Senin yazılmamış yüreğini yazacağım, garip sürücüm. Adının garibe çıkmasına neden olan, seni Ahmet efendiden, Mehmet efendiden ayıran, seni topluma yabancılaştıran yalnızlığını, ezikliğini senin sözcüklerin ve dizelerinle dile getirmeyi deneyeceğim. Kamyonundaki, at arabandaki, el arabandaki, minibüsündeki, dolmuşundaki, kamyonetindeki nakışların, çizimlerin, yazıların derinine inmeye çalışacağım. Okul görmüşlerin «sosyo-psikolojik» gibi adlar taktığı incelemelere boyumun erdiğince girip, senin karanlıkta kalmış dünyanı birazcık keşfe kalkışacağım. Sen kestirmeden girip «hor görmeyin garibi» dedin. Ben yolu da, sözü de biraz uzun tutacağım. Aynı şeyi başka biçimde söyleyeceğim. Kızmazsan tabii!
Bu düşünce kafama, ateş içinde ne zaman düştü, tam olarak anımsayamıyorum. Ne zamandır yollarda taşıt ardından koşar, ne zamandır taşıt gördükçe belki bir söz kaparım diye başımı ondan yana çeviririm bilmiyorum. Ben diyeyim üç, sen de beş yıldan beri, ne fark eder? Sen garip sürücüm, sen taşıtını böyle güzel böyle ilginç renkler, çizimler, yazılarla donatır olduğundan beri ben bir Evliya Çelebi oldum. Aklıma koydum ya bir kez seni yazmayı, cepte sürekli bir kâğıt kalem, yollarını gözler, manilerini izler oldum. Sen nereye ben oraya. Kimi zaman beni gördün araba vapuru sıranı beklerken, gördün kamyonun önünden ardından, yanından alıcı gibi geçişimi. Bırak onu, belki kâğıda kaleme sarılıp kimselere belli etmemeye çalışarak not alışımı da gördün. Tanrı bilir ya, aklın takılmıştır buna. Ne bileceksin senin derinlerine kulaç atmaya çalıştığımı? Kim bu deli, deyip geçmişsindir belki de. Az mı önüne çıktım kamyonetinin, sen açık yola kendini kaptırmış keyifli keyifli giderken? Az mı korna çaldın kızgınlıkla, ben de olsam çalarım ya, ne bileceksin benim yazı toplar olduğumu? Ama bileceksin garip sürücüm, bileceksin elbette, sen değil miydin bunları kamyonuna, kamyonetine yazar bezerken birileri okusun isteyen? Sen değil miydin, bunlarla birilerine kendini anlatmak için çırpınan? Sen değil miydin, söyle, aracını mektup gibi kullanan? Al sana işte, bir okuyucu, hem de dikkatli bir okuyucu. Senin mektubunu yalnızca kendine saklamayacak, başkalarına da okutacak bir okuyucu.
Nerede kalmıştık? Bu işe nasıl başladığımız konusunda, değil mi? Dediğim gibi, yıllar önce başladı seninle ilgim. Senin garip halin, senin farklılığın, senin bizlerden olmayışın, senin kendinin zorla bizlerden ayrı tutmak isteyişin bayağı ilgimi uyandırmıştı. Ne yalan söylemeli, gücüme de gitmişti. Seni izlemeye başladım. Nereye gitsen kaçamıyordun benden. Yanmıştın. Bazen adamakıllı kızdırıyordun beni, hiç dostça olmayan yaklaşımlar içinde bulunuyor, sana en ufak bir kötülükleri olmadığı halde insanları öyle bir tersliyordun ki! Bir kız arkadaşımı, Sirkeci’ye hangi yoldan gittiğini sorduğu için dolmuşundan kovmuştun. Arkadaşım bu tatsız olayın etkisinden günlerce kurtulamadı. Buna benzer tuhaf davranışlar içindeydin. Sözgelimi, durakta bekleyen hanım müşterinin yanına yaklaşıyor, o tam kapıyı açıp içeri gireceği sırada gazlayıp gidiyordun. Onu kandırdığın, onu arabana kabul etmediğin için mutlu oluyordun. Sana hiçbir kötülükleri olmadığı halde, acımasız davranıyordun müşterilerine. Parasıyla rezil olmak diye bir deyim var ya, hah işte tam onun gibi, dolmuşuna bindiğim zaman paramla rezil oluyordum. Ama zamanla alıştım buna, önceleri yadırgadığım bu yanlarını giderek bağışlamaya, bu hareketlerine gerekçeler aramaya, onları doğal karşılamaya başladım. Ne olursa olsun, ilginç bir konuydun benim için. Kafama takılmıştın bir kez. Beni bırak başkaları için de ilginç bir konu değil miydin?
Otomobil uçar gider
Gönlüm gibi kaçar gider
Ben talihin peşindeyim
Talih benden kaçar gider
Yar yar güzel yolcu güle güle diye bir şarkı var çocukluk anılarımın içinde gizlenen. Bir filmini mi seyretmiştim, neydi... Ne zaman senin konun geçse çıkagelir geçmişin kuytularından. Ne zaman uçarcasına giden bir taşıt görsem bu şarkıyı anımsarım. Hiçbir otomobil kaçıp gitmesin istiyorum şimdi. İstiyorum ki, rastladığım her aracı lastiğinden farına dek iyice inceleyeyim. Gözlemci bakışı diyeceksin, haklısın. Ama bak, gözlemci mözlemci derken birşeyler çıkıverdi ortaya. Bir baktım ki senin öykün, senin destanın yarı folklorik, yarı yazınsal, yazılıvermiş sonunda. Kimileri okuyunca taşıt folkloru diyecekler bu kitaba. Kimileri de duygusal yanı birazcık fazla kaçmış bir sürücü edebiyatı denemesi. Araştırmacı yanları ağır basanlar da biraz önce sözünü ettiğim yabancı terimleri kullanarak, bilimsel bir inceleme diyebilirler buna.
Kullanılacak tanımlar ne olursa olsun, okurların şuna inanmalarını çok isterim: İçten gelen, iyiniyetli bir çalışmaydı yaptığım. Bir ön adımdı. Dileğim o ki, bir işe yarasın, seninle, senin dünyanla, senin yüreğinle, senin yalnızlığın, senin acıların, sevinçlerinle, senin mutluluk ya da mutsuzluklarınla benim gibi ilgilenenlere ufak da olsa bir ışık tutsun bu deneme. Alsınlar bu adımı daha da ileriye götürsünler, daha çok örnekle belgelesinler, senin bazen insanı afallatan, değme ozanı cebinden çıkaran doğal şiirsel sözlerinden yola çıkarak yeni yeni ürünler kazandırsınlar edebiyatımıza. Folklorumuzda sana daha geniş bir yer ayırsınlar.
Sana sokulup seni yakından tanıdıkça, başka bir yanını da keşfediyorum senin: Şiire düşkün yanını.
Dikkat ediyorum da, düzyazıdan olduğunca kaçıyor, uyaklı sözlere sığınıyorsun:
âşıksan vur saza
şoförsen bas gaza
geçme beni
üzerim seni
Bazen de uyaksız, ama şiir yüklü öyle sözler buluyorsun ki, allak bullak oluyorum onları okuyunca.
Ne yalan söyleyeyim, bir ozan kıskançlığı da duyuyorum gizliden gizliye.
Şu sözün güzelliğine bak:
seni getirmiyor bana
kısa kalıyor geceler
Ne var ki, yalnız taşıtları süslemiyor bu şiirsel sözler. Kamyon, minibüs, otobüs arkalarına yazılı şiirsel sözlerden mektuplardaki manilere,
fotoğraf sunularına, mektup adreslerine kadar, çeşitli biçimlerde yerleşmiş şiir bireylerin yaşamına.
Şu zarf üstü yazısına bak örneğin.
Ahmet’in evi Hopa’da, derenin kolu üzerinde. Arkadaşı da Ahmet’e gönderiyor:
Derenin koli
Ahmedin holi
HOPA
Neyse, biz gene konumuza, taşıtlara, arabalara dönelim istersen.
Kadıköy vapur iskelesindeki üç tekerli çayhanenin sahibi Çaycı Niyazi Baba, müşterilerine uyaklı sözle ulaşmayı deniyor:
motor yokuşta tekler
demli çaydan anlayan
ustasını bekler
Bir de Eminönü vapur iskelesi önlerindeki gezgin sucuyu unutmamak gerek:
aç şişeyi
iç suyu
dön köşeyi
Peki ama niçin, garip sürücüm, niçin düzyazı değil de şiir, niçin düz söyleyiş değil de uyaklı söyleyiş? Demek ki kurtaramıyorsun yakanı şiirin elinden. İster sürücü ol, ister boyacı, ister köfteci, şiir ya da uyaklı söz bırakmıyor seni, bu insanın, bu halkın kanına işlemiş şiir. O da neden? Şiir ve türkü geleneğimizden! Öylesine köklü, öylesine soylu bir gelenekten tabii ki bunlar çıkacak... Tabii ki yıllar yılı kamyon arkalarında, zarf üstlerinde, paralarda, resimlerde yaşayıp duracak Veysel’lerin, Karacaoğlan’ların bize bıraktıkları armağanlar!
Bu arada, en az yazıların kadar ilginç olan çizimlerinden, motiflerinden, süslemelerinden söz etmeden duramayacağım, garip sürücüm. Belli ki seni etkileyen yalnızca halk şiiri, halk türküsü olmamış. Halk resmimiz, nakışlarımız, Anadolu motiflerimiz ve enikonu etkilemiş, gönülden vurmuş seni. Gerçi ortak noktaları oldukça çok ama, kamyonda başka, minibüste başka, otobüste başka süslemelere gitmişsin. Seni buna biraz da taşıtın türü ve büyüklüğü itmiş.
Örneğin, otobüslerde poster alışkanlığı var.
Arka camlara koyduğun posterlerin en çok kullanılanları Orhan Gencebay,
Ferdi Tayfur,
Neşe Karaböcek,
Ajda Pekkan,
Mine Koşan posterleri.
Kimbilir, bu poster ya kendi garipliğini anımsatıyor sana, ya da çocuğa olan özlemini gideriyor belki de. Bu posteri çoğu kamyonun sürücü yerinin camında gördüğümü de söylemeliyim. Otobüslerde sık rastlanan bir başka süs öğesi de, manzara resimleri... Bunlar da genellikle arka camlarda oluyor. İstanbul Boğaz Köprüsünden tut da, Göreme, Ürgüp gibi yörelerimize ilişkin bu resimlerin bazen tüm arka camı olduğu gibi kapladığı oluyor. Kamyonlarda durum biraz daha değişik.
Onlarda farklı öğelere rastlamak mümkün:
- Aslan, kaplan, panter çizimleri ya da çıkarmaları.
- Göz çizimleri ya da çıkarmaları.
- Dağ, bayır, çöl, ev, yeşillik, dere, deniz, palmiye, iki yana açılan perde çizimleri (yağlıboya).
Bu arada kamyonun çeşitli yerlerinde değişik motiflere rastlanabilmekte.
Zikzaklar, dominoyu anımsatan renkli çizgiler, eğri çizgiler ve üçgenler en çok kullanılan süsler arasında.
Yeşil, mavi, sarı, beyaz, kırmızı ise en çok sevilen renklerden.
Yazılarını da süslemeyi unutmuyorsun tabii. Ya kenarlarına bazı çizgiler çizip bırakıyorsun, ya da çiçek, yürek, kuş gibi çizimlerle donatıyorsun onları. Bu yazıları da paçalığa, tampona, stepneye, kasaya, motor önüne, kapı kenarına, basamağa, kapı üstüne, sürücü yerine, cam üstüne, metal üstüne, pleksiglasa, lâstiğe yazdırıyorsun. genellikle. Yaldızla, yağlıboyayla, tebeşirle.
Minibüslere gelince, yaldızlar, çiçek ve kuş motifleri, kaplan, panter motifleri en çok kullanılan süsleme türleri... Ayrıca plastik çiçekler, boncuklu süsler, renk renk ışıkları da unutmamak gerek. Aklımdayken söyleyeyim, kamyonlarda da minibüslerde de otobüslerde de sürücü yeri çok sayıda artist, şarkıcı ve pin-up kartpostallarıyla donatılıyor. Plaka çıkartmalarını ön ve arka cama koyan, hatta metal plakayı arka cama asan arkadaşlarına çok rastlıyorum.
Her ne kadar motorlu taşıt sınıfına girmiyorsa da, ilginçliği yönünden at arabasının taşıdığı süslemelere de kısaca değineyim. Bir at arabası gördüm örneğin, yazı yazılmadık, çizgi çizilmedik yeri kalmamıştı. «Konyalı Abdullah» yazısı arabanın dört yanında karşımıza çıkarken, koşumlarda ve kasadaki çizimlerin (ağaç, kuş, ev vb.) çokluğu dikkati çekiyordu. Gene arabanın yanında demir bahçe süsü gibi yaptırılmış «Konyalı» yazısına rastlanıyordu.
Yazıda olduğu gibi, süste de bazen çılgın oluyorsun, garip sürücüm. Sarıyerli’yi mutlaka tanırsın. Minibüsünü ne duruma getirdi değil mi? Ufak cinsten televizyonlar, resimler, kartpostallar, plastik süsler, ışıklar, kasetler. İnsan oturacak yeri zor buluyor. Ee, ne yaparsın, o da öyle buluyor mutluluğunu. Küçük sarayında küçük prensi oynayarak...
-Yakından yayımlanacak “Ömür Biter Yol Bitmez” adlı kitaptan-
●●●
●●●
●●●
●●●
●●●
GARİBİN ÇİLESİ
Seni Kadıköy’de, itfaiyenin karşısında yakaladım Mehmet Ali Çoban. Bağışla, yanlış söyledim.
Ben seni değil, senin kamyonun, şiir kitabını andıran kamyonun beni yakaladı.
Çelmeledi beni, hepsi birbirinden güzel, birbirinden ilginç yazılarıyla önümü kesti.
tık tık kim o
aşk defol
gönlüm oldu çile gemisi
dert alır her limandan
Kâğıda kaleme sarılıp notlar alırken, gözlerinin üstümde olduğunu hissettim. Konuşmak için yanına yaklaştığımda dostça bir gülümseme, saygılı bir karşılama gördüm sende. Yalnız kamyonun dışında değil, sürücü yerini de donatmıştın. Cezaevinde yapılmış olan ve iki yanında yazı bulunan boncuklu bir süs sallanıyordu tavandan, camın ortasına doğru. Direksiyonun arkasında uzunca bir yazı. Camdan gene cam üstüne yazılı bir söz.
- Merhaba.
- Merhaba, buyrun.
- Kamyonundaki yazı ve süsler dikkatimi çekti de... Kim buluyor bunları? Yedi sekiz yazı saydım.
- Hepsini ben buluyorum.
- Sahi mi? Kimse yardım etmiyor yani?
- Hayır, ben buluyorum.
Bu ara arkadaşın söze giriverdi:
- O biraz âşıktır abi.
- Nasıl buluyorsu bu sözleri?
Gene arkadaşın daldı söze:
- Yorum dâvâsı abi. Yorumlamayla çıkıyor.
- Gönül hikâyelerin olmuş besbelli.
- Olmaz mı abi! Olmaz mı! Sonunda hüsran tabii...
- Halk türküleriyle, şiriyle aran nasıl?
- Çok çok iyi. Veysel’i, Karacaoğlan’ı, Emrah’ı, hepsini çok seviyorum. Okuyorum.
- Bu yazılarla ilgili anıların var mı?
- Bir zamanlar kamyonun arkasına “Garibin çilesi ölünce biter” yazdırmıştım. Işıklı, süslü bir yazıydı. Bir gün bir adam geldi. “Neden bunu koydun?” diye sordu. Ben de, “Biz terso adamlarız. Lâstik patlar, değiştirecek paramız olmaz. Yedek parça bulamayız. Benzin biter, benzin alamayız. Onun için yazdırdım.” dedim. “Sen al şu on bin lirayı, o yazıyı bana ver. Böyle garip marip gibi sözler koyma,” dedi. Yazıyı söktürüp gitti.
- İlginç. Başka anın?
- Bir gün de hacıya hocaya benzer bir adam geldi.
Şunu yazsana diyerek bir dörtlük okudu:
Güvenme güzelliğine
Bir sivilce alır gider
Güvenme zenginliğine
Bir kıvılcım alır gider
Arkadaşın yine söze girdi:
Arkadaşın yine söze girdi:
- Abi, ben de “Bırak şişeyi, dön köşeyi” yazdırmak istiyorum. Çok seviyorum bu lâfı... Abi, çok içiyoruz be...
Bir de şunları seviyorum:
düzde yavaş
yokuşta savaş
kurtar bizi arkadaş
en büyük servet
itibarındır
bana bir yol göster
günaha girmeden,
tanrım
- Mehmet Ali, bu yazıların içinde en çok sevdiğin hangisi?
- Şu abi:
şoför deyip geçme, onun da kalbi vardır
yarasını deşme, belki bir sevdiği vardır
NOTLAR
Garip sürücüm, sana, yaptığım derlemelerle ilgili bazı ayrıntılı bilgiler ve bu derlemeler sırasındaki gözlemlerime ilişkin notlar vermek istiyorum.
Yazıların bölümlenmesi kısmında yer alan taşıt sözlerinin çoğunu kendim şu yerlerden derledim:
Adapazarı,
Aydın,
Ayvalık,
Ankara,
Akçay,
Balıkesir,
Bilecik,
Bursa,
Burhaniye,
Bodrum,
Bergama,
Çeşme,
Çanakkale,
Çorlu,
Düzce,
Edirne,
Eskişehir,
Edremit,
Gelibolu,
İzmit,
İzmir,
İnegöl,
İstanbul,
Kuşadası,
Kütahya,
Marmaris,
Milâs,
Muğla,
Söke,
Lüleburgaz,
Tekirdağ,
Urla.
Gerek bana gönderilen, gerekse benim dergilerde bulduğum yazılarda yer alan derlemeler,
Güneydoğu ve Orta Anadolu, Karadeniz bölgesinden yapılmış derlemelerdi.
Bunların tümüne bakarak, bölgelere göre büyük farklılaşmalar olup olmadığını görmek istedim.
Saptadığım şu oldu:
- bölge ağızlarıyla yazılmış olmalarını dikkate almazsanız, düşünce ve esprilerde büyük farklılaşmalar yok.
- “Maşallah” ve “korusun”, taşıtların büyük bir çoğunluğunda baş köşeyi alıyor.
- Bazı kimselerin “fiyaka endüstrisi” adını taktığı taşıtlara yazı ve çizim koyma işi, en çok;
- Düzce,
- Bursa,
- Nevşehir,
- Konya ve
- Eskişehir’de gelişmiş.
- Sürücüler taşıtlarına koydurmak istedikleri sözleri ya kendileri buluyorlar, ya da bu işle uğraşan bazı kişilere istediklerini söyleyip yazıyı onlardan bekliyorlar.
- Eskiden neşeli yazıların miktarı bir hayli fazlaydı. Oysa son zamanlarda yazdırılan yazılara karamsarlık, mutsuzluk egemen.
- Bu tür yazıların sürücüler arasında yaygınlık kazandığını gören bazı tüccarlar, bu işi oldukça pratik hale getirdiler. En çok tutulan sözeri “çıkartma” olarak bastırıp satıyorlar.
- Bazı sözlerin yazılışında dilbilgisi yönünden yanlışlar vardı. Gerçeğe uygun olmaları için bunları değiştirmeden aldım.
- Son zamanlarda özel arabalarda da bu tür yazıların kullanılması dikkati çekiyor.
- Televizyonun ve şarkıların sürücüleri etkilediği anlaşılıyor. Örneğin televizyonda çok tutulan dizilerin adları hemen arabaların üstüne yazılıyor. Bu konuda başka bir ilginç örneğe rastladık: Bir motosiklet sürücüsü, Aşk Gemisi adlı diziden etkilenmiş olacak, taşıtının sepetini gemi biçiminde yaptırmış.
- Bir olasılıkla, uyaklı ve şiirsel sözlerden bazıları sahiden bazı ozanlara ait olabilir. Bunları bilmeme olanak yok. Bu tür bilgisizlikler yaptımsa okurlarım beni bağışlasınlar.
- Bazı düşüncelerin değişik taşıtlarda ufak tefek değişikliklerle karşımıza çıktığını görüyoruz. Örneğin “sevdim vermediler, şoförsün dediler” sözü, örneğin “ıssız gecelerin yolcusu”
- Tek sözcükten ibaret olan, çok ilginç, çok anlamlı sözler var. Biz bunların yorumuna girmedik. Ama dilerim, zamanı olan okurlarım, bu tek sözcüklü yazılara bir göz atsınlar. Çok çarpıcı olanlarıyla karşılaşabilirler. Bazı örnekler: Kuruttun, ateşle, affetmez...
- En büyük güçlüğü, sözleri bölümlemede çektim. Öyle sanıyorum ki, derlemeler daha bir o kadar bölüme ayrılabilir.
Taşıt süslemelerindeki en büyük ortak özellik, göze ve kazaya karşı kullanılan ögelerin çokluğu. Yazıca, nesnece, çizimce.
Tüm bunlar sürücünün arabasıyla özdeş olduğunu gösteren birer kanıt.
Gürkal Aylan | sanat olayı - sayı 7 - Temmuz 1981