“Çocuğu yarına kazandırmada okul dışı eğitim ve yönlendirmenin ilkeleri ne olmalıdır?”
Bu üst başlıkta, “yarın”, “kazandırmak”, “yönlendirmek” sözcükleriyle simgelenen önemli yanlışlar var. Ama bizim burada söylemek istediklerimize çıkış noktaları olarak gerekli kavramlar bunlar.
Geleneksel eğitim anlayışı dün ile yarın arasında bir köprü kurmayı amaçlar. Bir yandan dünün değerleri, bilgileri ve davranış biçimleri, öte yandan yarına ilişkin tasarılar, dilekler ve idealler. Bu köprünün her iki bacağı da yetişkin modeline göre kurulmuştur. Eğitimin amacı dünü koruyarak yarını güvence altına almaktır. Yirminci yüzyılda daha hızla akmaya başlayan sular bu köprüyü sarsmaya başladığı zaman, korkuya kapılan yetişkin, kurtuluşu eğitimin bu tutucu işlevine daha fazla sarılmakta bulmuştur. Bir yazarın deyişiyle “değerler müzesi” rolünü yüklenen okul hızlı değişimler yüzünden yönünü şaşıran insana yerleşik ve güven verici bir dayanak sağlamaktadır. Bu noktada, geçmişi geleceğe aktarma işlevine bir de değişimleri frenleme işlevi eklenmiş görünmekte.
Peki yenileşme çabaları?
Geleneksel sistem genellikle yenilikleri de kendine uydurmakta, tanınmaz hale getirmektedir. Böylece uygulamaya pek az yenilik yansıyabilmekte, çoğu müzenin tozlu depolarına gömülmektedir.
Çocuk ne oluyor peki?
Çocuk bu anaforda yitip gitmektedir. Çünkü herşey yetişkinin geçmişi koruma çabasıyla geleceği düzenleme kaygısı çevresinde dönmektedir. Çocuğa önerilen modeller onun günlük yaşamıyla ve gereksinmeleriyle ilgisi olmayan, sadece yetişkinin geleceğe yönelik tasarı ve dileklerini içeren soyut kavramlardır. “Yarın” sözcüğünün bunca bol kullanılmasının anlamı da bu.
Bu çarpıklığı yine en iyi biçimde bu çocuklardan biri dile getirmiş:
“Yetişkinlerin geleceğin bize ait olduğunu söylediklerini ne zaman duysam,
bunun onlar için bizim bugünümüzü reddetmenin en kolay yolu olduğunu düşünürüm.”
Geleneksel eğitim anlayışı, geleceğin kuşaklarını yetiştirmek bahanesiyle genç kuşakların bugününü yoksaymaktadır.
Çağdaş ya da yeni denilen eğitim anlayışının özü bu noktadadır:
Çocuğu eğitimin odağı yapmak.
Çocuk psikolojisinden yararlanmak değildir tek ayırıcı çizgi. Asıl ayrım eğitim etkinliğinde çocuğa verilen yer açısından ortaya çıkmaktadır. Geleneksel eğitim yetişkinin çocuk üzerindeki eylemine dayanır. Bu tek yanlı ilişkide çocuk otoriteyle donanmış yetişkine itaat etmekle yükümlüdür sadece. Çağdaş eğitimde ise, toplumsal yaşama açık ve çocuğa başat bir yer veren bir ilişki biçimi kurmak ister. Bu eğitim anlayışının temelinde çocuğun bağımsızlığa doğru gelişimine duyulan saygı ve güven yatmaktadır.
Nasıl “yarın” sözcüğünde çocuğun bugününü aşan ve ihmal eden bir tutum varsa, “kazandırmak” sözcüğünde de çocuğun güçlerini küçümseyen ve edilginleştiren bir anlayış var. İnsan kendi yaşamını biçimlendirmekte özgür olmalıdır, yaratıcı olmanın gereğidir bu. Çağdaş eğitim anlayışı insana bu özgürlüğü tanır.
Eğitimin işlevi, bireye kendisini ve çevresini tanımak, değişmelere uyum sağlamak, kendi yaşamına ilişkin kararları vermek ve uygulamak konusunda yardımcı olmaktır. Bireyin kendi yaşantılarıyla eğitim etkinliği arasındaki süreklilik ancak böyle kurulur. Eğitimin amacı bu yaşantıları zenginleştirmek için çocuğa olanaklar sağlamaktır. “Yönlendirmek”, kişinin kendi yönlerini keşfetmesi, bilinçlendirmesi, ve gerçekleştirmesi anlamında düşünülebilir ancak.
Bu insancıl eğitim anlayışının bütünleştirici bir niteliği vardır. Geleneksel eğitim çocuğun sadece zihnine (dar anlamda, zekâsına) yöneldiği halde, çağdaş eğitim duyguyu, isteği, yapabilmeyi ve yaratıcılığı da amaçlamaktadır.
Bir noktayı daha belirtelim. Eğitimde “geleneksel-yeni” ayırımı salt tarihsel açıdan yapılan bir ayırım olmadığı gibi, yöntemler, teknikler, kurallar açısından düşünülen bir ayırım da değildir. Her eğitim sistemi bir önermeler bütünüdür. Bu önermeler yetişkin, çocuk, yetişkin-çocuk ilişkisi konularındaki görüşlerin ifadesidirler. Çocuğun nasıl tanımlandığı, nasıl bir yetişkine varılmak istendiği, yetişkin-çocuk ilişkilerinin nasıl kurulduğu noktaları tüm eğitim sisteminin geleneksel ya da çağdaş olma niteliğini belirleyecektir. Ortak bilince işlemiş bu görüşlerin açıkça formüle edilmiş olmaları gerekmez. Ama isterseniz yasaların, yönetmeliklerin, genelgelerin, ders kitaplarının, söylevlerin satır aralarında bulursunuz onları.
Okuldışı eğitim de bir toplumda egemen olan bu anlayışların rengini taşıyacaktır elbet. Bütün güçlükleriyle okula giren ve programların içeriğinde, öğretmenin kafasında, müdürün söylevinde kendini temsil ettiren toplum, dışarda da sinemasıyla, televizyonuyla, çocuk yayınlarıyla, oyun alanları ve oyuncaklarıyla egemenliğini sürdürmektedir. Yerli sinemada “çocuk olmayan çocuklar” izlersiniz. Televizyondaki çocuk programlarında okulun kuklalaştırdığı çocukları bulursunuz yine. Kavramlaştırılmış kahramanlarıyla “çocuksuz bir çocuk edebiyatı” alıp yürümüştür. Oyun alanları betonla kaplanıp dikenli telle çevrilmiştir. Oyuncakçı dükkânları “zeka geliştirici” kurnazlıklarla tıka basa doldurulmuştur.
Yalnızca televizyon bile bu ülkede çocuktan ne anlaşıldığını göstermeye yeter.
Siz hiç ekranda şöyle içten gülebilen, buyruk almadan bir şeyler yapabilen, kendiliğinden soru sorabilen, karşı çıkabilen çocuklar gördünüz mü?
Çocuklara ille de kendi bildiklerini söyletmek, onaylatmak isteyen, onlara hiçbir kendiliğindenlik payı bırakmak istemeyen büyükleri izlemediniz mi ekranda?
Daha geçenlerde bir dış şenliğe gönderdiğimiz çocukların orada büyüklere özgü halk oyunları oynadıklarını görmedik mi?
Kendi oyunu, şarkısı, müziği olmayan bir çocukluk yetiştirme başarısı bir tek bize ait olsa gerek.
Çocuğu yarına kazandırmada her şeyi yapıyoruz kuşkusuz. Çünkü yetişkinler genellikle yarının da dün gibi olmasını isterler, güvenlik verir bunu bilmek. Ana-babalar çocuklarının büyüyüp onlardan kopmasını istemezler duygusal nedenlerle. Çocukları büyüdükçe kaygıya kapılır, onları elde tutmanın bilinçsiz yöntemlerine başvururlar. Geleneksel toplumlarda çocukları bağımlı kılmanın başta gelen yolu yerli yersiz fedakârlık gösterileridir. Sizin için neler yapıyoruz çığlıkları her yerde duyulur. Her şey çocuklar için, ama çocuklar kendileri için hiçbir şey yapamaz, çünkü siz ne yapmak istersiniz diye sorulmaz onlara. Çünkü tüm sistem yetişkinden-çocuğa biçiminde kurulmuştur. Çocuktan-çocuğa ve çocuktan-yetişkine giden yollar tıkalıdır ya da izne bağlı. “Yönlendirme” budur işte. Oysa bir toplumda yetişkinlerin gençler için ne yaptığından çok, gençlerin kendi kendileri için ne yapabildiği önemlidir artık.
Çağdaş kitle iletişimi olgusu okulun dışını içinden daha etkili ve güçlü kılıyor gerçekte. Kendini toplumun gerçekliğinden çok idealine uydurmaya çalışan okul böylece bir uyumsuzluk etkeni olmak durumunda. Kendini koruma için de kendini bir model gibi öneriyor. Bize özgü çarpık sorun da bu. Çünkü çağdaş dünyada okuldışı güçler okulu değişmeye zorlarken, geleneksel okul değişmeye direnmekle kalmıyor, toplumdaki yeni güçleri de kendine benzetmeyi başarıyor.
Televizyondaki eğitim programlarının büründüğü soğuk ders havası başka neyle açıklanabilir?
Yarışma programlarındaki soruların hâlâ okul kitaplarından çıkarılıyor olmasının anlamı ne?
Bir yandan yabancı belgesellerle dünyanın en ilginç görüntülerini ve bilgilerini çocuğun gözleri önüne ser, öte yandan okul kitaplarındaki en köhne bilgilerle eğitim, yarışma, eğlence programları düzenle...
Bir yandan okuldaki ezberciliği eleştiren laflar et programlarında, öte yandan ilkokul sınıflarındaki gibi panolar as ekranına:
Çocukları Sevin,
Ormanı Koruyun,
Arabanızı Yavaş Sürün,
Çimlere de Basmayın,
Uslu Çocuklar Olun e mi!
Ne kadar çok açıkoturum izledik ezberlenmiş sözlerle, ne çok oyun izledik müsamere havasında. Çağın aracını ihtiyarlattık, öğütler veren aksaçlı bir başöğretmen olup çıktı.
Okulun okuldışına direnişinin zaferidir bu.
Çocukların yarını için gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsak, onlara bugün kendileri için kendilerinin bir şeyler yapması olanağını tanıyalım.
Bekir Onur | Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 318 - 9 Nisan 1979