
Ben kimim?
Avrupa karşısında tavrım ne olacak?
İslâm dünyasının gelenekleri ve kurumları ile bağlarımı sürdürecek miyim?
Dil bilincimi besleyen kaynaklar nedir? Ne olmalıdır?
Hangi tarihsel nedenlerle küçülerek, azalarak batili parababalarının etki alanlarına girdik?
Özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı-Türk okumuşlarının bu sorunlardan kaynaklanan sorulara yanıt aradıklarını görüyoruz.
Günümüz aydını daha önce edindiği bilgileri doğrulama çabası ile mi bakacak bu yüzyılları kapsayan uzun döneme?
Yoksa bu tarihsel sürece özgü doğruları mı aramayı amaçlayacak?
Birinci yolu tutmakla kalıplaşmaya sapılacağı,
ikinci yolu tutmakla bilimin besleneceği bugün artık daha iyi biliniyor.
Yaşadığımız son yirmi yılın düşün hareketlerini toptan etkileyen bu yaklaşım farklılığının yarattığı çatışkılardı bence. Sonuçta çağdaşlaşma sürecinin kaçınılmaz bunalımlarını en az acı ile, en az yıkımla ve temel doğrulara ters düşmeden geçme evresinde bilim, tarihsel bilgi yöntemlerinden soyutlandı.
Aykırı güçler, tarih söz konusu olunca, “belli bir zaman dilimi içinde belli olayların nasıl ortaya çıktığı, hangi ana gelişme evrelerinden geçtiği ve kendi gelişmesi açısından bugün hangi duruma geldiğini incelemek gerektiği” biçimindeki ilkeyi gözardı etmeyi başardılar.
Artık bu tehlikeden korunmanın bir yolu da, tarihsel doğruların yüzeyselleştirilmesi, bugünü görmemize yardımcı olacak gerçekler den soyutlandırılması karşısında uyanık bulunmaktır.
Yadsımacılara özgü yaklaşımla kimi tarihsel doğruları örnekleyerek konuşalım:
”Ali Suavi sarıklıdır. Namık Kemal mason. Hem de yaşamının son yıllarında Abdülhamid’e methiye yazmıştır.
Ahmet Vefik Paşa Kızıl Sultana sadrazamlık ve maarif nazırlığı etmiştir.
Beşir Fuat, sonunda kendini öldürmeye kadar giden bir ruh hastasıdır.
Mehmet Akif ittihatçıdır. Enver Paşa kafasına uyup “Berlin Hâtıraları”nda Alman emperyalizmine alkış tutar.
Tevfik Fikret, kendi kendisiyle bile anlaşma olanağı bulamayan bir marazidir.”
Tarihsel doğruların yüzeyselleştirilmesi budur işte...
Eskiye doğru gidilip günümüze doğru gelindikçe örnekler çoğaltılabilir.
Bu yola düştünüz mü, her şey gerçeğin aldatmacaya dönüşmesine yardımcı olmaya başlar tezgahınızda.
Gerçeği aramak bu değildir.
Gerçeği aramak, Ali Suavi’nin sarığına karşın, daha ileri bir toplum için düze çıkacak yolun dönemeçlerini geçerken bugüne ne bıraktığını araştırmaktır.
Namık Kemal’in mason locasına girdiğini, ya da Abdülhamid’e methiyye yazdığını göstermenin yanısıra, endüstrileşmiş ülkelerin İmparatorluğun yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip çıktıkları aşamada, “Bırak yapsın Bırak geçsin” öğretisini kötülük kaynağı olarak nitelediğini göz önünde tutarak bugüne ne bıraktığını araştırmaktır.
Genç Nazım Hikmet, Resimli Ay dergisinde “Putları Devirelim” coşkusu ile Abdülhak Hâmid’lerin, Yakup Kadri’lerin, Mehmet Emin (Yurdakul)’lerin, Ahmet Haşim’lerin üstüne yürümek istemişti. Kırkını geçtikten sonra mektuplarında Mehmet Emin’i yadsımakta hata ettiklerini yazar. Kuşkusuz gene Reji İdaresi’nde çalıştığını bile bile Haşim’i şiirimizin büyük teyzesi olarak niteler.
Onca eleştiriye, özeleştiriye karşın kırkını çoktan geçmiş kimi aydınlar görüyoruz yadsıma yolu ile tarihin mangallarında kül bırakmayacaklarını sanıyorlar.
Aydının tarihe bakışında öznelliğin getireceği tehlikenin, günümüze bakışındaki tutarsızlıkların getireceği tehlikeden daha az olmadığını gene anlamıyacak mıyız...
Şükran Kurdakul | sanat olayı - Sayı: 17 - Mayıs 1982
_____________________________________________________________________________________________________
Sanat Olayı’nın geçen sayısındaki yazım “Aydının Tarihe Bakışı - Günümüze Bakışı” adını taşıyordu. Kimi tarihsel doğruların yüzeyselleştirilerek gerçeğin aldatmacaya dönüştürülmesi çabalarının yadsımacılık olduğunu anlatmaya çalışmıştım o yazıda. Adını andığım kişiler Ali Suavi, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Beşir Fuat vb. günah ve sevaplarıyla tarihe mal olmuş düşün ve sanat adamlarıydı. Genç Nazım Hikmet’in “Putları Deviriyoruz” coşkusu ile yazdığı yazıları anarak Resimli Ay dergisinin de sözünü ettim.
Bu dergi de Dergah,
Aydınlık,
Hayat,
Serveti Fünun,
Uyanış vb. gibi 1920’li yılların;
Kadro,
Ülkü,
Ağaç ve Kültür Haftası,
İnsan,
Varlık,
Yeni Edebiyat vb. gibi 30’lu yılların önemli dergilerinden biriydi.
Bu nedenle Şairler ve Yazarlar Sözlüğü’nün “Cumhuriyet Dönemi Düşün ve Sanat Dergileri” bölümünde, değişik eğilimlerin sözcüsü olma savı ile çıkan yüzü aşkın dergi arasında Resimli Ay’a da yer vermiştim.
1920’li, 30’lu yıllarda yayımlanan dergilerin düşün ve edebiyatımızın çağdaş yönelişler kazanmasında gerçekten büyük katkıları vardır.
- Diyelim ki bir Mustafa Şekip (Tunç)’in Bergson’cu felsefe akımını tanıtan yazılarının Dergah dergisine ağırlığını koyduğu söylenebilir, söylenmiştir de. Ama Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in şiirleri, şiirin ve dilimizin sorunları üzerine yazıları, Mehmet Fuat (Köprülü), Abdülhak Şinasi, Ruşen Eşref, Nurullah Ata (Ataç) yazılariyle, Yakup Kadri yazıları, öyküleriyle Dergah, yalnız bu akıma eğilim duyanların değil, çağdaş kültürümüzün dergilerinden biri sayılmalıdır bugün.
- Benzer nedenlerle Marksçı Aydınlık,
- CHP’nin köycülük anlayışının organı sayılabilecek Ülkü,
- idealist felsefeye bağlılıkları ağır basan Ağaç ve Kültür Haftası dergilerini de yalnız akımların değil çağdaş kültürümüzün değerleri olarak kabul etmek zorundayız.
Resimli Ay’a çıktığı dönemin öteki dergilerinden ayıran belirgin nitelikler nelerdir?
Resimli Ay edebiyat dergisi değil,
ama İbnürrefik Ahmet Nuri’nin bir perdelik oyunlarını,
Halide Edib,
Yakup Kadri,
F. Celalettin,
Osman Cemal,
Halikarnas Balıkçısı,
Mahmut Yesari,
Sadri Ertem ve
Sabahattin Ali’nin öykülerini,
Nazım Hikmet,
Nail V.,
İlhami Bekir,
Ercüment Behzat’ın şiirlerini yayımlamıştır.
Sanat dergisi değil,
- ama Muhsin Ertuğrul’un tiyatro yazılarının yanısıra,
- resim, sinema, müzik yazılarına, Anadolu uygarlığını somutlayan arkeolojik buluntulara ilişkin incelemelere yer vermiştir.
- Bedia Muvahhit, Neyyire Neyir, vb. kadın sanatçılar Resimli Ay sayfalarında okurun karşısında görünmüşlerdir.
Toplum bilim dergisi değil ama,
- örneğin Emin Türk (Eliçin)’ün Köyümde Neler Gördüm yazısı ile Kurtuluş Savaşı sonrasının Anadolu gerçeği sergilenmiştir. Bu nedenle de dergi sorumluları ile yazar yargı önüne çıkarılmış, hüküm giymişlerdir.
Eğitim dergisi değil,
- ama “Kızımı AMERİKAN KIZ KOLEJİNE Nasıl verdim, Ne Halde Aldım?”
- ya da “Anneler Babalar Çocuklarınızı Bu Cahil Misyonerlerden Kurtarınız...” (Mayıs 1929) türünden yazılarla yabancıların denetimindeki okulların eğitim sistemleri eleştirilmiştir.
Bir araştırmacı titizliği (ve nesnelliği) ile bakarsanız bu derginin sayfalarına, bir dünya görüşünün sözcülüğünü yakıştırma olanağı vermez size. Ülkeler arasında (Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İngiltere ya da başka bir ülke) yan tuttuğunu söyleme olanağı da vermez.
- Evet, sık sık Nazım Hikmet’in şiirleri çıkar karşımıza.
- Sabiha Zekeriya, çocuk ve kadın sorunlarına değinir, sınıfsal çelişkileri vurgulamaya çalışırken en azından hükümetlere muhalif tavır alır.
- Derginin kimi sayılarında, geniş ölçüde bilgiler resimlerle (Özbekistan Hayatı, Ağustos 1930), “Özbekistan S. S. Cumhuriyetinin içtimai ve iktisadi sahalarda muvaffakiyeti...”
- ...Kimi sayılarında (Teşrinievvel 1930) Azerbaycan’ın “Rus Çarlığı ve İngiliz emperyalizmine uşaklık eden yerli derebeyi ve mütegalli beyi devirerek istiklalini ilan ettiği on sene” içindeki kazanımları anlatılır.
- Zaman zaman A.B.D Cumhurbaşkanlığı ve Amerikan toplumu üzerine yazılar çıkar.
- Yerli ve yabancı iş adamlarının para kazanma serüvenlerini yansıtan röportajların yanısıra şu başlıkta yazılar da görebilirsiniz: “Kapısındaki bayrak ve süngülü neferden gayri Türklükle alakası olmayan bir müessese: Osmanlı Bankası...” (Sayı 4, 1340-1924)
Nedir ki bu tür yazılardan ötürü dergi sosyalist ya da liberal, Sovyet ya da A.B.D. yanlısı sayılamayacağı gibi, “Türkün Bir Asırda Bir Defa Yetiştirdiği Bir Dahi: Ziya Gökalp...” (Sayı 10, 1340-1924) başlıklı yazıya bakarak da Durkheim’ci gibi nitelemeler yakıştırılamaz.
Öyleyse, Şubat 1340-1924 tarihini taşıyan ilk sayısından 36. sayıya değin Mehmet Zekeriya ile eşi Sabiha Zekeriya (Serteller)’nin birlikte yönettikleri, M. Zekeriya’nin İstiklal Mahkemesi’nce tutuklanması üzerine (Şubat 1927), Sabiha Zekeriya’nın çıkardığı Resimli Ay’ın düşün dünyamızdaki yeri nedir?
Şairler ve Yazarlar Sözlüğü’nün dergiler bölümü üzerinde çalışırken yanıt aradım bu soruya.
Doğrusunu isterseniz tam bir karşılık bulamadım.
“Cumhuriyetin ilk yıllarında edebiyat ve öteki sanatların yanısıra coğrafya, tarih, fen bilimlerini de dışlamayan, orta tabakanın okumuş kesimine güncel olayları (spor ve moda dahil), uluslararası gelişmeleri, ülke gerçeklerini yansıtmayı amaçlayan bir dergi” olduğunu söyleyebilirdim belki. Özellikle öykü yazarlarının, şairlerin önemli yerleri göz önünde tutularak derginin edebiyatımıza katkısı da belirtilebilirdi. Ama dünya görüşü ve siyasal bağlanma açısından...
Araştırmacı Çetin Yetkin bu açıdan da bir yargıya varmanın kesinliği ile şu başlığı koyabilmiş Bilim ve Sanat dergisinde çıkan yazısına:
“Türk Basınında Bir Batılılaşma Olayı Daha: Amerikan Kültür Emperyalizminin Bir Organı olarak Resimli Ay Dergisi...” (Mayıs 1982)
Evet evet, yanlış okumadınız.
Şükran Kurdakul | sanat olayı - Sayı: 18 - Haziran 1982