Bir süredir, küçükler kadar büyüklerin de zevkle seyrettiği bir çizgi-film dizisi yer alıyor televizyonda; Taş Devri.
Wilma’nın, Fred’in, Çakıl’ın ve dizideki öteki kahramanların tiryakisi olanlar, Pazar gününü iple çekiyorlar yeni serüvenleri izleyebilmek için.
Yine çok sevilen bir başka çizgi-film dizisi Tatlı Kahramanlar’ı hatırlayacaksınız.
Uzun süre televizyonda yayımlanmıştı; hâlâ da zaman zaman yayımlanıyor.
Bu diziler yalnız Türkiye’de değil, dünyanın bir çok ülkesinde her yaştan seyirciyi günlük sorunlarından kısa bir süre için bile olsa sıyırmaya, onları eğlendirmeye devam ediyor.
İçimizden biriymişçesine benimseyip sevdiğimiz bu çizgi-kahramanların yaratıldığı yer Hanna-Barbera Stüdyosu.
Amerika’nın en büyük çizgi-film stüdyolarından biri.
Yıllar önce William Hanna ve Joseph Barbera tarafından kurulan stüdyo, 1966’da Taft Broadcasting Company of Cincinnati ile birleşmiş.
Ancak Hanna ve Barbera, stüdyoyu yönetmeyi sürdürüyorlar.
İki animatör stüdyoyu kurdukları yıllarda, 7 kez Oscar kazanan Tom ve Jerry filmlerini yapmışlar Metro-Goldwyn-Mayer için.
Sonraları giderek artan maliyetler Hollywood’daki bir çok çizgi-film stüdyosunu kapılarını kapatmak zorunda bırakırken, Hanna-Barbera ikilisi televizyon için düşük maliyetli çizgi-filmler üretme yoluna gitmişler.
Bu tür filmlerde zaman ve maliyetten kazanmak için animasyonda (hareketlendirme) ve fon resimlerinde detaylar atılıyor.
Daha çok olaya, diyaloglara ve mekâna ağırlık veriliyor.
Böylece çok süratli ve ucuz filmler üretme olanağı doğuyor.
Hanna-Barbera’nın ilk TV dizisi Roff ve Reddy olmuş.
Kurnaz bir kedi olan Ruff ile sevimli arkadaşı köpek Reddy’nin serüvenleri 3 yıl yayımlanmış NBC televizyonu tarafından.
Ondan sonraki çizgi-film, bir çok ödül alan başarılı dizi Huckleberry Hound (Tatlı Kahramanlar) olmuş.
Bu dizi 1960’da “çocuk programları alanında olağanüstü başarı”sından ötürü Amerika’nın en büyük televizyon ödülü olan Emmy’yi kazanmış.
Huckleberry Hound’un kazandığı başarı, stüdyoya yeni filmler yaratma olanağı sağlamış.
1960’da ABC televizyon istasyonunda yayına giren Flintstones (Taş Devri) hem seyircinin, hem eleştirmenlerin gönlünü fethederek 6 yıl süreyle ekranlarda kalmış.
Bu dizi kazandığı pek çok ödülün yanı sıra, Hollywood Yabancı Basın Birliği’nin verdiği Altın Küre’yi de almış.
Dizinin çocuk kahramanlarıyla yeni bir taş devri komedisi yaratılmış 1972’de; Pebbles and Bamm Bamm Show (Çakıl ve Bamm Bamm Show).
Flintstones ne kadar televizyon ödülü varsa toplamaya devam ederken, Huckleberry Hound’da ikinci derecede bir rolü olduğu halde çok sevilen Yogi Bear’ın (Ayı Yogi) baş kahraman olduğu yeni bir diziyi yaratmış Hanna-Barbera 1961’de.
Yogi o kadar tutulmuş ki, adı Amerika’nın en ünlü kişilerinin arasında geçmeye başlamış.
1961 ve 1962’de Top Cat (Üstün Kedi) ve yurdumuzda da gösterilen The Jetsons (Jetgiller) dizileri yapılmış.
1974’de Hanna-Barbera Stüdyosu, o zamana kadar yaptığı 100’den fazla yarımşar saatlik dizi bölümleri ve 20 televizyon filmi ile çizgi-film stüdyoları arasında en ön saflarda yerini almış.
Stüdyo yalnız çizgi-film değil, televizyon ve sinema için canlı-filmler de yapıyor.
Televizyon filmlerinden bazılarıyla 1958, 1973 ve 1974’de ünlü Emmy ödülünü kazanmışlar.
En son aldıkları Emmy’yi 1978’de The Gathering (Toplantı) “en iyi komedi” olarak kazandırmış stüdyoya.
Hanna-Barbera Stüdyosu’nun bir de canlı ve çizgi-film tekniklerini karıştırarak yaptığı filmler var.
The New Adventures of Huckleberry Finn (Huckleberry Finn’in Yeni Serüvenleri) bu teknikle hazırladıkları ilk televizyon dizisi.
Aynı yöntemlerle çekilen, bir saatlik bir başka televizyon filmi ise Jack and the Beanstalk (Jack ve Fasulye Sırığı).
Stüdyoya yeni bir Emmy kazandıran bu filmde yılların aktörü Gene Kelly, bir çizgi-kahraman olan prensesle, fasulye sırıkları çevresinde ünlü danslarından birini ediyormuş.
Bugün 80 ülkede milyonlarca insanın zevkle filmlerini seyrettiği Hanna-Barbera, içinde animatör, ressam, yönetmen, yazar, kopist, kameraman, desinatör gibi 800’den fazla elemanın çalıştığı dev bir stüdyo.
Joseph Barbera ve William Hanna iyi ve temiz güldürünün evrensel bir dili olduğuna, sıcak bir havada ve herkesin anlayabileceği türde bir güldürü anlayışıyla yapılan çizgi-filmlerin Hollywood’da olduğu kadar dünyanın öteki ülkelerindeki seyircileri de aynı biçimde eğlendireceğine inanıyorlar.
Harry Love
Harry Love, Los Angeles’deki çizgi-film endüstrisinde çok tanınan bir isim.
Yıllardır bu sanatın her aşamasında çalışmış.
Animatörlükten başka yazarlık, yönetmenlik, yapım yönetmenliği yapmış.
10 yıl Warner Bros Cartoons’da,
3 yıl Walt Disney Stüdyosu’nda,
12 yıl Screen Gems’de,
6 yıl De Patie-Freleng Stüdyosu’nda ve
1 yıl da Ralph Bakshi Stüdyosu’nda çeşitli görevler yapan Harry Love, 4 yıldır da Hanna-Barbera Stüdyosu’nda yapım yönetmeni olarak çalışıyor.
Kendisiyle stüdyodaki bürosunda görüşüyoruz. Yaşlı ama çok dinç bir görünüşü var Harry Love’ın.
Kendine göre bir espri anlayışı olan ve çok açık kalpli konuşan bir adam.
“Kaç yaşında olduğunuzu sorabilir miyim?” dediğimde şunu söyledi: “Tabii sorabilirsin ama cevap vermem!”
Şaka ediyor sanıp sorumu tekrarladım.
O zaman da, “Bu stüdyoda kimse benim yaşımı bilmez. Kaç yaşında gösteriyorsam, o kadarım işte!” diye kestirip attı.
Hiç evlenmemiş Harry Love.
“Neden şimdiye kadar evlenmediğimi soran arkadaşlara, ‘Şanslı olduğum için,’ diyorum.
Aslında alkolikler nasıl içkiden kendilerini alamazlarsa, ben de çalışmaktan kendimi alamıyorum.
Bu yüzden evlenmeye vaktim olmadı. Pek de arzu etmedim herhalde.”
16 yaşındayken çizgi-film işinde çalışmaya başlamış:
“New York’da doğdum.
8 çocuğun en küçüğüydüm.
Ailem çok yoksuldu.
Bu yüzden liseyi bitiremeden çalışma hayatına atılmak zorunda kaldım.
Resme yeteneğim olduğunu biliyordum, çünkü okuldaki yarışmalarda dereceler almıştım.
Bir çizgi-film stüdyosuna başvurdum.
Animasyon hakkında hiç bir şey bilmiyordum o zamanlar.
Stüdyo şefi herhangi bir güzel sanatlar okuluna gidip gitmediğimi sordu.
Gitmediğimi öğrenince, ‘Güzel resim çiziyorsun, ama animatör olmak için insan vücudunu iyice etüd etmiş olman gerekir,’ dedi.
Ben de param olmadığını, okula gidemeyeceğimi söyledim ona.
Ne var ki bu konuşmadan sonra New York Industry School of Art’da bir burs kazandım.
Böylece gündüz şirkette getir-götür işlerinde çalışırken, gece okula giderek eğitimimi sürdürdüm.
Hafta sonları da animasyon çalışıyordum.
18 yaşıma geldiğim zaman yapımcılardan biri beni California’ya götürdü.
Columbia film şirketi ile beş yıllık bir anlaşma yaptım; animatör olarak orada yıllarca çalıştım.
Bir gün stüdyonun yazarları grev yaptılar.
Senaryo yazdıracak kimse olmadığından, yöneticiler ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
Bana yazıp yazamayacağımı sordular. Denedim ve Başardım.
Böylece animatörlük ve yönetmenlik işlerine bir de yazarlık eklendi.
Daha sonraki yıllarda başka stüdyolarda da çalışmalarımı sürdürdüm.”
Pek çok filmin yanısıra, ülkemizde de çok sevilen Pembe Panter dizilerinde yapım yönetmeni olarak çalıştı Harry Love.
De Patie-Freleng Stüdyosu’nda, Peter Sellers’in Pembe Panter filmi için bir jenerik hazırlamıştık çizgi-film olarak.
Ancak jenerikteki Pembe Panter tipi öyle tutuldu ki, bunu bir dizi yapmaya karar verdik.
Daha sonraki Pembe Panter filmlerinin jeneriklerini İngiltere’de Richard Williams yaptı.”
Harry Love çizgi-film çalışmaları yapmak üzere Münih’e ve Tokyo’ya da davet edilmiş.
“Yolculuktan nefret ederim. Ama gittim.
Almanya’da işim bittikten sonra Tokyo’da 3 ay kaldım ve buraya döndüm.”
Harry Love ile birlikte Hanna-Barbera Stüdyosu’nu geziyoruz.
Çok büyük binalar, uzun geniş koridorlar... Odalar, odalar.
Ve harıl harıl çalışan yüzlerce insan.
Burası bende, sanat yapılan bir stüdyodan çok, çizgi-film üretilen bir fabrika izlenimi uyandırdı.
Sıkı bir düzen içinde, değişik bölümlerde çalışan insanlar, makina gibi, kendilerine verilen görevi yapıyorlar.
Filmin bütününden pek haberleri yok.
Tıpkı bir otomobil fabrikasında her işçinin zincirin bir halkasını yapmakla sorumlu olması gibi.
Film yönetmenlerinin bile yalnızca kendi yaptıkları film hakkında tam bilgileri var.
Öteki bölümlerde ne olup bittiğini bilmiyorlar.
Belki de aynı anda bir sürü filmin yapıldığı, içinde değişik işlerde çalışan yüzlerce insanı olan böyle bir yerde doğal bir durum bu.
Filmler o kadar hızlı üretiliyor ki, başka yerlerde çalışıp da ek gelir kazanmak için yalnız hafta sonları burada boyama işlerinde de çalışanlar bile olduğunu duydum.
Stüdyoda eğitim çalışmaları
“Sürekli yeni animatörlere gereksinim vardı,” diyor Harry Love.
“Sonunda Hanna-Barbera Stüdyosu hevesli gençlere bir kurs açmaya karar verdi bir kaç yıl önce.
Ben de kurs hocası oldum.
Eğittiğim 400 öğrenciden 300’den fazlası 2,5 yılda animatör olarak yetişti ve iş hayatına atıldı.
Bu konuda rekor kırmış sayıyorum kendimi.
Hocalık konusunda pek pratik yöntemlerim vardı.
Gençlere derdim ki:
‘Bakın çocuklar, hayatınızı kazanmayı öğrenmelisiniz.
En alt basamaktan başlayacaksınız ve çalışarak tecrübe kazanacaksınız.
Üniversiteler size 4 yıl animasyon, montaj, yazarlık, müzik, vb. öğretirler ama bu yeterli değildir.’
Buraya sık sık animasyon öğrenimi yapıp mezun olmuş gençler başvururlar.
Her şeyi çok iyi bildiklerini sanırlar.
Yaptıkları filmleri gösterirler.
Berbattır çoğu.
Bazen sorarım onlara:
‘Bir figürü yürütebilir misin?’
Cevap: ‘Hayır.’
Oysa animasyonun alfabesi bu.
‘Peki sen ne olmak istiyorsun burada?’
‘Filmimi gördün ya.’
‘İyi ama, animatör mü, yönetmen mi, ne olmak istiyorsun?’
Cevap: ‘Her şeyi yapabilirim ben!’
‘Sen aslında yapımcı olmak istiyorsun galiba.’
‘Evet.’
‘Anlıyorum.
Ne var ki burada iki yapımcı var: Hanna ve Barbera.
Kendilerine ortak aradıklarını da sanmıyorum!’
Böyle alaylı davranmak belki biraz sert kaçıyor, ancak şuna inanıyorum ben:
Eğer öğrenciye ara çizimler yapmayı öğretirsen ve sonra en alt basamaktan işe alırsan, çalışarak bu işi daha sağlıklı öğrenir.
Yardımcı animatörlüğe, daha sonra da animatörlüğe sağlam bir biçimde yükselir; eğer yeteneği varsa tabii.
Pratik uygulama olmadan animasyon öğrenilemez bence.”
Demet Değer İnanç | sanat olayı - Sayı: 10 - Ekim 1981