Avrupa Aydınlanması


Kuşkusuz, şimdi çok ilerdeyiz. Zaman bakımından ilerde. Arada, belki mantar rengi-mavi bir sis var. Bir de, acı verici bir uzaklık.
Sözgelimi, Ansiklopedi’den neredeyse 250 yıl ilerde bir kuşak bizimki.
Öte yandan, Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’yle de aramıza tam iki yüz yılı aşan bir zaman dilimi girmiş.
Hem uzak ve ilerde, hem değiliz.


Avrupa’nın aydınlıklar çağına ve aydınlarına insanlığın duyduğu evrensel hayranlık, saygı ve borç, tartışmasız çok büyük.
Aslında o çağın -özellikle 1789’un- benzersiz dramatik serüveni, bir anlamda tüm zamanların ve kuşakların sessiz özverisinin toplam sayılır.
Gelecek zamanlara yönelik, sihirli atlama tahtası!

XVIII. yüzyıl, elbette “Filozoflar Çağı” adını boş yere almamıştı. Gerçi aydınlanma felsefesinin ilk vatanı İngiltere oldu, ama oradan Fransa’ya geçip 1789 Devrimi ile doruk noktasına Fransa’da ulaştı. Sonra da Almanya’ya atladı. Bu felsefenin kaynağı ya da gelişme yurdu neresi olursa olsun, gene de ufukta ilk kırmızı ışığın belirdiği Avrupa topraklarının ürünü! Yaşadıkları sınırlar değişik bile olsa, yaşam tarihleri yahut öncü etkileriyle, çok sayıda filozof ve düşünür, bu dönemi bir Aydınlıklar Yüzyılı’na dönüştürmüştü: İşte Locke (ö. 1704)! Sonra onu izleyen, ışığı yeryüzüne düşmüş zekanın büyük samanyolu Leibniz, Voltaire, Condillac, Hume, Rousseau, Diderot, Helvetius, Kant, Fichte, Hegel, Schelling, Schopenhaur ve Auguste Comte (d. 1798). Kuşku yok, bunların son üçte biri, yüzyılın ancak ikinci yarısında doğdu ve oradan geleceğe, çağımıza doğru sarktı.

Bu arada, XVIII. yüzyılı hazırlayan birkaç gecikmiş ismi daha burada anmak yerinde olur: Descartes, Hobbes ve Spinoza gibi. Ancak düşüncenin özverili ve coşkun atılımını, eski çağlar ile modern zamanlar arasındaki parlak ayırım çizgisi demek olan bir önceki yüzyılın kaymağına borçluyuz. Bilimin bu altın devrinde doğa yasaları aydınlığa kavuştu ve insan bilincine sindirildi. Bilginin laikleştirilmesi süreci başlamış oldu. Avrupa’nın dört büyüğü, Coppernicus, Kepler, Galileo ve Newton ile, yeryüzünün bilinen geometrik üstünlüğü son buldu. Modern gökbiliminin yolu, kesin olarak açıldı. Gezegenler kuramı tamamlandı. Beyaz ışığın renkli gizemi çözüldü. Düşüş yasası bulundu. Koordinatlar geometrisi, differansiyel ve entegral hesap, logaritma, kan dolaşımı, oksijenin solunum ve yanmadaki rolü, artık insan için bilinenler dağarını zenginleştiren, birer aşamaydı. Arakesit yüzyılı, aynı zamanda tekniğin de ilerlemesini özendirdi ve nice önemli aracın yaşama geçirilmesine tanık oldu.

Tuhaf raslantı: Galileo ölürken Newton doğmuş ve her şey sanki onun için hazırlanmış ya da olgunlaştırılmış gibiydi.

Sonunda bu buluşlar zinciri, XVII. yüzyıl biterken, Avrupa’da büyücülüğü kesin anlamda olanaksız kılmıştı.

Buna karşılık Türkiye’ye matbaa ancak 1726’da, Lale Devri’nde girebildi.
İmparatorluk sınırları içinde yaşayan Musevilerden (1493), Ermenilerden (1567) ve Rumlardan (1627) sonra.
En sonuncusundan tam yüz yıl sonra.

Yirmisekizzade Said Çelebi’nin çabası,
Macar asıllı Müteferrika’nın girişimi,
Şeyhülislâm Aziz Efendi’nin fetvası
ve sonunda Nevşehirli İbrahim Paşa’nın desteği,
Padişah III. Ahmed’in onayı ile.

Oysa aynı tarihlerde yaşayan Condorcet ünlü Taslak’ında, insan türünün geçirmek zorunda kaldığı aşamaları on döneme ayırmış, bunlardan sekizinciyi “matbaa"nın kullanımına ayırmıştı. Dokuzuncu basamak, bilimlerin ve felsefenin devlet baskısından kurtarılması; sonuncu ise Devrim(1789)’in insan aklına evrensellik tanıması, çeşitli halklar ve topluluklarda eşitlik düşüncesinin gelişmesiydi.

Aydınlıklar Çağı’nı belki ilk etkileyen İngiliz filozofu Locke oldu, denebilir. O, yalnız 1789’u değil. Amerikan Anayasası’na dek etkisini uzatmayı bilmişti. Dahası, yakın zamanlara dek İngiliz Anayasası da onun görüşlerine dayanmaktaydı. Bununla beraber 1688 İngiliz Devrimi’nin ürünü sayılacak bu “talihli filozof"un Hoşgörü Üstüne Mektuplar’ı ancak Hollanda’da basılabildi. Tıpkı, bir dönem öncenin Ütopia’sı gibi. Benzer biçimde, yurttaşı Hobbes’un tüm yapıtları da gene Amsterdam’da yayımlanabilmişti.

Çünkü o tarihlerin Hollanda’sı -yahut Birleşik Eyaletler Ticaret ve Deniz İmparatorluğu- kutsal bir sığınma ve hoşgörü toprağı olarak, tıpkı Rembrandt’ın görkemli Filozof tablosunu andırıyordu: Çevresi karanlıktı. Katolik engizisyonu, acımasız ve hoşgörüsüz ispanyol baskısı her yani kasıp kavuruyordu. Ama, Filozof’un kendisi, bulunduğu yer, -Protestan kuzey eyaletleri gibi- ışıklar içinde yüzmekteydi.

Bu yüzden Descartes, ömrünün son yirmi yılını o topraklarda geçirdi. Erasmus da Rotterdamlıydı. Spinoza ailesi de, uzak ve karanlık İberik ufuklarından kopup oraya yerleşmişti. O çağlar, bir bakıma, kati kilise düzenine karşı bir başkaldırı yüzyılıydı. Böyle bir seçim, insanın önüne ancak iki yol açmaktaydı: Ölüm ya da onurlu varoluş! Üçüncü bir seçenek yoktu. Ülkesinden, çağından ve sorumluluğundan kaçmayan Thomas More’un İngiltere’de başı kesilmişti. Öte yandan susuşu seçenler, bu trajik son karşısında, More’a kitabını armağan eden Deliliğe Övgü’nün yazarı Erasmus gibi, “keşke o tehlikeli işlere dostum hiç karışmasaydı....” demekle yetiniyorlardı.

Gerçi, o dönemin tüm aydınları için Avrupa ortak bir yurt, bir çeşit “baba ocağı” gibiydi. Salt monarşinin kuramcısı, demokrasinin karşısında yer almış İngiliz filozofu Hobbes bile, ülkesindeki siyasal gelişmeler üzerine Fransa’ya kaçmıştı. Ama, ülkesinde, krallığın bir kez daha geri gelmesiyle yıldızının yeniden parladığı zamanlarda dahi “tanrı-tanımaz” olarak suçlanan yazıları için özel bir Soruşturma Komisyonu kurulmasını kimseler önleyemedi.

Gerçekte, İngiltere’de, kral ile halk arasında sık sık kendini gösterip keskinleşen çelişkiler, kimi kez derin bunalımlara yol açıyordu. Bunların en dramatik boyuta ulaşan, kuşkusuz 1. Charles döneminde yaşandı. Locke ve Spinoza’nın doğumundan bir-iki yıl önce, krallığın başına buyruk yönetimine karşı, parlamento ile kral arasında giderek büyüyen bir anlaşmazlık belirdi. Halkın baskısı altındaki parlamento, toplumun isteklerini yansıtan yazılı bir dilekçeyi (Petition of Rights) Kral 1. Charles’a sunmaktan geri durmadı. Ne var ki, Haklar Dilekçesi geçici olarak kabul edilmiş olsa bile, bir yıl geçmeden geçersiz sayıldı ve Meclis’in dağıtılmasına dek uzanacak bir süreci, “Uzun Zorbalık” dönemini başlattı. Kralın bu kararı hesapsızca atılmış bir adımdı. Sonuçları ağır olan, yanlış ve bahtsız bir karardı. Anversli Van Dyck’ın elinden çıkma, beyaz at üstünde ve anıtsal bir görünüm içindeki tablosunda sanki her çizgi 1. Charles’ın ardında koştuğu ölçüsüz tutkuyu yansıtır. Göklere dönük bakışları, ufkun üstünde dimdik yükselen gövdesi, geniş alnı, sivri sakalı ve uzun kılıcıyla, kral, kendisinin yalnız Tanrı’ya karşı sorumlu olduğu inancındaydı. İncisi düşmüş istiridye kabuklarının boş kurumunu dile getiren bu siyasal tavır yüzünden daha sonra verilen Büyük Protesto belgesini ve onu izleyen 19 Öneri’yi de yetkilerine karşı birer saldırı saydı. Başlayan İngiliz İç Savaşı, kralın idamı ve Cumhuriyet’in ilânıyla sonuçlandı.

Oysa, neredeyse aynı yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekleştirilen benzer bir girişim, Doğu’nun bilgece ve ağırbaşlı siyaseti sayesinde trajediye dönüşmedi. Musahip Koçi Bey, devrin hünkârı IV. Murad’a sunduğu dilekçesinde, rakamlar ve olgularla, imparatorluğun bilim ve düşünce alanında nasıl gerilediğini anlatıyor ve nedenleri ile çözümler üstünde duruyordu. Koçi Bey Layihası ilmiye sınıfına ilk kez idam cezası uygulayan bir padişah katında bile, soruşturma yahut ceza gibi sonuçlar doğurmadı. Tersine, yazarını saygınlığın doruklarına çıkardı. Koçi Bey musahipliğe atandı.

Aydınların alınyazısı bakımından Avrupa’da XVIII. yüzyılın tam ortasında başlayıp yirmi yıl süren Ansiklopedi serüveni de parlak sonuçlar verdi, denilemez. İnsan zekâsı adına yükselen bu eşsiz anıt, saray soylularının, Fransız Meclisi’nin, cizvitlerin ve din adamlarının sürekli engelleriyle karşılaşmıştı. Çağa ters düşen belirli bir siyasal sosyal blok, tıpkı genç nehirlerin sularında yaşayan akıntı ördeği gibi, hep tarihin akışına karşı bir siyaseti izlemekte kararlı göründü. Ta ki, 1789’a dek... Ama, o zaman, artık her şey için çok geç kalınmıştı.



Uğur Kökden | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 98 - 15 Haziran 1984