Tarihsel kalıntılar bakımından büyük zenginlikler taşıyan ülkemizde, Avrupa ile Asya’yı, Marmara ile Karadeniz’i birleştiren İstanbul ve yöresinin kültür, sanat ve arkeoloji değerlerini çok yoğun biçimde saklaması bakımından önemli bir yeri vardır. Kuruluşu İ.Ö. 3 bin yıllarına varan Eski Çağ kenti Byzantion’dan bu yana çeşitli soyların, ulusların ve uygarlığın geçit yeri, yerleşme ve kaynaşma alanı olmuştur İstanbul ve çevresi. Gazetelerde sık sık görülen ve temel kazılarında rastlantı sonucu ele geçen kalıntıları duyuran haberler, üzerinde yaşadığımız toprakların yüzyıllar boyunca üst üste yığılmış uygarlık birikimlerini, birbirini etkilemiş sanat deneyimlerini vurgulamaktadır.
İstanbul Arkeoloji Müzesi bahçesinin bir köşesinde, 25 Temmuz’da açılan ve Eylül sonuna dek sürecek bir açık hava sergisinde son on beş yıl içinde İstanbul il sınırları içindeki temel kazılarda ele geçen yüzlerce buluntudan derlenmiş elli yapıt tanıtılmakta. Sergilenen kalıntılar sistemli ve arkeolojik amaçlı kazılar dışında bütünüyle rastlantı sonucu ele geçmiş buluntulardan oluşuyor.
Batı’da Silivri ve Çatalca’ya, Kuzey’de Kilyos ve Şile’ye, Doğu’da Tuzla ve Güney’de Yalova’ya kadar uzanan çok geniş bir alanı kapsayan İstanbul il sınırlarında genellikle Helenistik Çağ, Roma ve Bizans dönemi kalıntılarına rastlanmaktadır.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde görevli klasik bölüm uzmanları Gülay Tigrel, Şehrazat Karagöz ve klasik epigraf Mustafa Sayar’ın hazırladıkları sergide buluntular konularına göre sıralanmış.
İlk bölümde yer alan Roma ve Bizans döneminden kalmış heykel örneklerinde 2. - 11. yüzyıllar arasında heykel sanatının günlük yaşamdaki yaygınlığı gösterilmesi yanısıra bu sanat dalında Eski Çağ geleneklerinin izleri ve mitolojik Kült’ün (culte) sürdüğü belgeleniyor.
- Hipodrom’da İbrahim Paşa Sarayı (şimdiki Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) temel kazılarında çıkan Pan ve Daphnis figürlü heykel grubu (Roma, 2. yüzyıl),
- Topkapı Sarayı, Marmara surları içindeki kesimde bulunan yarı giyimli Tanrıça Afrodites (Roma, 2. 3. yüzyıl) heykeliyle,
- Silivri yakınında ele geçen yapıtlar arasında İmparator Theodosius’un, Beyazıt’ta diktirdiği kabartmalı mermer bir sütun parçasını da (4. yüzyıl sonu) anmalıyız.
- Erken Bizans döneminden kalmış mermerden hayvan kabartmalı bir vaiz kürsüsü korkuluğu (ambon),
- mermer bir sütundan oyularak yapılmış aslan başlı bir yağmur oluğu ve
- niş içinde duran aziz kabartmasından bir parça ile bir tören sahnesini betimleyen çok figürlü kabartmalar Romalılar Çağı’ndan gelen heykel geleneğinin Bizans’ta dinsel bir içerikle birleştiğini gösteriyor.
Bilindiği gibi, Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması üzerine, İmparator Constantinus, Eski Çağ Byzantion’unu başkent yapmış ve burayı yeni bir Roma’ya dönüştürmek amacıyla, 325 yılında kenti yeniden kurmaya başlamıştı. Klasik dönem, Eski Roma ve Yunan Çağı sanat anlayışlarının özelliklerini sürdüren Bizans yontularında tutkular ve coşkuların anlatımının yanısıra büyüklük, zenginlik duygusunu uyandırmayı öngören aşırı süslemeye de gidilmiştir. Serginin ikinci bölümünde Helenistik Çağ, Roma, Bizans ve Latin mezar taşlarıyla lâhitler yer alıyor. Kadıköy, Osmanağa’da bulunmuş yazıtlı bir mermer blok (I.Ö. 3. yüzyıl), kabartmalı bir mezar taşı (İ.Ö. 2. yüzyıl) ve bir cenaze törenini betimleyen mezar taşları ile Acıbadem’de ele geçen Romalı bir asker için yontulmuş Latince yazıtlı aynı türden bir taş, Yalova’nın, Kirazlı Köyü’nde bulunmuş Grekçe yazıtlı sunak biçiminde başka bir mezar taşı form güzelliği ve özeni yanında o dönemin inanç ve geleneklerini belirtmesi bakımından ilgiye değer.
MEZAR TAŞLARI
Byzantion Kolonisi’nin tipik mezar taşlarında genellikle cenaze şölenini betimleyen kabartmalar işleniyor. İ.Ö. 2. yüzyılda yontulmuş bir Helenistik mezar taşında sedir üzerinde yatan bir erkek, solda oturan karısına çelenk uzatıyor. Arkada eşyaların durduğu raf, önde şölen masası ve küçük boyda hizmetçiler görülüyor. Roma döneminden kalmış başka bir cenaze şöleni kabartmalı mezar taşında ise altta yer alan çift öküz koşulu saban motifiyle, ölen kişinin çiftçi olduğu simgelenmiş. Cenaze töreni sahneleri 5. ve 6. yüzyıllarda yapılmış sunak biçimindeki Bizans mezar taşlarına kadar sürdürülmüş. Hıristiyanlığın geliştiği dönemde ise bu tür taşlar haç motifli ya da haç biçimli yazıtlara dönüşüyor.
Anadolu’nun, Roma Çağı atölyelerinde 3. yüzyılda yapılmış sütunlu bir lâhit parçası ise, o dönemde heykel sanatının yaygın biçimde uygulandığını göstermekte. Çok sayıda yapılan bu nitelikli lâhitlerde, ölünün evi olarak düşünülen tekneyi sütunlu bir mimari ünite çevreler ve sütunlar arasında Antik Çağ uzantısı figürler yer alırdı. 10. - 11. yüzyıl Bizans döneminden kalmış başka bir sütunlu lähit ise, bu tür yapıtların oldukça yalınlaştırılarak şematik duruma getirildiğini örnekliyor.
1204 yılında 4. Haçlı Seferi’nde İstanbul, Latin yayılmasına uğramış ve Latin’ler, Galata’ya yerleşmişti.
Galata’da, Arap Camisi’nin kazısından çıkarılan bir mezar taşı parçasına kazınmış Latin armasında bu dönem belgelenmiş.
SÜTUN BAŞLARI
Serginin bir bölümünde ise, Bizans sütun başlıklarından örnekler sıralanıyor. Bizans sanatının en görkemli dönemi olan 6. yüzyılda sütun başlıkları genellikle yaprak, üzüm, kartal, koç başları gibi bitki ve hayvan motifleriyle bezenmiştir. Bu kare kesitli ve alçak başlıklar kemer taşıyan sütunlar üzerine oturtulduğundan kemeraltı başlığı adını alır.
İnce uzun yaprak dilimleri, hayvan ve bitki motifleriyle bezenmiş bu sütun başlıkları arasında,
- ön yüzünde Bizans İmparatoriçesi Ariadne’nin,
- arka yüzünde Kader Tanrıçası Tyhe’nin kabartma başı ile
- Deniz Tanrıçası Okeanus’a ait olduğu sanılan dört köşesinde yaprak saçlı erkek maskesinin bulunduğu bir sütun başlığı ve
- Korint başlıklı başka bir sütuncuk Antik Çağ sanat geleneklerinin 6. yüzyıl Bizans sanatında da sürdüğünü kanıtlıyor.
MOZAİKLER
Önceleri kiliselerin kubbe kemerlerini bezemek amacıyla kullanılan mozaikler, Bizans sanatında öteki dünyanın gizlerini anlatmaya yarayan bir araç sayılmıştır. Sonraları, özellikle İncil’deki öykülerin resimlendirilmesinde çok duygulanan bir yöntem oldu. Duvar ressamlarının elinde ise mozaik tarihsel konular, mitolojik simgelerden çok daha gerçekçi bir anlatım kazandı. Sergilenen buluntular arasında Sağmalcılar, Esenköy’de ele geçen taban mozaiklerinden altı parça 5. yüzyıl Bizans mozaik sanatını örnekliyor. Çeşitli kuşlar, asma dalları ve bitki motifleriyle bezenmiş bu mozaik kalıntılarında gizemli bir dünyadan çok bir yeryüzü cennetinin gerçekçi, doğal motifleri çeşitleniyor.
İKİ YAZIT
Arkeoloji Müzesi bahçesindeki sergi Roma ve Bizans döneminden kalmış iki yazıtla sona eriyor. Bunlardan bir süvari okulunu bitiren gençlerin ad kütüğü olarak hazırlanmış ayak tasvirli ve yazıtlı büyük mermer levha üzerinde gençlerin adları, ayakların içine kazınmış. Yalova, Karakilise’den çıkarılan öteki Grekçe yazıt ise, İmparator Constantinus ve annesi tarafından iki yer arasındaki sınırın belirlenmesi için 797 yılında yaptırılmış.
Son on beş yıllık temel kazılarında ele geçen buluntulardan oluşturulan sergi, yakın dönemde yoğun bir kentleşmeye sahne olan İstanbul’un yapı eylemlerinde rastlanacak antik buluntuların müzeye maledilmesi yolunda halkı uyarıyor.
İstanbul’da ilk kez düzenlenen bu tür serginin amacını Müze Müdürü Dr. Nuşin Asgari şöyle özetledi:
“30 Eylül’e dek sürecek sergimizin en anlamlı yanı halkımızın yardımı ile gerçekleştirilmiş olması.
Amacımız ise İstanbullulara üstünde yaşadıkları kentin temellerinden neler çıkabileceğini göstermek.
Bu konuda bilinçlendirmek ve bize yardım etmeleri için kamuoyunu genişletmek.”
Müze yetkilileri “yapı temelinizi kazdırırken ya da tarlanızı sürerken karşılaşabileceğiniz eski eseri” İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne bildirerek, kendilerine yardımcı olunmasını bekliyorlar.
Ahmet Köksal | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 103 - 1 Eylül 1984