“Bu eser bir önsözdür. Bu, başka bir eserin önsözü değildir, aksine, sizin yaptıklarınızın, yapıyor olduklarınızın ve yapacak olacaklarınızın bir önsözüdür. Konu sizsiniz. Bu eser, bu konuya bir önsözdür. Bu aynı zamanda tüm diğer önsözler için de bir önsözdür. Bu eser evrensel bir tiyatrodur. Yakında hareketlenmeye başlayacaksınız. Alkış için kendinizi hazırlayacaksınız. Ama, önce sövüleceksiniz.”
Kenter Tiyatrosu’nun altlı-üstlü seyircilere ait bölümü, Türk ve Alman tiyatroseverler tarafından hıncahınç doldurulmuştu.
Yukarıdaki pasaj kendilerine okunduğunda ne şaşırdılar, ne de gocundular.
Onlar sövüleceklerini biliyorlardı; çünkü kalkıp geldikleri oyunun adı bile bunu anlatmaya yeterdi: “Seyirciye Sövgü”.
1966 yılında genç bir beat ozanı olan Peter Handke, “Seyirciye Sövgü” (Publikumsbeschimpfung) adlı eserini ilk kez sahnelediğinde, bu, kimi için “amacına ulaşmış bir espri”, kimi için de “skandal” olarak nitelendirildi. Tiyatroya karşı bir oyun, seyirciye karşı bir oyundu sergilenen...
Prömiyerden sonra geçen üç yılın sonunda Handke, oyunun tüm haklarını geri almıştı. Çünkü ona göre oyun, görevini tamamlamış, artık getireceği bir yeniliği de kalmamıştı. Oysa Frankfurt’taki OFF-TAT Tiyatrosu’nun yönetmeni ve oyuncuları hiç de aynı fikirde değiller. Yönetmen Brigitta Linde, içinde bulunduğumuz yılın başında oyunu baştan sona yeni bir anlayışla tekrar yazdı ve sözlerin anlamlarına, cümle ve sesler üzerindeki cambazlığı da ekledi. İlk sahnelendiğinde yer alan dört erkeğin yerini şimdi dört kadın almıştı ve oyun, “dört ses için kuartet” haline dönüşmüştü. Önce Almanya’da verilen temsiller yerini yurt dışı turnelere bırakınca, Hollanda’dan sonra İstanbullu ve Ankaralılar da bu ilginç oyundan paylarını aldı. Oyunların Almanca sahnelenmesi, kuşkusuz bir seyirci elenmesi gerçeğini yaşattı. Ancak Almanca bilen Türklerle, Türkiye’de yaşayan Almanların sınırlı sayıdaki oyunları kapalı gişe oynatmaları da, oyunun başarısını kanıtlamış oldu.
OYUN BAŞLIYOR
Duvarda, beat modasına uygun tarzda saçları uzun bir erkeğin resmi ve yerde dört boş iskemlenin yer aldığı sahnede, sessizliği, nereden geldiği anlaşılamayan gizemli bir sesin yaptığı açılış konuşması bozuyor. Konuşma bittiğinde oyuncular tek tek gelip iskemlelerin üzerine oturuyorlar. Her birinin elinde oyunun metni, sırayla okumaya başlıyorlar. Metin, Handke’nin metni. Ancak biri, bir cümleyi okuyor, diğeri o cümleyi tersyüz ediyor, bir sonraki aynı cümleyi adeta küçük moleküllere ayırıyor, nihayet o cümleyle işleri bittiğinde, yeni bir cümleye sıra geliyor. Seyircinin karşısında dört usta konuşmacı duruyordu. Gisela E. Marx “ciddi”yi, hamile olduğu halde en enerjikleri olan Barbara Englert “asi”yi, en yaşlıları olan Ursula Lillig “kalender”i, sesler üzerinde en yeteneklileri olan Angelika Sieburg da “nazenin”i, okudukları cümlelere ruh olarak katıyor, cümlelerin sonunda da öksürük, aksırık, hıçkırık gibi seslerden çok sesli bir müzik oluşturuyorlardı. Oyunculara göre, oyunun belirli bir mesajı yoktu. Ama yine de seyirciler cümlelerden bazılarını kendileri için verilmiş bir mesaj olarak algıladılarsa da, oyuncular için bunun da sakıncası yoktu. Yönetmen Linde’ye göre meydan okuyan bir politik amaçları da yoktu. Olsa olsa politik kışkırtıcılık yapıyorlardı. Brecht’in yabancılaştırma öğesini seve seve kullanıyorlardı, ancak onun verdiği mesajlara karşılık, bunların öyle bir istekleri yoktu.
Onlar seyirciye şöyle hitap ediyorlardı:
“Siz bir şey beklediniz. Siz belki biraz değişik bir şey beklediniz. Siz konular beklediniz. Siz konular beklemediniz. Ne olursa olsun siz bir şeyler beklediniz. Olsa olsa burada duymuş olduklarınızı beklediniz. Ama bu durumda da daha değişik bir şey beklediniz” (...) “Siz sövüleceksiniz, çünkü sövgü de sizinle iletişim içine girebileceğimiz bir yoldur. Size sövdüğümüz için bizi yalnızca dinlemeyecek, söylediklerimize kulak asacaksınız. Şimdi sizin ihtiyaç duyduğunuz azar niteliğindeki sözlere ihtiyacımız var. Biz bu azar niteliğindeki sözlerle konuşacağız. Kimseyi hedef almayacağız. Biz yalnızca seslerden oluşan bir resim yaratacağız.”
Ve onlar seyirciye şöyle sövüyorlardı:
“Siz bozguncular, siz revizyonistler, siz militaristler, siz pasifistler, siz faşistler, siz entelektüeller, siz nihilistler,
siz ferdiyetçiler, siz ortaklaşacılar, siz politikaca reşit olmayanlar, siz entrikacılar, siz domuz yemleri, siz cimriler, siz dilenciler...”
Serpil Özkaynak | Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 206 - 15 Aralık 1988