Ülkemizde çoksesli müzik nasıl kurumlaştı? Kısa bir tarihçe yapar mısınız?
- 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırılıp mehterler dağıtılınca, yeni kurulan orduya Batı tipi bir bando getirildi.
- Bu bandoya adam yetiştirmek üzere 1833 yılında Saray Mızıka Okulu kuruldu.
- 1875’te ilk opera hareketlerini görürüz. Mızıka Okulu’nun yetiştirdiği öğrencilerden kurulan saray bandosuyla küçük operalar sahneye konmaktadır. Sahnede rol alan sanatçılar ise azınlık ve yabancılardır.
- 1914’te Osmanlı Milli Konservatuvarı kurma çalışmaları var. Ancak bu çalışmalar Birinci Dünya Savaşı nedeniyle geri kalıyor. Bu raporlar üstüne yapılan geliştirmelerle Darülbedayi kuruluyor.
- 1922’de İstanbul’da kurulan Darülelhan’da hem Türk müziği hem de Batı müziği bölümleri var. (Bu kuruluş 1936’da İstanbul Belediye Konservatuvarı adını alır.)
- 1919’dan önce Zeki Üngör tarafından yönetilen bir orkestra ve senfonik bandomuz var ki, Avrupa turneleri yapmış ve övgüler toplamış bir orkestra.
- 1924’te Ankara’da Musiki Muallim Mektebi’nin kurulduğunu görüyoruz. Tabii “Kompozisyon” bölümü yok.
- Atatürk’ün emirleri üzerine 1934’te “Devlet Musiki ve Temsil Akademisi” kurma çalışmaları yapılıyor. Viyana Akademisi’nin statüsü aktarılıyor, ancak uygulanması mümkün olmuyor.
- 1936’da Atatürk’ün Büyük Millet Meclisi’ni açarken yaptığı bir konuşmada Ankara’da bir konservatuvar ve temsil akademisinin kurulmakta olduğunu belirtmesi üzerine Ankara Devlet Konservatuvarı kuruluyor. Kompozisyon bölümü ve Halk Müziği Araştırma bölümü de var. Alman besteci Paul Hindemith, uzman olarak getirtiliyor ve bu konservatuvarın kuruluşunda önemli katkıda bulunuyor.
- 1958’de Devlet Opera ve Balesi, derken İstanbul Devlet Operası, İzmir Konservatuvarı vb. kuruluşlar günümüze kadar geliyor.
Çoksesli müzik bestecilerimizden söz eder misiniz?
- Bize özgü olan çok sesli müziğin gelişmesi “Türk Beşleri” olarak anılan bestecilerimizin Avrupa’daki eğitimlerini bitirip yurda dönmelerinden sonra başlar. Cumhuriyet’ten sonraki genel düşünce ortamına koşut olarak ulusal bir müzik yaratılması gerekiyordu. Bu ilk kuşak bestecilerimiz (Cemal Reşid Rey, Adnan Saygun, Necil Kâzım Akses, Ferit AInar, Ulvi Cemal Erkin), halk müziği ve klasik Türk müziğinden yararlanıp ulusal bir çoksesli müzik yaratmak yollarını araştırdılar. Her besteci kendine göre değişik yollar-yöntemler denedi. Bazısı bu kaynakları kendi içinde duyarak müziğine aktardı, bazısı da aynı öğeleri malzeme olarak değerlendirdi.
- Buna tepki olarak doğan ikinci kuşak bestecilerimiz ise sorunun ulusal değil, evrensel olduğu savını ileri sürdüler. İlhan Usmanbaş ve Bülent Arel’i bu ikinci kuşak bestecilerin başında saymamız gerek. Bu kuşak, Hindemith, Schönberg - Webern çizgisinde besteler yaparak girdi müziğe. Benim Konservatuvar’a girdiğim yıllarda ulusallık değil evrensellik görüşü egemendi. Ben bu kanıda değildim. Birbirinin içinde, birbirine çok yakın yaşayan Avrupa ülkelerinde bile ulusal farklar vardır.
- Üçüncü kuşaktan “bizim kuşak” diye söz edeceğim: İlhan Baran, Cengiz Tanç ve ben. Cengiz Tanç, Avrupa müzik akımları temelinden yola çıkıp o doğrultuda müzik yazan bir bestecidir. Yine de yer yer Türk müziği öğelerini soyutlamıştır. Türk müziği kaynaklarını temel alarak en yalın şekliyle onları soyutlayan İlhan Baran ise genç kuşağın en önemli bestecisidir bence.
Sizin müzik kişiliğinizi nasıl tanımlayabiliriz?
Ben kendimi klasik Türk müziği yazan bir besteci ya da halk müziği yazan bir halk ozanı gibi görüyorum. Benim için bu müziklerden yararlanmam değil, kaynaklanmam söz konusudur. Çünkü onları gerçekten içimde duyuyorum. Bach’ı, Beethoven’i, Saygun’u, Bartok’u içimde duyduğum gibi. Öte yanda 12 ton bestecilerini ya da 20. yüzyılın ileri tekniklerinde yazan bestecileri içimde duymuyorum. Değişik yöntemlerde yazmak değil bence önemli olan. Yazdığım müziği içerik olarak kendi insanlarımla paylaşmak önemli.
İşte burada, bütün bestecilerimiz gibi, ben de bir sorun ile karşı karşıya kalıyorum. Çok somut ve çözülmesi zor bir sorun: Avrupa-Amerika müzikleri şu gelişmeleri göstermiş ve bu aşamada. Biz de, toplumsal ekonomik ve kültürel sorunlarımızla başka bir aşamadayız. Şimdi besteci olarak ben o ülkelerdeki müzik gelişmelerinin en ileri katarına mı takılayım; o trene bir vagon da ben mi katayım, katabilir miyim? Yoksa o tren kendi yolunda gitsin ve benim toplumum da bir katar oluştursun; o zaman ben de buna takılayım ve mümkün olursa bir lokomotif olayım. Bu durumda şöyle bir tehlikeyle karşı karşıya besteci: Avrupalı, Amerikalı benim müziğimi çok yerel bulup, önem vermez. Oysa ben Avrupa-Amerika çizgisinde yazarsam o zaman da kendi toplumumca benimsenmem. İşte burada bizim ikilemimiz söz konusu. Örneğin, Usmanbaş Türkiye’de, konser salonundaki dinleyicinin ilgisini çekmeyi yeterli buluyor; Avrupa müziğinin öncü akımları içinde yer almayı, oraya katkıda bulunmayı önemsiyor. Bunun yanı sıra eğitim müziği ile ilgili çalışmaları ağırlıklı değil. Ben de eğitim müziği, okul şarkısı ve halkın kolay anlayacağı müzik yazma alanına önem vermiş bir besteciyim. Şimdi, Usmanbaş’ın Türkiye’de anlaşılabilmesi güç, benim de yurt dışında geçerliliğim güç... Gerçekten güç bir sorun. Belki çözüm şu olabilir: Hem okul şarkısı yazmak, hem halkın kolay anlayabileceği parçalar bestelemek, hem de 20. yüzyılın önde giden bestecileri gibi, güncel olan teknikten yararlanmak. Ama insan öyle bir varlık ki, bunların tümünü bir arada yaşatabilmesi, bir arada eserler verebilmesi çok güç. Birbiriyle tam bağdaşmayan alanlar bunlar. Belki bir ömür boyu uğraşılırsa bağdaşabilir.
Eğitim müziği alanındaki çalışmalarınızı anlatır mısınız?
Askeri Mızıka Okulu’nda öğrenciyken ilk şarkımı yazmıştım. Zamanla birçok çocuk şarkısı yazdim ve eğitim müziği alanının çok önemli olduğunu keşfettim. Pekçok sorun vardı. Program yanlıştı. 1968’de Gazi Eğitim Enstitüsü’ndeki arkadaşlarla ilkokul müzik müfredatını değiştirdik. O sıralarda kültür müsteşarı olan Ciritli ile çocuk ve gençlik koroları üstüne bir yönetmelik hazırladık. Buna göre her ilde bir çocuk ve gençlik korusu kurulacaktı. Hemen 40 kadar öğretmene 1968 yazında Gazi Eğitim Enstitüsü’nde koro öğretmenliği kursları düzenledik. Çocuk korosu nasıl çalıştırılır, bir söze müzik nasıl uygulanır, müziğe söz nasıl uygulanır, çocuk korosu nasıl toplanır, nasıl yönetilir konularında dersler verdik. ikinci yıl 140 öğretmen Sinop’ta müzik öğretmenleri kursuna çağrıldı.
O sıralarda kurulmuş koro sayısı 166 idi. Bu böylece iki yıl sürdü. Sonra bakanlar kurulu kararıyla öğretmenlere verilen ücretler kesildi. Çocuk ve gençlik korolarının yeniden kurulması arzu edilir. Korolar şunun için önemlidir: Bütün yurt çapında bir müzik eğitimi düşünülürse, her çocuğun eline bir çalgı vermek olanaksız. Oysa çocuklara kendi seslerini kullanmasını öğreterek, şarkıyla müziğe daha kolay girebilmeleri sağlanır. Böylece onlara en güzel çalgıya insan sesine sahip oldukları anlatılır. Son yıllarda yapılan bu tür çalışmalar arasında Işık Lisesi’nin korosu örnek başarılar sergilemekte.
Bir müzik eğitimcisi olarak çocuğun müziğe başlama yaşı, zamanı için neler önerirsiniz?
Birçok aile Suna Kan, Ayla Erduran gibi yorumcuların bugünkü aşamasını görerek, onların bugün vardığı başarmayı değerlendirerek çocuğunu müziğe erken başlatmaktadır. Bir an önce çocuğunun yeteneği ortaya çıksın ister. Ancak, ana-babanın isteği ile müziğe erken yaşta başlamış ve sonradan nefret etmiş çok çocuk vardır. Her şeyden önce, çocuğa müziğe başlamayı özendirecek bir ortam hazırlamalıdır. Evde ana-baba müzik dinliyorsa, çocuk da dinler. Farkında olmadan, çocuğa beli edip zorlamadan hazırlamak gerekir bu ortamı. Bence çocukta müziğe başlama isteğini doğuran ortamı hazırladıktan sonra, çocuk kendi istediği zaman müziğe başlamalıdır. Tabii iyi eğitimciler bulmak da önemli bir konudur. Birçok çocuk müziğe başlar, ancak birkaç bunu sürdürür. Aileler çocuklarını müzisyen olmaya özendirdiği kadar, iyi bir müzik dinleyicisi olarak da yetiştirmeye özen göstermelidirler. İnsan olma bilinç ve duyarlılığına ulaşmak için müzik çok büyük bir etkendir. Sonuçta müzikçi olmasa da, birçok düşünürün dediği gibi bu “tanrısal sanat”tan iyi bir müzik dinleyicisi olarak da çocuk yararlanabilir.
![]() |
[Çocukken didiştiğimiz Muammer Sun kitapları] |
Çok sesli müziğimizin yaygınlaşması, daha çok yapıt verilmesi daha üretken bir ortamın yaratılması nelere bağlıdır?
Yabancı yapıtların Türkiye’de yaygınlaşması olayına ve çoksesli müzik yazan besteci yetişmesi, onların yapıtlarının çoğalmasına bağlı. Bizde besteci yetişmesine özen gösterilmemiş. Onun yerine yabancı müziklerin, bu toplumda yaratılmayan ama bu toplumun da mali olması gereken evrensel müziklerin yaygınlaşmasına öncelik verilmiş. Sonuç halkın tepkisi olmuş. Çoksesli müziği halka götürecek bir köprü, çağdaş Türk bestecilerinin yaratacağı eserler olabilirdi (*). Hem besteci sayısının azlığı, hem eser sayısının azlığı, hem de var olan eserlerin yaygınlaşma olanaklarının kısıtlılığı sonucunda çağdaş müziğimiz geniş kitlelere duyurulamamaktadır.
Çözüm için söylenmedik söz kalmadı. Yine boşa gidecek sayacağım öneriler...
Daha çok besteci yetiştirmek,
bestecilerin çok ürün vermesini mümkün kılacak bir ortam hazırlamak,
notaları bastırmak (özel kuruluşlar ya da devlet eliyle);
bu eserleri hiçbiri kalmamacasına seslendirmek;
radyo ve TV ile sürekli yaymak, duyurmak;
iyi reklam yapmak;
bunların plaklarını kasetlerini yapmak ve böylece kamuoyuna sunmak gerekir.
______________________________________________________________________
(*) Sonuçta biz bugün bir çıkmazın içindeyiz. Arabesk’i doğuran müzik boşluğu, eser boşluğudur.
(*) Sonuçta biz bugün bir çıkmazın içindeyiz. Arabesk’i doğuran müzik boşluğu, eser boşluğudur.
Evin İlyasoğlu | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 76 - 15 Temmuz 1983