Mayıs ayı içinde bir Türk tiyatro sanatçısının, Emine Sevgi Özdamar’ın yazdığı ve yönettiği “Karagöz in Alamania” (Karagöz Alamanya’da) oyunu, Frankfurt Şehir Tiyatrosu’nda oynandı ve büyük bir başarı kazandı.
“Karagöz Alamanya’da”, Emine Sevgi Özdamar’ın sahnelenen ilk oyunu, ancak sanatçının Avrupa sahnelerinde yoğrulması, usta yönetmenlerle, tiyatronun her alanına katılması yeni değil.
- 1978’de Berlin’de ünlü yönetmen Benno Besson’la çalıştı,
- onun sahnelediği “Kafkas Tebeşir Dairesi”nin kostüm ve çevre düzenini hazırladı.
- Benno Besson, çalışmalarını Paris’te sürdürdüğünde, Emine Özdamar onun asistanıydı.
- 1980’de Karge-Langhoff’la Bochum Şehir Tiyatrosu’nda hem asistan hem oyuncu olarak çalıştı.
- Büchner’in “Woyzeck”i,
- Çehov’un “Vişne Bahçesi”,
- Brecht’in “Ana”sı, bu oyunlardan yalnızca birkaçı...
İki de opera eserinde rol aldı:
- Igor Stravinsky’nin “Rake’s Progress” ve
- Berlioz’un “Truvalı Kadınlar” (Bu operada Andromache rolündeydi.)
Emine Sevgi Özdamar, “Karagöz Alamanya’da” oyununu, Almanya’da çalışmış bir Türk işçisinin kendisine yazdığı 8 sayfalık bir mektuptan yola çıkarak yazdığını, oyunda 5 milyon yabancı işçi tarafından kullanılan dillerin çeşitliliğinden yararlandığını; yeni bir dil yaratmaya çalıştığını belirtiyor ve oyununu “dadaist” diye niteliyor.
“Karagöz Alamanya’da” oyununu Emine Sevgi Özdamar sahneye koydu.
- Dekor ve kostüm Karl Kneidl’ın,
- müzik Christoph Anders’in.
- Tuncer Kurtiz, Karagöz rolünde.
- Yunanlı sanatçı Sonia Theodoridu Karagöz’ün karısı Ümmü’yü,
- Türk filmlerinin bir zamanlarki “kötü adam” Senih Orkan,
- İspanyol tiyatro sanatçısı Pako Rozales, Nihat Ercan, Volker Spengler, Eva Maria Strini çeşitli rollerde;
- Berliner Enseble’dan Jürgen Holtz da Karagöz’ün eşeği rolünü oynuyorlar.
”Karagöz Alamanya’da” bir yandan sahnelenirken, bir yandan da “Verlag der Autoren” yayınevince yayınlandı.
Oyun broşüründe, Frankfurt Şehir Tiyatrosu Genel Yönetmeni oyunu şöyle tanıttı:
“...Oyun sırasında bazen kendinize soracaksınız: Şimdi burası neresi? Türkiye’de miyiz, Alamanya’da mıyız? Bu, yalnızca insanların anayurtları ile konuk oldukları ülke arasında bitmek tükenmek bilmeyen gidiş gelişlerinin ifadesi değil, aynı zamanda ruhsal durumlarının bir tasviri. Sahneleri ayırmakta biraz güçlük çekebilirsiniz, sahneler, alışageldiğimiz tiyatro oyunlarındaki gibi mantıksal düzenlenmemiş; iç içe geçiyor, birçok kısaltmalar ve hızlı zamansal sıçramalarla akıyorlar... Bu deneme, tiyatromuzun alışkanlıklarını aşıyor...”
Şimdi söz Alman basınında oyunla ilgili çıkan eleştirilerde:
KONUK İŞÇİ VE SADIK EŞEĞİ
Bir yabancı işçinin yazgısı, toplumsal röportaj olarak değil, espri ve şiir, yas ve yitiklik dolu olan naif ve masalımsı bir imgeler kuşağı olarak sahneleniyor.
Oyun, Berlin ve Bochum’daki angajmanlarından sonra, karşımıza ilk kez oyun yazarı ve yönetmen olarak çıkan Emine Sevgi Özdamar’in başına buyruk bir (karabasan) düş oyunu. Bu oyun tehlikeli bir girişim örneği: Şiirsel fantezi imgelerinin sahnelenişindeki büyük naiflik kadar, oyunun dili de (bozuk Almanca, Türkçe ve Alman-Türk argosundan oluşan rengarenk bir karışım) tiyatroda alışık olduğumuz şeyler değil... Yine de zahmete değmiş bir girişim: Türk hemşerileri için düzenlenen... tiyatro gösterilerini yalnızca getto olayları olarak tanıyan sahne üzerinde de kurulan ilk köprü.
Eckhard Franke,
Darmstaedter Zeitung
TÜRK YOLCULUĞU
Karagöz ile sigara ve içki içen, yazı makinesinde romanlar yazan eşeği Şemsettin, sürgit Doğu ile Batı arasında gidip gelen bir işçi ordusunun parçası haline gelirler. Batının refah toplumu andaçlarına karşılık, hep kendi kültürel kimliklerini yitirme tehlikesiyle yüz yüze gelen Karagöz ile karısı, birçok tehdit edici durumu savuştururlar. Oyun -Federal Almanya’nın en yüksek yabancı yüzdesine sahip kenti- Frankfurt’ta, toplumsal belge olarak değil şiirsel hayal olarak, karışık bir izleyici kitlesine seslenmeyi hedefliyor.
Der Spiegel
TÜRK EULENSPIEGEL’İ
...Karagöz, Türk gölge oyunundaki kurnaz köylü figürüdür; -bizim Eulenspiegel’e benzer biçimde- halka ayna tutar ve fesat çıkarır. Özdamar’da, bu eski halk geleneği yeni bir içerikle dolduruluyor ve “Alamanya’da” diye yer belirtilmesi, burada “konuk işçi” tema’sinin söz konusu olduğunu hemen ima ediyor...
Ancak Özdamar aynı anda her türlü gelenekle bağını koparıyor, iki dünya arasında bölünmüşlüğü belirgin kılmak için, durumları rengarenk birbirine katıyor. Dram, bu yer-yön belirleyememe dramaturjisi ile, gerçekliği aşan bir düş oyununa dönüşüyor. Biçimsel olarak 20. yüzyılın orta Avrupa oyun tarzlarının bir bireşimi amaçlanıyor: Çok sayıda yabancılaştırma, Brecht’in epik tiyatrosuna işaret ediyor: absürd tiyatroya dilsel yaslanmalar gözlemlenirken, canlı hayvanlar (eşek, koyunlar, tavuklar) sahneye bir nebze doğalcılık getiriyorlar. Şarkılar, şiirler, dans ve pandomimler, bu oyunun çeşitliliğini tamamlıyorlar...
Lutz Tantow,
Saarbrückener Zeitung
TÜRKLER KENDİLERİYLE EĞLENİYOR
Konuk işçilerin bildik sorunlarına, Türkler’in bakış açısından bakılıyor, yani bu durumda okkalı bir özeleştirel mizahla.
Bu arada biz Alamanlar, paçayı oldukça ucuz kurtarıyoruz.
Horst Köpke,
Frankfurter Rundschau
ALMANYA KAPISINDA ELMA AĞAÇLAR
Emine Sevgi Özdamar karmakarışık bir sahne “puzzle”i hazırlamış....
Düş ile gerçeklik, atmosfer yüklü bölümler ile serüven dolu cümbür cemaat sahneler, büyük zamansal sıçramalarla birbirine karışıyor, iç içe geçiyorlar...
Yazar, yönetmen olarak... karışık öyküsünü pedagojik olarak inşa etmemiş, tersine neredeyse şeytani bir hevesle daha da muammalı kılmış. Oyuncuların gardıroplarının çevrelediği ve kostümlerden oluşan tek dekor, oyunda işlenen kimlik yitimi için şüphesiz güzel bir eğretileme... Oyundaki kargaşanın elbette yöntemi de var. Sonuçta sahnede Türkler’in başına gelen, salondaki izleyicinin de başına geliyor: İzleyici yersiz yurtsuz hale geliyor, ne İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun ne de Caritas gibi hayır kurumlarının çözemeyeceği sorunlar hakkında gerçek bir “duygu” ediniyor.
Siegfried Diehl,
Frankfurter Allgemeine Zeitung
EŞEĞİN OTOMOBİLLE TAKASI
Güzel dil imgeleri bulmuş olan yazar, çalışmasında yurdunun büyük masal hazinesinden yararlanıyor...
Şemsettin izleyiciye, oyundan alınacak hisseyi iletiyor: Tekrar tekrar kendine yabancı bir ülkeye gitmek zorunda kalmak ve kendi yurduna yabancılaşmak, insanı yalnız kılar. Sonunda Karagöz’ün tek dostu olarak, sevgili Opel Rekord’u kalır. Oysa insan araba ile takas edilemez. Yolda kalan insandır.
Türkler, Yunanlılar, İspanyollar, amatörler ve profesyoneller sahneyi öyle bir keyifle dolduruyorlar ki bundan keyif almamak olanaksız. Bu durumda kim kalkar da, izlenen her şeyin en ince ayrıntısına değin anlaşılıp anlaşılmadığını sorma müşkülpesentliğini gösterir. Önemli olan dünyanın yerinden oynatılmasıdır. Oyunda, her zaman mantıksal olmayan bir haykırış, işte tam bunu yapıyor. Sonda alkışlar, bu denemenin hakli olduğunu kanıtlıyor.
Stefanie Zweig,
Abendpost (gazetesi)
Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 146 - 15 Haziran 1986