Söz Gençlerin!



Gençlik, çok boyutlu, çok sesli, geniş bir kavram. Belirli bir toplumdaki gençler üzerinde bile herhangi bir genellemeye gitmek olanaksız. Tanımak, bilgilenmek, iletişim sağlamakta, anlamakta, anlaşmakta bir adımsa, işe gençleri tanımaya çalışmakla başlayabiliriz... Sanat Dergisi, zaman zaman, önümüzdeki aylar boyunca, “gençler için etkinlikler yapan gençler”le sohbetler düzenleyerek gençlerle bir iletişim sağlamaya çalışacak.

İlk sohbeti, gençler için dergi çıkaran gençlerle düzenledik. Bir okul dergisi (Robert Lisesi’nin çıkardığı “Çağrı”); daha önce dergicilikte hiçbir deneyimi olmayıp, “alternatif bir yayın faaliyeti” sürdüren, “kendi yağıyla kavrulan” gençlerin çıkardığı bir dergi (“Yeni Olgu”) ve bir sermaye grubuna bağlı olup, “hedeflerine ulaşamayıp tıkandıkları” için kapanmak zorunda kalan bir dergi (İletişim Yayınları’na bağlı, “Gençlik ve Toplum”) ilk sohbetimizin konukları oldular.

  1. “Çağrı”dan, lise üç öğrencileri Natali Medina ve İpek İlkkaracan ve Edebiyat, Türkçe öğretmenleri Adil İzci;
  2. “Yeni Olgu”dan Fatih Aksoy ve Ziyaver Şencan,
  3. “Gençlik ve Toplum”dan Yiğit Ekmekçi kendi deneylerini sorunlarını, çalışmalarını dile getirdiler, Sanat Dergisi’nin ya da birbirlerinin sorularını yanıtladılar.

Birbirinden çok farklı bu üç derginin gençleri kimi noktada birleşip, kimi noktada birbirlerinden ayrılırlarken, bir araya gelip, çeşitli sorunları tartışabilmenin bile umut verici olduğunu vurguladılar.


NEDEN YAYINCILIK?

Sohbete, niçin dergi çıkardıkları, amaçlarının ne olduğunu, çalışmaların ilk günlerini ele alarak başladık.

  • “Çağrı”, 1983-1984 okul yılının başından beri, iki ayda bir yayınlanıyor. (Yaz tatilinde yayınlanmadığı için yılda dört tane). Dergiyi, okulun Kültür ve Edebiyat Kulübü’ndeki sayıları 30’a yakın (çoğu liseli) öğrenci çıkarıyor. Aralarından dördü Genel Yönetmen (her sayı birinin sorumluluğunda), dört genel yönetmen yardımcısı, Yazı Kurulu, Edebiyat, Spor, Sanat kurulunu oluşturan yaklaşık yirmi öğrenci var. “Çağrı”nın amacı, adında da vurgulandığı gibi öğrencileri “okumaya, izlemeye, düşünmeye çağırmak”. Doğrusu, gençlere “düşünmenin” pek de “tavsiye” edilmediği bir ortamda, bu amaç bile oldukça yürekli... Okulların bir çoğunda edebiyat, sanat, kültür ortamı bulunmadığından yakınan İpek ve Natali, hem bu gereksinimi biraz olsun karşılamak, hem de kendi yaratıcılıklarını geliştirmek için böyle bir dergi çıkardıklarını söylüyorlar. “Çağrı”ya girecek yazıları, yukarıda belirttiğimiz gruptan öğrenciler okuyor, ancak yine de yazıların tümü baskıya girmeden önce Edebiyat öğretmenleri Adil İzci’nin denetiminden geçiyor. Dergiyi çıkaranların yaş ortalaması 17-18. Okurlarınınki de öyle. Okulun 900 öğrencisinden yarısı alıp okuyor dergiyi.

  • “Gençlik ve Toplum” dergisine gelince... Belki de söze Yiğit Ekmekçi’nin deyişiyle başlamak gerek: Biz gençler için nerdeyse milattan önce, milattan sonra gibi 1980 öncesi, 1980 sonrası var... diyor. Ve şöyle sürdürüyor: 1980 öncesinin tüm suçu, sorumluluğu, biliyorsunuz 80 sonrasında gençlere yüklendi... Ne yapıp yapıp, bunu kırmak gerekiyor... Yine 1980 öncesinin üniversite kuşağıyla, 1980 sonrası üniversite kuşağı arasında korkunç bir uçurum oluştu. 80 öncesi gençleri, 80 sonrası gençlere yoz diye bakmaya başladılar. Bu uçurumu da gidermek gerekiyordu... Bir nokta daha var: Gençlik bizde hep ileride yaşanacak hayata hazırlık dönemi olarak algılanıyor. Oysa biz şimdi yaşıyoruz. Şimdi söylemek istiyoruz. Kendi sorunumuzu kendimiz dile getirmek istiyoruz. Bizim de söyleyecek sözümüz var. Hem de şimdi!

  • Önceleri Ankara’da bir dergi çevresinde toplanan gençler (ki aralarında Tanıl Bora, Gökhan Cengizhan, Mehmet Şenol’un adlarını belirtmek gerek), nasıl bir dergi konusunu irdelerlerken, İstanbul’da da İletişim Yayınları gençlere yönelik bir dergi hazırlığı içindeydi. Ankara’daki ekip kendi projelerini İstanbul’a İletişim Yayınları’na yollayınca ve bu proje onaylanınca “Gençlik ve Toplum” dergisi 1984 Mart’ında çıkmaya başladı. Dergi 10 sayı çıkacak ve 1984 Aralık’ta kapanacaktı. Yayın kurulunun yaş ortalaması 22’ydi.

  • Boğaziçi Üniversitesi,
  • İstanbul Üniversitesi,
  • Teknik Üniversite,
  • Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi,
  • Ortadoğu Üniversitesi’nden derginin çıkmasına katkıda bulunanların tek amacı vardı:
Biz de bir şey söylemek istiyoruz deyip, sözlerini söyleyebilmek.

1980 öncesindeki korkunç kutuplaşmadan sonra,
farklı insanların bir araya gelip ortak paydalarda birleşebilmeleri, konuşabilmeleri bile çok önemliydi diyor Yiğit Ekmekçi.


“ALTERNATİF”

“Yeni Olgu” dergisinin, öteki dergilerden farklı nitelikleri var.
Ancak, en belirgin farklardan biri kısa sürede yaygınlaşması ve derginin gittiği, gidebildiği her kentte kendini duyurması.

Başlangıçta, yani 1983 sonlarında;
  • İstanbul Teknik,
  • Boğaziçi,
  • Marmara,
  • Hacettepe ve
  • Orta Doğu Üniversitesi’nden (daha sonra Ege Üniversitesi de katılacaktı) gençler bir araya gelip tanıştılar, konuştular, tartıştılar.

Bu bir araya gelmenin bir amacı vardı: Fatih Aksoy’un ve Ziyaver Şencan’ın deyişiyle “Yayıncılık faaliyetinde bulunmak”.

...Neden yayıncılık? diye soracak olursanız, yanıtı şöyle: Gençliğe demokrasi ve söz hakkı tanımak için”.

Bu gençler de kendi sorunlarını, konuları, kendileri tartışsın söylesin istiyorlardı, başkaları değil...
1980 sonrasının olağanüstü durgun ve suskun gençlerinin ses vermelerini, seslerini duyurmalarını istiyorlardı. Şiirlerini, öykülerini, röportajlarını bir öncekinden daha iyi yazmak, kendilerini geliştirmek istiyorlardı... Bu saydıklarını yapabilmeleri için şimdiye dek alışılagelmiş kalıpların dışına çıkmak zorundaydılar. Yani hiçbir “ünlü”ye, tanınmış isme yer vermediler. Bu derginin okurları aynı zamanda yazarları olacaklardı. Böylelikle “Alternatif” bir yayıncılık geliştirmeye koyuldular.

“Yeni Olgu” dergisinin ilk sayısı 1984 Ocak ayında çıktı. 12 ayda 11 sayı (7 ve 8. sayıları birlikte) çıktı. 27 Aralık 1984’te tam “Gençlik Yılı” özel sayısı baskıya girmeye hazırlanırken, sıkıyönetim tarafından gerekçesiz olarak yasaklandı. “Yeni Olgu”da çalışanlar, okur/yazar ayırımını kırmayı başarmışlardı. Kadro söz konusu değildi.

İlk sayıda yazanların yüzde 90’ı son sayıda görülmüyor. Çıkan 11 sayısında beş yüzün üzerinde genç bu dergiye yazı yazdı; çok daha fazlası yazı seçme toplantılarına, dergiyle ilgili tartışmalara katıldı. Yeni Olgu amatör insanların, yayıncılığı profesyonel olarak yapmadığı ilk yayındı.


FARKLI FİNANSMAN KAYNAKLARI

Bu sohbete temsilcileriyle katılan üç derginin yapısı, özellikle finansman kaynakları açısından farklılık göstermeleri nedeniyle ilginçti.

  1. Yeni Olgu dergisinde yayın faaliyetini yürütenler, parasal kaynakları da kendi çabalarıyla sağlıyorlardı. Yani yayına katılanlar, derginin yaşamını sürdürebilmesi için gerekli kazancı ya da belirli bir döngüyü sağlayabilmek konusunda öncelikle kendilerine karşı sorumluydular.

  1. Gençlik ve Toplum dergisi, İletişim Yayınları’nın bir süreli yayınıydı. Bu nedenle, belirli bir sermaye grubunun desteğini sırtında taşıyordu. Tabii, bu desteğin içerdiği sorumluluğu ve satış kaygısını da...

  1. Üçüncü yayın organı Çağrı, bir okul dergisiydi. Dergide yönetimi üstlenen öğrencileri ilgilendiren tek konu içerikti. Ancak, onları da kaynağı parasal ya da satış kaygısı olmayan, başka bir denetim mekanizması bekliyordu: Milli Eğitim Yönetmelikleri, okul idaresi, disiplin kurulları vb...

Bu bağlamda, herhangi bir sorun çıkmaması için çözüm bulundu: Otosansür.

Şimdi bu üç derginin finansman sorunlarının içeriğe nasıl yansıdığını görelim: Yeni Olgu, 600’ü abone olmak üzere 5 bin dolaylarında satan bir dergi. Şimdiye değin 11 sayı yayınlanmış. Bu 11 sayının getirdiği mali porte: 100 bin liralık bir borç. Bunun içinde, dergiye katkıda bulunanların öğrenci kredileri, aileden alınan paralar, eşe, dosta borçlanmalar var.

Bir yıl boyunca süren “derginin daha çok satılması için ne yapılmalı?” yollu tartışmalar,
çalışmaların iki ayrı süreçte ele alınması zorunluluğunu ortaya çıkardı:

  1. Yazıların üretilmesi ve seçilmesi süreci.
  2. Dergiyi çıkarmak için gereken paranın sağlanması süreci.

Böylece, daha fazla satmak için, derginin içeriğinden ödün vemek yerine,
sınırlı olanaklarla yayın yaşamına devam etmek kararı alındı ve bu savaşım sürdürülüyor.

Bir sermaye grubuna bağlı olarak yayın yaşamına atılıp, 10 sayı sonra kapanmak zorunda kalan Gençlik ve Toplum dergsinin yayın yaşamını sürdürememesinin başlıca iki nedeni var:

  1. İlki, hedeflenen 10 binlik satış düzeyine erişemeyip, 4 bin dolaylarında kalmaları,
  2. İkincisi, ama belki de satıştan önemlisi, katkıya açık olan bu derginin, katılmanın çok fazla olmaması nedeniyle, tıkanması; ekipteki elemanların yayın grubunun başka birimlerine geçmeleri.

Bu arada, Yiğit Ekmekçi, parasal sorunların kendilerine hiç yansıtılmadığını, dergiyi finanse edenlerin içeriğe hiç karışmadıklarını da belirtiyor.

Çağrı dergisinin ise, üç ayrı parasal kaynağı var:

  1. Okul idaresinin bir yıl (dört sayı) için sağladığı 250 bin liralık destek,
  2. reklam gelirlerinden sağlanan 400 bin lira ve
  3. satış gelirleri.

Sayı başına, maliyeti 280 bin lira olan ve 800 adet basılan Çağrı dergisi,
300’ü abone olmak üzere yalnız okul içerisinde, her sayının üçte ikisini satarak yayın yaşamını sürdürüyor.


BU DERGİLERİN OKURU KİM?

Yine bu sohbet sırasında, Robert Lisesi öğrencileri Natali ve İpek’in “Yeni Olgu” ve “Gençlik ve Toplum” dergileriyle henüz tanışmadıkları ortaya çıktı. Bugün aydın düzeyde nitelenebilecek bu iki liselinin, Türkiye’de yayınlanan başlıca iki gençlik dergisini tanımıyor olmaları yeni bir soruyu gündeme getiriyordu: Bu dergileri kimler okuyor?

Yeni Olgu dergisinin, bu konuda tam sonuçlamamış bir anket girişimi var. Ancak, Fatih ve Ziyaver, Yeni Olgu okurunu “kırkambar” ya da “yamalı bohça” deyimleriyle yorumluyorlar: Yani bir şiiri çıksın da, eşine dostuna, nişanlısına göstersin diye, bu dergiyi alanlar da var, toplumu yeniden örgütleyecek, yeni amaçlara yöneltecek bir kitle de...Dergiyi alanların bir bölümü, zaten çalışmalara doğrudan katılıyorlar. Bunlar derginin yazar okurları... Yeni Olgu’nun okur kitlesinin öğrenim birimlerine göre dağılımı ise şöyle: 1980 öncesinde lise öğrencisi olan üniversiteliler; genelde üniversite gençliğinin bir bölümü, bir başka deyişle YÖK’ü, Gökova’yı kendine sorun eden bir kitle. Bunların yanında liselilerin oranı hemen hemen yok denecek denli azınlıkta kalıyor.

Gençlik ve Toplum dergisinin de, okurları arasında yaptığı bir anket, liseli gençlerin bu dergiye de fazla ilgi göstermediği gerçeğini ortaya çıkarmış. Büyük bölümünü 20-22 yaş arasındaki üniversite öğrencilerinin oluşturduğu bu okur kitlesinde değişik görüşlerden kişilere rastlanıyor. Örneğin İslâmcılar, solcular ve politikayla hiç ilgilenmeyenler.

Çağrı dergisi, bir okul dergisi olmak nedeniyle, yayınına okurunu tanıyarak, sesleneceği kitleyi bilerek başlama şansına sahip ötekilerin yanında. Derginin okuru öğrenciler doğal olarak. Bunun yanı sıra, Adil İzci’nin belirttiğine göre, velilerden, okul personelinden de dergiyi heyecanla izleyenler, bekleyenler var. Öğrenciler arasında küçük sınıflar, dergiye daha büyük bir ilgi ve ciddiyetle yaklaşıyorlar. Liselilerin arasında ise, dergiyi hiç okumayan, önemsemeyen, hatta alay eden bir kitle söz konusu.

Bu arada, okurunu kişisel olarak tanıyarak, öğrenim, eğitim, değerlendirme düzeyini bilerek bir dergi çıkarmanın herhangi bir yönlendirme getirip getirmediği konusunda yönelttiğimiz bir soruyu şöyle yanıtladı Robert Liseliler: Okulda pek kitap okuyan yok. Dergiyi de, herhangi bir yayın gibi algılıyorlar. Yalnız arkadaşlarının çıkarıyor olması önemini biraz azaltıyor. Biz ‘nabza göre şerbet’ düşünmüyoruz. Okulda zaten belli bir beklenti, istek yok. Bu nedenle, okuru tanıyor olmamız önemli bir sorun oluşturmuyor.


VE ORTAM...

Okullarda,
  • “pek kitap okuyan yok”un egemen olduğu;
  • ya da öğretmenlerin “bu konuyu sizinle tartışmak isterdim ama şimdi sırası değil” dediği;
  • ve gençlik yılında çeşitli mercilerin en çok “Gençler uslu olun haaa!” diye tembihlediği bir ortamda nasıl ayakta durmayı başaracak bu gençler diye düşünüyor insan...

Bu ortama, sohbete katılan gençler şunları da ekliyor:

“Üniversiteler için alınan son disiplin kararıyla,
üniversiteli gençlerin herhangi bir yayın organına yazı yazmaları da güçleşecek, imkânsızlaşacak...”

“Bizleri çevreleyen sınırlamaları düşünecek olsak çıldırmak işten değil...
 Onun için ben, elden geldiğince az düşünmeye çalışıyorum sınırlamaları...”

“Son zamanlarda okumak öyle suçlandı ki... Hem aileler, hem devlet tarafından.
 Şimdi pek çok genç okumaktan, dergi okumaktan korkuyor...
 Kısacası çok hareketli bir toplumdan durağan bir topluma geçtik.”

“Tartışma kalmadı. Gençler yalnızlığa ya da habire spora itiliyor. Devlet de yalnız spora ilgiyi yönlendiriyor.

(Sohbet arasında bir ara öyle çok yasaklardan söz edildi ki, liseli gençlerin böyle bir sohbete katılmalarının herhangi bir sorun olup olmayacağını sorduk Adil İzci’ye. Şu yanıtı verdi: Hayır, çünkü buraya gelmeden önce Milli Eğitim Müdürlüğünden izin alındı)

Tanımlanan bu ortamda yaşanan başlıca sorunun “kimlik” sorunu olduğuna katılıyor gençler.

  • Zaten Türkiye’de bir kimlik problemi var ama bunun en ağırını gençler yaşıyor diyor Yiğit.
  • 18 yaşın bizler için hiçbir anlamı kalmadı...  Gençlik etkinliklerini izlemeye yönelik bir gençlik yok ki diyor Natali.
  • 18 yaşında olduğumuz için bizim de kesin bir kimlik sorunumuz var...  Ancak toplumsal açıdan değil.
Daha çok, kurallar, etkiler, korkular nedeniyle genel bir ilgisizlik var diyor İpek.

Gençlerin kimliği, değer ölçüleri belli bir süreç içinde oluşur derken Adil İzci, Fatih atılıyor:
“İyi ya işte, asıl o süreç içinde dışardan baskılar, müdahaleler olmamalı” diyor.

Suskunluk, bıkkınlık, toptan ilgisizlik’le ilgili olarak,
12 Mart sonrasındaki televizyon patlamasına ve 12 Eylül sonrasındaki video patlamasına işaret ediyor üniversiteliler...

Bu sohbetin sonuna doğru bu gençler umutsuzluk içinde olsalar gerek diye düşünüyorduk ki, meğer yanılmışız.

Yoo bu durağanlık kırılacak.

Bir lise dergisi bu kadar satılıyorsa, bir gençlik dergisi bu kadar okunuyorsa, bu müthiş bir şey.
 Belki yarın değil ama yakında her okulda, okul dergileri okunacak, her gençlik dergisi yirmi bin, otuz bin satacak...”

“Türk toplumunda çeşitli tıkanmalar oldu ama şimdi el yordamıyla birşeyler yapıyoruz.
 Yanlışlarımızı biliyoruz. Bundan böyle kendi yanlışlarımızı kendimiz yapabiliriz, başkaları değil.”

“Belki üniversitelerden onca öğretim üyesinin atılması bile bir şans.
 İlk kez düşünce mercileri, üniversiteler dışında, yani denetimin dışındaki bir alana geçmiş oldu...

Ansızın bu umut fırtınası karşısında şaşmamak elde değil.
Nerden buluyorlar bu umudun ipuçlarını.

Kendimizden”,
“arkadaşlarımızdan”,
“konuştuğumuz tartıştığımız gençlerden”,
“yepyeni oluşumlardan”,
“örneğin şu sohbetten”...

Daha pek çok ipuçları verdiler ama Natali’ninki özetleyiverdi: Elbette ki umutluyum. Değilsem, ne diye burda oturup konuşuyorum!

Gençler için yayın yapan gençlerin sohbeti bitti. Geride aklımıza şu söz çakılı kaldı:
Kimi zaman, öyle anlar geliyor ki, yalnız her şeye karşı çıkmak geliyor içimden!
 Kendime kızıyorum, böyle olmak istemiyorum, ama ne yapayım! Her an kendimi denetlemek zor geliyor bana!

Kim ne söyledi?
Hiç önemli değil, biri söyledi.
Hepsi de söyleyebilirdi.



Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 113 - 1 Şubat 1985
_________________________________________________________________________________________




İşte bir aydır “gençlik yılı”nı yaşıyoruz.
İşte birkaç haftadır, “yasaklı dil” yılını da başlatmış bulunuyoruz.
Tıpkı bir süredir “özerk üniversite” dönemini sürdürdüğümüz gibi.

Gelecekte hangi sözcüklerin, kavramların, kurumların neye uğrayacağını kestiremeyiz elbette; ama ille de “gençlik” yerine ne diyeceğimizi merak ediyorum ben. Ortalıkta “genç” denebilecek birileri kalırsa eğer... Derginin bu sayısının gençlerin karikatürlerine ayrıldığını biliyorum. Demek ki, bu sayıda “gençleştirilmiş karikatür” söz konusu çizgide. Buna karşılık yazıda artık “karikatürleştirilmiş gençlik” üzerinde durmak daha uygun görünüyor bana. Malzeme öyle bol ki! Önce “iştirak”li, “huzur”lu şu gençlik yılı afişi... Sonra, “Seyyar Köfteciler Talimatnamesi”ne benzeyen şu türedi yönetmelikler, alaturkalaştırılan TRT III yayınları, KDV’ler, deve edilen bilim ve kültür dünyası, kuş mu deve mi olduğuna hâlâ karar verilemeyen gençlik kitlesi, ve daha niceleri...

Dost bir esintiyi dilime doladım, yineleyip duruyorum ne zamandır: Nasılsınız, nicesiniz? İçiniz nasıl, içiniz?

İçim mi nasıl?
İçim huzur içinde, iştirak halinde, karikatürleşip gidiyoruz işte...

Bir türlü başlayamadığım bu yazıya bir de başlık gerekiyordu.
Önce Gençliğin Kültürel Katılımı diye tasarlamıştım, ama çok ciddi kaçacaktı bu karikatür bolluğunda.

Üstelik, söze alfabeden başlamak,
  • ergenlikteki zihin gelişimini,
  • bu gelişime uymayan okul sistemini,
  • ahlak eğitimini,
  • sonra kuşaklar çatışması,
  • altkültür olgusunu açıklamak gerekecekti. Uzun bir yol...

Aslında bu yazıyı niye yazmak istediğimi de düşünmüyor değilim. Kimin umurunda gençlik-mençlik, kültür-mültür, katılım-matılım!.. Ben de sözü psikolojiye bırakıp aradan çekilmeyi yeğliyorum  -düpedüz kaçıyorum yani-. İçerde incir çekirdeğini doldurmaz laflar içinizi bunaltmıştır diye, aşağıdaki bilgilerin hepsini dışardan derledim. Bizim söylemekten ve kabul etmekten kaçındığımız doğruları başkalarının çoktan söylediğini bir kez daha görelim diye. Dışardan gelişigüzel derlenmiş birkaç bilginin bile içerdeki saçmalıklarımızı gösterebileceği umuduyla.


ERGENİN DÜŞÜNCESİ YA DA “DÜŞÜNEN ADAM”

Biz ergenliğin temel niteliği olarak bireyin yetişkinler toplumuna girişini görüyoruz. Böyle bir giriş somut olarak ne anlama gelmektedir? Kendini yetişkinden aşağı ya da ona bağımlı hisseden çocuğun aksine, ergen, kendini yetişkinlerle eşit görmeye ve onları bu eşitlik ve tam karşılıklılık düzeyinde yargılamaya başlayan bireydir. Bu birinci özelliğe çözülmez iki özellik daha eklenir. İkinci olarak, ergen, henüz gelişmekte olan, fakat geleceği, yani toplum içindeki şimdiki ve gelecekteki işini düşünmeye başlayan ve böylece şimdiki etkinliklerine sonraki ya da “yetişkin” etkinlikleri için bir yaşam programı ekleyen bireydir. Üçüncü olarak, ergen, içine girmeye çalıştığı bu toplumu sınırlı alanlarda ya da tüm olarak değiştirmeyi tasarlayan bireydir. Ergen, çocuktan, her şeyden önce şimdiki zamanı aşan bir düşünceyle ayrılır. Başka bir deyişle ergen, çocuğun aksine, sistemler ve kuramlar kurmaya başlayan bireydir. İşlevsel açıdan bu sistemler, ergenin moral ve entelektüel bakımdan yetişkinler toplumuna girmesini sağlarlar. Ergenlerin çoğunun siyasal ya da toplumsal kuramları vardır ve kolektif yaşamın mekanizmalarını ve aksaklıklarını kendilerine açıklayarak dünyayı yeniden biçimlendirmeyi isterler.
(J. Piaget ve B. Inhelder)


OKULUN GÖREVİ

16-17 yaşlarından itibaren genç kızlar ve erkekler, siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunlarla ilgilenmeye başlarlar. Ulusal ve uluslararası topluma gösterilen bu ilgi, kültürün kazanılması ve yaşam deneyiminin başlamasıyla gitgide biçimlenir. Çoğu kez yetişkinler ve özellikle ana babalar, gerek saflıklarıyla ya da öfkeleriyle alay ederek, gerek sadece okul çalışmasına yöneltmedikleri her türlü ilgilerini kınayarak, gençlerin cesaretini kırarlar ve onları caydırırlar. Öğretmenler de, yönlendirmekte yetersiz kaldıkları için tehlikeli buldukları tartışmalara girmekten korkarlar.  Gerçekte, yetişkinler ve özellikle eğitimciler dünyaya doğru bu atılımı yüreklendirmek, araştırmalarında gençlere yardım etmek, onlara ulusal ve uluslararası siyasal sorunlar üzerinde akılcı ve olumlu bir kanıya nasıl varılabileceğini göstermek zorundadırlar. Genç, genellikle hoşgörüden yoksun, duygusallık ve katılıkla dolu olan yetişkinlerin toplumsal yaşamına, hiç olmazsa akıl yürütme egzersizleriyle girmeye başlar. Bunlar, varlığın tümüyle katıldığı atılımlar, şoklar, katılma ve yadsıma çağrılarıdır. Savaşım bütün ortaöğretim boyunca sürecektir. Ortaöğretimin en önemli rolü bu savaşımı kazanması için gence yardım etmektir.
(L. François)


OYSA GELENEKSEL OKUL...

Geleneksel okul kurumu katıdır. Hiyerarşiye dayanır, baskıcıdır, eğitsel yenileşme hareketlerine kapalıdır, eğitsel ilişkinin değişmesi güçtür, kurum öğretmenin değişime karşı direncini pekiştirmektedir”.
(J. Chobaux)

Okulun değişime direnç gösterdiği varsayımına, yenileşme projelerinin ve girişimlerinin artması, yeni yöntemlerin çoğalması olgusuyla karşı çıkılabilir. Ancak, yeni eğitimin okul yaşamından çok yayınlarda yer aldığını da belirtelim. Okul, ardarda ortaya çıkan reformları duyarsızca yutmakta ya da uygulamaya konmalarına şiddetle karşı koymaktadır. Okul, istemli olarak, şimdiki zamandan çok geçmişe dayanmaktadır. Kültürel aktarma çoğu kez geçmişin değerlerini iletmektedir. Okul, bile bile toplumdaki değişimlerin karşısında yer almaktadır. Okul, çocuğu realiteden çok toplumun idealine uydurmaya çaba göstermekte ve böylece toplumsal bir uyumsuzluk etkeni olma tehlikesini taşımaktadır”.
(S. Mollo)

Geleneksel okul sadece tek bir toplumsal ilişki biçimi tanımaktadır: Öğretmenin öğrenci üzerindeki eylemi...
 Geleneksel okul, entelektüel ya da moral her türlü toplumsallaşmayı bir baskı mekanizmasına indirgemektedir”.
(J. Piaget)


BAĞIMLILIK EĞİTİMİ

Bugünün okulu insan kişiliğinin tüm gelişimini amaçlıyor mu? Yanıt hiç kuşkusuz olumsuzdur. Okulun çocuklara uymadığı bir gerçektir. Özellikle öğretimin maddi araçları konusunda hâlâ, sanki okul çocuğun bilgileri kazandığı ve zihnini geliştirdiği tek yer gibi görülüyor. Öğretmen konuşur, öğrenciler dinler; öğretmen emreder, sınıf itaat eder; öğretmen öğretir, öğrenci öğrenir. Bu, ilke olarak, çocukların gereksinmelerini ve ilgilerini olduğu kadar, zihinsel ve duygusal özelliklerini, bireysel farklılıklarını tanımayan bir ‘bağımlılık eğitimi’dir”.
(R. Dottrens)


AHLAK DERSİ YA DA “DERSLEŞEN” AHLAK

Geleneklerin ve önceki kuşakların baskılarına boyun eğmiş bireyler mi yetiştirilmek isteniyor? Bu durumda, öğretmenin otoritesi be bu itaat ahlakını pekiştiren ödüllendirici ve cezalandırıcı yaptırımlar sistemi ile ahlak ‘dersi’ yetecektir. Tam tersine, özgür bilinçler ve başkalarının haklarına ve özgürlüklerine saygılı bireyler mi yetiştirilmek isteniyor? O zaman, öğretmenin otoritesinin de, onun kişiye vereceği en iyi derslerin de, özerkliğin ve karşılıklılığın birlikte kurduğu canlı ilişkileri yaratmaya yetmeyeceği açıktır. Sadece öğrencilerin kendi aralarındaki toplumsal yaşam, yani olabildiği kadar ileriye götürülen ve ortaklaşa zihinsel çalışmayla oluşturulan bir kendi kendini yönetme, kişiliğin özerklik ve karşılıklılık yönündeki gelişimine götürecektir.
(J. Piaget)

Ergene itaat duygusu verme bahanesiyle, onda girişim yeteneği, sorumluluk duygusu, kendine ve yargılarına güven geliştirmek unutulmaktadır.
Asıl olan ihmal edilmektedir: Ahlaki bağımsızlık geliştirmek”.
(A. Berge)


AİLENİN AZALAN ETKİSİ

Yakın zamana kadar ailenin en etkili grup olduğu varsayılırdı. Oysa günümüz gençliğiyle ilgili bazı yeni araştırmalar, kimi kez çok temel birtakım değerlerin bile aile dışında edinildiğini göstermiştir. Modern aile, bireyin toplumsal doğasını geleneksel ailedeki kadar etkileyememektedir. Çünkü başka kurumlar, özellikle de okul, çocukları toplumsallaştırma görevinin büyük bir kısmını üstlenmiş bulunmaktadır. Kitle iletişim araçları çocukların değer yargılarını etkileme konusunda ailelerle gerçek bir rekabet içindedir. Bugünün gençliği, ailesinin varsayılan kutsallığına önem vermeyen laik bir dönemde yaşamaktadır”.
(D. Rogers)

KUŞAKLARIN KARŞITLIĞI

Çağdaş yayınların çoğu gençlerin yetişkinlere başkaldırmasını konu edinmektedir. Kuşaklar arasındaki çatışmalar kuşkusuz her zaman vardı, olması da dilenir; çünkü kendisinden öncekilerden daha iyisini ve başka türlüsünü yapmaya çalışmak insanın doğasındadır. Ancak, aradaki uçurum nadiren bugünkü kadar belirgindi ve savaşım bu kadar erken başlıyordu... Gençler otoriteye ilke olarak karşı olmaktan çok, otoritenin gerçek bir üstünlüğü değil sadece basit bir geleneğe dayanmasına karşıdırlar. Üstünlüğün ölçütleri entelektüel ve kültürel yetenekler olmalıdır. Bugün, ergen, otoritede böyle bir üstünlük bulamıyor, dolayısıyla boyun eğmeyi kabul edemiyor”.
(D. Origlia ve H. Ouillon)


Gençlere göre, bazı sistemler akılca değil yaşça üstün durumda olan kişilerin yönetimi altındadır.
Bu tür hakça olmayan durumlar nedeniyle gençler yetişkinlerin pek çok değerlerini ‘eskimiş ve geçersiz’ saymaktadırlar”.
(D. Rogers)


ÖYLEYSE KÜLTÜRÜNÜ KENDİN YARAT

Geniş kültürün bir parçası olarak, gençlik altkültürü kavramı, küçük ve görece bağımsız bir toplumu belirtmektedir. Bu toplum, en önemli tepkilerini kendi içinde göstermekte ve geniş kültürle zayıf da olsa bağlarını sürdürmektedir. Bu altkültürün kendine özgü değerleri, davranış biçimleri, konuşması ve giyimi vardır. Gençlik altkültürüne bağlı olmanın genci ne dereceye kadar yetişkinlerin etkisinden uzaklaştırdığı şimdiye dek kesinlikle belirlenememiştir. Gözlemiclerin büyük çoğunluğu, bir ‘ergen altkültürü’nün varlığı ve kendine özgü bir iletişim sistemi olduğu görüşünde birleşmektedir. Kimi yazarlar arasında, gençlik altkültürünün pek de saygın bir yeri yoktur. Parsons, gençlik altkültürünü  -eğlenmeyi ve iyi vakit geçirmeyi vurguladığı ve yetişkinlerin baskısını ve disiplinini reddettiği için-  sorumsuzlukla suçlar. Oysa, Snyder gençlik altkültürünü savunur. Ona göre, gençler yetişkin kültürünü benimsemek yerine kendi kültürlerini yaratabilecek güce ve düşgücüne sahiptirler. Yeter ki, onlara sürekli kabul edilmiş değerleri benimsetmeye çalışan kitle iletişiminin duyularını bombardımana tutmasına karşı durabilsinler. Snyder, gençlerle birlikte çalışan yetişkinlerin, geçmişte yaşamak yerine, can alıcı güncel deneyimleri onlarla paylaşmaları gerektiğine inanır”.
(D. Rogers)


KÜLTÜREL KATILMA DİYE BİR ŞEY...

Bütün ergenlerde kültürel katılmaya derin bir gereksinme duyulduğu, ama bizim toplumlarımızda bu gereksinmenin çoğu zaman iyi anlaşılmadığı ve iyi karşılanmadığı düşünülebilir... Sanat yapıtı, yaşanılanın düzensizliğine egemen olma gereksinmesini doyurur. Ayrıca, kültürel etkinlik günlük görevlerin boşluğuna ve ölüme karşı bir meydan okumadır. Kültürün işlevi, ergene, sıradan toplumsal ilişkilerdeki yabancılaşmaya mahkûm olmadığı, kültür sayesinde yaşamın dar çerçevelerini kırabildiği güvencesini vermek olmalıdır.

Gençlerin kültürel katılımlarını engelleyen etkenler şunlardır:

  • Kültürel etkinlik için gerekli olan araçlar çocukluk dönemi boyunca herkese ve eşit ölçüde sağlanmamıştır.
  • Ergenler kitle iletişim araçları yoluyla kaotik bilgilere maruz kalmaktadırlar.
    Çatışmalı mesajların alınması birçok ergende karışıklığa ve şaşkınlığa yol açmaktadır.
    Ayrıca buna kültürel ürünlerin ticarileşmesi, sanatın ve kitapların kültür pazarları tarafından yönlendirilmesi de eklenebilir.
  • Toplumsal ilişkiler içinde kültürel davranışların anlamı ve önemi yetişkinlerce anlaşılmamıştır.
    ‘Kültürel yanılsama’, kültürü bir oyun, bir yapıntı, bir düş gibi ele almak demektir.
(Ph. Malrieu)


KATILIM OLMAZSA N’OLUR?

Öğretmenin öğrencilerine güncel dünya konusunda mümkün olabilecek en iyi bilgiyi kazandırmak zorunda olduğu açıktır. Oysa, araştırmalarımızın sonuçları, önemli alanlarda, özellikle dünyanın siyasal yaşamı alanında büyük boşluklar olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin, on lise öğrencisinden dokuzu Varşova Paktı’nın Batı ülkelerindeki NATO’nun karşılığı olduğunu, üç öğrenciden ikisi Güney Afrika’nın ayrımcı bir politika izlediğini bilmiyor. Kızlar erkeklere göre özellikle siyasal ve hatta kültürel alanda daha az bilgi edinmiş görünüyorlar... Lise öğrencilerinin tümü ‘ilerici’ görüşleri ‘tutucu’ görüşlerden daha sıklıkla dile getiriyorlar. Bu da, siyasal bir bağlanıma ulaşmasa bile, güncel dünya karşısında tavır aldıklarını göstermektedir. İlerici görüşlere siyasal alanda yüksek bir bilgi düzeyi eşlik etmektedir... Kitle iletişim araçları ne eşit bir ilgiye, ne de benzer bir etkiye sahiptir. Televizyon lise öğrencilerini yazılı basından daha fazla çekiyor. Fakat, öğrencilerin çağdaş dünyaya ilişkin bilgileri, kullandıkları aracın yarattığı ilgiyle ters orantılıdır. Düzenli gazete okuyucuları düzenli televizyon izleyicilerinden çok daha fazla ilerici görüşler belirtiyorlar. Televizyonun, mevcut görüşleri değiştirmekten çok güçlendirmeye yönelerek tutuculuğa eğilimi pekiştirdiği saptanmıştır... Mac Luhan’ın basılı metnin ölümünü ilan eden kuramlarına karşın, basılı metin (günlük ve haftalık basın) işitsele (radyo) ve görsel işitsele (televizyon) üstün gelmektedir. Gerçekten biz de günlük ve haftalık basının düzenli okuyucularının çağdaş dünyayı düzenli televizyon izleyicilerinden daha iyi tanıdıklarını saptadık.

 (...)

 Kuşkusuz okulun bir etkisi var. Ama bu etki, kazanılan bilginin çağdaş dünyanın çözümlenmesinde doğrudan kullanılması sonucuna götürmüyor. Bilgilerin yetersizliği ve kötü kullanılması okulun oynadığı rolün çok sınırlı kaldığını göstermektedir. Öğretmenler, öğrencilerine bugünün dünyasına ilişkin görüşlerini örgütlemede ve genişletmede yardımcı olmak için okul dışında bilgi edinme sürecine dayanmakla kazançlı çıkacaklardır. Okul, kitle iletişim araçlarının daha zenginleştirici bir biçimde kullanılmasını kolaylaştırmak için araya girebilir; öte yandan bu araçlar da, özellikle okulun çağdaş dünyaya açılmasını kolaylaştırmak için önemli bir eğitim aracı hizmeti görebilirler”.
(P. Tap ve ark.)



BİRAZ DA BÜYÜKLERE NASİHAT...

Bir UNESCO uzmanı gençliğe yöneltilmiş programlardaki bazı aksaklıklara dikkati çekmektedir.

  1. Birincisi; bu programlara gençlikle ilgili yeterli bilgiye sahip olunmadan başlanmaktadır.
  2. İkincisi; bazı yapıtların katılığı ve genç insanlara karşı duyulan korku, kurumların dinamik bir uyuma yönelmesini engellemektedir.
  3. Son olarak da; geçerli politikalar ve programlar çoğu kez ‘gençler için’ hazırlanmaktadır, ‘gençler ile’ ya da ‘gençler tarafından’ değil..

 Özetle, yetişkinler gençlerden gelen sesleri ‘anlamsız ve zırva’ olarak damgalayıp aldırmazlık etmemelidirler.
 Yine de yetişkinler, çağdaş sorunlara açık fikirli ve sempati besleyen bir yaklaşım içinde olmalıdırlar”.
(D. Rogers)


Gençlerin dünyasındaki yolculuğumuz burada sona eriyor (mu?).
Nasılsınız, nicesiniz, diye sormanın tam zamanı şimdi.

Büyüyor, gelişiyor, çoğalıyor musunuz?
Yoksa küçülüyor, ufalıyor, duman olup gidiyor musunuz?

P.S. Ben bu yazıda gençler nerede diye merak edip dururken, son anda öğrendim ki (Milliyet 18.1.1985), gençler “martı” olup uçuyor, tepeden tırnağa “dikkat”, “disiplin”, “coşku”, “tutku” kesilip kültüre katılıyor, büyük keyif alarak, sonsuzca severek kendi kültürlerini yaratıyorlarmış.

Bir Martı’yı, Batı Yakası Hikâyesi’ni, “genç” birileriyle birlikte, gönül vererek, omuz omuza izlemeli öyleyse.
___________________________________________
KAYNAKLAR:
  • J. Piaget et B. Inhelder, De la logique de l’enfant à la logique de l’adolescent, PUF, Paris, 1972;
  • J. Chobaux, “Etude de la relation educative”, in Rev. Fr. de Sociologie, sayı XIII, 1972;
  • S. Mollo, L’ecole dans la societe, Dunod, Paris, 1970;
  • J. Piaget, Psychologie et pedagogie, Denoel, Paris, 1969;
  • R. Dottrens, in Rebâtir l’ecole, Payot, Paris, 1970;
  • J. Piaget, Ou va l’education, Denoel, Paris, 1973;
  • A. Berge, La liberte dans L’education, Scarabee, Paris, 1964;
  • D. Rogers, Adolescence, a psychological perspective, Brooks/Cole, Montenay, 1972;
  • D. Origlia et H. Ouillon, L’adolescent, ESF, Paris, 1972;
  • Ph. Malrieu, “La socialisation”, in Traite de psychologie de l’enfant, cilt 5, Paris, 1973;
  • P. Tap, Les ylceens, les mass media et le monde contemporain, INRDP, Nancy, 1976;
  • Zeynep Oral, Esintiler ‘82.


Bekir Onur | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 113 - 1 Şubat 1985