Bu konuda yönlenmenize etkenler neydi?
İlk yönettiğiniz yapıtı anımsıyor musunuz?
Ankara Devlet Konservatuvarı Keman Bölümü'nde okurken, küçük çalgı grupları için besteler yapma tutkum vardı. Sonra bu yazdıklarımı çaldırmak gerek diye düşündüm. Ve ilk kez kendi çalışmalarımı öğrencilerden oluşan bir orkestraya çaldırdım. Son sınıflara doğru orkestra şefi olmayı iyice aklıma koymuştum. Yalnız keman öğrenciliği bu iş için yeterli olmayacağından, kompozisyon bölümüne de devam etmeye başladım ve Adnan Saygun'un öğrencisi oldum. Konservatuvarı bitirdikten sonra orkestra şefliği eğitimi için İngiltere'ye gittim.
Profesyonel olarak yönettiğim ilk konser İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın bir konseridir. Mozart'ın 34. Senfonisi'ni çaldırmıştım.
Çalışma yönteminizi anlatır mısınız.
Yöneteceğiniz bir yapıtı nasıl incelemeye başlarsınız, nelere önem ve öncelik verirsiniz?
Aynı yapıtın değişik yorumlarını dinler misiniz?
Elime aldığım yapıt, tanıdığım bir bestecinin hiç çaldırmadığım bir yapıtı da olsa bana yabancı değildir. Beethoven, Brahms ya da Mozart'ın daha önce hiç çalışmadığım bir yapıtı önce çalıştıklarımla çok büyük farklılıklar taşımaz. Brahms'ın bir eseri başka, öteki başka değildir. Bir kez ben Brahms'da bir bütüne varmış olmalıyım. Yapacağım icra Brahms olmalı. Bundan sonra partisyonu elime alıp en ince ayrıntısına kadar çalışırım. Öyle ki bazı ara partileri bile ezberlemiş olurum. Partisyonu alıp bir koltuğa oturduğum zaman, notaları okurken, seslerin bir kısmını duymaya başlarım. Soldan kemanlar gelir, sağdan viyolonseller.
Plak çok dinlerim. Yalnız yöneteceği eserin plağını dinlemek insani büyük yanlışlara götürebilir. Bunu asla yapmam.
Bestecisiyle de ilk kez tanıştığınız bir yapıtı nasıl çalışırsınız?
Hiç bilmediğim bir besteci, diyorsunuz. Örneğin, Finlandiya'ya gittim. O ülkenin bir bestecisi sunuldu bana. Önce partisyonu okurum. Üstüste, ardarda okurum. Kendi kendime bir bütüne varmaya çalışırım. Bir Saygun, Akses ya da Rey değildir yöneteceğim. Bilmediğim, duymadığım bir müziktir. Hiçbir zaman duygularımla bir yönetime geçmem. Bestecinin yazısında anlatmak istediği ve onun yazısından benim anladığım, bende bütünleşen şekli önemlidir.
Çağdaş yapıtlarda, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yapılan çalışmalarda, yorumcunun besteye katkısının arttığı ileri sürülüyor.
Sizce bir orkestra şefine düşen görev gittikçe artıyor mu?
Bu düşünceye katılıyorum. Ancak, bir orkestra şefi Mozart çaldırmak için ne denli uğraşıyorsa, çağımızın ikinci yarısında bestelenen yapıtlara da aynı özeni göstermektedir. Yalnız, Mozart'la orkestra şefinin uyumu, çağın ikinci yarısındaki bir besteciyle olan uyumundan farklı olabilir. Mozart'a kendini daha yakın hisseder, onu daha iyi anlamıştır, oysa yeni bir besteciyle ters düşebilir. Çünkü orkestra şefleri besteciler kadar belli bir dönemin, belli bir kesitin içinde değillerdir. Her çağdan, her dönemden eser çaldırmak zorundadırlar.
Size son bir aylık çizelgemi aktarayım:
- Önce Sibelius çaldırdım. Kuzeyden bir besteci. Tonal gibi görünen, modalden tonale kaymış bir ülkenin çıkardığı insan.
- Sonraki hafta Çaykovski ve Prokofief çaldık. Çaykovski'nin İtalyan Kapriçyosu: İtalyan öyküsü - Rus bestecisi ve Türk şef…
- Ardından İngiltere'den Elgar'ın Enigma Çeşitlemeleri,
- sonra yine Çaykovski Manfred Senfonisi...
Öte yandan bir ay içinde bir besteciyi ele alalım. Tek bir bestesi ile uğraşıyor. Tek bir düşünce biçiminin, aynı tip renklerin içinde... Onun beyni mutlak icracının beyninden daha önce bir yerde gidiyor. Bir bestecinin anlaşılır duruma getirilmesi, orkestra şefinin onu çok iyi bilmesiyle gerçekleşir. Sanmıyorum ki, bugün orkestra şefleri bestecilerin düzeyinde müziğe hâkim olsunlar... Orkestra şefleri dünyadaki müziğin nereye gittiğini çok iyi izlemek, bilmek zorundadırlar. Bir eseri, dün bile yazılmış olsa bunun kanına, benliğine geçirebilmedirler. Ancak böylece yoruma doğru katkıda bulunmuş olurlar.
Yirminci yüzyıl müziğini yönetirken teknik açıdan ortaya çıkan değişiklikler nelerdir sizce?
Yaratıcı, toplumun önünde giden kişidir. Toplumun önünde giden bir adamın eserini, o ara toplumun içinden olan seksen kişiye çaldırdığınız zaman, onları da bir elli yıllık öteye itmek zorundasınız. Şef ise, bir yüz yıl öteye gidebilmedir ki, orkestrasını elli yıl çıkarabilsin. Teknik açıdan, çağdaş eserlerde yeni tini arayışları olduğundan, değişiklikler var. Orkestra şefinin elindeki baget nasıl değişik şekiller alıyorsa, kemancının elindeki keman da, öteki çalgılar da değişik tınılar elde edebilmek için değişik çalma şekilleri ortaya koyuyorlar.
Yirminci yüzyıl bestelerindeki farklılığı şöyle özetlemek isterim:
Günümüzde orkestra şefine düşen görev zordur. Ancak iki yüzyıl öncesi de zordu.
Çünkü her besteciyi kendi devrinde çalmak, yorum getirmek o devir için günceldir, o gün için yeniliktir. Mozart'ı kendi devri içinde çalmak da zordu.
Gerek tekniği, gerekse duyumsama biçimi açısından örnek aldığınız şef/şefler olmuş mudur?
Duyumsama ve anlatım biçiminden etkilenişimi anlatayım:
Bir Mozart'ın nasıl yorumlanacağını herhalde bir Japon'dan öğrenmezsiniz. Munich'de, Salzburg'da, Hamburg'da çalınan Mozart'ları dinleyip, kendinize en yakın olanı seçebilirsiniz. Bu arada, sizin açınızdan duyumsama ve anlatımı en iyi yapan şefler de ortaya çıkmış olur. Bunlar orkestrasıyla beraber ortaya çıkarlar yalnız. Bu ülkelerde Mozart kültürü uzun zamandır yaşatılmaktadır. Mozart'ı bugüne kadar damıtarak taşıyanlar, Furtwangler'den sonra Karajan, sonra bir başkası, zincir gibi aynı kültürün için de birbirine bağlanır.
Öte yanda Verdi'nin bir İtalyan operası Covent Garden'de de çok güzel yorumlanabilir. Üstelik şef de İtalyan'dır yine…
Ama eğer Verdi ile uğraşmak istiyorsanız, İtalya'daki bir ayakkabı ustasının fikirlerine de başvurabilirsiniz.
Duyumsama ve anlatım biçimi o ülkenin içindeki gelişimiyle belirir.
Teknik ise, bence o kadar önemli değildir. Genel olarak orkestra şefliği okullarında verilir teknik.
Sonraları, zamanla insanın pozuna geçer, müziğine aktarılır.
Bir orkestra şefinde aranması gereken nitelikler nedir?
Her şeyden önce iyi bir müzik kulağına sahip olmalı. Çalınan eserler nota halinde kulağına gelmeli. Orkestra şefi diplomalı da olur, diplomasız da bence. Köklü bir müzik eğitimi gerekir. Orkestra çalgılarından bazılarını çalması, orkestra içinde çalmış olması yararlıdır. Bu koca makineyi onun içinden çalarak öğrenir insan. Sonra eli ayağı düzgün olmalıdır şefin. Bir de disiplin sorunu var. Ben disiplinden bağırıp çağırmayı kasdetmiyorum. Benim anladığım eser disiplinidir. Yöneteceği eser bir şefin üstünde yeterince disiplin doğurduysa, bunu orkestraya aktarabilir. Esere saygı, o eser, o besteci içindir.
Orkestralar arasında bir seçim yapmanız gerekse, senfoni mi, bale mi, opera mı, ya da oda orkestrası mı desek, hangisini seçersiniz?
Tabii ki senfoni. Çünkü senfoni orkestrasında sizin dışınızda pek fazla etmen yoktur. Balede müziğe karşın hareketlere uymak zorundasınız. Operada koro, solistler gibi müziği aksatacak başka etkenler var. Oda orkestrası ise çok çalışıp az üreten bir orkestradır, her üyeyi, her partiyi tek tek denetlemek zorundasınız. Senfoni kadar parlak olamaz.
Müzik tarihinin belli bir dönemine, belli bestecilere tutkunuz var mıdır?
Dağarcığıma Mozart'in bütün yapıtlarını almak isterim. Aslında her dönemin ayrı bir lezzeti vardır. Bir şef belli bir dönem diye kendini bir köşeye sıkıştırmamalıdır. Ama Mozart, Haydn gibi klasik dönemin ustalarina tutkum var. Şef değişmek zorundadır. Haftaya hangi eseri yöneteceksem, bu süre içinde tutkum o dönem olmalıdır.
Bir gün mutlaka yönetmek istediğiniz eser nedir?
Mozart Requiem, Mass'lar, Haendel Mass'lar, Bach Mass'lar...
Koro ile orkestranın karıştığı bu eserler dünya kaldıkça kalacaktır. Bunları yönetmek isterim.
Müzik dışında ilgilendiğiniz bir sanat dalı var mıdır?
Sevdiğim ama ilgilenemediğim sanat dalı "vitray''dır.
Benim içim bambaşka bir boyut. Camilerde, kiliselerde, Safranbolu evlerinde vitraya hayranım.
Genç şeflere, bu mesleğe yeni başlayanlara önerileriniz neler?
Şeflikte yaşlılık çok geç başlar. Doğrular üzerinde çalışmak gerekir.
Şefliği yıkan tek şey vardır bence: Orkestra önüne çıkıp "flash'' adam rolü oynamak.
Şefin görevi, hareketlerine özen göstererek,
besteciye duyduğu saygıyı orkestraya aktarmak, müziği vurmak, müziği çizmek, müziğin paletini ortaya çıkarmaktır.
Müzik eleştirisi üstüne neler düşünürsünüz?
Eleştirmensiz ülke olmaz, bestecisiz olmayacağı gibi. Eleştirmen müziğin içinden olmalı. Müziğin içinden çıkmalı. Mutlaka bir okul bitirmesi gerekmez. Ama kültürlü olmak zorundadır. Doktor olan bir eleştirmen de çok iyi bildiği ölçüde müzik eleştirisi yapabilir. Halka açıktır yazacakları nasılsa. Eleştiri doğru olmak zorundadır, duygusal olamaz. Örneğin, Saygun'un bir eseri ilk kez seslendiriliyor. Eleştirmenin elinde hiçbir dip not yok. Bu konuda hiçbir kitap da yazılmamış. Hangi etkenler altında, nasıl bir hava içinde yazdığını bilmiyoruz. Müziği ve Saygun'u çok iyi tanımalısınız ki, yazı tekniğindeki değişiklik, eser boyunca ortaya koyduğu unsurlardan almak istediği sonuçları, en ince ayrıntısına kadar bir-iki dinleyişte kavramalısınız eleştirmen olarak. Ülkemizde resim-tiyatro-edebiyat dallarında daha sık eleştiri var. Oysa müzik eleştirmenleri bir elin beş parmağı kadar yok... Aynı gazetede iki ayrı eleştirmen aynı konseri eleştirmeli ki, dinleyici ikisini de okuyup bir karara varsın. Bu lüksümüz yok.
Sizce ülkemizde dinleyici niçin konsere gider?
Solist ve şef gibi yorumcular için mi yoksa programın içeriği için mi?
Birinci sırayı solist alır. Sonra program. Üçüncü olarak şef.
Bir orkestranın belli başlı bir şefi mi yoksa sürekli değişen şefleri mi olması yararlıdır?
Ben orkestraların bir ya da iki sürekli şefleri olmasını mutlaka isterim. Orkestranın sahibi olan şef, onunla sık sık çalıştığı için gelişmesini, çalgılardaki aksaklıkları, denge bozukluğunu izleyebilir. Konuk yönetmen işin içine girmez, gereken değişikliği yapmaz. Ama yabancı ve iyi şeflerle çalışması da gereklidir.
Yurdumuzdaki üç senfoni orkestrasının durumunu yakından tanıyorsunuz.
Başlıca sorunlar nedir orkestralarımızda?
Ankara'daki CSO, ülkemizin en eski orkestrasıdır. Bir oturmuşluğu vardır. Çünkü hiçbir yerde sığıntı değildir. Kendi çalışma odası, salonu, dolapları vardır. İstanbul ve İzmir'de durum böyle değil. Tezelden onların da kendi binalarına kavuşması gerekir. İkinci sorun, kütüphanelerden kaynaklanıyor. Orkestraların kütüphaneleri yetersiz. Bu arada her orkestra kendi arasında kuartet, kentet gibi topluluklar oluşturmalıdır. Bir orkestranın içinden üçer tane nefesli çalgılar kenteti kurulabilse, iki yıl sonra plaktan çıkan ses gibi olur nefesli çalgılarımız. İstanbul'dan en az sekiz kuartet, beş kentet çıkabilir.
Türk bestecilerinin yapıtları niçin daha sık çalınmıyor?
Bir ülkenin adını yarına götürecek, evrensel yapabilecek tek unsur yaratıcılarıdır. Türk bestecilerinin çalınmaması beni de üzüyor. Ancak ne oldu bizim bestecilerimize? Bilmem nedense Türk gibi yazmak endişesi var çoğunda. Besteci beyni tamamen özgür bir olaydır. Kompozisyon kuralları insanı hiçbir yöreye bağlamaz.
Zaten eser ortaya Türk olarak çıkacaktır; ama herhangi bir benzer sistem içinde olmak gerekmez.
Ben her konserde bir Türk eseri olsun diye Türk eseri yönetmem. Ağırlığı Türk eseri olan konserler yaparım. Çalınacaksa değeriyle çalınmalıdır.
Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 98 - 15 Haziran 1984