Güç Anlaşılırlık Üzerine

İlk gençlik yıllarımdan bu yana yazdıklarını özenle, severek okuduğum Sayın Melih Cevdet Anday’ın, 1973’den bu yana yazdığı birçok yazısı ile
3 Temmuz 1981 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Okuma Çabası” başlıklı yazısı, ona ilişkin kimi değer yargılarımı altüst etti.

Bu yazısında şöyle diyor Sayın Anday:

“Prof. Tahsin Yücel’in ‘Anlatı Yerlemleri’ adlı kitabı üstüne, burada iki hafta önce çıkan yazımda (iki hafta önce çıkan yazısı, sözü edilen yazı değil “Putataparlık” adlı daha çok Kafka’yla ilgili bir yazıydı. T.O.) ‘Bize güç anlaşılır yapıtlar gerekli’ diye yazmıştım: çünkü kolay anlaşılana düşkünlüğümüzün, bizi kafa eğitiminden, bunun sonucu olarak da birçok sanatsal bilimsel yapıtın sağlayacağı zihinsel yarar ve tattan yoksun bırakacak bir yaygınlığa vardığı kanısındaydım.Yoksa okura güçlük çıkarmak gibi aykırı bir niyetim yoktu. Uygar ülkelerde okunan kitapların, bizim aydın kesimi içinde de ilgi görmesi, belli ölçüde bir kafa yorgunluğunu gerekli kılıyorsa, bu yorgunluğu seve seve göze almamız gerektiğini anlatmaktı niyetim."

Anlatı Yerlemleri” üstüne yayımlanan yazısından sonra iki mektup almış Sayın Anday. Bu mektuplardan biri Prof. Metin And’dan gelmiş.

Metin And, “Yazınızda yalnız bir noktada sizinle aynı fikirde olmadığımı belirtmek gerekir. Bize güç anlaşılır yapıtlar gerekli diyorsunuz. Bir bakıma öyle, ama özellikle Fransızlar gerek yapısalcılık gerek göstergebilim kitaplarında işi sanki bilinçli çetrefilleştiriyorlar, dilleri de buna elverişli. Nitekim Roland Barthes’in küçücük göstergebilim kitabına bizim öğrenciler ateş püskürüyorlar. Geçenlerde bizim fakülteye gelen Berke Vardar’a da bunu anlattım da kabul etti. Barthes’a kendi ülkesinde de böyle bir tepki varmış.” diyor.

“Bir bakıma” güç anlaşılır kitaplar konusunda Sayın Anday’la aynı düşüncede olan Metin And’ın sözlerine katılmıyorum ancak, Fransız yapısalcılarına ilişkin görüşlerini ve Roland Barthes’a öğrencilerinin ateş püskürmeleri olgusunu evetliyorum; fakat Melih Cevdet Anday’ın son sekiz yılda birçok yazısında olduğu gibi, Okuma çabası adlı yazısındaki çoğu yargılarını da kabullenemiyorum. Çünkü yapısalcıların toplumsal olayları ve süreçleri yoksayan, nesnel gerçekliği yadsıyan epistemolojik yöntemlerine (!) inanmıyorum. Şiirini son on yıl içerisinde yapısalcı bir temele oturtmak isteyen Sayın Anday’ın çoğu yazılarını yadırgayışımın nedeni, ülkemiz gerçeklerine sırt dönen bir elit katmanın sözcülüğünü yapmış olmasıdır.

1973’de, Zeynep Oral’ın. kendisiyle yaptığı bir konuşmada şunlar söylüyordu Melih Cevdet:

Ozan, her çeşit toplumsal olayın etkisindedir bence. Ama bu etkiyi, onun şiirinde aramak, hele bulmak hiç kolay olmaz.
(...)
Ozanın toplum üzerindeki etkisine gelince, ben bu etkinin neredeyse yok denecek gibi az olduğunu sanıyorum.
(...)
Ben şiirime özellikle son yıllarda, yapısalcı, ‘strüktüralist’ bir nitelik getirmek istiyorum”(1)

Bunca toplumcu ozanın şiirinde, toplumsal olayların etkisine, toplumcu şiirinde toplum üzerindeki etkilerine, dünden bugüne, tüm ülkelerin halkı tanık olmuştur. Ne ki Sayın Anday. toplumcu ozanı ozan olarak görmüyor, şiiri ancak üst düzeyde bir kültür birikimi olan, bir avuç seçkin kesim(!) için yazılan, güç anlaşılan, “düşüncenin duygulaştırılması” (2) olarak ele alıyor.

Şimdi dönelim “Okuma Çabası” adlı yazısına:

Yapısalcılığı yıllardır inceliyorum; Tahsin Yücel’in “Anlatı Yerlemleri” adlı yapıtını da üç kez, altını çize çize okudum. Buna karşın tümüyle anladığım söyleyemem. Yapısalcılığa ilgi duymayan hiçbir aydınımızın da aynı yapıtı anlayabileceğini sanmıyorum. Bunca aydının zekâ düzeylerinin(I.Q.) düşük olabileceğine de inanmıyorum.

Zekâ, yeni durumlara uyabilme, soyut düşünebilme, karmaşık problemleri çözebilme kıvraklığı:

Kısaca, simgesel proseslerin kullanılışında esneklik (flexibility), kıvraklık (versatile) olarak tanımlanır.
Bu özelliklerden yoksun bir aydın zaten düşünülemez.

  • Bunca aydın “Anlatı Yerlemleri", “Göstergebilim", “Genel Dilbilim Dersleri” gibi yapıtları güç ve yatırım yamalak anlıyor ya da hiç anlamıyorsa, yapıtların içeriğinde, biçeminde, sunuluşunda bir aksama var demektir.

  • Şu da düşünülebilir: Yapıtları ortaya koyan bilim adamı, düşünür veya yazarların, düşünce dizgelerinde, usavurum yöntemlerinde bir çarpıklık, eksiklik söz konusudur.

Bunların ikisini de yok sayarsak, geriye (düşünsel ve bilimsel yapıtların dışında) bir seçenek kalıyor:

Yazınsal Metin"lerin okunması sorunu.

Yazınsal yapıtların okunması, çözümlenmesi konusundaki irdeleme biçimleri ülkemize Fransa’dan ve başka batılı ülkelerden ithal edildi. Bunun sonucu okuma ve okunulanı çözümleme alanında bir yöntem ve dil kargaşası doğdu. Alımlama estetiği, okuma-çözümleme kuramları, uygulamayla çelişti. Bunun nedeni de yine aynı konulara ilişkin, batı ülkelerinde yeni filizlenen, oralarda bile henüz anlaşılamamış olan kimi kuramsal görüşlerin, yöntemlerin ivedilikle ülkemize aktarılmak istenmesi. Bu olgu bilim adamı, düşünür, yazar ile aydın ve okur arasındaki iletişimin güçleşmesine yol açtı. Çünkü ortada bir dil sorunu vardı. Batı ülkelerinde kullanılan yeni kavramlara, soyut düşünce dizgelerine ülkemizde de karşılıklar bulunmalıydı. İşte bu yapılamadı. Yapısalcılığın en önemli açmazlarından biri de budur ülkemizde. Ne söyledikleri, ne yazdıkları anlaşılmıyor. Bu kez kabahat okura yükleniyor.

Sayın Melih Cevdet Anday da tüm bunları görmezlikten gelerek,
hem bu son yazısında hem daha önceki yazılarında olay anlaşılana düşkünlüğümüz"ü kınıyor.

Ama gene de belli bir kültür düzeyini gerektirir şiir okumak.
Yunus Emre’nin okurları o günün aydınları idi, üst yanı içinse dua gibi bir şeydi onun şiirleri.”(3)

Yunus Emre’nin bugünkü okurlarını Sayın Anday’ın nasıl tanımladığını merak ediyorum doğrusu.

Benim burada bugünkü toplumumuzun bu açıdan bakıldığı zamanki durumu üstüne genel anlamda söyleyeceğim şu:

İnsanlarımız ‘kolay’a çok ama çok alıştırıldı.” (4)

Halk için diyerek sanatı, edebiyatı ‘kolay’laştırmamalıdır.
Bizim toplumumuzun şimdi geçirmekte olduğu bunalımlardan biri ‘kolaylık bunalımı’dır.”

İyi bir okuyucu, dürüst bir aydın için “güç anlaşılır”lığın ölçütü nedir; “kolay anlaşılana düşkünlüğümüz” kanısına nereden varıyor Sayın Anday?

Nasrettin Hoca, Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Orhan Veli, Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt ve daha niceleri kolay anlaşılır yapıtlar verdilerse, bunca aydın, onları okuyarak şimdilere geldilerse, bu süreci. halkımızın kolay anlaşılana düşkünlüğüyle yorumlamak, hele hele toplumsal yapıtlara olan düşkünlüğümüzü “kolaylık bunalımı” olarak nitelendirmek, anlaşılmayan savunmak adına nesnel gerçekçi yazın erlerimizi küçümsemektir. Yıllar yılı kıyımlara, kıtlıklara, türlü oyunlara sahne olan ülkemizde, onca toplumsal sorunlara yaklaşmak dururken, varsıllıktan bunalan ulusların bir bölümünün ortaya attığı tutarsız düşünce dizgelerini hiç bir Türk aydını anlamak zorunda da değildir. “Anlatı Yerlemleri” anlaşılamıyorsa, kaygılanan yazarın kendisi olsun.

Ayrıca şunu da belirtmekte yarar var kanısındayım. Toplum ve birey kolay ya da zor olana değil, biyo-psiko-sosyal yapısına uygun, bu üç ögenin gereksindiği şeylere düşkündür, bunları elde etmek, özümlemek güç de olsa mutlaka onun üstesinden gelir. Bir gram bal için bir çuval keçi boynuzu yeme yanılgısına da düşmez.

Anlaşılması güç yapıtları okumadık diye,
kafa eğitiminden, bunun sonucu olarak da birçok sanatsal bilimsel yapıtın sağlayacağı zihinsel yarar ve tattan yoksun” da kalmadık.

Toplumsal dil ne ilerici ne de gericidir: faşisttir düpedüz” (6) diyen, üstelik bunu ilericilik adına söyleyen Roland Barthes’in yapıtlarından mı tat alıp zihinsel yarar sağlayalım, yoksa tarihsel diyalektiği yadsıyan, çelişkiler içindeki Ferdinand de Saussure’den mi? Yalnız dünyanın çeşitli ülkelerinde değil, Türkiye’de bile gerici akımın yazar ve düşünürleri Saussure’ün görüşlerine dört elle sarılmışlardır. (7) Aynı yazarı “Okuma Çabası” adlı yazısında Sayın Anday da (sanırım ayrımında olmadan) okuyucuya salık veriyor. Söylediklerimden yanlış bir sonuca varılmasın. ilerici ile gericinin: bireyci ile toplumcunun aynı konuda, aynı düşünce, duygu ve tavırları hiç bir konumda, zamanda ve mekânda gösteremiyeceklerini savlamıyorum. Bir dizel motorun çalışması konusunda ikisi de aynı açıklamayı yapar fakat dilin çalışması, işlerliği, toplumun işlevi ve onun ideolojik aygıtları hakkında ayrı ayrı düşünür, karşıt görüşleri savunurlar.

Biz yine o yazıya dönelim:

“‘Güç anlaşılan’ uygar ülkelerde okunan kitapların, bizim aydın kesimi içinde de ilgi görmesi, bir kafa yorgunluğunu gerekli kılıyorsa,
bu yorgunluğu seve seve göze almamız gerektiğini anlatmak niyetindeydim” diyor, Sayın Anday.

Az önce de değindiğim gibi, aydınlarımız, bırakın birazcık kafa yorgunluğunu, gerekli gördüğü, inandığı her dava için gerekirse ölümü bile buyur eder.
Yeter ki Yeni Türkiye Devleti’nin tarihine dönülüp şöyle bir bakılsın.

Einstein klasik ‘zaman’ anlayışını yıktığında, değişmesi gerekli olan bizim kafa yapımızdı.
(...)
Anlamıyorum sözcüğünde yalnız diretme değil küçümseme de vardır.

Sayın Anday’a bu konuda da tümüyle katıldığımı söyleyemem:

Bilimsel düşünen her insan, kuramını anlaşılabilir biçimde ortaya koyan her bilim adamına saygı duyar. Ama yalnızca saygı duyar. Ancak kafa yapımızın değişmesi için bu kuramının uygulayım alanında kesin sonuçlarını görmek zorundayız. Marx sibernetiğin bu denli gelişeceğini bilseydi bilgi kuramında bir değişiklik yapmaz mıydı? Kısacası bilim adamının da kafa yapısı (varsa, kuramı) kesinlik kazanmış bir bilimsel sonuca göre değişir. Eğer konuyu eytişimsel özdekçilik yönünden ele alırsak kafa yapımız zaten sürekli değişiyor.

Bilime ve bilim adamına duyduğumuz saygı kadar bilimsel ilkelere de uymak zorundayız. Bu ilkelerden biri de kuşkusuz ekonomi ilkesidir. Oysa bir yapıtı güç anlaşılır biçimde topluma sunan bilim adamı, düşünür ya da yazar bu ilkeyi çiğnemiş sayılır. Çünkü yapıtı anlamak için fazladan harcanan zaman, başka yapıtların okunmasına, başka etkinliklere “fazladan harcanan zaman oranında” engel olur.

Sözü edilen,
Einstein’ın “Bağıllık Kuramı"nın bugün her iyi okuyucu, belirli bir bilgi düzeyine gelmişse, beğeniyle okuyup inceleyebilir, rahatlıkla anlayabilir.

Sayın Melih Cevdet Anday’ın “Anlamıyorum” sözünde bir küçümseme araması bence yanlış.
Toplumun hangi katmanında hangi kurumunda olursa olsun, hiç bir kimse anlatanı ya da anlatılanı küçümsemek amacıyla bu sözcüğü kullanmaz.

Eğitim-öğretim kurumlarını ele alalım. Bunca öğretim görevlisine soralım. Kendi anlattıkları için
anlamıyorum” diyen bir öğrenci, öğretim görevlisini ya da anlattıklarını küçümsemek için mi bu sözcüğü kullanmıştır? Ya da her hangi biri, “anlamıyorum” diyen bir insana, “Bu beni küçümsüyor” mantığıyla, öfkelenip, onu suçlamış midir? Hiç sanmıyorum. Çünkü görevi öğretmek olan her birey, anlamayana öğretinceye kadar anlatmak zorundadır. Eğer tüm öğrenciler anlatıcıya (buna öğretim görevlisi, yazar, ustabaşı v.b. diyebiliriz) karşı art niyetsiz olarak “Anlatamıyorsun!” biçiminde bir başkaldırı içindeyse, o zaman anlatıcı kendi duygu, düşünce, tavır ve bilgisinden kuşku duysun, bundan utansın.

Melih Cevdet Anday, Birinci Yeni döneminde toplumsal ögelere ağırlık veren bir ozanımızdı. Hatta bunların en etkilisiydi. Düzenbazları, yağmacıları, karanlık perdeler ardında dönen iğrençlikleri, kirli, paslı, kokuşmuş toplum katlarını yansıtırdı şiirlerinde. Acının, zulmün, haksızlığın yıktığı Ahmetlerin, Ayşelerin, Ailelerin, Fatmaların ve belki de Rosenberglerin umutla ışıyan alnına bir kırlangıç kanadı gibi değiverirdi dizeleri.

Örneğin şöyle sesleniyordu “Anı” şiirinde:
“Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma

Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma

Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma

Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken o dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma

Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil, unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma”

Ulusum adına, insanlık adına, evrensel olan tüm güzel değerler adına, bu şiirlerin ozanıyla onur duyuyorum.

Şimdiki Anday’ın şiir işçiliğine ise saygım sonsuz.

Kolay anlaşılır sözlerimden dolayı umarım beni bağışlar Anday.
______________________________________________
(1) Milliyet Sanat Dergisi, 16 Mart 1973, Sayı: 24, s.3-4
(2) A.g.d., 14 Mayıs 1976, Sayı: 184, s. 3.
(3) Milliyet Sanat Dergisi, 14 Mayıs 1976, Sayı: 184, s.3
(4) A.g.d., s.3
(5) Konur Ertop, Cumhuriyet gazetesi, 22 Mayıs 1976, “Teknenin Ölümü” adlı yaptı üstüne M. Anday’la konuşma.
(6) Nedim Gürsel, Çağdaş Yazın ve Kültür Çağdaş Yayınlar, Eylül 1978 s. 209.
(7) Bakınız: İsmail Hâmi Dânişmend, Tarihi Hakikatler, 2. cilt, Tercüman gazetesi Tarih ve Kültür Yayınları, 2. baskı, s. 381 ve 573.



Turhan Oktay | sanat olayı - Sayı: 9 - Eylül 1981