Ege köylüleri arasında bir gelenek vardır.
Eski Ağustosun birinci günü (yeni Ağustosun 14’ünde) köylüler, kendi aralarında deniz bayramlarını kutlarlar.
Köylerde her yıl “Deniz Bayramı”na hazırlıklar bir ay önceden başlar. İhtiyarlara, gençlere yeni giysiler dikilir. Çocuklar, gençler “Deniz Bayramı” gününü sabırsızlıkla ve içten bir coşkuyla beklerler. Kadınlar, her yıl “Deryalar Bekçisi”ne yaptıkları adakların hazırlığına geçerler. Kesilecek koyunlar, koçlar, oğlaklar ayrılır. Lokma dökmek için unlar, yağlar, şekerler toplanır.
(Eskiden çekirdek kahveler tavalarda kavrulup, dibeklerde dövülüp hazırlanırdı.
Çünkü deniz kenarında ocaklar yandığında, ilk önce kahve pişirilirdi. Adağı yerine gelenler, herkese bir fincan kahve sunarlardı.)

DERYALAR
Herkes denklerini alelâcele açar. Elbirliğiyle çadırlar kurulur, ocaklar yakılır.
Sonra topluca deniz kenarına gidilir.
Denize karşı, eller yukarı kaldırılıp, şöyle denir:
“Ey deryalar bekçisi. Gör, gözle bizi.
Gelecek yıla, Tanrı kısmet ederse, burada adak yapayım.”
Herkes gönlünce adaklar adar.
Böylece hastalar, yatalaklar, ihtiyarlar, ağrılı sızılılar,
çocuğu olmayan taze gelinler ve genç kadınlar “Deryalar Bekçisi”nden şifa isterler.
Deniz kenarına diz çökerler, yeri öperler.
Sonra üzerlerindeki elbiselerle denize girerler erkek kadın, çoluk çocuk, genç ihtiyar...
“Arlım durlum olsun. Ağrısı sızısı, biti piresi, kiri pası, sancısı sızısı hepsi gitsin,”
diyerek denizin içinde yıkanma duası yaparlar.
Bu dualar Ege Türkmenleri tarafından bugün de söylenmektedir.
Denizden çıkıldıktan sonra, renk renk ıslak giysiler çalıların üzerine, güneşe serilir.
Yeni giysiler giyilir.
“Eskisi küllüğe, yenisi oğlumun kızımın sırtına” der analar babalar.
ŞAKALAŞMALAR
Bir yandan lokmalar dökülür, bir yandan “Deryalar Bekçisi”ne kurbanlar kesilir. Sofralar kurulur. Yenilir içilir gün boyu.
Bir taraftan da çocuksuz gelinler, ağrılı sızılılar kuma gömülürler. O gün kumda yatan kadının çocuğu olacağına inanılır.
Erkekler, karılarına kumda çukurlar açarlar. Her erkek, karısını kendi eliyle kuma gömer.
İşte bu ara her türlü şaka yapılır. Açık saçık sözler söylenir. Ve bu tür şakalar hoş görülür.
Gülüşmeler, kahkahalar ortalığı inletir. Çocukların, gençlerin denizde oyunları akşama kadar sürer. Onların neşesi de çevreye yayılır.
Ege Türkmenlerinde bu tören (modernleşmeye rağmen), hâlâ yapılmaktadır.
Bundan 20 yıl kadar önce, Ege Türkmenleri 14 Ağustos günü bulundukları yerlerin kıyılarına gruplar halinde inerlermiş. Bu kıyılarda bir gün bir gece kalırlarmış. Büyük şölenle kutlarlarmış “Deniz Bayramı”nı. Şimdi, aynı kıyıların büyük çoğunluğu yazlık evlerle dolmuştur. Türkmenler de bu kıyılarda kendilerine yazlık evler yapmışlardır.
15 yıl kadar önce 14 Ağustos’ta Bodrum’un yakınındaki Kara Ada’ya köylüler gelirlerdi gün doğmadan.
Burada kutlanan “Deniz Bayramı”nı üç yıl izledimdi.
İçinde bulunduğumuz 1980 yılının 14 Ağustosunda da, İzmir’in bütün Karaburun bölgesindeki köylerden (örneğin Karaburun, Hasseki, Kösedere, Eğlenhoca, Mordoğan, Çatalkaya, Kaynarpınar, Yenicepınar, Karapınar, Balıklıova’dan) köylüler (artık tek tük de olsa) deniz kenarına geldiler. Giysileriyle denize girdiler. Denize karşı dualar ettiler. Gelecek yıl tekrar denize gelme isteklerinde bulundular. Adaklar adadılar.
ZÖHRE’NİN DEDİKLERİ
Korsanyatağı’nda denize giren kadınlardan Zöhre’yle şöyle konuştuk:
Zöhre’nin iki kızı vardı. “Ah kardaşım” dedi. “Benim yıllarca çocuğum olmadı. Ne yatırlara gittim, ne dualar ettim.
Sonra buraya geldim. Deniz Sultanı’na adak yaptım. İşte, Tanrı bana bu yavruları verdi.”
“Deniz Sultanı’na ne adadın?..”
“Bir küçük şişe zeytinyağı. Adağım olunca da, zeytinyağı dolu şişeyi Deniz Sultanı’nın ruhuna denize saldım. Bizim nenelerimiz, atalarımız bize böyle söylediler. Her yıl gelirim, çoluğumu çocuğumu denize sokarım. Burada Deniz Sultanı’na dualar ederiz. Eskiden çok kalabalık olurdu. Denizde şişeler yüzerdi. Şimdiyse gelenler azaldı. Gençler Deniz Bayramını unutacaklar gayrı.”
Bu kez Zöhre kadın bana sordu: “Senin oğlun kızın var mı?”
“Yok,” diye yanıt verdim.
“Vah garibim,” dedi. “Canın, malın illerin olacak. Sen neye gelip de Deniz Sultanı’na dua etmedin, kuma gömülmedin?”
“Eh, n’edelim. Biz öğrenmekte geç kaldık Zöhre’cim.”
Bana mahzun mahzun baktı, başını salladı. “Eh, sende çoluk çocuk yok. Bari yaşamana bak,” dedi.
Denize doğru yürüdüm. Tüm kadınlar el ele tutuşmuş, denize dalıp çıkıyorlardı.
“Deniz yastık, ben fıstık.”,
“Deniz kaya, ben maya.”,
“Bütün ağrılarım, sızılarım gitsin,” diyerek eğleniyorlardı.
Yaşlılar ise, “Bugün kırk ılıcanın ayağı vardır deniz suyunun içinde. Ondan, bütün ağrılarımız sızılarımız burada kalır,” diyorlardı.
Deniz Sultanı’nın ruhu için dualar okuyorlardı.
Öğrendiğime göre 10 yıl öncesine kadar Karaburun, Mordoğan kıyılarında ve özellikle (şimdi turistik merkez olan) Ardıç’ta “Deniz Bayramı” büyük bir şölen yapılarak kutlanırmış. Yüzlerce kişi bir arada denize girip yer içer, eğlenirmiş gün boyu.
Aynı şekilde, İzmir’in hemen yakınındaki Narlıdere, Kalabak, Kirizman, Urla kıyıları Türkmen köylüleriyle dolup taşarmış.
Bir gün bir gece kalınırmış törende.
Anadolu’nun deniz olmayan bölgelerinde de derelere, göllere, ılıcalara (eski 1 Ağustos’ta) gidip yıkanmak gelenektir.
Çobanlar bile o gün sürülerini suya sürerler, yıkarlar.
Yörüklerde de görülen “Deniz Bayramı” geleneği, hastalıklardan arınma inancına dayanır.
UNUTULMASIN...
Ege’de hâlâ kutlanan “Deniz Bayramı”ndan kentlilerin her ne kadar pek haberi yoksa da, bu tören Anadolu’nun eski halk geleneklerinden biridir.
Ama çağın akışı içinde, böylesi gelenekler artık yavaş yavaş unutuluyor.
Bizler, kaybolup unutulma yolundaki eski halk geleneklerini arayıp bulmalı, kaydetmeliyiz.
Çünkü bunu yapmazsak, Anadolu’nun binlerce yıllık kültüründen ilerde esinlenemeyeceğiz. Anadolu insanlarının eğilimlerini tanıyamayacağız.
Sabiha Tansuğ | sanat olayı - sayı: 1 - Ocak 1981