiirimizin temsilcileri edebiyatın canlı dünyası içinde kendi kalem arkadaşlarınca yargılanagelmiştir. Bu yargılar zaman içinde de gerçeklik yargaları durumuna geçmiştir.
Önce okurun, sonra eleştirmenlerin değerlendirmelerine Sanat Dergisi’nin bu sayısından başlayarak genç ozanların bir demet yeni şiiri sunuluyor.
Bu ozanların ileriki yıllardaki çalışmaları acaba hangi çizgilerde gelişecek?
Eleştirmenlerimiz bu ilerleyişleri bakalım hangi aşamada farkedip değer yargısına bağlayacaklar?
Bir devlet adamı yazar, “Gelecek uzun bir zamandır.” demiş!..
K.E. [Konur Ertop?] | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 91 - 1 Mart 1984
______________________________________________________________________________