Kuzey Afrika’dan Hindistan’a, Balkanlardan Asya ortalarına kadar yayılan geniş bir coğrafya kesiminde etkinlik gösteren İslâm sanatları Emevi, Abbasi, Timurlu, İlhanlılar’dan Akkoyunlu Türkmenleri, Özbekler, Safevî, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine uzayan uzun bir tarih sürecinde çeşitli soyların, ulusların, uygarlık birikimlerini kapsamaktadır. Bölge, dönem ve toplum ayrımlarına karşın ortak bir dünya görüşü çerçevesinde gelişen, İslâm inancının evreni tasarlama ve “temsil” etme, günlük yaşamı bütünleme davranışından kaynaklanan İslâm sanatları, Batı sanatının da esinlendiği evrensel nitelikler taşımaktadır. Haziran’ın ilk haftasında Topkapı Sarayı Müzesi’nin eski “Hazine Koğuşu” bölümünde açılan “Türk ve İslam Dünyasında Elyazması, Hat ve Tasvir Sanatı” konulu sergi, sanatın bu evrensel niteliğini gözler önüne sermesi bakımından yılın önemli gösterilerinden biri sayılabilir.
İslâm sanatlarını etkileyen “Evrende salt biçim ve kendiliğinden sûret yoktur; yalnız Tanrı sürekli ve kalıcıdır” diye özetlenebilen doğmatik kuram, İslâm sanatlarının soyut bir planda özellikle süsleme ve hat sanatlarında gelişmesine yolaçmıştır. Dinsel metinlerin en iyi biçimde yazılıp tezhiplenmesini amaçlayan bu görüş, el yazması kitapların yani sıra, cilt sanatını geliştiren bir etken olmuştu. Topkapı Sarayı Müzesi’nin çok zengin koleksiyonundan derlenerek gerçekleştirilen sergide. 8. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar geçen dönemlerden seçilmiş dört yüze yakın yapıt arasında İslâm ülkelerindeki hat sanatı, el yazması ve ciltçilik en karakteristik örnekleriyle tanıtılmaktadır. Bu sanat dalının en eskileri 8. ve 9. yüzyıllarda Mısır ya da Mezopotamya’da parşömen üzerine kûfi hatla yazılmış el yazmaları ve Abbasi döneminden kalmış reyhani ve kûfi hatlı Kur’anlardır (1021-1022). Her türlü süsten uzak ilk dönem kûfileri Kur’anların ve yazıtların yazımında kullanılmıştı. Abbasilerin ünlü veziri ve hat sanatçısı İbn Mukle (886-940), İslâm yazısının köşeli ve sert biçimlerini kurarak muhakkak, reyhani, sülüs, nesih, tevki, rikâ adlı yeni üsluplarin doğmasını sağladı.
İbn Mukle’den sonra gelen;
- Abbasilerin ünlü hat ustası Ali bin Hilâl (el-Bevvab)’in sülüs ve nesihle yazdığı “Cahiliye Dönemi Şiirleri” (1017) İslâm hat sanatının sergideki ilk örnekleri arasındadır.
Bu arada;
- Gazneli Osman bin Huseyn el-Varrak (1091),
- Ahmed bin Abdullah’ın (1177) kûfi hatla yazılmış Selçuklu dönemi Kur’anları,
- Kuzey Afrika’da mağribi hatlı yazılmış Kur’anlar (1191-1203),
- Memlûklu döneminden sancak Kur’anları (1267/68),
- Timurlu döneminde nesih ve muhakkak hatla yazılmış Kur’anlar, minyatürlü elyazmaları (15. yüzyıl ilk yarısı),
- Karakoyunlu Türkmen Şeyh Mehmed el-Herevi’nin talik hatlı levhası (15. yüzyıl) yazı, tezhip ve cilt sanatlarının İslâm dünyasında özgün ve seçkin bir beğeni düzeyine ulaştığını belgelemektedir.
Memlûklar döneminin en erken yapımlı (13. yüzyıl), rulo biçiminde düzenlenmiş ve birbirini yinelemeyen bezemelerle tezhiplenmiş Kur’an’ı da ilk kez sergilenmektedir. Timurlu sultanı Hüseyin Baykara’nın saray nakkaşhanesinde düzenlenen (13-14. yüzyıl) bir hat albümü ile Memlûk sultanı Kansuh el-Gurî (1440-1516) adına Muhammed as-Safî’nin hazırladığı hat kurallarına ilişkin yapıt da yazı sanatı tarihiyle uğraşanlar için önemli bir kaynak değerinde.
Serginin yazı bölümünde ünlü Osmanlı hat sanatçısı Şeyh Hamdullah’ın nesih hatlı Kur’anı (1504) ve Karahisari’nin sülüs ve nesih hatlı yazılmış dua mecmuası (1566) ile 16. ve 17. yüzyılda yapılmış yeşim, altın ve lâke Kur’an ciltleri, sancak Kur’anları ve mahfazaları, tılsımlı dualar, sülüs ve nesihle yazılmış en’am sureleri, hat ustası Mustafa İzzet ve Mehmet Hulusi’nin “Hilye-i Şerif”leri Osmanlılarda yazı sanatının günlük yaşamdaki önemli yerini ve ulaştığı sanat düzeyini belgeliyor.
Vitrinlerin bir bölümünde yazı ve cilt sanatında kullanılan araçlar tanıtılmaktadır: Kamış ve ahşap kalemler, divitler, mürekkep hokkaları, porselen hokka takımları, işlemeli ceviz, abanoz, fildişi, gümüş ve lâke çekmeceleri, bezemeli kâğıt makasları, şemse, köşebent ve bordür kalıpları... Minyatürlerin bir bölümünde de hattat ve cilt ustalarının Osmanlı saray nakkaşhanesinde çalışmaları, divitin kullanılışı ve taşınması tanıtılıyor.
İslâm dünyasındaki yaygın bir inanca, Kur’ân’ın biçimlerin ve suretlerin tasvirini yasakladığı görüşüne karşın birçok elyazması kitapta, şiir dergisi ve albümde yeralan minyatürlerde geleneksel inançlardan halk öykülerine, savaş ve kahramanlık sahnelerinden saray ve günlük yaşama değin çeşitlenen yüzlerce görünüm sergilenmiştir. Kronolojik bir sırayla düzenlenen sergideki ilk minyatürler arasında Artuklu döneminden kalmış bir elyazmasında, “Tavus kuşlu su saati” (1206) görülüyor. İlhanlı döneminde “Karda Avcılar”, “Sonbahar” konulu minyatürlerde (14. yüzyıl) ve Akkoyunlu Türkmenlerinin kurşunkalemle yapılmış bir “Orman” tasvirinde ise Uzakdoğu etkileri çok belirgin. İslâm dünyasında ilk kurulan minyatür atölyeleriyle Bağdat, Tebriz, İsfahan ve Timurluların başkenti Herat bir minyatür merkezi olmuştu. Hüseyin Baykara’nın Herat’taki bir saray nakkaşhanesini betimleyen minyatür, İran’da Safevî döneminde Tebriz ve Şiraz okullarından günümüze kalmış seçkin minyatürler bu gerçeği belgeliyor: Sultan ve Maiyeti (1540), “Oturan Genç Erkek, Genç Derviş ve Hattat” figürleri, “Yusuf ve Zaliha’nin öyküsü”, (1506), “Halife Memun Hamamda” (1534) v.b. minyatürler.
- 15. yüzyıl Akkoyunlu Türkmenlerinden kalmış “Ferhad’ın Hüsrev’in Yanına Getirilişi” konulu minyatürle, kâğıt oyma (kat-ı) tekniğiyle yapılmış resimlerinde çok incelikli bir üslûplaştırma ve süslemeci eğilimler beliriyor.
- Özbek (Buhara) yapımlı elyazması bir şiir dergisindeki “Aşıklar” (1546/48) konulu minyatürle 17. yüzyıl başlarında Hindistan’da yapılmış yanı konudaki bir minyatür arasındaki ortak özellikler, bu sanat dalındaki geleneksel sürekliliği kanıtlıyor.
- İran minyatür geleneğini sürdüren Safevî dönemi minyatürlerinde süslemeci özellikler yanısıra, üsluplaşma eğilimleri de güçleniyor. Safevî döneminde İran’da yapılmış hat, tezhip ve tasvir çalışmalarını içeren büyük albüm (1550), belgesel niteliğiyle, özellikle anılmaya değer.
Mehmet Siyahkalem’in Fatih Albümü’nden seçilmiş “Dans eden Şamanlar”, “İnatçı Eşek ve Develer” (14-15. yüzyıl) konulu minyatürlerindeki güçlü devrinim ve sert gerçekçi anlatım, onun Uygur ve Çin kaynaklarıyla ilişkisini çağrıştırıyor.
İslâm dünyasında minyatür sanatı Osmanlı döneminde doruk bir düzeye ulaşmıştı.
Topkapı Sarayı Müzesi Sergi Salonu’nda Osmanlı minyatürlerine ayrılan bölümde bu gelişme en seçkin ve özgün örneklerle belirtiliyor:
Sinan Bey’in ünlü Fatih Sultan Mehmet portresi (1475),
Veli Can’ın bir elyazmasından alınmış Melek, Kuş ve Çiçekler’i (1575-1580),
Sultan Süleyman’ın şiirlerini içeren Divanı Muhibbi’de yer alan minyatürler (1565/66),
Nakkaş Osman’ın Şehzade Mehmet’in sünnet törenlerini betimleyen ünlü Surnamesi’nden derlenmiş,
“Aba satanlar ve Müzikçilerin geçişi” (1582),
“II. Selim’in Hedefe Ok Atışı” (1570),
Nakkaş Hasan’ın “Haçova Savaşı” (1598),
Matrakçı Nasuh’un “Tarih-i Sultan Beyazid” adlı el yazmasından alınmış “Modon Kalesi” (1540) ve
Sultan Süleyman’ın Kasr-ı Şirin’e gelmesini betimleyen minyatürler.
Önceleri sadece yazın, tarih, öykü kitaplarını resimlemeyi amaçlayan minyatür sanatçı, Osmanlı döneminde çok figürlü düzenlemeler, değişik kompozisyon şemaları ve renk değerleriyle geleneksel kalıpların dışına çıkarak, tarihsel olayları belgelediği kadar saray yaşantısını, ünlü kişileri ve günlük yaşamı da “tasvir” eden bir nitelik kazandı. Özellikle Lale döneminin ünlü nakkaşı, Levnî’nin eliyle Osmanlı minyatürüne figür anlatımı yanı sıra, yeniliklere açılan doğa kesimleri ve mekân duyarlığı da eklendi. Böylece 18. yüzyıl başlarında minyatür sanatı Türk tasvir sanatının özgün bir anlatım dalını oluşturdu.
“Türk ve İslâm Dünyasında Elyazması Hat ve Tasvir Sanatı” konulu sergi oniki yüzyıllık bir tarih sürecinde islâmlığın yaşam görüşüyle bütünleşen, yabancı etkilerden uzak güzellik anlayışının somut birikimlerini çok değerli ve seçkin örneklerle ortaya çıkarmaktadır.
Ahmet Köksal | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 102 - 15 Ağustos 1984