“...İka’ın rükünlerinin sayısı üçtür: Sebeb, veted, fasıla. Sebeb “sebeb-i hafif”, sebeb-i sakıyl”; veted “veted-i mecmu”, veted-i mefruk”, fasıla ise “fasıla-i sügra” ve “fasıla-i kübra” şeklinde ikiye ayrılır. Sebeb-i hafif, “müteharrik” ve “sakin” adlarını alan iki harften oluşur, “lem” kelimesiyle ifade edilir ve bahir karşılığı “ten”dir. Sakiyl-i evvel usulünde ise, başlangıçtaki “tenen” bölümünün açık olan ilk hecesi “elif”, kapalı olan ikinci hecesi ise, “be” zamanı değerindedir. Usul “musavî” zamanlar üzerine kurulmadığından, her “nakre” arasında “elif” zamanı dışında kalan “be”, “cim”, “dal” zamanlarının oluşturduğu üç türlü zaman vardır. “Sakiyl-i evvel”, “Ten te ne nen te nen te nen te ne nen” şeklindedir, vezin karşılığı ise “Müfteilün mefailun feilün” olur...”
Ne kadar açık ve anlaşılır ifadeler değil mi?
İnsan bir okuyuşta, ne denildiğini hemen anlayıveriyor.
Lise öğrencileri, önümüzdeki haftalardan başlayarak bu ifadeleri ders olarak okuyacak, anlamaya çalışacak, bu bilgilerden sınava girecekler. Çünkü, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından sessiz sedasız değiştirilip Tebliğler Dergisi’nde yayınlanan ortaokul ve lise müzik programları, artık öğrencilere böyle bilgilerin verilmesini öngörüyor.
Yukarıda yeralan bölüm de, yine bu yönetmeliğin öğretilmesini şart koştuğu ders konularından biri.
Türk Müziği’nde kullanılan ritm kalıplarıyla vezinler arasındaki ilişkinin teorik açıklaması.
BELKİ GEREKLİ AMA...
Orta dereceli okullarda alaturka eğitimine de yer verilmesi, Türk Müziği çevrelerinin yıllardan bu yana süren isteğiydi.
Bu satırların yazarı da, aynı görüşü paylaşmış ve klasik olsun, folklor olsun,
Türk Müziği’nin tüm dallarının öğrenim programına alınmasına taraftar olmuştur.
Bu iş yapılmalıdır, ama nasıl?
Başta gelen şart, neredeyse yüzyıllık bir kavga halini almış bulunan “alaturka mı - alafranga mı?” tartışmasına dalmamak ve özellikle son 10-15 yıldan bu yana Türk Müziği’ni siyasal istismar konusu haline getiren bazı çevrelerin sık sık tekrarladıkları görüşlere kapılmamaktır.
Başka bir deyişle, Türk Müziği’nde -maalesef- bir “gelenek” ve “bilginlik ölçüsü” sayılan “müzikal şovenizm”e girmemektir.
Ama program hazırlanırken bunların tam aksi yapılmış, “Yıllardır Batı Müziği’ni öğrettiler, şimdi söz sırası bizde” havasına girilmiş
ve Türk Müziği’yle ilgili bilinen-bilinmeyen ne varsa programa alınmış, diğer müzik türlerine de “kerhen” yer verilmiştir.
Programın yazılması ise, pedagojiyle uzak-yakın bir ilişkisi bulunmayan,
asıl mesleği mimarlık olan bir ud sanatçısına havale edilmiş, sonuçta bu “garip” program ortaya çıkmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Dairesi ise, tüm bu olup bitenlere seyirci kalmış, bir yerde de destek sağlamıştır.
Ama “Tevhid-i Tedrisat” yasasının rafa kaldırılmak üzere olduğunu farketmeden.
TORBADA NELER VAR?
- Program, gereğinden fazla yüklüdür. Bu şekilde bir içeriğin uygulanabilmesi için haftada en az sekiz saatlik müzik dersi olması gerekir ki, bu söz konusu değildir. Haftada iki-üç saatlik bir derste do majörle kürdili hicazkârı, sonatla semaiyi, orotoryoyla mevlidi, piyanoyla nisfiyeyi, senfoniyle uzunhavayı, valsle raks aksağını bir arada öğretmeye kalkmak, genç zihinlerde kavram kargaşasından başka bir işe yaramayacaktır.
- Ortaokul ve lise öğrencilerine uygulanması için hazırlanan bu programda yer alan elektronik çağı bestecileri, film ve eğlence müziği, ritm-vezin ilişkisi gibi konular, bugün Türk Müziği Konservatuvarı’nda bile öğretilmemektedir.
- Müzikle müzikoloji arasındaki farkın bilinmemesinden dolayı, konservatuvar programında düşülen hataya, burada da düşülmüştür. Bunun en iyi örneği ise, müzik-edebiyat, vezin ritm ilişkisi gibi konulardır. Kaldı ki, bu sonuncu konu, konservatuvarda bile tam olarak öğretilememesi bir yana, ülkemizde mevcut olmayan ve Batı üniversitelerindeki müzikoloji kürsülerinin ancak birkaçında okutulan, son derece teknik bir konudur. Konuyu Türkiye’de bilenlerin sayısı ise, son derece sınırlıdır.
- Hiçbir bilimsel temele dayanmadan yapılmış bir “Türk Müziği dönemleri” sınıflandırması, programa alınmıştır. Metinde geçen “yenilikçi” ve “romantik” dönemlerin kıstaslarının ne olduğu, bugüne kadar belirlenememiştir. Örneğin, Zekâi Dede klasik midir, romantik midir, yenilikçi midir? Mevcut olduğu ileri sürülen dönemleri birbirinden ayıran ezgisel özellikler nelerdir? işin bu yönüne bakılmamış ve Batı sınıflandırmasından esinlenildiği anlaşılan bir sıralamaya gidilmiştir.
- Batı okullarındaki gibi, bizde de çalgı öğretim konusu düşünülmüş, ama bu iş için ud, kanun, tanbur, nisfiye gibi hem özellikli, hem de sağlanması zor olan sazlar seçilmiş, bu arada günümüzde icracıları iki elin parmaklarının sayısını geçmeyen lavta da listeye eklenivermiştir.
- Müzik kulağıyla ilgili en basit yasalar bile gözönüne alınmamıştır. Batı Müziği saatinde tampere sistemle öğretim yapılması, Türk Müziği saatinde ise, bu müziğe özgü seslerin kullanılması öngörülmüş, başka bir deyişle yılların yorumcularının bile halledemedikleri sorunlar, 15-16 yaşındaki gençlerin sırtına yüklenivermiştir.
- Ülkemizde, bu programı uygulayabilecek öğretmenlerin sayısı çok azdır, zira konu “ihtisas” gerektirir. Türk Müziği Devlet Konservatuvarı mezunlarının tümü bu işle görevlendirilse bile, öğretmen açığı yine yüzde 99’un da üzerinde olacaktır. Bunu önlemek için bakanlığın son aldığı karar uyarınca “hizmet içi kurslar” açılması da yanlış sonuçlar doğuracak, müzik öğretmenlerine birkaç yıllık bir konservatuvar öğretimi sonucu verilebilecek bilgiler birkaç hafta içerisinde enjekte edilmeye çalışılacak ve havanda su dövülecektir.
Murat Bardakçı | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 154 - 15 Ekim 1986
___________________________________________________________________________________________________________________________
İnsanoğlu duygu ve düşüncelerini türlü araçlarla dışa vurmuştur. Bu araçlar içinde en etkili ve eski olanı “müzik”tir.
İnsanlık tarihine baktığımızda müziğin çok büyük ve önemli bir yeri olduğunu görüyoruz.
“Müzik bütün erdemlerin tohumudur. Toplum ve özellikle gençlik, bu Tanrısal sanatla yükseltilebilir” demiş Martin Luther.
Ünlü düşünür Eflatun insanın iyiyi, doğruyu, güzeli sever olarak yetiştirildiğini söylemiştir.
Kişinin eğitimini vücut ve ruh olmak üzere birbiriyle bağlantılı iki alanda düşünmüş,
vücut eğitimini “jimnastik", ruh eğitimini de “müzik” sözcüğüyle simgelemiştir.
Müziğin insan yaşamındaki olumlu etkisi konusunda Eflatun'un düşüncelerini şöyle özetleyebiliriz:
“Yönetenleri ve yönetilenleriyle bütün toplumun ruh sağlığı müzik eğitimine bağlıdır; ancak onunla sağlanabilir.
Bu bakımdan müzik, birey ve toplum eğitiminin temeli olmalıdır.”
Çinli büyük düşünür Konfüçyüs de müziğin gücü ve önemi konusunda özetle şöyle demiştir:
“Müzik dimağdan çıkar. Dimağın çalışması dış etkilerle olur. Dış etkilerin sonu yoktur. Dimağ kederle harekete geldiği zaman müzik kederli, sevinçle harekete geldiği zaman neşelidir. Bir toplumun müziği bozuldu mu o toplumda pekçok şey de bozulmuş demektir. Müzik, sahiplerinin karakter ve duygularını insanlara sükûnet verir, onları iyi yürekli yapar, insanlar arasında dostluk, birlik kurar.”
Bilindiği gibi, “insan"ın gelişimini oluşturan üç etken “soya çekim", “çevre” ve “eğitim"dir.
Özelikle de müziğin gelişimi bu üç etkenle yakından ilgilidir.
Müzik, insanı psikolojik ve fizyolojik olarak etkiler. Kişi, müzik türlerinden kendi psikolojik yapısıyla ilgili olanları yaşar. Yaşantısına uygulayabildiği, özlem ve gereksinimlerini karşılayan, yansıtan nitelikteki müzikleri algılar ve kullanır. Bu demektir ki insanla müzik arasında kurulan bir bağ vardır. Bu bağın toplum yapımız ve milli politikamız ışığında istenilen düzeyde oluşturulması bilinçli, tutarlı ve kullanılırlığı olan müzikler ve eğitim sistemiyle olasıdır.
Ülkemiz geleceğini büyük ölçüde etkileyecek olan böylesine önemli bir konuda adımlar son derece dikkatli atılmalı, eğitim sistemi bilimsel deneyim ve veriler sonucu oluşturulmalıdır. Oysa, son yıllara bir göz attığımızda, böyle olmadığını üzülerek görüyoruz.
Son günlerde değerli basınımızın da -nedendir bilinmez- üzerinde gereğince durmadığı, ancak, çağdaş müzik eğitimini olumsuz yönde etkileyecek bazı değişiklikler yapılıyor Okurlarımız 17 Ağustos 1987 tarihli Milliyet Gazetesi'ndeki bir haberi anımsayacaklardır sanırız. Bu haberde, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın ortaokul ve lise müzik müfredatındaki değişiklikler uyarınca, Temmuz ayında Antalya'da 100 müzik öğretmeninin katıldığı bir seminer düzenlediği belirtiliyordu. Neydi bu değişiklikler? Bu soruya daha geniş yanıt verebilmek için biraz gerilere gidelim.
1980'li yılların başlarında Milli Eğitim Bakanlığı çağdaş bir görüşle -gelişmiş birçok ülkede olduğu gibi- ilk ve ortaokulu kapsayan 8 yıllık temel eğitim programı oluşturmayı, alanlarında uzmanlaşmış kişilerden komisyonlar kurarak başlattı. Çalışmalarda ülkemiz gerçekleriyle 2000 yılında varılması gereken yerin bilimsel bir biçimde kaynaştırılması için araştırmalar yapıldı ve ilk ürünler bazı temel eğitim bölge okullarında uygulanmaya başlandı.
Bir süre sonra bakan değişti, çalışmalar tavsadı, kısa süre sonra da komisyonlar dağıldı. Bu arada yeni yeni müzik komisyonları kuruldu. Son komisyonca yapılan “Ortaokul ve Lise Müzik Dersi Öğretim Programı” onaylanarak 21 Nisan 1986 gün ve 2208 sayılı Tebliğler Dergisi'nde yayımlandı. Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı, 1987-1988 öğretim yılında uygulanmasına başlanacak olan bu yeni müfredat programıyla ilgili olarak Antalya'da müzik öğretmenlerine bir seminer açtı. 110 öğretmenin çağrıldığı seminer, 97 öğretmenin katılımıyla, 13-24 Temmuz tarihleri arasında yapıldı.
Şimdi, bu seminere konu olan yeni müzik müfredatı programına şöyle bir göz atalım...
AMAÇLAR:
2. Madde - Öğrencinin müzik yoluyla iyiye ve güzele yönelmesini, yaşama sevinciyle güçlenmesini ve iyi alışkanlıklar edinmesini sağlamak.
Klasik Türk Müziği ağırlıklı müfredat programına göre müzik öğretmeni bunu nasıl başaracak?
Bugün elimizde çocuklar ve gençler için bu türde yazılmış şarkı yoktur ki...
Seminerde buna açıklık getirilmiş ve bazı şarkılar salık verilmiş.
İşte örnekler:
Ağlarım çağlar gibi
Derdim var dağlar gibi
Yürekten yaralıyam
Gülerim sağlar gibi
(Sadettin Kaynak - Hüseyni şarkı)
Şarkının diğer dörtlüklerini bilmem yazmaya gerek var mı?..
Hicran oku sinem deler
Olmaktadır halim beter
Bu iftirak artık yeter
İnsafa gel ey şiveger (işveli)
Bir gün olur çağın geçer
(Şevki Bey - Hüseyni şarkı)
2. Maddede belirtildiği gibi ne kadar yaşama sevinciyle güçlendirici sözler değil mi?..
Başka bir örnek daha; Rakım Elkutlu'nun Hüseyni bestesi:
Müheyya oldu meclis sãkıya peymaneler dönsün
Gel işvebazım, gel çâresazım
Ter dil li te ne nen vs...
Bu bezmi ruh bahşın şevkine mestaneler dönsün.
Bu şarkıda geçen sözcüklerden bazılarının Türkçe anlamı şöyle:
sâkıya: içki dağıtan kadın,
peymane: şarap bardağı,
bezm: içkili, eğlenceli topluluk,
mestane: sarhoşça, sarhoşcasına.
Yine aynı maddede belirtildiği gibi ne kadar iyi alışkanlıklar edinilmesini sağlayacak sözcükler!..
Ayrıca şarkıların ezgi yapılarıyla ses sınırları da bu yaşlardaki çocuklarımıza uygun değil.
6. Madde - Milli birlik ve bütünlüğümüzün temel unsurlarından olan “İstiklal Marşı"mızın en iyi ve doğru şekilde öğrenilip söylenmesini sağlamak.
7. Madde - Milli duygular geliştirici ve bütünlüğü pekiştirici marşlar, hamasi okul şarkı ve türküleri, ninni ve oyun müziklerinin doğru olarak öğrenilip söylenmesini sağlamak.
8. Madde - Batı müziğinin ve milli (klasik ve folklorik türleri ile) nasıl bir tarihi vb. hususlarda kültür temelinin yanı sıra, okul içi öğretimde yapılabileceği oranda ses ve sazla icra etmek.
İnsana tutarlıymış gibi ve güzel görünen tümceler. Ancak bu nasıl başarılacak? Aynı programda nota öğretiminin liseden itibaren başlatılacağı, ortaokulda bütün parçaların kulaktan öğretileceği belirtiliyor. Günümüzde müzik alanında büyük atılımlar yapmış ülkelerde nota öğretiminin türlü metotlarla ilkokula, hatta okul öncesine indirgendiği bir çağda çocuklarına lisede başlatılması, bilimselliğin dışına çıkılmasının yanı sıra “ağaç yaşken eğilir” atasözümüzle de çelişkili oluyor. Müziğin alfabesi olan notayı bilmeyen çocuklarımızın kulaktan öğrenecekleri parçaları bütünüyle doğru söylemelerini beklersek çocuklarımız ilkokulda, ortaokulda nota öğrenmeyecekler, lisede müziğe aşırı ilgi duyan ve yetenekli olan az sayıda gencimiz dışında, kişiler başka dersleri seçecekler ve müziğin alfabesini bilmeyen milyonlarca genç yetiştireceğiz.
Aynı programın AÇIKLAMALAR bölümüne de biraz göz atalım:
3. Madde - Söz öğretiminde blok flüt, melodika, mandolin, piyano ve elektro org gibi tampere akordlu Batı çalgılarının yanı sıra, kaval ve bağlama gibi milli müziğimizin seslerini verebilen yaygın halk müziği çalgılarımızla, bölge özelliklerine göre sipsi, kemence, kabak kemane, lavta, ud, kanun, tanbur ve nısfiye gibi çocuğun çalabileceği folklorik veya klasik müzik çalgılarımız da (öğretmenin çalması ve kolay sağlayabilmesi halinde) kullanılabilecektir.
Bu maddede sözü geçen çalgılarımızdan çocuklarca çalınabilecek olanlar bugüne dek zaten eğitimde kullanılıyordu. Ancak, utun gövde genişliğinden, kanunun en küçük bir hava değişiminde bile akordu kolaylıkla bozulabildiğinden, tanburun uzun sapına ulaşmada güçlük çekileceğinden, çocuklar için rahatça kullanılabileceği düşünülemez.
4. Madde - Özellikle ritmik jimnastik, solfej parçaları, İstiklal Marşı, diğer marşlar, okul şarkı ve türküleri, ninni ve oyun müzikleri, saz parçalar vb. önemli konularda kaset ve benzeri araçlardan faydalanılacaktır.
Bizler genelde- daha çok dinlemeyi severiz. Oysa şarkı söyleyen, çalgı çalan insanlar olarak yetiştirilmeli, her yaşta müzik yapan bir toplum haline gelmeliyiz. Bu maddeye göre ise pasifliğe itiyoruz çocuklarımızı.
6. Madde - Ortaokulda Atatürk'ün hayati (son günleri), ileri görüşlülüğü ve çok cepheliliği; lisede Türk inkılâbı ve sonuçları ile iç ve dış tehdit konularına yeri geldikçe temas edilecektir.
Neden son günleri! Atatürk ve Atatürkçülük bir bütündür. Tüm yaşamı boyunca Türk ulusunun özgürlüğü, refahı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması için sürekli savaşım ve düşünceleriyle çağımızı yönlendiren Ulu Önder Atatürk'ün neden son günleri?.. Atatürk'ün Cumhuriyet'in ilan edildiği gün Fransız yazar Maurice Pernot'ya özetle belirteceğimiz şu sözlerini çocuklarımız niçin öğrenmesin?
“Memleketler muhteliftir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin terakkisi için bu yegâne medeniyete iştirak etmesi lazımdır. Osmanlı İmparatorluğu'nun sukûtu, Garb'a karşı elde ettiği muzafferiyetlerden çok mağrur olarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan rabıtaları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz.
Vücutlarımız Şark'ta ise fikirlerimiz Garb'a doğru müteveccih kalmıştır. Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz.”
Ya 8 Ağustos 1928'de Sarayburnu Parkı'ndaki gazinoda Atatürk'ün kaleme alıp da Falih Rıfkı Atay'a okuttuğu şu tümceleri;
“Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak Şark'in en mümtaz iki musiki heyetini dinledim.
Bilhassa, sahneyi birinci olarak tezyin eden Müniret-ül Mehdiyye Hanım sanatkârlığında muvaffak oldu.
Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde artık bu musiki, Türk'ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kâfi gelmez. Şimdi karşımda medeni dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar Şark Musikisi denilen terennümler karşısında kansın gibi görünen halk derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şâtırdırlar; tabiatın icabını yapıyorlar. Bu, pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten şen, şâtırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı, felaketli neticeleri vardır. Bunun fârikı olmamak kabahattir.
İşte Türk milleti bunun için gamlandı. Fakat, artık millet hatalarını kanı ile tashih etmiştir; artık müsterihtir, artık Türk şendir. Fıtratında olduğu gibi, artık Türk şendir. Çünkü ona ilişmenin haternâk olduğunu tekrara ispat istemez kanaatindedir. Bu kanaat, aynı zamanda bir temennidir.” (A.Saygun “Atatürk ve Musıki”, S.6)
Pekiyi, çocuklarımıza Atatürk'ün 1 Kasım 1934'te Büyük Millet Meclisi'nin 4. Dönem, 4. toplanma yılını açış konuşmasındaki şu tümceleri öğretmeyecek miyiz?
“Arkadaşlar!
Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan, Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeye yeltenilen musıki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları düşünceleri anlatan; yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musıki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu sayede, Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musıkide yerini alabilir. Kültür İşleri Bakanlığı'nın buna değerince özen vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim.”
Müfredat programında “son günleri” dendiğine göre demek ki öğretmeyeceğiz!..
Programın KONULAR bölümüne baktığımızda ortaokul 1., 2. ve 3. sınıflarda ritmik jimnastiğin yer aldığını görüyoruz. Her ders başında yaklaşık 10 dakika süreyle yapılması ve başlangıçta müzik ve beden eğitimi öğretmeninin işbirliğiyle gerçekleştirilmesi, belirtilen, bugün için bu iki dersin de dışında ayrı bir uzmanlık alanı haline gelmiş olan bu çalışmanın 50-60 kişilik sınıflarda yapılıp yapılamayacağını, uygulanabilirliğini takdirinize bırakıyorum.
Az önce de belirttiğim gibi İstiklâl Marşı dahil bütün parçalar ortaokulda kulaktan öğretilecek. Notaya ancak lisede geçilecek. Eğitimde bunun adına “Papağan Metodu” denir. Yaratıcılığı ve gelişmeyi engelleyen bu metodu en az 40 yıl önce, gelişmiş ülkeler bırakmış, bizde de 30 yıl önce bu metodla eğitim yapmaktan vazgeçilmiştir. Bu metodu yeniden uygulamaya koymakla müzik eğitiminde ne kadar geriye gitmeye başlayacağımızı da takdirlerinize bırakıyorum!..
Mahir Dinçer | Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 177 - 1 Ekim 1987