Atatürk Kültür Merkezi Hâlâ Yaz Uykusunda

Atatürk Kültür Merkezi Bürokrasiyle Boğuşuyor

Kurulduğunda bu yana bir kültür ve sanat merkezi olmaktan çok, bir sorunlar binası görünümü veren Atatürk Kültür Merkezi, bu yıl, sanat dünyasının en hararetli günlerini yaşadığı, yeni oyunların sahneye çıktığı, filmlerin vizyona girdiği şu günlerde perdelerini açamadı.

Birçok özel tiyatronun “salon” diye kırıldığı, sanat değeri tartışılmayan gişe umutsuzu filmlerin seyirciye ulaşamadığı bir ortamda, Atatürk Kültür Merkezi 1350 kişilik Büyük Salon’u, Konser Salonu, Oda Tiyatrosu ve sinemasıyla bir bekleme sürecinde...

Nereye kadar sürecek bu bekleyiş?
Hangi gerekçeler haklı gösterebilecek böylesi bir olanağın değerlendirilemeyişini?
AKM’de etkinlik gösteren sanat kuruluşları mı, yoksa teknik yönetim mi, bugünkü durumun sorumlusu?
Daha nice sorular, nice sorunlar...

Ama, bugün AKM ile uzaktan, yakından ilgisi olan her kime bu soruları yöneltseniz, aynı yanıtı alıyorsunuz:

Büyük salonun ışık sistemi değiştirilecek!

Bu değişikliğin yapılacağı tarihler de belli: 20 Ekim  - 10 Kasım arası.

Ancak, olaya biraz daha yakından bakıldığında, sorunun “ışık sisteminin değişmesi”yle açıklanabilecek kadar yalın olmadığı görülüyor. Dört aylık yaz döneminin, böyle bir teknik sorun için yeterli olmayacağı dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir sanat kültür merkezinde savunulamaz.

Oysa AKM, bugün böyle bir çıkmazın içinde. Değil ışık sisteminin değiştirilmesi, bir asansörün arızalanması, bir lambanın patlaması ya da çok daha küçük teknik sorunlar bile AKM’deki oyun düzeninin akışını değiştirebilecek, perdelerin açılmamasına neden olacak bir düzeyde. Çünkü AKM’nin özel bir yönetim yasası yok, buna karşılık bürokratik engeller var, çalışanlar arasında datü farklılığından doğan eşitsizlikler var, yetki karmaşasından doğan yetkisizlik var, sanatçı zihniyetiyle bürokrat zihniyetinin çelişkisi var.


AKM’DE ETKİNLİK GÖSTEREN BİRİMLER

Doğrudan doğruya Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak, genel yasalar çerçevesinde, yetkileri işletme ve kullanma Yönetmeliği’nce belirlenmiş bir müdürlükçe yönetilen Atatürk Kültür Merkezi’nde, etkinlik gösteren dört sanat kuruluşu var:

  1. İstanbul Devlet Opera ve Balesi
  2. Devlet Tiyatroları
  3. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve
  4. Devlet Klasik Türk Müziği Korosu

  • AKM Müdürü Züher Hakimoğlu,
  • dört sanat biriminin yöneticileri ve
  • Kültür ve Turizm Bakanlığı özel müşaviri Mükerrem Berk’ten oluşan Koordinasyon Kurulu, AKM’deki salonların kullanımını ve birimlere dağılımını saptamakla yükümlü.

Her yıl başında yapılan toplantılarla, hangi birimin, hangi salonu, hangi günlerde kullanacağı belirleniyor.

Buna göre
  • Büyük Salon’u İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatroları ve İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası;
  • Konser Salonu’nu İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve Devlet Klasik Türk Müziği Korosu;
  • Oda Tiyatrosu’nu Devlet Tiyatroları;
  • Sinema Salonu’nu ise yönetim açısından doğrudan Atatürk Kültür Merkezi Müdürü’ne bağlı olan Sinema Bölümü kullanılıyor.

Bu dağılımdan da görüldüğü gibi, 20 Ekim - 10 Kasım tarihleri arasında zorunlu olarak tatil yapacak olan Büyük Salon’u kullanan üç birim de bu tatile uyacak.

Kasımın ortalarından sonra bir günde perdelerini açmayı uman İstanbul Devlet Opera ve Balesi, bu arada günlerini zorunlu bir turnede geçirecek.

İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ilk konserini ancak 23 Kasım’da verebilecek.

16 Ekim’de Oda Tiyatrosu’nda “Komedi Sanatı” adlı oyunu sergilemeye başlayacak olan Devlet Tiyatroları ise, bu yıl İstanbul Festivali’nde sergiledikleri “Lysistrata”yı AKM’de sahneleme için 18 Kasım’ı bekleyecekler.

Konser Salonu’nu kullanan Dr. Nevzad Atlığ yönetimindeki Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun ilk konseri ise 4 Kasım’da gerçekleşecek.
Ancak koro ilgililerinin verdikleri bilgiye göre, bu gecikmenin nedeni AKM’deki teknik sorunlardan kaynaklanmıyor.
Koroya alınacak yeni elemanların sınavları, Atatürk’ün ölüm yıldönümü için hazırlanan TV programının çekimleri ve Kütahya turnesi gecikmenin başlıca nedenlerini oluşturuyor.


“IŞIK SİSTEMİ” SORUNU

Yeniden güncel soruna dönelim:
Atatürk Kültür Merkezi’nde üç birim etkinliklerine başlayamıyor.
Nedeni, İngiltere’den ithal edilen ışık sisteminin kurulacak olması.
Önce yaz ayları boyunca, bu aksaklık neden çözümlenemedi, bu sorunun yanıtını arayalım.

Bir yetkiliye göre, “AKM, yaz aylarında da, İstanbul Festivali gösterileri, uluslararası kongreler derken yoğun bir devinim içindeydi, hiç boş kalmadı” (!)

Oysa gerçek neden, Opera ile AKM yöneticileri arasındaki bir yetki karmaşasına dayanıyor.
Burada bir parantez açıp, AKM Müdürlüğü ile Devlet Tiyatroları ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin ayrı statülere bağlı olduklarını belirtelim.

AKM Müdürlüğü (İDSO ve Klasik Türk Müziği Korosu da aynı statüye bağlı) doğrudan Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Bölümü’ne bağlı olduğu için genel yasaların belirlediği kısıtlı bütçeyi ve harcama yetkisi kullanıyor. Tüm gereksinmelerini ya Devlet Malzeme Ofisi’nden ya da ihale yoluyla uzun bir sürede dışardan sağlıyor.

Buna karşılık Opera ve Tiyatro’nun özel statüsü var. Bu statüden yararlanarak, harcama yetkisini bağımsız olarak kullanabiliyorlar, ihaleye zorunlu değiller, en önemlisi gümrük serbestliğine sahipler.

İşte, Opera’nın bu yetkilerinden yararlanmayı düşünen AKM yöneticileri, geçen yıl bu zamanlarda, Opera’nın o günkü yöneticisi Yalçın Davran ile bir anlaşma yaparak, ışık sisteminin İngiltere’den ithal edilmesi yetkisini Opera’ya devrediyorlar.

Daha sonra, Opera’da yönetim değişiyor, Davran’ın yerini Atilla Manizade getiriliyor Opera’nın başına. Bu değişme arasında ortaya çıkan yazışma, ihale vb. gecikmeleri, ışık sisteminin istenilen tarihlerde Türkiye’ye gelmesini engelliyor. Böylece Türkiye’nin tek kültür ve sanat merkezi perdelerini iki aylık bir gecikmeyle açabiliyor. Bu örnekte de görüldüğü gibi, salt teknik sorunlara dayanan bir gecikme değil bu.

Bürokrasi çıkmazı, sorumsuzluk, vurdumduymazlık örneği...

Geçen yıl, bozuk asansörler, bu yıl ışık sistemi yüzünden perdelerini gecikmeli açabilen AKM’nin bir gün perdelerini hiç açamayacak aşamaya gelmesi, bu koşullarda, şaşırtıcı olmayacaktır sanırım.


GÖSTERİLERİ AKSATAN ÖTEKİ ETKENLER

Atatürk Kültür Merkezi’ndeki etkinlikleri aksatan etkenler, yalnız teknik sorunlar değil.

Bu yıl, salon sorunu olmayan Sinema Bölümü, film gösterileriyle 29 Eylül’den itibaren başlamayı kararlaştırmış. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gelen bir emirle, Türk Halıcılık Haftası nedeniyle gösteriler ertelenmiş. Ve yeniden 16 Ekim saptanmış başlama tarihi olarak. Bu kez Dışişleri Bakanlığı, salonda 19-21 Ekim tarihleri arasında Arnavutluk Film Haftası düzenleneceğini bildirmiş. Sinema Bölümü’ne yeniden değiştirmek düşmüş programı. Yeni bir engel çıkmazsa, AKM’de film gösterileri 23 Ekim’de başlayacak.

Oysa AKM’nin İşletme ve Kullanma Yönetmeliği’nin 4.3. maddesinde sanat etkinliklerinin düzenli sürdürülmesi için şu kayıt var:

“Uluslararası toplantılar nedeniyle öngörülen yıllık sanat faaliyetleri kısıtlanamaz.”

Bu tuvalet kâğıdı ya da birkaç metre kablonun satın alınmasını çoğu zaman sınırlayan yasaların, kimi zaman fazla önemsenmediğinin küçük bir örneği de bu olsa gerek.


SİNEMA BÖLÜMÜ VE SANAT GALERİSİ

Gerçekte Sinema Bölümü’nün perdelerini açabilmesi de rastlantılara bağlı. Doğrudan Atatürk Kültür Merkezi Müdürü’ne bağımlı bir şeflik olarak etkinlik gösteren Sinema Bölümü’nün film almak için ödeneği yok. Devletten parasal hiçbir yardım almıyor. Buna karşılık, tanıdık filmcilerden sağlanan hatır filmlerinin gösteriminden elde edilen geliri de, yeni filmlerin alınabilmesi yolunda kullanma yetkisi yok bu bölümün. Bu gelir, doğrudan doğruya Hazine’ye, döner sermayeye devrediliyor.

AKM’nin Sinema Bölümü’nün ilk dört haftada sergileyeceği dört filmden ikisinin, Charles Bronson’lu “Firar” ve Nastasya Kinski’li “Yalnız Aşkımız İçin” gibi sanatsal değerleri tartışılır, sıradan piyasa filmleri olmasına, yukarıdaki gerçekleri bilmeden bir anlam verebilmek olanaksız gibi.

Bir de sanat galerisi var, AKM’de.
Çoğu zaman asansörlerin çalışmaması nedeniyle, yedi kat merdivenle ulaşılan bu galerinin staüsü de ilginç:

Kişisel sergilere yer verilmiyor!

Burada sergi açabilmek için, mutlaka bir kuruluşun (özel ya da kamu kuruluşu olabilir) önermesi gerekiyor sizi.
Bunun nedeni de, AKM’de sergi açmak için yapılacak kişisel başvuruları sanatsal ve ideolojik açılardan değerlendirecek bir seçici kurulun bulunmayışı.
Bu koşullarda, sanat galerisi biriminin de, yıl boyunca hemen hemen hiç boş kalmamasına karşın, işlevini yerine getirdiğini söylemek kolay değil.


NASIL BİR ÇÖZÜM

Görülüyor ki, Atatürk Kültür Merkezi de, birçok devlet kuruluşunda olduğu gibi, bürokrasiden kaynaklanan sorunların çıkmazını yaşıyor. Şu an yürürlükte olan yasalar, sanat etkinliklerini desteklemek bir yana, bir set gibi engelliyor onları.

Kısacası Atatürk Kültür Merkezi, sıradan bir devlet dairesi gibi yönetiliyor. İhale, yazışma, yetki sınırı derken, sanatsal etkinlikler ister istemez geri planlara itiliyor.

Oysa dünyanın çeşitli ülkelerindeki örneklerine baktığımızda, bu tür kurumların özel yasalarla yürütüldüğünü, sanat etkinliklerinin olabildiğince yoğun olarak yer alabilmesi için her gün yeni olanaklar yaratıldığını görüyoruz.

Bu da, çağdaş örneklere benzer biçimde düzenlenecek özel bir yasanın, Atatürk Kültür Merkezi’nin geleceği için kaçınılmaz bir gereklilik olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor.

Böyle bir yasanın oluşmasıyla, bir “devlet dairesi” görünümünden kurtulup, gerçek bir kültür ve sanat merkezi kimliğine bürünebilecek olan Atatürk Kültür Merkezi’nde, sinema salonundan sanat galerisine değin yoğun bir ilginin oluşacağı canlı, heyecanlı, özlenen bir ortamın kurulması hiç de güç olmayacaktır.



Bülent Berkman | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 106 - 15 Ekim 1984
_____________________________________________________________________________________



İstanbul’un Önemli Bir Kültür Sorunu:
Atatürk Kültür Merkezi

“Tanzimat”tan bir yıl önce, 1838’de, Getano Mele adlı bir İtalyan’ın Sultan İkinci Mahmut’un iradesiyle Beyoğlu’nda “opera ve tiyatro” temsilleri vermek amacıyla yaptırdığı bina, kapılarını, Venedikli M. Giustiniani’nin aynı caddede kısa süre önce başlattığı tiyatro binası ile aynı günlerde açıyor, bu iki salonun gördüğü ilgiden yüreklenen G. Bosco adlı bir başka İtalyan emprezaryo “Tanzimat”tan bir yıl sonra 1840’da Sultan Abdülmecit’in iradesiyle “Galata’da kain mekteb-i adliye-i tıbbiye karşısında cadde üzerinde” (günümüzde Beyoğlu Postanesi’nin bulunduğu yerde) bu kez çok daha büyük bir tiyatro binasının temelini atıyordu.

Bosco 1842’de bitirip perdesini açtığı bu “ahşap yapı”yı iki yıl sonra Halepli Tütüncüzade Naum Efendi’ye devrediyor, İstanbul’da 25 yıl kesintisiz opera temsilleri düzenleyecek olan bu gösteri adamı yapıyı güzelce onarıp, daha da genişlettikten sonra perdesini açıyor, iki yıl sonra sahneyi saran alevler, kentin ilk tiyatro yangını olarak tarihe geçiyordu.

Sultan Abdülmecit’in 1859’da İnönü Stadı’nın bulunduğu yerde yaptırdığı “Dolmabahçe Sarayı Operası” da 1863’de yanarak, bu türden ikinci olayla, sanat kronolojisinde yer alıyordu. Naum Efendi yangından yılmayarak, aynı yerde ikinci yapıyı yaptırıp, 1848’de açacak, bina bu kez de 1870 yılının Ağustos ayında yandıktan sonra yeni bir girişimde bulunmayacaktır.

Ve kolay inanılmaz bir rastlantı sonucu, tam yüz yıl sonra İstanbul’un 23 yılda kazanabildiği modern opera binası da açılışı üzerinden bir buçuk yıl geçer geçmez, 1970 yılı sonbaharında yanacak, onu kentte Cumhuriyet dönemiyle ilk düzenli “opera-operet” temsillerinin başladığı Tepebaşı Dram Tiyatrosu izleyecektir.

Tanrı’ya şükür bu tatsız olaylar, 1881 yılı kasım ayında Viyana’daki Ring Tiyatrosu yangınına benzemez, sekiz yüzden fazla insanın can verdiği öyle bir facia ile kıyaslanamaz, kimsenin burnu kanamaz ama “ihmal” ve “bilgisizlik” büyük maddî zararlara ve kültür hizmetlerinde uzun süreli aksamalara yol açar, hizmet edenleri soluksuz ve coşkusuz, hizmet götürülmesi gerekenleri “mahzun” ve “mahrum” bırakır.

Aslında büyük tiyatro adamı Muhsin Ertuğrul’un isteği ve önerisi üzerine şehre modern bir “opera” kazandırılması amacıyla temeli 1946’da atılan Taksim’deki bina, kısa bir yapım süresi sonunda kendi haline bırakılmıştır.

Belediye mimarlarının yaptığı proje de, kent bütçesi de yetersizdir böyle bir tasarı için. Yapının tamamlanması, ancak Bayındırlık Bakanlığı’na devri ile gerçekleşecektir.

Bu düşünceyle projede düzeltmeler yapılır, değişik üniteler içeren bir “kültür merkezi”nin tasarısı geliştirilir, yeni bir atılımla kaba yapım tamamlanır, ancak ödenek verilmediğinden ötürü, Taksim Alanı’nda koca bir “hayalet” belirir; tahta perdeyle çevrili, yüzeyinde karanlık boşluklar görülen bir “hayalet yapı”.

Halk arasında “opera” adıyla anılan bu acayip yığın, ancak karanlık bastıktan sonra en üst katında yaşam kazanmakta, bir gündelik gazetenin ışınlı haber şeritleri geçmektedir.

1965 yılında işbaşına gelen hükûmetin yazıyla, çiziyle, sözle uyarılması sonucu her yıl bütçeye “kültür merkezi” için konan ödenek, simgesel bir liradan milyonlara çıkarılır, Bayındırlık Bakanlığı’nın sorumluluğuna bırakılan yapım hızlandırılır.

Artık;
  • 1300 koltuklu büyük,
  • 700 koltuklu küçük salonla
  • 350’şer koltuklu “oda tiyatrosu” ve “çocuk tiyatrosu” salonları,
  • orkestra ve koro provaları için ayrı salonları,
  • dekor ve kostüm atölyeleri,
  • alana bakan eşsiz görüntülü “restaurant”ı,
  • yeterince sanatçı ve idare odaları,
  • resim galerileriyle çok amaçlı, gerçekten görkemli bir “kültür yuvası” gerçekleşmektedir.


İKİ SİSTEM

Bazı ülkelerin başkentleriyle büyük kentlerinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yükselmeye başlayan “kültür merkezi” tasarılarında iki ayrı sistem gözetilmişti;
  1. kültür ve sanat etkinliklerinin aynı çatı altında değişik amaçlı oylumlarda,
  2. ya da ayrı ayrı yapılardan oluşan sitelerde toplanması.

Birinci sisteme ilk örneklerden
  • biri Varşova’daki “Kültür Sarayı”dır. Başlıca opera, bale, konser, tiyatro hareketleri bu koca yapının içindeki salonlarda düzenlenir.
  • Bu sistemin başka bir örneği Washington’daki “Kennedy Kültür Merkezi” ferah, aydınlık ve havalı oylumlarına karşın fonksiyonları tartışılabilen gereksiz boşluklarıyla da tanınmıştır.
  • Sidney’deki istiridye kabuğu benzeri çatısıyla ünlü opera yapısı da deneyimler sonucu beliren eksikler nedeniyle, bazı değişimlerin hazırlığını yapıyor.
  • Münih’te bitmek üzere olan “Gastadt Kültür Merkezi”, uzmanlarca bu tür yapıların en idealleri arasında.
  • Birleşik Amerika’da bu tür merkezlerin en yetkinlerinden biri kuşkusuz Dallas kentindeki Methodist Üniversitesi Sanat Merkezi.
    Her salonu bir başka varlıklı tarafından yaptırılan bu merkezde koltuk sayısı 600 ile 1100 arasında değişen biri konser, biri deneylere ayrılmış iki tiyatro ve bale, ayrıca bir oda müziği konser salonu bulunuyor.

İkinci sistemin en çarpıcı örnekleri
  • başında Londra’nın Taymis Nehri güney kıyılarındaki büyük kültür kompleksi gelir.
    Bu kompleks, şu yapılardan oluşur; orkestra konserleri için
    Royal Festival Hall, oda müziği konserleri için Queen Elizabeth Hall ve City Theater.
  • Daha sonra hemen New York’da “Lincoln Merkezi”ni anımsamak gerekir.
    Bu kültür kompleksi de şu yapılardan oluşuyor; orkestra konserleri için
    Avery Fisher Hall, New Metropolitan Opera, New York City Ballet ve City Theater.
  • Los Angeles Kültür Merkezi başta Dorothy Chandler Konser Salonu olmak üzere, gene üç görkemli yapı bileşimi.
  • Denver Kültür Merkezi ise, birbirine kapalı köprülerle bağlı üç modern yapıya sahip.

“Açıldı, açılıyor, bitti, bitiyor...” derken yapımı tamamlanan ve kapısı ve sahnesini 1969 yılının 12 Nisan günü Ferit Tüzün’ün “Çeşme Başı” balesi ve G. Verdi’nin “Aida” operası ile açan, “İstanbul Kültür Sarayı” adı verilen yapı, birinci türden bir donatım sayılmalıdır.

Sorumlu bakanlık, kapılar açılmadan önce Devlet Opera ve Balesi’ni, Devlet Tiyatrosu’nu, Devlet Senfoni Orkestrası’nı, “Kültür Sarayı” çatısı altında toplamış, ilk bakışta doğal gelen bu karar, kısa süre sonra üç kurum arasında yetki ve işletme tartışmalarına yol açmıştır.

Salonların sahne donatımı, başka bölümlerle paylaşımı çekişmeler yaratmış, bu arada ne gariptir ki, kapılar, yapının girişimcisi Muhsin Ertuğrul’un “60’ıncı Sanat Yılı” nedeniyle düzenlenen gece için kapalı tutulmuştur.


SORUNLAR... SORUNLAR...

Böyle bir donatımın uzun yapım süresi boyunca işletilmesi konusunda, gelişmiş örneklerde inceleme ve hatta eğitim olanakları düşünülmediğinden, kurumları yönetenler, bu kendine özgü binada ne tür bir işbirliği gerektiğini kestirememiş, yönetime sahip olma yolundaki savaşımlar, “Saray”ı kullanma olanaklarını, özellikle teknik özelliklerin öğrenilmesini engellemiştir.

Bu keşmekeş, daha sonraları da vazgeçilmez alışkanlıkar bırakacak, “Cadı Kazanı” adlı oyunun sahnelendiği bir gece bilgisizlik ve tedbirsizlik nedeniyle bir reflektörün sofitalardan birini tutuşturması yangını başlatacak, sorumluluğun belirsizliği sonucu, bu gibi durumlarda alınması gereken önlemlerin hiçbirinden yaralanılamayacaktır.

Bu acı olaydan sonra gene yıllar süren bir onarım dönemi başlayacak, bu arada daha ilk projeden kalan “küçük ve dar orkestra çukuru” sorununun çözümü gerçekleşmeyecek, gene yangından önce de gözlenen yetersiz akustik koşullara çare bulunamayacaktır.

Onarım bitmiş, yangından sonra
  • temsillerini değişime uğratılmış Maksim Salonu’nda sürdüren Devlet Operası ve Balesi,
  • Venüs Sineması’nda sürdüren Devlet Tiyatrosu ve
  • konserlerini Maçka Maden Fakültesi salonunda veren Devlet Senfoni Orkestrası, bu kez adı “Atatürk Kültür Merkezi”ne dönüştürülen yapıya çağrılmış, perdeler 1978 yılı sezon başında açılmıştı.

Bu açılıştan kısa süre sonra dış görünümlerde pek değişiklik olmadığı anlaşılır;
  • gene bakımsız bahçeler,
  • gene içi çerçöp dolu kuru havuz,
  • gene tozlu ve kirli camlar,
  • içerde ise gene çıplak duvarlar,
  • bakımlı sayılmayacak sabunsuz evyeler,
  • döşemelerini su basmış tuvaletler
  • ve en önemlisi içecek bir bardak su bulunmayan kupkuru büfeler,
  • başkalarına kiralandığı için saati yüzlerce liralık “otopark”lar.
Perde arkaları ise, daha başka ilkellik;
  • sanatçı odalarında akmayan duşlar,
  • badanasız duvarlar,
  • kırık musluklar,
  • menteşesiz kapılar,
  • zevksiz ve bakımsız mobilyalar,
  • tozlu koridor ve odalar.

Yönetim konusuna çözüm bulunamadığından sürüp giden tartışmalar ve sürtüşmelerle gerilimli bir ortam.

Sonuçta, Devlet Tiyatrosu’nun kısmen ayrılıp eski salonu Venüs’e dönüşüyle biraz hafifleyecek sanılan fakat bitmeyen işletme sorunları, büyük salonu konferanslar, sempozyumlar gibi bambaşka amaçlarla kullanma yolundaki türlü eğilimler sonucu aksayan temsiller, konserler.

Artık gün ışığına çıkan gerçeğe bakılırsa, Atatürk Kültür Merkezi, beklenen ve istenen işletme niteliğinden yoksundur. Bu durum önce günümüzde geçerli yasa ve yönetmeliklerin danışılarak, görüşülerek hazırlanmamış oluşundan kaynaklanmaktadır.

Yanlış bir görüşle konulan ve yetkilerle donatılan bürokratik bir “Kültür Merkezi Müdürlüğü”nün Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatrosu, Devlet Senfoni Orkestrası ve Devlet Türk Musikisi Korosu müdürlükleri gibi sanatsal yönetimlerle anlaşabilmesi, hele onları dilediği yola yönlendirmeye zorlaması Batı’daki örneklerde akla bile gelmeyen bir konudur.

Oysa, duyulanlara bakılırsa, bizde “Atatürk Kültür Merkezi Müdürlüğü” evin sahibi, sanat kuruluşları ise, gelip geçici konuklar olarak yorumlanmaktadır.

Gerçekte, ulusun özverisiyle gene ulus yararına kültür hizmeti ile yükümlü bir donatım amacından bu nedenle sapmış, bu “statü” sürdükçe çözümü olanaksız bir kargaşa ortamı doğmuştur.

1984-1985 mevsiminin gecikerek başlamasının baş nedeni, elektrik donatım ve onarımının zamanlamasındaki yanılgıdır. Sanat etkinliklerini haftalarca engelleyen bu durum bile, bu çürük ortamın ürünüdür.


YAPILACAK İŞ

Atatürk Kültür Merkezi’ne Batı’daki örnekleri benzeri bir karakter kazandırmak için yapılacak ilk iş, gene aynı örneklerinden esinlenilerek hazırlanmış sağlıklı bir yasa ve yönetmeliğin ivedilikle çıkarılması, yönetim ağırlığının sanat organlarına verilerek, “idarî yönetim” ve gerekiyorsa güvenliğin de dönüşümlü olarak gene onlara bırakılmasıdır.

Başta Washington’daki “Kennedy Kültür Merkezi” olmak üzere kısa süre önce tekrar inceleme olanağı bulduğum benzer donatımlardda “sanat yöneticilerinden oluşan kurul” tam yetkiye sahipti, yönetimi her yıl dönüşümlü olarak bu yöneticilerden biri alıyordu, “evin gerçek sahipleri” onlardı.

Sorunun çözümüne yasal destek sağlandıktan sonra atılacak ilk adımlardan en önemlisi kuşkusuz Devlet Senfoni Orkestrası’na bir yuva bulma yolundaki hazırlık olmalı, bu kuruluş da konserleri için uyumsuz sahneden, akustik koşulları yetersiz salondan kendi barınabileceği bir yapıya geçirilmelidir.

“Küçük Salon”, İstanbul Filarmoni Derneği ve başka müzik kuruluşlarının hizmetine yardımcı tutulmalıdır.
Yapı yeniden düzenlenmeli, resim galerileri ressamlara, yontuculara, grafikçi ve fotoğrafçılara açılmalı, sandviç ve kek benzeri basit yiyecekleri hafif alkollü ve alkolsüz içkilerin sunulduğu büfelerle Çocuk Tiyatrosu’nda dili damağı kurumuş, karnı acıkmış yavrular kadar temsil ve konserlere gelen seyirci ve dinleyicilere de gerekli ilgi gösterilmelidir.

İstenen ve beklenen ne Glyndebourna temsillerinde olduğu gibi birinci perdeden sonra kır pikniği, ne New York’un New Metropolitan’ında olduğu gibi şık mı şık “restaurant”da komple yemek, ya da Viyana’da, Münih’de olduğu gibi şampanyalı soğuk yemek değil, yalnızca uygar bir gereksinmeyi yanıtlamaktır.

Başka bir dilek de yukardaki büyük “restaurant”ı görüntüsüyle olağanüstü ilginç bir “lokal”i İstanbullulara, hatta turistlere açmaktır. Umarız, böyle bir anımsatmanın aynı zamanda, turizm işleriyle de yükümlü bakan tarafından olumlu karşılanır.

Atatürk Kültür Merkezi, ancak böylece gerçek karakterini kazanabilecek, belki kırk yıl sonraları geç de olsa 1946’da temeli atıldığı günün amacı “Opera Evi”ne, Muhsin Ertuğrul’un düşü olan amaca kavuşulacak, adını taşıdığı yüce insanın yoluna girilecektir.



Faruk Yener | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 106 - 15 Ekim 1984
_____________________________________________________________________________________



SORUŞTURMA

Çeşitli sanat etkinliklerini sergileyebilecek bir yapıya sahip olan Atatürk Kültür Merkezi,
sizce, işlevini eksiksiz olarak yerine getirebiliyor mu?


Filiz Ali
AKM’nin Büyük Sahne’si, “Opera ve Bale” yani büyük prodüksiyon sahnesidir. Ne var ki sahnenin teknik olanakları çeşitli nedenlerle kullanılmamakta, en son teknik cihazlarla donatılmış bu sahnede hâlâ babadan kalma eski usul anlayışıyla, dekorlar elle konup kaldırılmaktadır neredeyse. Böyle bir sahnenin bütün teknik olanaklarından yararlanılarak haftanın her gecesi dolu olması gerekir.

Aynı sahnede haftada bir İDSO konserleri yapılmaktadır. Sahnenin derinliği ve yüksekliği, sesi salona yansıtacak panolarla kesilmediğinden, orkestra konserleri en başta akustik bakımdan doyurucu olamamaktadır. Orkestranın sesi devasa sahne boşluğunda yitip gitmektedir. Senfonik müzik Opera sahnesinde icra edilemez bu koşullarda. Ya gereken panolar yapılmalı ya da orkestra konserleri için ayrı bir salon düşünülmelidir.

AKM’nin küçük Konser Kalonu ise resitaller, ufak oda müziği ve koro toplulukları için elverişlidir ve bu işlevini yerine getirmektedir. Burada da başka bir sorun vardır ki binan mimarî yapısıyla ilgilidir. İzolasyon düşünülmediğinden, hem üst salonda hem alt salonda aynı anda dinleti olduğunda, üst salonun sesi alt salondan duyulmaktadır.

AKM’nin işleyişindeki bu sorunların yanı sıra, binanın sanat etkinlikleri dışında kongreler için de kullanılır olması zaten arapsaçına dönmüş olan prova, temsil ve konserlerin düzenlenmesini daha da karıştırmaktadır.


Recep Bilginer
Hayır yapmıyor, yapamıyor, yapamaz.

Görevini yapmadığı, kültür etkinliklerinin, İstanbul’da ve öteki kentlerde başlamış olmasına karşın, Atatürk Kültür Merkezi’nin hâlâ sezona başlamamış olmasından belli değil mi?

Atatürk Kültür Merkezi’nde faaliyet gösteren kuruluşların  -Opera ve Bale, Tiyatro, Devlet Senfoni Orkestrası, Klasik Türk Müziği Korosu-  kadro sorunları yok, hatta, seyirci sorunları yok. Gene de ne yaptıkları, ne yapacakları belli değil. Bu konuda, Devlet Tiyatroları ötekilerden daha olumlu.

Devlet Opera ve Balesi, Devlet Senfoni Orkestrası uzun bir yaz tatili geçirdi.
Herhalde, kimi sanatçılar, sanatlarından bu denli uzak süre uzak kalmanın yabancılığındadırlar şimdi.

İstanbul’un hatta ülkemizin bu en görkemli binası, ne yazık ki, adına layık biçimde değerlendirilemedi, değerlendirilmiyor.

Opera temsilleri başlamış olmalıydı. Bale temsilleri ve Devlet Senfoni Orkestrası konserleri de öyle. Zengin programlarla, resim ve heykel sergileri açılmalıydı. Adı üstünde Kültür Merkezi burası. Kültürün ve sanatın bütün dallarında, gerçekten bir merkez görevi üstlenmeliydi.

Ama, burası, Kültür Merkezi mi, yoksa kongre salonu mu?

Ekonomik seminerler, sağlık sempozyumları, çeşitli toplantılar derken, Yüce Atatürk’ün adını verdiğimiz bir Kültür Merkezi, siyaset arenasına döndürülüyor. Bunun için görevini yapamıyor.

Ayrıca, zaten, görevini yapamaz olması da bünyesinden kaynaklanıyor.

Binanın yapılışı, bir kültür merkezi olmaya elverişli mi?

Sergi salonu ta dördüncü katta. Yüzlerce insanın, aynı anda çıkacağı, çıkması gereken dördüncü katın küçücük asansörü var. O da sık sık bozuluyor.

Birkaç kez başıma geldi, dördüncü kattaki bir serginin açılış törenine katılabilmek için, o dik merdivenleri yürüyerek çıktık.
Yöneticiler sanki davetlilerin kalplerini imtihan eden Kardiyoloji Servisi.

Daha başından, batıda benzerlerini gördüğümüz bir kültür merkezi olarak düşünülüp yapılmamış bir bina.
Hem opera ve bale, hem tiyatro, hem senfoni orkestrası...
Kongreler, toplantılar...
Durum böyle olunca, adını saydığım bölümlerin oradan yararlanmak için, gün ve saat kapma yarışında olmaları önlenemez, önlenemediği için de, aynı bakanlığın çatısı altındaki bu kuruluşlar düşman kardeşler durumuna düşer. Bugün durum bu.

Ayrıca, kaç başlı bir yönetim var Atatürk Kültür Merkezi’nde. Üçlü bir yönetim. Bu üçlü yönetim, birbirlerini iten, birbirleriyle itişen ve çelişen bir otoriteler topluluğudur. Bunun için, görevini yapamaz.

Son olarak şunu belirtmek isterim:

Ana kapıdan Atatürk Kültür Merkezi’nin yönetim bürolarına gidenler iyi bilirler. Buradaki asansör de hep bozuktur. O koca ve yüksek binanın, yaşlısının gencinin, sık sık inip çıkmak zorunda olduğu katlarının ulaşımını sağlayan, sağlaması gereken asansörünü bile doğru dürüst tamir ettirip işletemeyen bir yönetim, Atatürk’e layık bir Kültür Merkezi’ni nasıl yönetsin ve bu bina görevini nasıl yapsın?


Cevat Çapan
Atatürk Kültür Merkezi, bu yoksul toplumun büyük bir özveriyle şehrin en pahalı yerinde ortaya çıkardığı bir kültür ve sanat kurumu olduğuna göre her milimetrekaresi, her saniye yaşayan ve halka hizmet veren bir yer olması gerekir.

Yalnız opera, tiyatro, konser ve sinema salonlarıyla değil sergi salonları, lokantası, kafeteryası, kitap, dergi ve gazete satan küçük dükkânları, okuma salonlarıyla sanat hayatımızın büyük gereksinimlerine cevap vermek bu kurumun başlıca amacı olmalıdır.

AKM’nin sorumluları bu canlılığı yaratamazlarsa bu kurum ister istemez bir süre sonra ya beş yıldızlı turistik bir otele dönüştürülür ya da kokoreç, midye tava ve lahmacuncu arabesk uygarlığa teslim edilir.


Atillâ Dorsay
AKM, Türkiye’nin bir hayli pahalıya çıkan, üstelik bir kez yanıp neredeyse yeni baştan yapılarak maliyeti kat kat artmış olan bir yatırımdır. Türkiye’nin sanat ve kültür merkezi İstanbul’a yapılan bu yatırım elbette ki gerekliydi, ancak bir işe yaraması, iyi kullanılması koşuluyla.

Oysa AKM’nin çok yönlü, çok yanlı kullanım olanaklarının ne denli ziyan edildiği ortadadır. Ekim ayının ortalarına geldiğimiz şu günlerde İstanbul gibi bir kentte AKM’nin büyük ve olanaklı salonlarının hizmete açılmamış olmasını nasıl açıklamalı?

O küçücük sinema salonu bile kaç mevsim boyunca hıncahınç dolan sinema gösterilerine sahne olmuş, ama son bir iki yılda o da AKM’nin ölü bölümleri arasına dahil edilmiştir.

Biz en büyük, en kamaşık tesisleri yapmasını biliyoruz. Ama bilmediğimiz başlıca şey işletmedir. Bir büyük tesisin işletilmesi, hava alanlarımızda da görüldüğü gibi bir türlü gereğince yürütülemiyor.

Yine hava alanlarımızda olduğu gibi bunun başlıca nedeninin yetkilerin bir elde toplanması yerine bölünmesi, çeşitli “baş”lara dağıtılması olduğu kuşkusuzdur. AKM yönetimi de tek ve güçlü, becerikli bir elde toplanırsa bugünkü kargaşalığın sona erebileceği kanısındayım.


Onat Kutlar
1970’li yıllarda, Opera binası yandıktan sonra, binanın mimarı Sayın Hayati Tabanlıoğlu ile yeni düzenlemeyi dolaşırken bana oldukça geniş bir hacmi gösterdiğini hatırlıyorum.

“Burası bir depo boşluğudur. Ama küçük bir sinema salonu yapılabilir.” demişti.

Ben de heyecanla böyle bir düşünceyi desteklediğimi söylemiştim.

Sayın Tabanlıoğlu’nun ve iç mimar Reşat Bey’in gayetleri ile orada küçük bir sinema salonu yapıldı.
1978’de, Kültür Bakanlığı İstanbul Film Yapım ve Gösterim Merkezi’ni kurduğumuzda, bu salon bizim birimimize verildi.

Sinemaseverler hatırlarlar: O küçük salonda iki yılda canlı bir sinema sanatı ortamı oluştu. Gösteriler, konferanslar, açık oturumlar vs. ile.

Şimdi lüften, bir gün oradan geçiniz. Salon, makineler ve teknisyenler yerinde durduğu halde, o salon yılın büyük bölümünde ölüdür.

Niçin?

Yanıt son derece yalındır: Bürokrasiden ötürü.

Bir sanat merkezi bürokrasi ile yönetilemez.

Bakanlıklar, işlevi, kadroları, tahsisatı, yetki ve sorumlulukları yönünden “Atatürk Kültür Merkezi” ile tapu dairesini aynı torbaya koydukça bu çıkmaz devam edecektir.

Bir lamba için bakanlıklar ve aynı bakanlığın birimleri arasında aylar süren yazışmalar yapılıyor ve sonunda “tahsisat bulunmadığı için” o lamba bir hayır sahibi tarafından alınıp hibe ediliyorsa ya da hiç alınamıyorsa orada bir sanat çalışması nasıl yapılabilir?

Atatürk Kültür Merkezi’nin çalıştırılması için bir başka yöntem bulunmalı ki hem izleyiciler rahat etsin, hem de oraya emek veren ve vermekte olanlar.


Hayati Tabanlıoğlu
Bayındırlık Bakanlığı’nca inşaatı yaptırılarak 12 Nisan 1969’da Milli Eğitim Bakanlığı’na verilen ve 27 Kasım 1970’de bir temsil sırasında büyük kısmı yanarak tekrar onarılan Atatürk Kültür Merkezi, 16.8.1977’de tümüyle Kültür Bakanlığı’na devir ve teslim edilmiştir.

Bu devir ve teslimle birlikte 27 Ekim 1971 gün ve 13999 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan ve 7/3228 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi olan “Devlet Binaları İşletme, Onarım Yönetmeliği” gereğince, Bayındırlık Bakanlığı tarafından hazırlanan “Atatürk Kültür Merkezi İşletme ve Kullanma Talimatı” ve ekleri gereği yapılmak üzere ilgililere verilmiştir.

Bu talimatta,
  • Atatürk Kültür Merkezi’nn hizmet amacı, bölümleri, işletme ve kullanma koşulları, işletme düzeni ile birlikte, Atatürk Kültür Merkezi’nin İşletme, Kullanma, Bakım ve Onarımında uyulması gereken bütün teknik hususlar, bina ve tesisatı kullanma ve bakım talimatları ayrıntılı bir şekilde ortaya konulmuştur.

Atatürk Kültür Merkezi büyüklüğü ve özellikleri ile yurt içi ve uluslararası sanat ve kültür faaliyetlerine büyük imkânlar sağlayabilecek niteliklerdedir.

Binanın inşaat ve tesisatı ileri ülkeler standartlarında, büyük bir itina ile yaptırılmıştır. Ancak 16.8.1977 tarihinde hizmete açılmasından bu yana binanın işletilmesi ve kullanılması gerektiği gibi yapılmamaktadır.

Durum şöyle özetle şöyledir:

  1. Bina, proje amaçlarına aykırı olarak kullanılmaktadır. Sanatçı, yönetici ve diğer görevli personelin hazırlanma, çalışma, dinlenme ve diğer ihtiyaçları için ayrılan bölümler çeşitli kuruluşlarca gelişi güzel paylaşılmış böylece fonksiyonlar aksamış, özenle yaptırılarak teslim edilen mobilya, mefruşat ve pek çoğu ithal malı kıymetli özel teçhizat bakımsız ve harap duruma gelmiştir.
    Binanın halka ayrılan kısımlarında mobilya, halılar, perdeler, aydınlatma armatürleri ve diğer tüm yapı elemanları bakımsız bir durumdadır.

    Binada yapılan faaliyetler, talimatta öngörüldüğü şekilde, düzenli bir programa bağlanmadığından teknik tesisat zorlanmakta, özellikle güvenlik yönünden çok sakıncalı durumlar ortaya çıkmaktadır.

  2. Binanın sanat faaliyetleri dışında, sık sık kongre faaliyetlerine tahsis edilmesi, durumu daha da ağırlaştırmaktadır.

    Bir uluslararası kongrede memleketin prestiji için böyle bir tesisten elbetteki yararlanılabilir. Ancak bu gibi faaliyetlerin sadece açılış veya kapanış seremonileri, binanın mevcut faaliyet düzeni bozulmadan ve tamamen Atatürk Kültür Merkezi İşletme Otoritesi’nin kontrolünde olarak ve sanat faaliyetleri programları aksatılmaksızın düzenlenmelidir.

  3. Talimatta öngörülen işletme kadrosu, yeterince kurulmamış, gerekli ehliyette ve yeter sayıda personel sağlanamamıştır.

  4. Binada mevcut, ısıtma, klima-havalandırma santralı, asansörler, sahne mekanik tesisat ve elektrikli kontrol sistemi, sahne ışıklandırması, elektro- akustik tesisat, klima ve ve diğer tesisatın devamlı ve periyodik bakımı ehil firmalara yaptırılmadığından ve yeterli personel ve teçhizat olmadığı için görevli işletme personeline de yaptırılmadığından, büyük bir kısmı arızalı durumdadır.

    Talimat ve eklerinde inşaat ve tesisat elemanlarının bakımı ve nasıl kullanılacağı detaylı olarak belirtildiği halde bunlara hiçbir şekilde uyulmamakta, küçük harcamalarla giderilebilecek arızalar giderilmemektedir, bunların bir süre sonra iş görmez ve yüzüne bakılmaz duruma gelecekleri muhakkaktır.

Özet olarak Atatürk Kültür Merkezi, mekanları ve teknik olanakları ile çeşitli sanat faaliyetlerine hizmet edebilir. Bunun için projede öngörüldüğü amaçlara uygun olarak kullanılması, işletilmesinin tek otorite ve sorumlulukta yapılması, ehliyet ve yeterli bir kadro ile sürekli bakım ve onarımlarının yapılması zorunludur. Bunun için gereken yetki ve harcamalar sağlanmazsa, başta yapı güvenliği olmak üzere (yangın gibi) binanın işlevlerini yerine getirmesi beklenemez.


Haldun Taner
Bu merkez, ilk faaliyete geçmeden önce sürekli olarak toplanan danışma kurulunda ben de vardım. O zaman, yoğun bir faaliyet programı saptanmıştı. Sabahın erken saatinden gece yarısına kadar, çeşitli salonlarda simultan faaliyetler özlemlenmişti.

Bugün AKM’de pek de yoğun bir faaliyet görülmüyor. Muntazam bale ve opera gösterileri ve konserler dışında, salonların çoğu, zamanın büyük bir kısmında boş kalıyor. Bir yıl boyu düzenlenen ve sayısı iki-üçü aşmayan sanat ve film festivalleri belli zamanlarda halkı oraya çekiyorsa da, bu alâkayı hemen arkasından basit bir dönem izliyor.

Yeniden bir danışma kurulu toplanırsa, AKM’nin sekiz saatini dolduracak faaliyet programları düzenlenebilir.

  • Meselâ ölmüş sanatçıların, bilim ve kültür adamlarının belli dönüm yılları muntazaman burada anılabilir.
  • Yaşayan sanatçıların jübileleri burada yapılabilir.
  • Şiir ve edebiyat matineleri muhakkak ilgili dinleyici toplayabilir.
    Bizim 1950’de başlattığımız edebiyat matinelerinin İstanbul’un büyük hadisesi olduğunu o zamanın gençleri hatırlar.
  • Ayrıca kültür ve sanat konularında düzenlenecek açık oturumlar, fikir hayatımıza büyük bir canlılık ve elektrik katabilir.
  • Vaktiyle, bizim de UNESCO olarak yardım ettiğimiz, uluslararası üniversite sanat festivalleri bu salonlarda yapılabilir.
  • Sade uluslararası değil, yerli üniversite sanat etkinlikleri de bir festival halinde burada yer alabilir.
  • AKM’de dinleyicilere ve seyircilere devamlı bir çocuk tiyatrosu ve çocuklara yönelik izahlı konserler, konuşmalar düzenlemek çok yerinde olur.

Büyük sinemalar, iddialı sanat filmlerini müşteri bulamaz gerekçesiyle getirmemektedirler. Bundan ötürü kınanamazlar. Ama böyle özlü filmlere teşne seviyeli seyircileri onlardan yoksun bırakmamız doğru olmaz. Bir zamanlar Sinematek’in kendi ölçüleri içinde gerçekleştirmeye çalıştığı faaliyetleri, AKM salonlarında daha geniş çapta ve muntazaman her gece gösterebiliriz. Güzel film görmek şansı, İstanbullular için yalnız düzenlenen seyrek film festivallerine münhasır kalmamalıdır.

Bunlar ilk ağızda telefon başında aklıma geliverenler. Bir araya gelip üzerinde düşündüğümüzde daha nice nice olanaklar çıkar.



Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 106 - 15 Ekim 1984