Sahnedeki masanın çevresinde Devlet Tiyatroları’nı çeşitli dönemlerde yönetmiş dört kişi oturdu:
Cevat Memduh Altar, Cüneyt Gökçer, Ergin Orbey, Turgut Özakman.
Ortalarında ise toplantıyı yönetecek olan Prof. Dr. Sevda Şener vardı.
Toplantı, Devlet Tiyatrosu’nun başkentteki salonlarından biri olan Yeni Sahne’de oluyordu.
1 Ekim 1984 günü, yeni döneme girilirken, tiyatro yönetimince kuruluşunun 35. yıldönümünü kutlamak amacıyla düzenlenen yuvarlak masa toplantısı idi bu.
Toplantıya katılan dört kişi ise, devletin ödenekli tiyatrosunun kuruluşundan bu yana görev yapan genel müdürlerdi:
- Cevat Memduh Altar (1951-54),
- Cüneyt Gökçer (1958-78),
- Ergin Orbey (1978-79),
- Turgut Özakman (1983-....).
Toplantıyı yönetme görevini ise tiyatro kuramcısı, öğretim üyesi Sevda Şener üstlenmişti.
Konu Devlet Tiyatroları’nın dünü, bugünü, yarını olunca bu oluşum çok ilginçleşiyordu.
Devlet Tiyatroları’nın kuruluş yasası 1949 yılında yürürlüğe girdiği için, bu dönem 35. yıl sayılıyordu.
Onun için yönetim yeni döneme daha özenli bir çalışmayla giriyordu.
Küçük Tiyatro’da dönemin ilk oyunu olarak “Otelci Kadın”ın seçilme nedeni, anılan oyunun, Devlet Tiyatro’larının kaynağını oluşturan Devlet Konservatuarı Uygulama Sahnesi’nde oynanan ilk uzun oyun olması idi (1940-41).
İlk oyunun kadrosunda yer alan
- Muazzez İlgin,
- Meliha Ars (Gökçen),
- Nermin Sarova (Günek),
- Cüneyt Gökçer,
- Mahir Canova da toplantıya çağrılı idi.
Bu sanatçılardan dördü bu yıl, yaş sınırlaması nedeniyle Devlet Tiyatroları’ndan kopuyordu.
Canova ise daha önce aynı nedenle kurumdan ayrılmıştı.
Yine aynı nedenle Macide Tanır, Ali Algın gibi iki sanatçı daha tiyatroda son döneme giriyordu.
Tiyatro yönetimi, bütün bu duygusal olayları da sergiliyor, böylece hem sanatçılara değerbilirlik görevini yerine getiriyor, onları yüceltiyordu, hem de kurumlaşma sürecinde bilinçli adımlar atıyordu.
Kurumlaşma, topluluğun geçmişten geleceğe doğru yönelişinde olguların, olayların, çalışmaların bütünleşmesi, birbirine eklenmesi, birbirini olgunlaştırıp, beslemesi ile sağlanabilirdi.
Birbirinin yerini almış dört yönetici, zamanında birbirinden kopuk kalmışsa, bu eksikliği gidermenin zamanı bugündür.
Bu masanın çevresinde yer alamayan, ama kişilikleriyle varlığı hep duyulan iki tiyatro adamı daha vardı.
Sevda Şener, Carl Ebert’le Muhsin Ertuğrul’u da saygıyla andığını söylerken, ortak bir düşünceyi dile getiriyordu.
Toplantının ilk konuşmasını masa çevresindeki Genel Müdürlerin en eskisi Cevat Memduh Altar yaptı.
Altar, 1934’te çıkarılan Millî Temsil Akademisi Yasası’ndan başlatıp Devlet Tiyatroları’nın gerçekte 35 değil 49 yıllık bir kurum olduğunu belirterek girdi konuşmasına. Olayların tarihsel akışı içinde, kısaca gelişme öyküsünü anlattı. Altar, gerçekten aydın bir yönetici, inançlı bir Atatürkçü.
Büyük bir alçakgönüllülükle, “Dünün, bugüne öğretecek bir şeyi olamaz” derken de bir şeyler öğretmiş oldu.
Cumhuriyetin başkentinde, çağdaş tiyatroya erişmek için, çağdaş bir eğitim kurumunun oluşturulmasında kimlerin emeği geçmişti.
ŞAŞIRTAN KONUŞMA
Altar’ı Devlet Tiyatroları’nda en uzun süre görev yapan Genel Müdür nitemini koruyan Cüneyt Gökçer izledi.
Kısa bir ara dışında Gökçer’in görev süresi yirmi üç yıl tutuyordu.
Devlet Konservatuarı’nın ilk mezunlarından olan Gökçer, 1940-41 döneminde Uygulama Sahnesi’nde oynanan ilk oyundan beri kuruluşun içindeydi.
Gökçer, konuşmasına nitelik-nicelik ikilemi üzerindeki görüşlerini açıklayarak başladı. Nicelik artışı, nitelik düşmesine yol açıyordu Gökçer’e göre.
Oysa, Devlet Tiyatroları her ülkede tiyatronun eriştiği düzeyi belirlemelidir.
Tiyatro sanatı açısından ileri gitmiş ülkelerde bu böyleydi.
- Fransa’da Comédie Française,
- Almanya’da Staatstheater,
- İngiltere’de National Shakespeare Company ülkede tiyatro sanatının en seçkinleştiği kuruluşlardır.
Türkiye’de de böyle olması gerekirdi. Tiyatronun yaygınlaştırılması görevi Devlet Tiyatrosu’na verilmemişti.
Oysa, Devlet Tiyatroları bu görevi üstlenmiş, bölge tiyatrolarının bir türlü gerçekleşememesi yüzünden görevinin ve işlevinin dışında bir iş yüklenmişti.
Bu yüzden de, Devlet Tiyatroları oyunlarında bir türlü istenen nitelik sağlanamamış, oyunların düzeyi istenenin altında kalmıştı.
Gökçer, bu konuda birkaç yıl önce toplanan Şûra’ya sunduğu bir raporu okudu.
Gökçer’in bu konuşması, olayları yakından izleyenleri şaşırtıyordu. Çünkü Gökçer’in bu görüşleri doğru olsa bile, bunu söylememesi gereken iki-üç kişiden birisi Gökçer’in kendisi idi. Çünkü yirmi üç yıllık Genel Müdürlüğü döneminde, bölge tiyatrolarının kurulması ne zaman gündeme geldiyse, engelleyenlerin arasında Sayın Gökçer vardı. O yıllarda Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü olarak, devletin ödenekli tiyatrolara yönelen politikasının belirlenmesinde en etkili kişilerden biri olan Gökçer, bölge tiyatrolarının kurulmasından yana olmamıştı. Devlet Tiyatrosu, Devlet Opera ve Balesi’nden ayrıldığında yapılan yasa değişikliği sırasında da, Genel Müdür olarak çalışmalara katılan, hattâ oluşturan sorumluların başında geliyordu.
Sayın Gökçer’in 23 yıllık yöneticilik görevinden sonra, böyle bir gerçeği görmüş olması düşündürücü bir gelişmeydi. Ne ki, Gökçer, bunu açıklarken de, doğru bir biçem seçmiyor, acı, hırçın bir deyişle, başarılı sayılamayacak bir duygusallıkla sunuyordu görüşünü.
“TİYATRO FABRİKASI”
Gökçer’den sonra sözü alan Ergin Orbey, “Devletin tiyatroya katkısı azımsanamayacak bir miktardır” diye başladı söze. Önemli olan bu yardımın iyi değerlendirilip, değerlendirilmediği idi. Devlet Tiyatroları’nın bütçesi 2,5 milyar olup, buna öbür ödenekli tiyatrolar, eğitim kurumları ve gösteri sanatları için harcanan ödenekler de eklenince toplam 10 milyara ulaşıyordu bu miktar. Bu azımsanamayacak miktarı tiyatro sanatına ayıran devleti yararlı bir işin, en iyi biçimde yapıldığına inanmak gerekiyordu.
1984 yılında 17 sahnede çalışan Devlet Tiyatroları’nın gelişmesi organik ve sağlıklı bir gelişme sayılamazdı. Devlet Tiyatroları garip bir yapıya ulaşmıştı. Bu yapısal sakatlığın giderilmesi ve düzeltilmesi gerekiyordu. Yasa, kavram kargaşasıyla doluydu. En gerekli görevler için bile tanımlar yoktu; edebî kurul, bütün garipliğiyle, Devlet Tiyatroları’nın oyun seçme işini çağdışı bir yöntemle yürütüyordu.
Ergin Orbey’den sonra söz alan bugünkü Genel Müdür Turgut Özakman önce kısa sayısal bilgiler verdi. Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana’daki beş yerleşik kadronun beslediği 11 sahnenin yanı sıra sürekli perdelerini açan kent tiyatrolarıyla 17 sahneden 7202 izleyiciye her akşam hizmet sunuyordu Devlet Tiyatroları. Bunun yanı sıra 20 ile turne yapmak zorunluğu vardı. Her ay 40 oyun sahneleniyordu. Bu bir “tiyatro fabrikası”na benziyordu. Üstelik bu hizmetin verildiği Ankara, İstanbul, İzmir’den başlayarak gerçek anlamda tiyatro yapısı hiçbir yerde yoktu. En iyi tiyatro yapısı Adana’da idi. En elverişli yapı sayılabilecek Büyük Tiyatro’nun bile çağdaş anlamda tiyatro mimarisine uygun olduğunu söylemek zordu. Oysa önümüzdeki dönem K. Maraş, İzmit ve Antalya’da bazı kamu kuruluşlarının yaptırdığı tiyatro yapıları nedeniyle Devlet Tiyatroları’nın bu illerde de hizmete hazırlanması gerekiyordu.
Devlet Tiyatroları’nın kadrosu 1300 kişi, sanatçı sayısı 300’ü geçiyordu. Bu kadroda, tam ve dengeli bir dağılımın olduğu da söylenemezdi. Söz gelişi başkentte otuz hanım sanatçı görevsiz, oturuyordu. Bu koşullar altında kalite mi, kantite mi (nitelik-nicelik) tartışması yapılabilir miydi? Nitelik denirse, her yıl kırk yüksek kaliteli oyun çıkarmak gerekiyordu. Özakman, bunu tavlada art arda kırk kez düşeş atmaya benzetiyordu.
Özakman, bu yoğun ve yüklü çalışmanın bir başka eksiğinin de oyun yazarı olduğuna değindi. 1950 ve 1960 kuşağı yazar yetiştirmiş; ama 1970 kuşağı yazarını yetiştirememişti. Oysa Türk tiyatrosunun Türk oyun yazarı olmadan, gelişemeyeceği açıktı.
Özakman, sonuç olarak bütün soruların çözümünü yeni bir yasanın gerekliliğine bağladı.
DOKUZ SORU
Konuşmaları özetleyen Sevda Şener, görüşmelerden dokuz soru çıkardığını belirtti:
- Yasa, Kuruma dar geliyordu,
- Nitelik mi, nicelik mi tartışması sürüyordu,
- Kurumsal yan sorunlar vardı(edebî kurul ve benzeri gibi),
- Tiyatronun yaygınlaştırılması gereğinden gelen turne zorluklarının aşılması kolay değildi,
- Tiyatro yapıları yoktu,
- Altyapı sorunları çetindi,
- Oyun yazarı sıkıntısı vardı,
- Dekorcu, ışıkçı gibi teknisyen sorunu vardı,
- Sanatçıların yaş sınırı gibi bir neden de çalışma koşullarını daraltıyordu.
İkinci tur konuşmalarında bu sorular üzerinde duruldu. Altar, nüfusu hızla artan bir toplumun, nüfus patlamasıyla birlikte kültür patlamasıyla da karşılaşacağını belirtti. Sorunları aşmanın kolay olmadığını, ama bunun karamsarlık nedeni sayılmaması gereğini belirtti. Toplumumuz çok daha güç koşullardan geçerek bugüne gelmişti. Her şeyi devletten bekleme alışkanlığını ise artık bırakmalıydık.
Cüneyt Gökçer, ikinci konuşmasında da nicelik-nitelik sorunu üzerinde durdu. 5441 Sayılı Yasa’nın zamanına göre iyi bir yasa olduğunu, Devlet Tiyatrosu’nun, tiyatronun yaygınlaştırılması görevini yaptığını; ama artık yasanın değiştirilmesi gerektiğini ve nitelik bakımından yüksek düzeyde tiyatro olgusu yaratacak bir kuruma dönüşmesi gerektiğini söyledi.
Ergin Orbey, devletin tiyatro politikasının ciddî bir plana oturmadığını, pek çok şeyin rastlantısal olduğunu belirterek, örnekler verdi. Anakentlerdeki tiyatroların yanyana yığıldığını; Anadolu’ya yayılmada da aynı rastlantısallığın görüldüğünü, tiyatronun gitmesi gereken yere değil, tiyatro yapısı yaptırılan herhangi bir yere öncelik verilmesiyle sık sık karşılaşıldığını söyledi.
İKİ AYRI TUTUM ÖNERİSİ
Toplantıyı yöneten Sevda Şener, son olarak Turgut Özakman’a söz verirken bir özetleme daha yaptı. Devlet Tiyatroları’nın bugünkü durumundan geleceğe yönelirken iki ayrı tutum önerisinin belirdiğini söyledi.
Bunlardan biri, köktenci tutum; öteki ise sorunları düzelterek, iyileştirmeler yoluyla kurumu daha iyi hizmete götürme önerisi idi.
Özakman, son konuşmasında, yeni yasa üzerindeki çalışmaların sürdüğünü belirtti. Bu arada bazı yasal düzenlemelerle idarî kadroya ve sanatçılara akçalı olanaklar sağlandığını; Devlet Tiyatroları kuruluşu içinde Ankara’da da bir müdürlüğün kurulduğunu belirtti. Bölge tiyatrolarının işlevini karşılamak ve gelecekte bu örgütlenmeye gerekli olanakları sağlamak için esnek hükümlerin yeni yasaya konacağını; daha geniş danışma toplantıları yapılarak, düşünce geliştirmede konuyla ilgili bütün görüşleri alma yoluna gidileceğini söyledi.
SONUÇ
Devletin tiyatro sanatıyla ilgisini düzenleyen tek yasa Devlet Tiyatroları Yasası’dır. Devlet, bu yasayla, tiyatro sanatının halk eğitimi ve toplumun kültürel gelişmesi açısından değerini kabul ederek, tiyatro işini doğrudan yapmayı yüklenmiştir. Bunun için tek kurum Devlet Tiyatroları’dır. Devletin bu işe ayırdığı ödenek azımsanmayacak miktardadır. Ne var ki, Devlet Tiyatroları’nın bu işlevi her zaman en iyi biçimde yaptığı söylenemez.
Yine de bu kurumdan vazgeçilemez. Çünkü şimdilik “tek” kuruluştur. Yarına doğru da uzun süre, bu doğrultuda tek kalacaktır. Gelecekteki gelişmeler için de, doğurgan olabilecek en verimli kaynaktır. Öyleyse, bugün ulaşılan noktadan geleceğe bakınca yine bu kurumdan yola çıkmak zorunluğu kabul edilmelidir. Yapısal bozuklukların giderilmesi, kötü alışkanlıkların düzeltilmesi, yasal aksaklıkların giderilmesi için iyileştirmeler zorunlu, ama olanaksız değildir.
Dört genel müdürün tartışmasında en iyimser sonuç sanırım bu olmaktadır.
Atilâ Sav | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 106 - 15 Ekim 1984