Müzik dünyasının mutsuz sanatçıları

Deha ile delilik arası kıl payı

1920 yılı ilkbaharında bir gün aksam üzeri Londra'nın Charing Cross Tren İstasyonu peronlarını dolduran kalabalık arasında melon şapkalı, evrak çantalı, şemsiyeli, tipik “gentleman” görünüşlü genç bir adam durakladı, iki-üç kez havaya sıçradı, üç-dört kez kendi çevresinde döndü, tekrar sıçradı, iki uzun atlayış yaptı, bu “pas de seul - yalnız bale gösterisi”ni değişik hareketlerle sürdürdü, sonra çevresindeki yolcu, hamal ve polislerin şaşkın bakışları altında evinin bulunduğu Eynsford'a hareket etmek üzere olan banliyö trenine atladı. Orta yaşlı bir adam, kolundaki güzel kadının kulağına eğildi ve “Tanıdın değil mi sevgilim” dedi... “Hani şu Peter Warlock imzasıyla olağanüstü güzel şarkılar besteleyen Philip Heseltine... Zavallının bir süredir akıl dengesini yitirdiği söyleniyor...

Bu besteci Philip Heseltine (1894-1930) Londra'da doğdu, müzikte daha çok kendi kendini yetiştirdi, çağdaş ve vatandaşı Frederick Delius'un yanında bulundu, kör müzikçiye yardım etti ve ondan yararlandı, şarkılarla ilgi çekti, oda müziği eserleriyle büyük yeteneğini kanıtladı, 30 yaşlarında başlayan ruhsal bunalımlara daha çok direnemedi, yaşamına kendi eliyle son verdi.

Deha ile deliliğin sınırı kıl kadardır derler…

Sanat ve bilim gibi yaratıcı alanlarda yetişmiş, eser vermiş üstün insanların özel yaşam ve davranışlarında pek derine inmeden yapılacak yüzeysel bir inceleme, büyük orantısının akıl ve ruh dengesi yönünden pek de sağlıklı sayılamayacaklarını gösterir. Yalnız müzik alanına baktığımızda besteciler arasında doğal olmayan tutkulara sahip pek çok örnek bulunduğunu anlarız.

  • 17'nci yüzyılda yaşamış İtalyan madrigal bestecisi Venosa Dukası Carlo Gesualdo gibi karısını, karısının âşığını ve çocuğunu öldürmüş katiller,
  • romantik Alman bestecisi ve ozan E. T. A. Hoffmann,
Rus bestecisi Modest Mussorgski gibi yaşamlarını “delirium tremens”lerle tamamlayan alkolikler,
  • geçen yüzyıldan C. Saint-Saens'la P. İ. Çaykovski, çağımızdan B. Britten gibi eşcinseller,
  • 18'inci yüzyıl bestecisi D. Cimarosa gibi kadın düşkünlüğü nedeniyle bıçaklanıp öldürülenler,
  • bütün eserlerini başkalarından çalarak veren Daniel Steibelt gibi kleptomanlar,
  • geçen yüzyılda operet bestecisi Franz Von Suppe gibi geceleri ancak kuru kafataslarıyla çevrili tabutta uyuyanlar,


  • yüzyılımızın başından Norveçli besteci Ole Bull gibi bir eserini Mısır'da Keops ehramı doruğunda çaldıranlar,
  • gene aynı dönemden Fransız müzikçisi Erik Satie gibi Arceuil'deki evinde düzinelerce ceket ve gömlek biriktirip güvelere yedirenler
hemen akla gelenler arasında.


Beri yanda dehaları zamanla ağır akıl hastalıklarına kayıverenler var.

  • İlk önemli örneklerden biri olarak W. Mozart'ı zehirletip öldürtmekle suçlanan İtalyan bestecisi Antonio Salleri”yi (1750-1825) gösterebiliriz. Operaları çağında büyük ilgi gören L. Van Beethoven, F. Schubert, J. B. Hummel, F. Liszt gibi büyük müzik adamlarına öğretmenlik yapan, “Saray Bestecisi” unvanı verilen sanat adamı, kanıtlanması olanaksız bir suçlamadan ötürü “obsession - saplantı” sonucu “şizofreni” belirtileriyle yaşamının son yıllarında akıl hastanesine yatırılmış, boğazını kesmeye çalışarak intihar girişiminde bulunmuştu.

  • İtalyan opera bestecisi, “bel canto” akımının büyük temsilcisi Gaetano Donizetti'nin (1797 1848) 45 yaşlarında iken önce ruhsal durumu bozulmuş, hastalık ağırlaşmış, Paris yöresinde, İvry'deki Akıl Hastanesi'ne kaldırılmış, tedavinin yetersiz kalması üzerine doğduğu kent Bergamo'ya götürülen sanatçı orada son nefesini vermişti. Soydan geldiği sanılan “frengi”ye bağlı ağır “paranoya” kurban sanatçı önce bilim adamı olmak istemiş, sonra müziğe yönelerek, İtalyan lirik tiyatro sahnesine 70 kadar eser vermişti. Anlatılana bakılırsa, Paris'in Faubourg St. Honoré semtinde bir perukacının vitrini önünden saatlerdir ayrılmayan bir yabancı, kadın satıcının ilgisini çekmiş, dışarı çıkıp ne aradığını sorduğunda şu yanıtı almış: “Caterina Cornaro'mun son perdesini madame...” Bu opera, bunalımların başladığı aylarda bestelenmişti ve Donizetti'nin son eseriydi.


  • Büyük Alman bestecisi Robert Schumann'ın (1810-1856) hastalığı da 1844'te eşi, çağın ünlü kadın piyanisti Clara ile gittiği Rusya gezisinde başlamıştı. Müzikçinin doğduğu Zwickau kentinde bir kitabevi sahibi olan babası, oğlunun hukukçu ve yazar olmasını istemiş, ancak onun müziğe eğilimini önleyememişti. Babasının ölümü üzerine Leipzig Üniversitesi'ndeki öğrenimini bırakan genç sanatçı, ünlü piyano eğitmeni Friedrich wieck'in öğrencisi olmuş, piyano çalışında yeni bir teknik bulmak amacıyla sağ el orta parmağını bağlayarak çalışmayı denemiş, parmağın işlerliği yitince kendini bestelemeye adamıştı. Müzik tarihinde en bilinen aşk öykülerinden birini öğretmeninin kızı Clara ile yaşayan sanatçı, babanın karşı koymalarına karşın kızla evlenmiş, eşinin sık sık konser gezileri, bol çocuklu mutlu bir aile yaşamını engellememişti. R. Schumann, bir yandan “Yeni Müzik Dergisi”ni yayınlayarak genç yetenekleri desteklemiş, özellikle piyano edebiyatına baş eserler kazandırmış, tüm eserleriyle saygınlaşmıştı. Schumann önceleri romatizma ağrıları, korku duygusu, baş dönmelerinden yakınmaya başlamış, bunu zaman zaman dalıp gidişlerle melankoli belirtileri izlemişti. Sanatçı 1850'de Düsseldorf kenti müzik müdürlüğüne atanmış, ancak durumu giderek kötüleşmiş, “şizofreni”ye dönüşen hastalık “hallucination - gerçek olmayan görüntü ve sesler”le büyük sanatçıyı çevresinden koparmış, 1854 yılının soğuk bir şubat gecesi Ren Nehri'nde intihar girişiminden balıkçılar tarafından kurtarılarak, Köln yöresinde Endenich Akıl Hastanesi'ne yatırılmış, burada 2 yılı aşkın acılarla dolu süreden sonra ardında gerçek bir dehanın ürünü eserler bırakarak, genç yaşta ölmüştü.



  • Yaşamı akıl hastanesinde sona eren bir başka Alman bestecisi de Robert Franz'dır (1815-1892). Müziğe Halle kentinde orgçu olarak başlayan sanatçı, aynı kent korosunda yöneticilik, üniversitede müzik müdürlüğü yapmış, daha çok sanat şarkısı “lied” biçimindeki verimiyle ilgi çekmişti. Franz'ın eserlerinde R. Schumann'ın üslubu daima etkin olmuş, ne gariptir ki o da aynı hastalık sonucu son nefesini vermişti.

  • Canlılığı, canayakınlığı ile bilinen Fransız bestecisi Emmanuel Chabrier (1841-1894), üstün yeteneği, akli dengesi bozukluğuna dönüşen sanatçılardan. Chabrier, hukuk öğrenimini yapmış, müziği kendi kendine öğrenmiş, içişleri bakanlığında memur olarak çalışmıştı. 40 yaşlarında R. Wagner'in “Tristan Und Isolde” adlı operasını gören Chabrier, Alman bestecinin etkisinde kalarak kendini tümüyle müziğe adamış, aynı etkinin ürünü “Gwendoline” adlı operasını vermişti. “Espana” adlı rapsodisi ile unutulmazlaşan besteci, Fransız “izlenimcilik” akımını hazırlayanlar arasında sayılır.


  • Fransız müziğinin ünlü romantiklerinden Henri Duparc (1848-1933) müzik öğrenimini büyük besteci César Franck'in yanında yapmış, “Lenore” adlı senfonik şiir, piyano ve orkestra eşliğindeki şarkılarıyla taninmiş, 40 yaşlarına doğru başlayan bunalımlar sonucu verimi tükenmiş, yaşamı uzun yıllar bilinçsiz geçmişti.

  • Avusturyalı besteci Hugo Wolf'un (1860-1903) Viyana Konservatuvarı'ndaki öğrenimi aşırı hırçınlığı ve geçimsizliği nedeniyle tamamlanamamış, okulu bıraktıktan sonra müzik eleştiriciliğine başlayan ve ateşli bir Wagner yanlısı kesilen müzikçi Brahms yanlılarına karşı savaşıp durmuştur. Wolf'un “lied - sanat şarkısı” türündeki eserleri ona müzik tarihinde önemli bir yer hazırlamıştır. Goethe, Mörike, Keller ve Eichendorff gibi büyük ozanların şiirlerini kendine özgü yapısal buluşlar ve anlatım diliyle besteleyen sanatçı, ayrıca “Der Corregidor” adlı bir opera “Penthesilea” adlı bir senfonik şiir ve “İtalyan Serenadı”nı bestelemiş, 1897'de hastalığın ilk belirtilerini ağır bir melankoli izlemiş, akıl hastanesinde geçen yıllar trajik bir ölümle sona ermişti.


  • İtalyan bestecisi Pier Luigi Perosi (1872-1956) Milano ve Regensburg'daki öğrenim yıllarından sonra olaganüstü verim bereketiyle ün yapmış, Papalık Korosu Yöneticiliği'ne atanmıştı. 30 yaşlarında görülen ruhsal bunalımlar nedeniyle akıl hastanesine yatırılan sanatçının yaratıcılığı sona ermiş, yıllarca ölü sanılmıştı. Oysa Perosi uzun yıllar yaşamını sürdürmüş, müzik dünyasına değerli “dua”lar ve başka dinsel eserlerle isim bırakmıştı.

  • Dünya ile bağdaşamayarak kendi eliyle yaşamına son verenlerden biri de Alman besteci Hugo Distler'dir (1908-1942). Öğrenimini Lübeck'te yapan sanatçı önce Stuttgart, sonra Berlin'de koro yöneticiliği yapmış, koro, piyano ve “oda müziği” eserleri bestelemiş, ruhsal bunalımlar yaratıcılığına son vermişti.

  • Kaderi Distler'e benzeyen bir başka besteci de Bernd Alois Zimmermann (1918-1970). Öğrenimini Köln ve Berlin'de yapan sanatçı 1958'den sonra Köln Konservatuvarı öğretim üyeliğine atanmıştı. Zimmermann, önde gelen yenilikçilerden biriydi, eserlerinde Stravinsky ve Hindemith'in etkileri, 12 ses tekniği ve elektronik seslerin sentezini gözetmiş, bu amacını örneğin “Askerler” adlı operasında gerçekleştirmişti. 1968'de başlayan bunalımların tedavisi sonuç vermeyince, çareyi kendi ellerinde bulmuştu Zimmermann.

Müzik tarihinde yaşamları akıl ve ruh hastalıklarıyla sona ermiş,
dehaları delilikle olan çok kısa uzaklığı aşıvermiş başlıca mutsuz sanatçıların derlemesi burada sona eriyor.

Acaba başka sanat kollarında durum nasıl?
Örneğin edebiyat, plastik ve gösteri sanatlarında acaba kimler dehalarını, üstün yeteneklerini denetleyememiş,
kimler ruhsal bunalım ve sapmaların kurbanı olmuş?

Başka araştırıcılarımızın da bu sorulara ışık tutarak yanıtlaması sanırız ilgi görecektir.



Faruk Yener | Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 175 - 1 Eylül  1987