Pembe renk soldu!
Kraliçe Elizabeth'in elinden “Üstün Hizmet Nişanı”nı alırken, ünlü İngiliz yazar J.B. Priestley,
“Bana bunu vermeniz çok iyi de, bana sorarsanız, geç bile kaldınız” diyor ve şöyle ekliyordu:
Priestley yanılmıştı. Nişanı aldıktan sonra yedi yıl daha yaşadı.
Ve 14 Ağustos'ta, doksanıncı yaşını kutlamaya bir ay kala öldü.
Öykü ve roman yazarı, oyun yazarı, tiyatro eleştirmeni, edebiyat incelemecisi, tiyatro yazarı, radyo programcısı John Boynton Priestley yüzü aşkın oyunu ve kitabıyla yalnız ülkesi İngiltere'de değil, dünya tiyatrosunda da yeri olan bir yazardı. Tiyatro dünyasındaki yeri belki de bir nesil öncesinin yeri, günümüz için “modası geçmiş-demode” sayılabilirdi (En verimli olduğu dönemde henüz İngiltere'nin “gençleri” J.Osborn, H. Pinter, A. Wesker “çıkış” yapmamışlardı.) ama sonsuz enerjisi, sürekli üretkenliği ve oyunlarından hiç eksilmeyen mizah ve eleştiri gücüyle hep ayakta durmayı başardı.
J.B. Priestley, oyun yazarlığıyla olduğu kadar kamuoyunu ilgilendiren her konu üzerine açtığı tartışmalarla, çeşitli yorumlarıyla ve özellikle ikinci Dünya Savaş sıralarında BBC radyosundan kendi sesiyle sunduğu programlarıyla, “best-seller” listelerinden düşmeyen, çeşitli dillere çevrilen “The Good Companions- İyi Dostlar” kitabıyla ün yapmıştı.
1894'te Bradford'da doğdu Priestley. Bir ilkokul müdürünün oğluydu. Yirmi yaşındayken patlak veren I. Dünya Savaşı eğitimini engelleyecek, savaşa katılacak, çok kez öldürücü yaralar alacak, her seferinde kurtularak, soluğu Fransa'da alacaktı. Savaş sonrasında Cambrige Üniversitesi'nde İngiliz Edebiyatı'ndan mezun oldu.
Çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanan ilk denemelerini, 1922'de basılan bir kitapta “Brief Diversions” (Kısa Çeşitlemeler) de topladı. İlk iki romanı, hiç ses getirmeyen iki çalışma olarak raflarda kaldı. 1929'da “The Good Companions” (İyi Dostlar), adını bir anda ülkesinde duyuracak ve yıllar boyu en çok satan kitaplardan biri olacak, tiyatroya, sinemaya yansıyacaktı. Ünlenmenin rahatlığına sığınmayıp sürekli yazan, sürekli kendini yenileme çabasında olan, ya da hep söylediklerini yeni biçimlerde söylemeye çalışan sanatçı, “İyi Dostlar”ının başarısını, popülaritesini tekrarlamadı. Her yıl bir ya da birkaç romanı yayınlanan Priestley yıllarca sürdürdüğü tiyatro eleştirmenliğini 1938'de oyun yazmaya başlayınca bıraktı.
(Romanlarının en ünlüleri:
- “Angel Pavement - Melek Kaldırımı”,
- “The Doomsday Men - Kıyamet Günü İnsanları”
- “Jenny Villiers”,
- “The Magicians - Sihirbazlar”,
- “The Thirty first of June - 31 Haziran”.)
Türkiye'deki tiyatro seyircisi J.B. Priestley'i,
- iki yıl önce İstanbul Şehir Tiyatroları'nda en kaba çizgilerle sahneye konan “Haftabaşı” (Mr. Kettle and Mrs. Moon),
- çeşitli özel tiyatrolarda oynanan “Bir Komiser Geldi” (An Inspector Calls) ve
- “Ihlamur Ağacı” (The Linden Tree) adlı oyunlarından anımsayabilir.
Bizde daha çok bulvar komedileri gibi ele alınan Priestley'in oyunlarındaki ince mizahı, sonsuz satiri, eleştiri gücünü Londra'da National Theatre'da (Ulusal Tiyatro'da) “When We Are Married” (Evli Olduğumuzda) oyununu izleyince kavrayabildim.
Priestley, 1932'de sahnelenen ilk oyunu “Dangerous Corner” (Tehlikeli Köşe)'den başlayarak her oyununda, yirminci yüzyıl başındaki İngiliz soylu ve kentsoylu toplumlarının yozlaşmış değerlerini, sahte, yapmacık, ikiyüzlü tutumlarını gözler önüne serdi. Bireysel çıkarların, toplum çıkarlarının önüne geçtiğinde, toplumun görebileceği zararlara işaret etti. Ancak bunu yaparken belli bir dünya görüşünden ya da felsefi düşünceden değil güncel yaşam olgularından hareket etti.
Oyunlarında “zaman', “geçen zaman” temalarıyla ilgilendiği de oldu.
- “I've Been Here Before” (Daha Önce Buradaydım),
- “Music and Night” (Müzik ve Gece),
- “Ever Since Paradise” (Cennetten Beri) adlı denemelerinde olduğu gibi.
“Yaşlandıkça, yüzüm daha çok kaşları çıkmış bir patatese benziyor” diyen,
yakın arkadaşları,
- Bernard Shaw'u, “O, müziksiz opera yazan bir sanatçıdır”,
- H.G. Wells'i “En azından benim kadar sevilen bir insan” diye tanımlayan Priestley,
kişiliğindeki “tuhaflıklar“la da ilgiyi çekti.
- İkinci Dünya Savaşı sırasındaki radyo programlarında Nazilere karşı en acımasız ve İngiliz halkının moralini en çok yükselten konuşmalarını yapıp, bunlarla büyük üne kavuştuktan sonra, “Yok canım bunlar önemsiz şeyler o konuşmaları niye öyle yücelttiler bir türlü anlamadım” diyebilmiştir.
- İşçi haklarını her fırsatta savunurken, İşçi Partisi'ne hiçbir zaman girmemiş,
- Harold Wilson'un tüm ödüllerini geri çevirmiştir...
- Geri çevirdiği onca ödüle karşın, Liverpool Demiryolları Fahri Kahramanı unvanını kabul etmiş,
- adının en eski trenlerden birine verilmesini sevinçle karşılamıştır.
- Yılın pipo içicisi seçildiğinde, kendisine armağan edilen dev bir pipoyu, yaşamında aldığı en büyük ödül diye nitelemiştir.
Priestley, yaşamının sonuna dek insan haklarını savunan bir “humanist”ti.
Son yıllarında nükleer silahlara karşı takındığı tavır, bu konudaki tüm gösteri yürüyüşlerine, kampanyalara katılması, bu yoldaki örneklerden biriydi.
Hiçbir zaman hiçbir partiye üye olmayan yazar, politik görüşlerini şöyle özetliyordu:
“Bir sosyalistten daha sosyalist düşünceli olabilirim. Ama asla kırmızı değilim.
Benim rengim pembe. Pembe güzel bir renktir, insanı, insancıllığı savunan insanın rengidir.”
Zeynep Oral | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 104 - 15 Eylül 1984