Leon Golub



Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde açılan “Golub” Sergisi, Amerika Birleşik Devletleri’nde gerek kamuoyunun gerek eleştirmenlerin geniş ilgisini çekti. İzleyicileri Biz bu vahşetin içinde mi yaşıyoruz? sorusuyla kara karaya getiren bu sergiyle ilgili Alev Mandalinci’nin yazısını aşağıda bulacaksınız.

Estetik olduğu kadar toplumsal kaygılar da taşıyan bir ressamdır Golub. Amerikan toplumunda olağan hale gelen vahşeti ve alışılmış sahneleri içerisinde rahat bırakılan kıyımları seyircisine hatırlatmak amacıyla yola çıkmıştır. Bugün onun vardığı noktaya erişmek için çırpınan birçok soyut ressama örnek olacak bir güçlülük ve süreklilik taşır resimleri.

Golub, 1922’de Şikago’da doğmuştur. Şikago Sanat Enstitüsü’nden mezun olmuştur. İlk resimleri 1950 yıllarına denk düşmektedir. Bunlar Afrika, Okyanus ve Hint sanatı etkilerini taşır. Konuları henüz rahipler, şeytanlar ve krallarla sınırlıyken bile sanatının toplumu kötülükten arındırabilecek bir araç olduğunu savunmuştur. Resimlerini belirgin bir şekilde dünyevi olana indirgeyebilmesi için Golub’a uzun yıllar gerekmiştir. 1956-1957 yıllarında İtalya’da gördüğü klasik sanat eğitimi onun Yunan ve Romen figürlerinde rastladığı klasik poz ve duruşları uygulamasını sağlar.

Golub şöyle demektedir:

Amerikan toplumunun bireylerini resmediyorum, fakat onları etkilendikleri deneyimler içinde veriyorum... Klasik pozları, büyük ölçüde kullanmaktayım. Figürlerimi klasik heykellerden çalarım. Büyük ölçüde değiştiririm ama sonuçta kopyadırlar. Savaş ve spor fotoğraflarından yararlandığım olur. Bazı figürleri ise kendim uydururum. Fakat komik olan, onları çizerken kaynağı ne olursa olsun garip, donuk bir kalite almaları...


Golub’a göre halkçı söylevler yerine halkın bilincini uyaracak yapıtlardır resimleri:

Sonunda şu doğruya ulaştım. Bir bakıma basit bir haberciyim. Kötüleri rapor ediyorum.
Kötü, gerçekten var çünkü. Bu inandırmak için değil, fantazi değil, sembolizm değil.

1950’de başladığı kariyerinin kısa zamanda politik bir içeriğe sahip oluşu Golub’u son yıllara dek önemsenmeyen bir sanatçı kimliğine sokmuştur. Soyut akımların yerlerini yavaş yavaş içeriğe, figür ve expresyonizme bıraktığı son yıllarda ise Golub’un önderliğini benimseyen birçok genç ressam çıkmıştır. Golub’un sanatıyla politik inançlarının doğrudan bağı ise 1969’lardan bugüne gittikçe belirginleşen bir nitelik taşır. İlk olarak Vietnam savaşı fotoğraflarına bakarak keşfettiği vahşet olgusu, artık resimlerinin vazgeçemediği içeriği olmuştur. Belki de toplum vahşete alıştıkça Golub kendi sesinin gerekliliğini daha iyi anlamaktadır.


Figürleri gerçekçi kılmak için onları kendi gündelik giysilerinde; birbirleriyle ve toplumla olan kaba iletişimlerinde, beceriksiz ve özenilmiş pozlarında verir. Haber fotoğraflarında genelde sayfanın minik bir ucunu kaplayan ya da bir filmin alışıldık sahnelerini oluşturan görüntülerdir Golub’un resimleri. Yalnızca tüm psikolojik acılar ve gerilimler, gizli niyetlerin uluorta serildiği dev panolar halinde. Kırmızı bir perdenin önünde eli silahlı ve özenilmiş bir işkence sahnesinin celladı olarak yer alan yarı çıplak dev figür her şeyden önce canlıdır. Unutamayacağınız denli yakınındasınızdır vahşetin. Üstelik onların da kimi kez sizden haberi vardır. Arabasının bagajına yerleştirdiği cesedi görmenizi de kim istemiştir sizden?

Golub’un kendi ağzından şunları duyuyoruz:

Polis... biz sahneyi bölerken şunu söyler adeta: Dikkat edin. Tuvalden dışarı adım atarsam fena olur.


Bu resim (White Squad) diğer resimlerinde de çok bariz olan karşılıklı çekim duygusunu iyi örnekleyen bir yapıttır. Figürleri bizim dünyamıza iterken bizi de onların boşluğuna çekiyor izlenimini veren, Golub’un renkleridir. Geri planda kullandığı çarpıcı ve düz renkler buna karşın mekândaki boşluğu hissettirmezler. Bir çeşit perde önünde cereyan etmektedir olay. Ve perdenin gerisi sanki yaşamın öbür yüzüdür.

Yüzeydeki kuruluk ve boyaları tuvalden kazıyış tekniği ise figürlerindeki rahatsızlığı ve kurbanın yaşadığı vahşeti pekiştirir. Golub’un bir de dramatik ve büyük imajlarla çalıştığı, güçleriyle tanınmış tarihi kişiliklere ilişkin portre çalışmaları vardır. Kissinger, Franco gibi. Akrilik olarak çalıştığı ve Franco’nun gençliğinde ölüm döşeğine dek süren beş portre özellikle ilginçtir. Korkutucu olan güç değil gücün kayboluşudur adeta. Güçlünün de sonu acınacak ve korunmaya muhtaç olan bir sondur.

Bu kısa tanıtımın üstüne sözü sanatçının kendisine bırakacak olursak söyleyecekleri hiç de şaşırtıcı gelmeyecektir:

Dehşete göz yuman toplumumuzun yüzüne saldırgan bir geri tepki vardır resimlerimde.
Bir yerlerde sözü edildiği gibi bunlar yokmuşçasına davranamayacaksınız. Bunlardan kaçamayacaksınız...



Alev Mandalinci | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 139 - 1 Mart 1986