“Şiir türkü söyleyen dildir.”
Bu yüzden Aragon: “Canımı alabilirler ama türkümü susturamazlar” der. Öyle ya, hangi güç susturabilir şiiri? İnsanoğlu yüzyıllardan beri tüm güçlüklere, baskılara karşın, yaşamını türkülüyor, sazıyla sözüyle varlığını sürdürüyor. Ölüsünün başında ağıt yakıyor, zalimin karşısında başkaldırı, bebesinin başında sevgi, umut türküleri söylüyor. Özlemlerini, direncini, canini koyuyor türkülerine...
“Anadolu insanını anlamak, tanımak türkülerini anlamakla, tanımakla olur" (Eyüboğlu).
Dilden dile, telden tele geçen o türkülerde dile getirilenler, yazılmamış tarihimizdir, gerçek tarihimizdir bizim. Türkülerle ağlamış gülmüş, türkülerle ulaştırmışız geleceğe en güzel sözü. Baskı, sömürü arttıkça, yasa koyucular insana dünyayı zindan etmeye kalkıştıkça, bilinen bilinmeyen ozanlarımızla şiirlerimiz, türkülerimizle “Ferman padişahin dağlar bizimdir” demişiz, Bolu beylerine meydan okumuşuz.
Anadolu'da dirlik savaşı haksızlığa sömürüye karşı savaş, kendi boyutlarında her sürmüş “kısa çöpün uzun çöpten hakkını alması” hakça, insanca yaşama, iç barışı gerçekleştirme savaşı durur mu hiç?
Bu savaşımı halkın yaratılarıyla sergileyen, belgeleyen yaman bir araştırma ürünü var elimizde, on iki yıl süren bir çalışmanın ürünü: “Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri” (İnceleme/Antoloji - Mehmet Bayrak, Yorum Yayınları: 4 Ankara, büyük boy, 386 sayfa)
Değerli araştırmacımızın bu yapıtı, Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin 1980 inceleme araştırma ödülünü kazanmış.
“Yurtta barış, dünyada barış” diyoruz.
Barış, özgürce düşünmenin yeteneklerimizi geliştirip insanca yaşamanın ön koşulu, demokrasi de yurtta barışın ön koşulu.
Çünkü Reha İsvan'ın bir konuşmasında vurguladığı gibi:
“Sindirilmiş, özgün kişiliği köreltilip, egemen zihniyetin tek tip birimine dönüştürülmüş insanlar önce kendilerine, kendi onurlarına saygıyı yitirir. Bu hale gelmiş insan hemcinslerine, dünyaya, doğaya, topluma, hatta yaşama yabancılaşır. Moral gücünü yitirmiş insan, depolitize olmuş insandır. Depolitize insanın artık doğa üstünde etkinliği, toplum yaşamına katkısı, ülkesini, dünyayı yönlendirmede bir iddiası kalmamıştır?” (Dönemeç, Eylül 1986, Dikili Barış Paneli konuşması)
Mehmet Bayrak'ın hazırladığı yapıt, Anadolu insanının haksızlıklara, baskıya dayanamadığını,
döneminin koşullarına göre toplum yaşamında etkili olmaya çalıştığını, eşkıya türküleriyle sergiliyor.
Elbet eşkıyalık bir çıkar yol değil, ama gene de ezgiyle bir başkaldırı...
“Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı” düzenine karşı bir savaşım.
Önsöz''de şöyle deniyor:
“Çalışmamızın omurgasını oluşturan ‘eşkıyalık’ ya da daha doğrusu bir söyleyişle ‘başkaldırı’ doğası gereği isyan, kan, gözyaşı, türkü ve ağıtla içiçedir. Nitelik ve nicelikçe büyük hareketler olmadıkları için kısa vadede başarı kazansalar da, uzun vadede örgütlü güçler karşısında yenik düşmeye mahkûmdurlar. Ancak örgütlü kitle hareketlerine kazanıldıkları zaman kalıcı ve etkili olabilirler.”
Yapıt,
- “Halk şiirinde Toplumsal Olaylar ve Başkaldırmalar” (inceleme),
- “Başkaldırı ve Eşkıya Türküleri” (Antoloji) olmak üzere iki ana bölümden oluşuyor.
İnceleme bölümünde, Osmanlı döneminde ortaya çıkan başkal diri olaylarının maddi ve kültürel temelleri açıklanmakta, olayların halk edebiyatına yansıması verilmektedir. Bu amaçla “askerlikten vergiye üretim ilişkilerine dek çeşitli toplumsal olgulara; en basit bireysel eşkıyalıktan toplumsal halk hareketlerine ve protestolara; demokratik halk türkülerinden işçi şarkılarına dek çeşitli şiir, türkü, ağıt ve destanlara yer verilmiştir.”
“Antoloji” bölümünde çeşitli yörelerin yaklaşık 300 başkaldırı eşkıya türküsü, ağıdı, öyküleriyle veriliyor.
Bunların pek çoğunun ilk kez yayımlandığını öğreniyoruz.
- “Toplumcu Yazar ve Sanatçılarda Eşkıyalık” ile,
- “Toplumcu Ozanlarda Eşkıya” ve
- “Eşkıya Türküleri” bölümleri, konuya değişik boyutlarda aydınlık getirmektedir.
Düzcesi “Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri” büyük bir emek ürünü, halkımızı, halk şiirimizdeki ve türkülerimizdeki demokratik ve toplumcu özü daha iyi tanımak isteyenlerin güvenle başvurabilecekleri övgüye değer bir yapıt.
Türkü denir de, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun “Türküler Dolusu” adlı şiiri düşmez mi akla?
“Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana südü gibi candan
Ana südü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz
Ah bu türküler köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemeni...”
Eh, dünya barış yılında biz de türkülerden soralım halkımızın savaşlardan neler çektiğini, gencimizin kocamızın barış özlemlerini...
Yazdığı, çevirdiği, derleyip basıma hazırladığı kitapların sayısı altmışı geçen eleştirmenimiz Asım Bezirci "Halkımızın Diliyle Barış Şiirleri"nde bir güzel ortaya koymuş halkımızın “ahvalini”. Yapıt, “inceleme” ve “Derleme” bölümlerinden oluşuyor. Bezirci önce “savaş”ın ve ''barış''ın ne olduğu konusunda gözümüzü açıcı bilgiler veriyor.
İnsanlar yüzyıllardan beri savaşıyor, dünyayı kana boyuyor. Temel neden ekonomik. Dünya ağaları yaşamın balını, kaymağını yemek için yakıyor, yıkıyor, öldürüyor. Sömürüye karşı çıkan, bağımsızlığını kazanmaya çalışanlar da var, onlarınki kurtuluş savaşları, haklı savaşlar. Atom bombasından sonra savaşlar, tüm insanlık için ölüm kalım sorunu. Dendiğine göre nükleer savaş 8 dakika sürecek, depolanmış 20.000 nükleer füzeden yalnızca 200'ü dünyayı yok edebilecektir.
Savaşlar belli kesimleri semirtiyor zenginlik, şan, rütbe getiriyor onlara, halklara da ölüm, yoksulluk acı...

Yapıtın ilk bölümünde Bezirci, ayrıca Osmanlı İmparatorluğu ile Cumhuriyet döneminde barışın tarihçesi, ürünlere yansıması üzerinde durarak sözünü şöyle bağlıyor:
“Osmanlı döneminde barışçılık, daha çok savaşın doğurduğu acıları yansıtma biçiminde ortaya konurdu. Şimdiyse, savaşın kötülükleri yanında, barışın gerekliliği ve yararlılığı ile insan hak ve özgürlüklerine bağlılığı da ortaya konuyor. Ayrıca, savaşın kime yarar ve kime zarar sağladığı da açığa vuruluyor. Böylece, barışçılık gitgide düşünsel bir temel ve siyasal bir boyut kazanıyor.”
Halkımızın diliyle barış şiirleri, “Derleme” bölümünde:
Kanuni Sultan Süleyman döneminden günümüze değin söylenmiş ağıtlar, türküler, destanlar bunlar...
87 türkü ve destan...
Ayrıca yedi âşığın 15 şiiri de eklenmiş sona.
“Gayri bunlar olmamalı” diyor kitabı bitiren,
“analar ağlamamalı, gelinler yollara bakmamalı, çocuklar öksüz yetim kalmamalı...
Savaşların kökü kazınması için herkes elinden geleni yapmalı.”
Ellerine sağlık, Asım Bezirci'nin.
Yurtta barış, dünyada barış demişiz Atatürk'le. Halkımız da sesini yükseltmiş türkülerle...
Ya sanatçıların dedikleri? Ürünleri, eylemleriyle onlar da barıştan yana.
Bu konuda Dönemeç dergisinin “Sanat ve Barış Özel Sayısı” ayrıca ilgi çekiciydi (Eylül 1986 Sayı: 72).
Bir de soruşturma açılmıştı sanatın “barış”a katkıları konusunda.
Aşağıdaki düşünceler o soruşturma yanıtlarından seçildi:
“Genellikle bütün sanatların, ama en belirgin anlatı sanatı olduğu için özellikle yazın'ın savaşa karşı olması, kendi özünden, doğasından gelir. Çünkü yazın, bize bizi tanıtır ve tanıtarak sevdirir. İnsanı insana, toplumu topluma, halkı halka, ulusu ulusa sevdiren sanat böylece kendiliğinden savaşa karşı çıkmış olur. Sanat yapıtını yaratan sanatçı da, çok doğal olarak barışa hizmet etmiş olur.”
(Aziz Nesin)
“Sanat insandan yanadır. Barış da öyle... Dünya yazınında, sanatlarında sanatçı; her zaman, her çağda sorumluluğunu ortaya koymuştur. Ne yazık ki savaşlar karşısında etkili olamamıştır.”
(Samim Kocagöz)
“Savaşçılar daha çok sanat yapıtlarından uzak kalmış kişilerdir. Onlar hem insanı, hem insanın en insan yanı olan sanatı sevememişlerdir. Kolaylıkla yaralayabilir, öldürebilirler. Barışçı bir dünya isteniyorsa, sanatsal etkinlikleri insanların yaşamına daha büyük oranlarla sokmak gerekiyor.”
(Talip Apaydın)
“Sanatçı eserlerinde bu acı gerçekleri yansıtarak -savaşa karşı- insanların bilinçlenmesine katkıda bulunabilir. Bir yandan savaşın kimlerin işine yaradığını ve kimlere zarar verdiğini açıklarken, öbür yandan barışın gerekliliğini ve güzelliğini anlatabilir. Saldırganlığa, Irkçılığa, emperyalizme, militarizme, şovenizme karşı insanlar arasında sevgi kardeşlik ve dayanışma düşüncesinin yerleşip yayılmasına yardim edebilir.”
(Asım Bezirci)
“Sanatçı, duyarlı bir sorumlulukla savaşa karşı olmalı ve görüşünü yarattığı sanat yapıtında herkese açıklamalıdır. Ama, etkili olacağı ve savaşları önleyeceği söz konusu edilemez.”
(Muzaffer Uyguner)
“Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm” yok edilince varacağız barışa... Bunun gereğini anlatacak elbet sanatçı. Ama asıl zafer bunu öteki insanların da duyması... Sanatçı bu arada marş yazmasın yeter.”
(Sennur Sezer)
Mehmet Başaran | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 156 - 15 Kasım 1986