Tarihten günümüze antoloji
Antoloji, Yunanca "çiçek" ve "seçmek" sözcüklerinden oluşan bir kavram. Yani "çiçek seçmek" gibi bir deyim. Bilinebilen tarihi de bir hayli eski
Antoloji, Yunanca "Anthos" (çiçek) ve "legein" (seçmek) sözcüklerinden oluşan bir kavram. Yani "çiçek seçmek" gibi bir deyim... Şairlerin, yazarların, bestecilerin yapıtlarından alınmış seçme, derleme... Bilinebilen tarihi de bir hayli eski. Taa İsa'dan önce önce II. yüzyıla kadar gidiyor.
Gadaralı Meleagros, Selanikli Philippos, Straton ve Agathias adlı Helenlerin antolojiler hazırladıkları biliniyor. Ama bu antolojiler ortada yok. Yitmiş.
Gadaralı Meleagros, Selanikli Philippos, Straton ve Agathias adlı Helenlerin antolojiler hazırladıkları biliniyor. Ama bu antolojiler ortada yok. Yitmiş.
Bu antolojiler yitmiş ama izleri ortadan kaybolmamış. X. yüzyılda yaşamış Konstantinos Kephalas, XIV. yüzyılda yaşamış keşiş Planudes antolojilerinde, bu İsa öncesi antolojilerden aktarmalar yapmışlar. "Anthologia Palantina" adlı büyük Yunan antolojisi de bu ilk antolojilerden aktarılmış örnekleri verir.
Çin, Hind, İran, Fars edebiyatında da antoloji örnekleri var. Arap-İslam edebiyatında da...
Türk edebiyatında, daha doğrusu Osmanlı edebiyatında bilinebilen ilk antoloji XV. yüzyılda Ömer İbn Mezid tarafından hazırlanmış bir nazire mecmuası...
Türk edebiyatında, daha doğrusu Osmanlı edebiyatında bilinebilen ilk antoloji XV. yüzyılda Ömer İbn Mezid tarafından hazırlanmış bir nazire mecmuası...
Türk edebiyatında daha sonraları da bir hayli nazire mecmuası hazırlanmış. Sonra giderek bu derleme ya da seçkiler mecmua adıyla anılmaya başlanmış, bunlara müntehabat denir olmuş. Halk edebiyatında da cönk...
Günümüzdeki antolojilerin özelliklerini taşıyan ilk antoloji 1865 yılında yayınlanmış bir düz yazılar antolojisi. Refik ve Tevfik Beyler, "Letaif-i İnşa" (düzyazı örnekleri) adlı kitabı yayınlamışlar.
Sonra Ziya Paşa, 1874 yılında üç cilt olan "Harabat" adlı antolojiyi hazırlamış.
Bundan dört yıl sonra 1878'de Ebüzziya Tevfik'in "Numune-i Edebiyat-ı Osmaniye" adı altında (Osmanlı Edebiyatı Örnekleri) yayınlanmış. Bu seçki, 1911 yılında ikinci kez bir daha basılmış...
Sonra Ziya Paşa, 1874 yılında üç cilt olan "Harabat" adlı antolojiyi hazırlamış.
Bundan dört yıl sonra 1878'de Ebüzziya Tevfik'in "Numune-i Edebiyat-ı Osmaniye" adı altında (Osmanlı Edebiyatı Örnekleri) yayınlanmış. Bu seçki, 1911 yılında ikinci kez bir daha basılmış...
1909-1910 yıllarında, Bulgurluzade Rıza, üç ciltlik "Bedayî-i Edebiye"yi (Edebi Güzellikler) çıkarmış. Bundan esinlenmiş olsa gerek, 1911 yılında Mithat Cemal (Kuntay), "Nefais-i Edebiye" (Güzel Edebi Yapıtlar) adlı iki ciltlik seçkisini yayınlamış.
Arada, 1885'te Mustafa Reşid'in hazırladığı iki ciltlik "Müntehebat-ı Cedide" (Yeni Edebiyattan Seçmeler) ve 1894'te yayınlanmış Mehmet Celal'ın "Osmanlı Edebiyatı Numuneleri", 1919 yılında yayınlanmış Refet Avni ve Süleyman Bahri'nin ortaklaşa hazırlayıp yayınladıkları "Resimli Müntehebat-ı Edebiye" (Resimli Edebiyat Örnekleri) antolojileri var. Bunların çoğunda şiir ve düz yazılar, mensur bir arada yer alıyor.
CUMHURİYETTEN SONRA
Cumhuriyet'ten sonra antoloji sayılabilecek ilk yapıt bir ortak çalışma ürünü. Hasan Ali (Yücel), Hıfzı Tevfik (Gönensay), Hamamîzade İhsan (Hamami) "Türk Edebiyat Numuneleri"ni yayınlamaya başlamışlar. Ne var ki araya harf devriminin girmesi, Arap harfleriyle yayınlanmaya başlayan bu seçkinin yarım kalmasına neden olmuş.
Harf devriminden sonraki ilk antoloji, Ali Canip (Yöntem) tarafından 1930 yılında bastırılıp, 1934'de ikinci basımı yapılan ve Tanzimat sonrası edebiyatından örnekler verdiği, doğrudan da antoloji adını taşıyan "Türk Edebiyatı Antolojisi"dir.
1930-1960 arasının belli başlı önemli antolojileri şöyle sıralanabilir:
- M. Fuat Köprülü'nün "Eski Şiirlerimiz", "Divan Edebiyatı Antolojisi" (1934); üç ciltlik "Türk Saz Şairleri Antolojisi" (1940)
- Necmeddin Halil Onan'ın "İzahlı Divan Şiiri Antolojisi" (1940)
- Pertev Naili Boratav ve Halil Vedat Fıratlı'nın "İzahlı Halk Şiiri Antolojisi" (1943)
- Şükrü Kurgan'ın "İzahlı Eski Metinler Antolojisi" (1943)
- Kenan Akyüz'ün "Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi" (1953)
- İlhan Başgöz'ün "İzahlı Türk Halk Edebiyatı Antolojisi" (1956)
- Tahir Alangu'nun "Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye ve Roman"ı (3 cilt, 1959)
- Asaf Halet Çelebi'nin belirli bir konuyu işleyen antolojilere örnek sayılabilecek "Divan Şiirinde İstanbul" (1953),
- Abdülhak Şinasi Hisar'ın "Aşk İmiş Her Ne Var Alemde" (1958)
- Vasfi Mahir Kocatürk'ün iki ciltlik "Şaheserler Antolojisi" (1934)
- Orhan Burian'ın "Kurtuluştan Sonrakiler" (1946)
GÜNCEL KONUM VE KAPSAM
Antolojilerin güncel konumuna gelince:
Doğrusu, 60'lı yıllardan bu yana yayınlanan antolojiler, özellikle de şiir antolojileri azımsanmayacak sayıları buluyor. Herhangi bir kitapçı dükkânına uğrarsanız, önünüze çeşitli beğenilere göre düzenlenmiş en azından üç-beş antoloji koyabilirler. Üstelik antoloji yayınları salt Türkiye'yle sınırlı değil. Ülke dışında da bir hayli şiir ve öykü antolojisi yayınlandı, yayınlanıyor. İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca, Sırp-Hırvatça, İtalyanca yayınlanmış Türk şiir antolojileri var. Yani şiirimiz dış dünyaya da açıldı.
Peki bu antolojilerin kapsamı ne?
Yahut daha açık bir soru:
Türkiye'de Türk şiirini A'sından, Z'sine kadar kapsayan dört başı mamur bir antoloji var mı?
Doğrusu bu soruya olumlu yanıt vermek zor.
Bir kere Türk şiiri, -antoloji deyince biz daha çok şiir antolojilerini anlıyoruz- çok dallı budaklı bir şiir. Halk şiiri, saray şiiri, tekke şiiri var. Çağdan çağa değişen şiir anlayışları var. Dolayısıyla, bilebildiğimiz kadarıyla, tüm bu dalları ve çağları kapsayan, şöyle dört başı mamur bir bir antolojimiz var demek zor. Bu belki biraz antoloji hazırlama tekniğine de ters bir iş.
Divan şiiri ile halk şiirinin bir koşmasını ve çağdaş şiir akımlarının çeşitli etkilerine yönelik şiirlerini yanyana getirmek , A'sından Z'sine Türk şiirini kapsayan bir antoloji hazırlamak, sanıyoruz pek akla gelmemiş. Ya da gelse bile gerçekleştirilmesi güç görülmüş.
Divan şiiri ile halk şiirinin bir koşmasını ve çağdaş şiir akımlarının çeşitli etkilerine yönelik şiirlerini yanyana getirmek , A'sından Z'sine Türk şiirini kapsayan bir antoloji hazırlamak, sanıyoruz pek akla gelmemiş. Ya da gelse bile gerçekleştirilmesi güç görülmüş.
Yani sözün özü o ki, böylesine kapsamlı bir antoloji yok. Yaşar Nabi Nayır'ın "Başlangıcından Bugüne Türk Şiiri" adlı antolojisi gibi bir iki deneme var ama, bunlar da çok yetersiz ve tüm çağları, tüm türleri ve akımları kapsamıyor.
Asım Bezirci'nin "Dünden Bugüne Türk Şiiri" adlı antolojisi de geniş hacimli olmasına karşın, kapsam bakımından geniş değil. Zaten genellikle antolojilere verilen adlar da bu durumu gösteriyor: "Cumhuriyet Devri Türk Şiiri", "Türk Yenilik Şiiri", "Kurtuluştan Sonrakiler", "20. Yüzyıl Türk Şiir Antolojisi", "Bugünkü Şiirimiz", "Tekke Şiir Antolojisi", "Türk Halk Şiiri Antolojisi", "Divan Şiiri Antolojisi", "Aşk Şiirleri Antolojisi" vb, vb. gibi...
Asım Bezirci'nin "Dünden Bugüne Türk Şiiri" adlı antolojisi de geniş hacimli olmasına karşın, kapsam bakımından geniş değil. Zaten genellikle antolojilere verilen adlar da bu durumu gösteriyor: "Cumhuriyet Devri Türk Şiiri", "Türk Yenilik Şiiri", "Kurtuluştan Sonrakiler", "20. Yüzyıl Türk Şiir Antolojisi", "Bugünkü Şiirimiz", "Tekke Şiir Antolojisi", "Türk Halk Şiiri Antolojisi", "Divan Şiiri Antolojisi", "Aşk Şiirleri Antolojisi" vb, vb. gibi...
BİR SAPTAMA, BİR ARAŞTIRMA
Bu arada bir başka saptamamızı, -bugün değil, 1972-73 yıllarında yaptığımız bir saptamayı- dile getirmek isteriz.
"20. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi" adlı kitabımızı hazırlarken en azı lise düzeyinde eğitimden geçmiş yaşlı genç yüz denek üzerinde bir araştırma yapmıştık. Basit ama kesin ölçüler verici bir araştırmaydı. Deneklerimizin eline bir kâğıt kalem veriyor ve diyorduk ki, ezbere hiç değilse bir dizesini bilebildiğin ya da şiirinin adını bildiğin şairleri bir liste olarak yaz. Yani, bildiği şairin adını yazacak bu adın yanına da o şairden ya bir dize, ya da bir şiir adı yazacak...
Çoğunluğu öğretmen, gazeteci, sosyal bilim dallarında yüksek öğrenim görmüş içlerinde iki üç de şair olan bu yüz deneğimizden aldığımız sonuç ilginçtir. En çok şair adı sayabilen, bu adla birlikte şairin bir dizesini ya da şiirinin adını yazabilen deneğimiz 34 ad sayabilmişti ve yaşlı bir edebiyat öğretmeni idi. Edebiyatla, şiirle ilgili olduklarını söyleyen yüz deneğimizin ortalama olarak sayabildikleri şair ve şiir adı ya da dizesi ise 14'tü.
Deneklerimizin kimi, şu ya da bu şairin on, yirmi şiirini baştan aşağı ezbere okuyabiliyordu. O şairle adeta özdeşleşmiş, onu iyice özümsemişti. Ama ondan sonra sayabildiği şiir ve şair adı 10-15'i geçmiyordu.
Sonra bir başka araştırma yaptık. O döneme kadar yayınlanmış antolojileri aldık ve bu antolojilere kaç şair adı girmiş, saptamaya çalıştık. Özellikle yirminci yüzyıl Türk şairleri içinde adları antolojilerde yer edebilmiş şair sayısı 354'tü. Sanırız, günümüzde de bu sayı 400'ü aşmamıştır. Oysa, dergilerde, gazetelerde binlerce şair vardı.
Demek ki, bir şairin antolojilerde yer alabilmesi bir sorunsa, belleklerde yer edebilmesi çok daha önemli bir sorundu. Bu ancak çok soylu şiirler ve şairler için söz konusu oluyordu. Hele hele aradan yıllar geçtikten sonra, bir şairden gene de geride bir şeyler kalabiliyorsa, gene de adı belleklerde çakılı duruyorsa, o şair iyiden iyiye şair demekti.
Ne kadar yazıktır ki, bizim edebiyatımızda böylesi çok fazla değil...
İlhami Soysal | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi 139 - 1 Mart 1986
____________________________________________________________
Antolojiler ve işlevleri
1985, ülkemizde, şiir seçkilerinin "altın yılı" diye anılacaktır.
Bunların çoğu büyük bir tutkuyla, özveriyle, göz ışığıyla,
el emeğiyle kotarılmış çalışmalardır.
"...
Şiir hiç de bir salon değil,
kibar takımının çene çalmaya geldiği.
Bütün insanlara açık bir kapı o,
mutlulara, mutsuzlara açık bir kapı.
Yani, kutsal bir tapınak,
yalınayakların da girebileceği."
(Sandor Petöfi / Türkçesi: A. Kadir - Şerif Hulusi)
"Ne çok şiir seçkisi yayımlanıyor günümüzde!" diyesi geliyor insanın. Aman, kulak vermeyin böyle sözlere; eliniz erdiğince, keseniz yettiğince, gözünüze kestirdiğiniz bir "şiir seçkisi"ni alın, karıştırmaya başlayın. Bakın ne güzellikler çıkacak karşınıza!..
Vaktiyle, 1952'de Nurullah Ataç "Okuruma Mektuplar"ının birinde şöyle yazıyordu:
"Şairimiz ne de çok şimdi, benim okurum! Siz deyin yüzlerce, ben diyeyim binlerce, öylesine, sayısız. Dağ taş şair kesilmiş sanki, her gün de yenileri yetişiyor. Bir dergi çıksın, bir gazete edebiyat sayfası yapmağa kalksın, bakıyorsunuz, bütün memleketten şiir yağıyor, bardaktan boşanırcasına; vezinlisi, vezinsizi, kaafiyelisi, kaafiyesizi. Denildiğine göre şiir pek de okunmuyormuş, ya okunsa ne olacaktı?
Yakınmak için mi söylüyorum bunları? Bilmez misiniz beni, canım efendim, şairin çok olmasından yakınacak adam mıyım ben? Tam tersine, seviniyorum. Yazılan şiirlerin hepsini okuyorum demeyeceğim, saat mi yeter, gün mü yeter hepsini okumaya? Bir buna üzülüyorum. Ama şairlerimizin çok olmasına, benim hepsini de okuyamayacağım kadar çok olmasına seviniyorum. Yazdıklarının kimi pek güzel, kendim okuyorum, sevdiklerime okuyorum, sevmediklerime, şiirden anlamadıklarını iyice bildiklerime bile okuyorum. Anlamazlarsa bana ne? Onlara beğendirmek için mi okuyorum sanki? Yooo! O güzel şiirleri bir daha, bir daha okumaya bahane olsun diye okuyorum. Benim gözüme ilişmeyenler arasında da güzelleri bulunur elbette, gün gelir, onları da duyarım" (1).
Söz Ataç'tan, şiirden açılmışken Nahit Hanım'ın bir anısını aktarıvereyim buraya. Ataç kendini daha çok beğendirmek için olmalı: "Hanımefendi, onlar hep kendi şiirlerini okuyorlar size, oysa ben onların en güzel şiirlerini okuyorum..." dermiş.
Evet, öyle: Ataç bir "ayaklı şiir seçkisi"ydi. sanki. Eski ozanlardan, yeni ozanlardan, özellikle genç ozanlardan unutulmuş, gözden kaçmış, yeterince değeri ortaya çıkarılmamış şiirleri bulur, kimileyin bölük pörçük, kimileyin tümüyle bol bol okur, onların tanınmasına, ünlenmesine, tadlarının çıkarılmasına çalışırdı. Ama kendisi hiç şiir seçkisi yapıp yayımlamadı.
Ben de iyice kocadım mı, ne? Anılara dalıp gidiyorum. Bir gün de Fazıl Hüsnü Dağlarca'yla karşılaştığımda, Ataç'ın İstanbul'a gelip gittiğini söylemiştim kendisine: "Ne o, yeni' bir şey var mı dağarında?" diye sormuştu. Yine hep aynı şeyleri mi anlatıyor, aynı şiirleri mi okuyor demek istemişti sanki, biraz alayımsı bir gülümsemeyle... Geçmiş gün, haksızlık etmeyeyim, gerçek bir merakla sormuştu belki de.
Yazınımızın en çok şiir okuyan, şiirimizin üstüne en çok yazan eleştirmenlerinden biri, belki de birincisi olan Ataç seçki konusunda Eluard -şiirlerini pek sevmediği Eluard- gibi düşünüyordu:
"La meilleure anthologie est celle quel'on fait pour soi'. (En iyi seçki insanın kendisi için yaptığı seçkidir.)
SEÇKİLERİ SEVMEYENLER
Seçkileri en çok yeren, seçkilere en çok kızan, seçkileri en acımasız biçimde eleştirenlerin en önde gelenlerinden biri Salâh Birsel'dir belki. Bakın, neler neler diyor: "Kızılderililerin Dönüşü" başlıklı denemesinde:
"Güldesteleri sevmem.
Güldesteler, çokluk, mendebur ozanları, soylularla bir tutma çabası içindedirler. Üstelik, bu çiziştirmeler, onları yazanların en iyi, en sağlam şiirleri de değildir. Güldesteciler, günlerce, ozanların yaptıkları üzerine kapanıp, onların en seçkin şiirlerini gün ışığına çıkaracaklarına, hemen de ellerinin altında, miskin miskin duran karalamalara uzanmaya bakarlar. Hani, bu uyuz şiirleri kendileri arayıp bulsalar gene yanmam. Bunların çoğu, kendilerinden önce düzenlenmiş güldestelerden aktarmalar yapmak kestirmeciliği ile toplanmıştır.
Güldesteleri sevmem ya, bir ozanın şiirlerinden derlenmiş kitaplar hoşuma gider. Gerçi, bunların da gelişigüzellikten kurtulduğu hiçbir biçimde düşünülemez. Ama bu denli güldestelerin, gönül açıcı bir yanı vardır. Şunu düşünün: Bir ozanın bütün ömrünce yazdığı iyi şiirlerin sayısı 10-15, bilemediniz 20-25'tir. Siz bu 25 şiir için, şairin bütün döktürdüklerini okuyacaksınız. Çekilir mi bu?
Ama, benim güldestelere arka dönüşüm, bir şiirin kendinden önceki ve sonraki şiirlerle, ayrı bir çeşni kazanacağına inanışımdan da gelmiyor. Böylesine incilere pek kulak asmam ben. Buna bel bağlayanlar daha çok, süzmesöz düşkünleridir. Gelin görün ki bir zamanlar ben de buna yakın şeyler söylemiştim. Ama belki de, böyle bir hafifliğe kapılmamışımdır. İyi kestiremiyorum. Çünkü ben de, sizin yaptığınız gibi, yazılarımı okumuyorum. Ama zamanla, bir şiirin, çevresindeki şiirlerle güzellik alışverişine kalkışmadığını öğrendim. Bu arada, bir ozanın, en çok on şiirine katlanabildiğimi de anladım.
Nedir, bugün size, gene bir güldesteden açacağım. Lafını edeceğim güldeste, Amerikan düzyazılarını bir araya topluyor. Doğrusu, ben güldesteyi görmüş değilim. Ama bir dostum görmüş. Bana da o anlattı" (2).
Salâh Birsel'in bu denemesinde asıl amacının seçkileri kötülemek olduğunu sanmayın sakın. O, daha çok, hoşgörüyü övmek, öne sürmek istiyor: "...insanlar hoşgörüyü elden bırakmadıkları vakit, amaçlarına daha çabuk erişebiliyorlar. Fatih Sultan Mehmet'in, Bizans İmparatorluğu'nun toprakları üzerinde kolayca yerleşmesinin bir nedeni de budur sanırım."
Prof. Dr. İlhan Başgöz "izahlı TÜRK HALK EDEBİYATI antolojisi"nin "Önsöz"ünde daha da ileri gidiyor suçlamasında:
"Şimdiye kadar düzenlenegelmiş halk edebiyatı antolojilerinin iki özelliği var: Hepsinde baş yer şiire verilmiş; halk edebiyatımızın masal, türkü, bilmece, atasözü, fıkra, efsane gibi örneklerinden seçmeler yapılmamıştır. Şiirler de âşıkların yaşadığı çağlara göre eskiden yeniye sıralanmış, kötü bir inatla adı duyulan her şairden ille de birkaç örnek verilmeye çalışılmıştır. Bu yüzden antolojiler yarım kalmış ve birbirlerinin kopyası kötü şiirlerle dolmuştur.
...
Halk edebiyatı örneklerinin ad ve para kazanabilmek için alabildiğine sömürüldüğü, halk şiiri adına bir zevksizlikler yığınının piyasayı tuttuğu bir devirde kitabımız bir bütün olarak Türk Halk Edebiyatını iyi örneklerle okuyucusuna tanıtabilirse buna çok sevineceğiz" (3)
Ad ve para kazanmak için alabildiğine sömürmek...
Bu amaçla da seçki düzenleyenler varmış demek ki!
Tanıtımın, pazarlamacılığın bunca önem kazandığı günümüzde buna da pek şaşırmıyor insan.
Ne demiş Huzurî, "Para Destanı"nda:
Bu amaçla da seçki düzenleyenler varmış demek ki!
Tanıtımın, pazarlamacılığın bunca önem kazandığı günümüzde buna da pek şaşırmıyor insan.
Ne demiş Huzurî, "Para Destanı"nda:
Nice ocakları yıkar söndürür
Nice müşterinin aklın kandırır
Nice şahitlerin ağzın öldürür
Eğri doğru yalan bühtan paradır
Demek ki, türlü türlü amaçları, işlevleri var seçkilerin, güldestelerin, antolojilerin...
Burada, "Europe" dergisinin 1983 yılının Ocak-Şubat sayısında, "Bugünün Fransız Şiiri" sayısında ortaya atılan soruyu anmak isterim:
"Hem babasını, hem de herkesi hoşnut edebilecek bir seçki düzenlemekle kim böbürlenebilir?"
Burada, "Europe" dergisinin 1983 yılının Ocak-Şubat sayısında, "Bugünün Fransız Şiiri" sayısında ortaya atılan soruyu anmak isterim:
"Hem babasını, hem de herkesi hoşnut edebilecek bir seçki düzenlemekle kim böbürlenebilir?"
M. Sunullah Arısoy, "Türk Halk Şiiri Antolojisi"nin "Önsöz"ünde ilkin "seçki" kavramının anlamını açıklığa kavuşturmak istiyor. Birlikte okuyalım:
"Rahmetli Ataç Usta, 'antoloji'yi atmış, yerine 'güldeste' demişti. 'Güldeste' sözcüğü bir süre tutar gibi olduysa da, yerine bir türlü oturamadı; zaman zaman yazılarda kullanılır oldu, sonra da -sanırım- unutuldu, gitti. O yıllarda, 'Yeni Türk Şiiri'ni kapsayacak bir 'antoloji' yapmaya durmuştum, adını 'Deste. Yeni Türk Şiiri: 1' koymuştum (Kaynak Yayınları, 1953). Demek aradan otuz iki yıl geçmiş. Az zaman değil. Neden 'Güldeste' değil de, yalnızca 'deste'? Doğrusunu isterseniz, şimdi bunun nedenini açık seçik çıkaramıyorum. Olabilir ki 'gül' sözcüğü ürkütmüştür beni!
...
Sonraları öğrendik ki 'deste' de Türkçe değil! 'Dest' Farsça bir sözcük, 'el' demek oluyor; 'deste' de bir anlamıyla 'demet, tutam, takım' anlamına geliyor. Demek, bilerek değil ama seziyle olacak 'Güldeste'nin 'gül'ünü atıp, 'Yeni Türk Şiiri Antolojisi'ne 'Deste' demem de buradan kaynaklanıyor olmalı.
'Antoloji' sözcüğü de yapma bir sözcük anlaşılan. Sözlüklerin dediğine bakılırsa, Yunanca 'anthos' ile 'legein'i birleştirmişler -Fransızlar olacak- 'antoloji' yapmışlar. 'Anthos' sözcüğü 'çiçek' demekmiş, 'legein' de 'seçmek' anlamına geliyor. 'Çiçek seçmek!'.
Ama 'antoloji'yi 'çiçek seçmek' anlamında da kullanmamışlar, sözcüklerin tanımına göre 'Ozanların, yazarların, bestecilerin yapıtlarından alınmış seçme parçalardan oluşan yapıt' anlamını yüklemişler, öyle de uygulamışlar.
Yalnız burada bir noktaya dikkat etmek gerekiyor sanıyorum: İster 'antoloji' diyelim, ister 'güldeste' diyelim, ister 'seçme' diyelim sözcüğün kökeninde bir çiçek var. Yani şöyle böyle bir 'seçme' değil yapacağınız. Bir 'çiçek tarlası'ndan, 'çiçek'lerin içinden 'çiçek' seçeceksiniz! İşin, asıl güç yanı da burası değil mi?
'Antoloji' düzenlemede, işin bir başka güç yanı da şu olsa gerek: 'Antoloji' yansız bir çalışma mıdır? Değildir bence. Kişi adlarında olabildiğince yansız davranmaya çalışsanız bile, o kişilerin yapıtlarından yapacağınız seçmeler, döner dolaşır, seçmeyi yapanın beğenisine, eğilimine gelir dayanır.
...
'Antoloji'leri çeşitli yöntemlerle düzenleme olanakları var.
Biri ötekinden daha doğrudur da denemez" (4).
Biri ötekinden daha doğrudur da denemez" (4).
SEÇKİLERİ SEVENLER
Salâh Birsel gibi "güldesteleri" sevmeyen ozanlar olduğu gibi, "antolojileri" seven ozanlar da var. Melih Cevdet Anday da onlardan biri. O da bakın ne diyor "Şiirde Akıl ve Değişme" başlıklı yazısında:
"Ayrıca severim antolojileri genellikle. Bizde eskiden müntehabat denirdi. Daha önceleri 'nazire mecmuaları' varmış, ben onları göremedim, okuyamadım. Halk şiirinden yapılan seçmelere ise 'Cönk' denirdi. Çok tuhaftır, bizde bugünkü anlamına yakın ilk antoloji düzyazı örneklerinden oluşan Letaif-i İnşa'dır, 'Güzel düzyazılar' demek. Tanzimattan sonra basılmış, düzyazımızın emekleme çağında. Yazıda süse püse düşkünlüktü o zaman gözde olan. Ziya Paşa'nın ünlü Harabat'ı 1874 yılında basılır. Arap, Fars ve Türk Divan ozanlarının seçme şiirlerini bir araya toplayan bir kitaptır bu" (5).
"Antoloji" kavramı üzerinde bunca durduktan sonra, Emin Özdemir'in bu konuda belirttiklerini görmezden gelmek olmaz. Seçki sözcüğünü ileri süren Emin Özdemir:
"...anthologie, yazınsal yapıtlardan seçkin parçaları bir araya toplayan kitap anlamında kullanılır. Başka bir deyişle yazınsal yapıtlardan belirli amaç ve ölçütlere göre yapılan derlencedir bir tür. Bu bağlamda, Türkçe seçmek eyleminden türetilmiş olan seçki sözcüğü, antolojinin hem kökensel özelliği hem de anlam yüküyle tam bir örtüşme gösterir.
Söylemek bile gereksiz, seçki hazırlama ya da düzenleme yaratısal bir etkinlik değildir. Yazınsal ya da düşünsel bir üretim de sayılmaz ilk elde. Yalınlaştırarak söylersek, yaratıları, yazınsal ürünleri elden geçirme, bunların belirli bölüm ve parçalarını saptanmış ölçütler yönünde bir araya getirmedir" (6).
Emin Özdemir yukarıdaki sözleri "Seçkilerin İşlevi" başlıklı yazısında söylüyor. Yazısının sonunda: "...seçkilerin işlevsel boyutları üzerinde durup düşünülmüyor" diye bir gözlemde ve yargıda bulunuyor. Ama daha önce, şu soruları da ileri sürmekten geri kalmıyor:
"Seçkilerin tartışmaları da birlikte getirmesi, tartışmalara yol açması nereden geliyor?
Salt seçkiyi hazırlayan ya da düzenleyen kişinin tutumuyla açıklayabilir miyiz bunu?
Konunun çatallaştığı, düğümlendiği yer de burası.
Salt seçkiyi hazırlayan ya da düzenleyen kişinin tutumuyla açıklayabilir miyiz bunu?
Konunun çatallaştığı, düğümlendiği yer de burası.
...
Nasıl bir gereksinimin ürünüdür seçkiler?
Kimin için hazırlanıyor?
Konu, bu soruların bağlamı içinde ele alınırsa, iki tür seçkiden söz edilebilir: Sevilen, hoşlanılan yazınsal yaratı ve ürünleri başkalarıyla paylaşa amacına yönelik seçkiler; yazınsal yaratı ve ürünleri tanıtmayı amaçlayan bilgilendirimci seçkiler... Kuşkusuz bu iki tür seçki arasında öyle aşılmaz duvarlar yoktur. Zaman zaman birbiriyle kesiştikleri de olur. Ne ki temelde birbirinden ayrı özellikler taşır, bu iki seçki türü. Yapıları da, yönelimleri de farklı özellikler içerir.
Kimin için hazırlanıyor?
Konu, bu soruların bağlamı içinde ele alınırsa, iki tür seçkiden söz edilebilir: Sevilen, hoşlanılan yazınsal yaratı ve ürünleri başkalarıyla paylaşa amacına yönelik seçkiler; yazınsal yaratı ve ürünleri tanıtmayı amaçlayan bilgilendirimci seçkiler... Kuşkusuz bu iki tür seçki arasında öyle aşılmaz duvarlar yoktur. Zaman zaman birbiriyle kesiştikleri de olur. Ne ki temelde birbirinden ayrı özellikler taşır, bu iki seçki türü. Yapıları da, yönelimleri de farklı özellikler içerir.
...
Beğeniye yaslanan seçkilerde yansızlıktan, nesnellikten söz edilemez elbette. Seçkici dilediğini seçer, dilediğini seçmez. Keyfince, gönlünün istediğince davranır. Tanıtma amaçlı, bilgilendirmeye yönelik seçkilerdeyse böyle değildir bu. Seçkici keyfince ya da gönlünce davranamaz. İster kişi olsun, ister dönem; seçkici, onu bütünlüğü içinde ele alıp tanıtmak zorundadır. Bir ozanın şiir serüveni dümdüz değil de birtakım dönemeçler, girişler ve çıkışlar gösteriyorsa seçkici bu iniş çıkışları, dönemeçleri örneklerle somutlamak zorundadır. Bu zorunluk bir dönemin şiirini belirleyen yönelim ve yönsemeler için de söz konusudur. Tanıtma, bilgilendirme işlevli seçki hazırlamanın güçlüğü de buradan gelmektedir işte. Bütünlüğü içinde yansıtmadan.
Amaç ve işlev yönünden ayrımlamaya çalıştığım bu iki tür seçki bizde birbirine karıştırılabilmektedir genellikle. Öte yandan tanıtma ve bilgilendirme amacına yönelik bir seçkinin hazırlanması için gerekli araştırma ve bilgi toplama, eleştirel birikim, tarihsel bakış açısı gibi zorunluluklar da umursanmıyor. Kolayına ve ucuzuna kaçılıyor işin."
Gerard Noiret de seçkilerden yakınanlardan. Seçki sayıları git gide artıyor, özgün yapıtları eziyor bu seçkiler, diyor. Tez elden, kolay okuma alışkanlığını geliştiriyor, her şey içerik ilkesi çevresinde düzenleniyor: İzleksel seçki, bölgesel ozanlar seçkisi, "Klasikler"in seçkisi...
Yalnız bizde değil, bütün ülkelerde bol bol seçki, şiir seçkisi yayımlanıyor. Amaçlarına, ereklerine ulaşabiliyorlar mı? O, ayrı sorun. Kimi yazar, ozan geniş halk yığınlarına seslenmeye, erişmeye çalışır, kimi de seçkin, küçük bir azınlığa. Yazarın, ozanın amacına göre değişir bu tutum. Bu konuda iki çağdaş yazarın, Zola ile Mallarmé'nin okurlara bakış açısı handiyse birbirine taban tabana karşıt. Balzac: "Varlıklı ve ünlü olmak için yazıyorum" dermiş, Victor Hugo: "İnsanları aydınlatmak için yazıyorum" diye yanıtlarmış.
Evet, kimi niceliğine önem veriyor, kimi niteliğine.
CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİR SEÇKİLERİ
Şöyle bir göz atıverelim ülkemizdeki Cumhuriyet döneminde yayımlanan şiir seçkilerine:
- Orhan Burian'ın Kurtuluştan Sonrakiler (1946)
- Sabahattin Batur'un Yeni Şiirimiz (Varlık Yayınları, 1960)
- Asım Bezirci'nin Dünden Bugüne Türk Şiiri (May Yayınları, 1968)
- Yaşar Nabi Nayır'ın Başlangıçtan Bugüne Türk Şiiri (Varlık Yayınları, 1968)
- İlhami Soysal'ın 20. Yüzyıl Türk Şiiri (Bilgi Yayınları, 1973)
- Orhan Ural'ın Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri (İş Bankası Kültür Yayınları, 1983)
- Memet Fuat'ın Çağdaş Türk Şiirleri Antolojisi (Adam Yayınları, 1983)
- yine aynı başlıklı Seyit Kemal Karaalioğlu (İnkılap ve Aka)...
"Örneğin Cemal Süreya'nın hazırladığı 100 Aşk Şiiri (Gerçek Yayınları, 1967), beğeniye yaslanan izleksel bir seçkidir. Seçkideki örnekleri alıcı gözle okuyan bir kimse, bir yandan Cemal Süreya'nın beğenisinin süzgecinden geçirilerek seçilmiş şiirlerin tadına varırken, bir yandan da bu örneklerle aşkın şiirimizde yansıyış ve işleniş serüvenini tanıyacaktır. Ozanların aşka, sevgi ve sevgiliye bakış biçimlerini de dolaylı bir yoldan öğrenecektir elbet."
Bir dergide şiir yayımlayan ozanların şiirlerinden derlenmiş seçkiler de var: "Anthologie de la N.R.F." (Nouvelle Revue Française Dergisinin Seçkisi) Toplu bir bakışla, genelgörüyle düzenlenen seçkiler de var: Örneğin Georges Emmanuel Clancier'nin "Panorama critique de Chénier à Baudelaire" ile "Panorama critique de Rimbaud au Surréalisme".
Ülkemizde Milliyet Sanat Dergisi'nin sevecenlikle, büyük bir anlayışla bir yıl boyunca sayfalarını gençlere açarak düzenlediği "Genç Şairler Antolojisi" bir boşluğu doldurma, bir yüreklendirme denemesi olarak seçkiler dizelgesinde, üstelik "Gençlik Yılında" (1985), "değer" ve "kalıcılık" kavramlarını ayraç içine alarak yayımlanmıştır.
SEÇKİLERİN ALTIN YILI
1985 yılı ülkemizde şiir seçkilerinin "altın yılı" diye anılacaktır ilerde belki de. Öyle ya, M. Sunullah Arısoy'un "Türk Halk Şiiri Antolojisi" (Bilgi Yayınevi, 1985), Atilla Özkırımlı'nın 'inceleme', antoloji altbaşlıklı "Alevilik-Bektaşilik ve Edebiyatı" (Cem Yayınevi, 1985) da yine geçen yıl gün ışığına çıktı.
Sayageldiğim seçkilerin her biri üzerinde durulmaya, eleştirilmeye, incelenmeye, değerlendirilmeye yaraşan ürünler kuşkusuz. İlgililere, yetkililere, uzmanlarına bırakıyorum bu işi...
Sabahattin Eyüboğlu, Can Yücel'in "Her Boydan"ı (dünya şiirinden seçmeler) (Adam Yayıncılık, ikinci basım 1985) üstüne yazısında şöyle bir gözlemi dile getiriyor:
"Bir garip gerçek de şu ki milletlerin şiir tarihlerinde en verimli devirler şiir çevirilerinin en çok yapıldığı devirler oluyor. Sözü uzatmamak için hemen kendi edebiyatımıza geçip yeni şiirimizin en bereketli yıllarına bakarsak çevirilerin ne büyük bir yer tuttuğunu görürüz."
Sami Karaören de Orhan Veli'nin "Çeviri Şiirler"i (Can Yayınları, 2. basım 1984) üstüne değerlendirme yazısında şöyle diyor:
"Çevirdiği dilin üstün anlatım gücünü, inceliklerini, bizde karşılığı bulunmayan kavramlarını da aktarabilmek için dilimizin olanaklarını en ince ayrıntısına değin araştırmış, karşılıklar bulmuştur. Bu çileyi seve seve yerine getiren tutumuyla da dilimize yeni boyutlar kazandırmış, anlatım gücünü arttırmıştır. O yıllarda çevirinin amaçlarından biri de bu değil miydi? Türkçenin anlatım gücünü arttırmak, soyut kavramlara karşılık bularak dili varsıllaştırmak... Soyyapıtların (klasiklerin) çevirisine başlanırken amaçlardan biri de buydu. Bu çevirilerin yazın dünyamızı, düşünce çevrenimizi (ufkumuzu) nasıl genişlettiğini, hepimizi etkileyip, gözümüzü nasıl açtığını düşünürsek Orhan Veli'ye ve o dönemin soylu çevirmenlerine ne denli borçlu olduğumuzu sanırım daha iyi kavrarız."
Oktay Rifat "Latin Ozanlarından Çeviriler", "İkilik", "Yunan Antologyası"yla, Cevat Çapan da "Çin'den Peru'ya" (Dünya Şiirinden Çeviriler) ile kervana katılanlar arasındaydı. Sonra İlhan Berk daha kapsamlı ve atılgan, gözüpek bir işe girişti: "Başlangıcından Bugüne Dünya Şiiri" seçkisi hazırladı. (Varlık Yayınları, 1969). "Önsöz"ünde özellikle şu noktaları vurguluyordu:
"Dünya şiiri Batı'da ancak uzmanlarına açılabilmiş, çoğunluksa bundan yoksun kalmıştır. Bugün artık bu durum değişmişe benziyor. Dünya şiir antolojileri, en uzak ülkelerin şiirlerini kapsamaktadır... Artık ozanlar, yazdıkları şiirin kendi halklarının dışında, öbür ulusların halklarınca da okunacağını, sevileceğini biliyor. Bunun için de şiiri bir dünya şarkısı yapmak için çalışıyorlar".
İlhan Berk eksiği, gediğiyle beş anakaradan örneklerle "dünya şiirinin tam bir panoramasını" vermek istemiştir.
Daha sonraki yıllarda daha büyük boyutlarıyla, daha ayrıntılı bir biçimde "Ülke Ülke Çağdaş Dünya Şiiri" (Milliyet Yayınları, I. 1979, II. 1980) tanıtılmaya çalışılmıştır, elden geldiğince...
Günümüzde artık ülkemizde "Çağdaş İsveç Şiiri Antolojisi" mi istersiniz,
"Çağdaş Latin Amerika Şiirleri Antolojisi" mi,
"Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi" mi,
yoksa "Çağdaş İngiliz Şiiri Antolojisi" mi istersiniz, bunların hepsi yayımlanmakta...
Daha özgül alanlara sokulanlar olduğu gibi (Fransız direniş ozanlarından Okay Gönensin'ce derlenen Red Türküleri (De Yayınevi, 1984), "insanoğlunun beş bin yıllık şiir serüveni"nden örnekler (Sait Maden'in tanıttığı, çevirdiği "Şiir Tapınağı" (Adam Yayınları, 1985), elimizin, gözümüzün altında. Bu seçkilerin başında yer alan "sunu"lar, "giriş"ler, "eşik"ler şiir bilgilerimizi gerçekten derinleştiriyor, şiir evrenimizi genişletiyor, şiirden alabileceğimiz tatları, sevinçleri çoğaltıyor. Bu seçkilerin büyük çoğunluğu, hiç kuşkunuz olmasın, büyük bir tutkuyla, özveriyle, göz ışığıyla, el emeğiyle kotarılmış çalışmalar.
Türkiye dünyaya en az açılabilmiş, yeryüzü ülkeleriyle, öteki uygarlıklarla, ekinlerle çok kısıtlı ilişkiler kurabilmiş bir ülke olması bakımından da bu çalışmalar ayrıca yararlı. Üstelik, yabancı ülkelerde "Türk Şiir Seçkileri" de yayımlanmaya başladı. Az şey mi, bütün bunlar?
Bakın, ne diyordu Orhan Veli "Fransız Şiir Antolojisi" (Varlık Yayınevi, 1947) Önsöz'ünde:
"Şiir başka bir dile ister çevrilsin, ister çevrilmesin, bir şair başka memleketlerin şairleri gibi duymaya, onların düşündüklerini düşünmeye, onların usullerini kullanmaya kalktı mı, kendi imkânlarının başka hiçbir surette genişletilemeyecek bir şekilde genişlediğini görüyor. Bu yalnız şair için değil, okuyucu için de böyle. Böyle olduğunu türlü milletlerin edebiyatlarının gelişmesinde tercümenin nasıl hayırlı tesirleri olduğunu görünce daha iyi anlıyoruz."
Bu çeviri çalışmalarının dünya barışının kurulmasında katkıları olduğunu da bir kez daha belirtmek abartı, aşırı iyimserlik sayılmamalıdır. Philippe Soupault'nun dediği gibi:
"Dünya ulusları birbirlerini belki her şeyden önce şiirle anlayacaklardır."
Şimdi burada soruyor ve öneriyorum: 1966 yılında yerli, yabancı ozanlardan derlenen bir "Barış Şiirleri Seçkisi" niye düzenlenmesin ya da hazırlanmasın?
Yukarıda sözünü ettiğim "Europe" aylı yazın dergisinin "Bugünkü Fransız Şiiri"ne özgülediği sayısında "Cahier de Création" (Yaratı Defteri) tanıtılırken söze şöyle başlanıyor:
"Şiir Fransa'da ilkin ozanlarıyla var. Peçeli bir güneş şiir, seçiliyor o, ondan söz ediliyor, ama ışıldadığı pek görülmüyor. Büyük yayınevlerinde şiir dizileri seyrekleşiyor. Ancak alçakgönüllü yayınevleri, özellikle taşradakiler talihlerini deniyorlar. Şiir kitaplarının sürümleri hep düşük, çoğu zaman bini ya da beş yüzün altında. Günlük ya da haftalık basın handiyse ilgi duymuyor şiire, televizyon eskiden ayırmış olduğu birkaç dakikalık bir bağışta bile bulunmuyor, bir oyun ya da bir dilim tanıtım arasında.
Buna karşın, ozanlar ayak diriyorlar; gizilgüçlü geniş bir halk topluluğunun şiir tadı ve tutkusu var; çeşitli denemelerinin, şiir tartışmalarının, şiir okuma toplantılarının, şiir günlerinin başarıları tanıtlıyor bunu. Yüreklendirmek ve çoğaltmak gerek bu etkinlikleri".
Ülkemizde şiirin durumu Fransa'daki denli acıklı değil -benzerlikler yok değil aralarında- ama, örneğin S.S.C.B.'deki gibi de pek parlak değil, Türkiye'de M. Çitil ile konuşmasında Y. Yevtuşenko "şiirin geniş kitlelere ulaştırılabilmesi" yönündeki düşüncelerini şöyle açıklıyor:
"Senin ülkenin aksine benim ülkemde şiir çok yaygındır. Her şeyden önce şunu söylemek istiyorum, eğer şair insanlarla ilgilenmiyorsa, insanlar niçin şiirle ilgilensinler.
Maalesef yayıncılığımız halkımızın istediği oranda şiir kitapları yayımlayamayacak durumda olmasına karşılık, yine de bizde şiir çok basılır. Benim bir kitabım en az yüz bin basılıyor. Fakat sana bir rakam verecek olursam şaşırma, son kitabıma talep iki buçuk milyon olmasına karşılık, yalnızca yetmişbeş bin basıldı. Tabi bu durumda kitapçıda kitabımı bulmak mümkün değil. Dört beş gün içinde tükeniyor. Son yapıtım üç kitabı içeren bir çalışmaydı, şimdi ancak karaborsada on dolar karşılığında bulunabilir sanıyorum.
Yalnız şunu belirteyim ki, bizde çok güçlü edebi dergiler var. Ayda üçbuçuk milyon baskısı olan bir edebi derginin dünyanın başka bir yerinde benzeri olacağını sanmıyorum. Benim bir epik şiirimi -ki dört bin dizelik bir çalışmaydı- bu dergi yayımladı. Bu dergiyi 8-10 kişinin okuduğunu düşünecek olursak, altmş milyon gibi korkunç bir rakamla yüz yüze geliriz.
Yine Yazarlar Birliği'nin yayın organı bir sayfasını şiire ayırıyor. TV'de şiirle ilgili pek çok programlar yapılıyor. Yalnızca Rus Şiiri'ne değil, çeviri şiirlere de çok önem veriliyor. Kipling'in şiirleri Rusça'da yüzbin basılıyor."
M. Çitil - Türk şiirine ilginin ne durumda olduğunu anlatabilir misin?
Y. Yevtuşenko - Bu yakınlarda "Türk Şiiri Antolojisi" yayımlandı. Türk şiiri alanında çok büyük bir uzmanımız var: Rady Fişhk. Bence onun heykelini dikmeniz lazım" (7).
Teoman Aktürel | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi 139 - 1 Mart 1986
"Dünya şiiri Batı'da ancak uzmanlarına açılabilmiş, çoğunluksa bundan yoksun kalmıştır. Bugün artık bu durum değişmişe benziyor. Dünya şiir antolojileri, en uzak ülkelerin şiirlerini kapsamaktadır... Artık ozanlar, yazdıkları şiirin kendi halklarının dışında, öbür ulusların halklarınca da okunacağını, sevileceğini biliyor. Bunun için de şiiri bir dünya şarkısı yapmak için çalışıyorlar".
İlhan Berk eksiği, gediğiyle beş anakaradan örneklerle "dünya şiirinin tam bir panoramasını" vermek istemiştir.
Daha sonraki yıllarda daha büyük boyutlarıyla, daha ayrıntılı bir biçimde "Ülke Ülke Çağdaş Dünya Şiiri" (Milliyet Yayınları, I. 1979, II. 1980) tanıtılmaya çalışılmıştır, elden geldiğince...
Günümüzde artık ülkemizde "Çağdaş İsveç Şiiri Antolojisi" mi istersiniz,
"Çağdaş Latin Amerika Şiirleri Antolojisi" mi,
"Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi" mi,
yoksa "Çağdaş İngiliz Şiiri Antolojisi" mi istersiniz, bunların hepsi yayımlanmakta...
Daha özgül alanlara sokulanlar olduğu gibi (Fransız direniş ozanlarından Okay Gönensin'ce derlenen Red Türküleri (De Yayınevi, 1984), "insanoğlunun beş bin yıllık şiir serüveni"nden örnekler (Sait Maden'in tanıttığı, çevirdiği "Şiir Tapınağı" (Adam Yayınları, 1985), elimizin, gözümüzün altında. Bu seçkilerin başında yer alan "sunu"lar, "giriş"ler, "eşik"ler şiir bilgilerimizi gerçekten derinleştiriyor, şiir evrenimizi genişletiyor, şiirden alabileceğimiz tatları, sevinçleri çoğaltıyor. Bu seçkilerin büyük çoğunluğu, hiç kuşkunuz olmasın, büyük bir tutkuyla, özveriyle, göz ışığıyla, el emeğiyle kotarılmış çalışmalar.
Türkiye dünyaya en az açılabilmiş, yeryüzü ülkeleriyle, öteki uygarlıklarla, ekinlerle çok kısıtlı ilişkiler kurabilmiş bir ülke olması bakımından da bu çalışmalar ayrıca yararlı. Üstelik, yabancı ülkelerde "Türk Şiir Seçkileri" de yayımlanmaya başladı. Az şey mi, bütün bunlar?
Bakın, ne diyordu Orhan Veli "Fransız Şiir Antolojisi" (Varlık Yayınevi, 1947) Önsöz'ünde:
"Şiir başka bir dile ister çevrilsin, ister çevrilmesin, bir şair başka memleketlerin şairleri gibi duymaya, onların düşündüklerini düşünmeye, onların usullerini kullanmaya kalktı mı, kendi imkânlarının başka hiçbir surette genişletilemeyecek bir şekilde genişlediğini görüyor. Bu yalnız şair için değil, okuyucu için de böyle. Böyle olduğunu türlü milletlerin edebiyatlarının gelişmesinde tercümenin nasıl hayırlı tesirleri olduğunu görünce daha iyi anlıyoruz."
Bu çeviri çalışmalarının dünya barışının kurulmasında katkıları olduğunu da bir kez daha belirtmek abartı, aşırı iyimserlik sayılmamalıdır. Philippe Soupault'nun dediği gibi:
"Dünya ulusları birbirlerini belki her şeyden önce şiirle anlayacaklardır."
Şimdi burada soruyor ve öneriyorum: 1966 yılında yerli, yabancı ozanlardan derlenen bir "Barış Şiirleri Seçkisi" niye düzenlenmesin ya da hazırlanmasın?
Yukarıda sözünü ettiğim "Europe" aylı yazın dergisinin "Bugünkü Fransız Şiiri"ne özgülediği sayısında "Cahier de Création" (Yaratı Defteri) tanıtılırken söze şöyle başlanıyor:
"Şiir Fransa'da ilkin ozanlarıyla var. Peçeli bir güneş şiir, seçiliyor o, ondan söz ediliyor, ama ışıldadığı pek görülmüyor. Büyük yayınevlerinde şiir dizileri seyrekleşiyor. Ancak alçakgönüllü yayınevleri, özellikle taşradakiler talihlerini deniyorlar. Şiir kitaplarının sürümleri hep düşük, çoğu zaman bini ya da beş yüzün altında. Günlük ya da haftalık basın handiyse ilgi duymuyor şiire, televizyon eskiden ayırmış olduğu birkaç dakikalık bir bağışta bile bulunmuyor, bir oyun ya da bir dilim tanıtım arasında.
Buna karşın, ozanlar ayak diriyorlar; gizilgüçlü geniş bir halk topluluğunun şiir tadı ve tutkusu var; çeşitli denemelerinin, şiir tartışmalarının, şiir okuma toplantılarının, şiir günlerinin başarıları tanıtlıyor bunu. Yüreklendirmek ve çoğaltmak gerek bu etkinlikleri".
Ülkemizde şiirin durumu Fransa'daki denli acıklı değil -benzerlikler yok değil aralarında- ama, örneğin S.S.C.B.'deki gibi de pek parlak değil, Türkiye'de M. Çitil ile konuşmasında Y. Yevtuşenko "şiirin geniş kitlelere ulaştırılabilmesi" yönündeki düşüncelerini şöyle açıklıyor:
"Senin ülkenin aksine benim ülkemde şiir çok yaygındır. Her şeyden önce şunu söylemek istiyorum, eğer şair insanlarla ilgilenmiyorsa, insanlar niçin şiirle ilgilensinler.
Maalesef yayıncılığımız halkımızın istediği oranda şiir kitapları yayımlayamayacak durumda olmasına karşılık, yine de bizde şiir çok basılır. Benim bir kitabım en az yüz bin basılıyor. Fakat sana bir rakam verecek olursam şaşırma, son kitabıma talep iki buçuk milyon olmasına karşılık, yalnızca yetmişbeş bin basıldı. Tabi bu durumda kitapçıda kitabımı bulmak mümkün değil. Dört beş gün içinde tükeniyor. Son yapıtım üç kitabı içeren bir çalışmaydı, şimdi ancak karaborsada on dolar karşılığında bulunabilir sanıyorum.
Yalnız şunu belirteyim ki, bizde çok güçlü edebi dergiler var. Ayda üçbuçuk milyon baskısı olan bir edebi derginin dünyanın başka bir yerinde benzeri olacağını sanmıyorum. Benim bir epik şiirimi -ki dört bin dizelik bir çalışmaydı- bu dergi yayımladı. Bu dergiyi 8-10 kişinin okuduğunu düşünecek olursak, altmş milyon gibi korkunç bir rakamla yüz yüze geliriz.
Yine Yazarlar Birliği'nin yayın organı bir sayfasını şiire ayırıyor. TV'de şiirle ilgili pek çok programlar yapılıyor. Yalnızca Rus Şiiri'ne değil, çeviri şiirlere de çok önem veriliyor. Kipling'in şiirleri Rusça'da yüzbin basılıyor."
M. Çitil - Türk şiirine ilginin ne durumda olduğunu anlatabilir misin?
Y. Yevtuşenko - Bu yakınlarda "Türk Şiiri Antolojisi" yayımlandı. Türk şiiri alanında çok büyük bir uzmanımız var: Rady Fişhk. Bence onun heykelini dikmeniz lazım" (7).
ÖNEMLİ BİR SORU
Şiir seçkilerinin işlevleri arasında seçkilerinin işlevleri arasında seçkilerin şiirin daha çok okunmasına, sevilmesine, yaygınlık, etkinlik kazanmasına yararı oluyor mu? Bence önemli bir soru bu. Şiirin "para etmediği", pek bir gelir sağlamadığı bilinen bir gerçek sanırım. Şiir seçkileri konusunda daha bir özen, titizlik gösterilmesi daha doğru olur elbet. Öznellikten, saplantılardan, tekkecilik anlayışından, ille de bir savı ileri sürmekten, benimsetmeye çalışmaktan da kaçınılmalı.
Hiçbir ozan ben şu ya da bu seçkide niye yer almamışım diye üzülmemeli, alınmamalı, küsmemeli. Varsın unutmuş olsunlar sizi: Boşverin. Yunus Emre yüzyıllarca unutulmuş, unutturulmak istenmiş, görmezden gelinmiş, ozan sayılmamış. Bu, onun değerinden bir şey eksiltebilir mi? Günümüzde olanca gücüyle, görkemiyle aramızda gezmiyor mu? Gerçek, büyük bir ozanın seçiciden, eleştirmenden koltuk değneğine gereksinimi yoktur! Bilinen bir şey bu.
Hiçbir ozan ben şu ya da bu seçkide niye yer almamışım diye üzülmemeli, alınmamalı, küsmemeli. Varsın unutmuş olsunlar sizi: Boşverin. Yunus Emre yüzyıllarca unutulmuş, unutturulmak istenmiş, görmezden gelinmiş, ozan sayılmamış. Bu, onun değerinden bir şey eksiltebilir mi? Günümüzde olanca gücüyle, görkemiyle aramızda gezmiyor mu? Gerçek, büyük bir ozanın seçiciden, eleştirmenden koltuk değneğine gereksinimi yoktur! Bilinen bir şey bu.
Akım, okul, takım, kuşak, yeni, çağdaş gibi kavramları daha bir dikkatlice kullanmak da doğru olur sanırım. Bu gibi kavramları maymuncuk sözcükler gibi gelişigüzel kullanmamalıyız. Öyle ya, çağcıl (moderne) başka anlama gelir, çağdaş başka anlama. Evreleri, dönemleri, dönemeçleri belirtirken de daha bir özen göstermeliyiz.
Eluard'ın seçkiler konusundaki sözünü unutmayalım:
"En iyi seçki insanın kendisi için yaptığı seçkidir".
Şunu da bir kez daha anımsayalım:
Seçki konusunda kimse "hem babasını hem de herkesi hoşnut edemez."
Seçki konusunda kimse "hem babasını hem de herkesi hoşnut edemez."
Bakın, ben bir pazar günü, hemen elimin altındaki seçkileri şöyle bir karıştırdım, ne güzel şiirler okudum, oturdum bu yazıyı karaladım. Işıklarla doldu içim! Bir daha elime aldım "Genç Şairler Antolojisi"ni, kulağını büktüğüm sayfayı açtım, Sunay Akın'ın "Noktalı Virgül" başlıklı şiirini bilmem kaçıncı kez okudum:
"virgül
hiç susmayan
bir davulun tokmağı
çağırır kelimeleri
kâğıtlardaki düğüne
nokta
tepeden inme
sonradan görme
son verir
yazının özgürlüğüne
bir araya geldiklerinde
hemen çıkar üste
acımasız bir nokta
virgül ise gariban
boynu bükük
ezilir altta"
__________________
(1) Nurullah Ataç: Okuruma Mektuplar. Varlık Yayınları, İstanbul. 1958. s. 112.
(2) Salâh Birsel: Yapıştırma Bıyık, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul. 1985, ss. 102-103
(3) Prof. Dr. İlhan Başgöz: İzahlı Türk Halk Edebiyatı Antolojisi, Ararat Yayınevi, İstanbul, 1968, ss. 3-4.
(4) M. Sunullah Arısoy: Türk Halk Şiiri Antolojisi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1985, s. VII.
(5) M. Cevdet Anday: "Şiirde Akıl ve Değişme", Cumhuriyet Gazetesi, 28 Aralık, 1984, s. 2.
(6) Emin Özdemir: "Gösteri" Dergisi, Temmuz 1985, sayı: 56, ss. 24-25.
(7) M. Çitil - Y. Yevtuşenko: "Yevtuşenko ile şiir üzerine" Su yedinci kitap, Su Yayınevi, İstanbul, ss. 5-6.
Teoman Aktürel | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi 139 - 1 Mart 1986
____________________________________________________________
Soruşturma
Antoloji sever misiniz?
Oktay Akbal: Seçkiler, geniş yığınlar için yararlı kitaplardır
Her yazınsever kişi bir şairin, bir öykü yazarının bütün yapıtlarını elde edemez. Olanakları yoktur. Seçkilerle yetinmek zorundadır. Ama seçkinin iyisi var, kötüsü var! Seçkiler iki türlüdür: Bir dönemin belli başlı ozanlarını, yazarlarını doğum tarihine göre sıralayanlar. Ya da seçkide düzenleyen kişinin beğenisine göre yer alanlar.
André Gide Fransız şiir seçkisi düzenlemişti. Her ünlü şaire yer vermemiş, sevdiklerini almıştı. Memet Fuat da bir zamanlar her yıl başında böyle bir seçki yayımlardı. Kendi beğendiği yazıları, şiirleri alırdı. Kimse de bir eleştiri yapamazdı, niye ovar da bu yok diye!
Tarihsel sıralamaya göre yapılan seçkiler sıradan okurlar için yararlıdır. Ama ben, belirli bir beğeniye göre düzenlenmiş seçkileri daha çok severim. Seçenin beğenisi etkin olmalı bir seçkide...
Öyle ya da böyle, ben antolojilerden, Türkçesi seçkilerden yanayım. Seçki düzenleyicisine güven duyuyorsam o yapıt elimin altında durur hep. Ne yazık ki böyle seçkiler az. Bir gün, vakit bulursam bir şiir seçkisi düzenlemek isterim.
Selim İleri: Açıklamalı, yorumlamalı seçkiler özel bir değer taşır
Antolojileri severim. Özellikle şiir antolojilerini. Hele seçkiyi düzenleyip derleyen gerçek bir edebiyatseverse, böylesi çalışmaların bir yararı olduğuna da inanırım. Ne var ki, bizde genellikle tartışmalara yol açar antolojiler, kısır tartışmalara. Sanatçılar arasında yersiz rekabetler, çekemezlikler doğurur. Bu bakımdan seçki de işlevini tam anlamıyla yerine getiremez.
Antolojilerin tarihsel perspektif içerenlerini daha çok severim. Bütün bir edebiyat macerası iyi kötü elinizin altında, önemli şairlerin, önemli yazarların verimlerini toplu olarak görebiliyor, oranlama imkânı buluyorsunuz. Sonra bütün bir edebiyatın nereden nereye yol aldığını saptayabileceksiniz... Azımsanır gibi değil bence. Açıklamalı, yorumlamalı seçkilerin de özel bir değer taşıdığı kanısındayım.
Kendi adıma hem Tahir Alangu'nun, hem de Cevdet Kudret'in Türk edebiyatında hikâye ve romanı konu edinmiş böylesi çalışmalarını başucumdan ayırmadığımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Orhan Burian'ın seçkisinin ise yıllar yılı edebiyat çevrelerinde egemenlik kurmuş olduğunu anımsıyorum şimdi.
Tabii Memet Fuat'ın yıllıklarını da hemen anmalıyım.
Cemal Süreya'nın Yüz Aşk Şiiri çalışması da keşke yeniden yayımlansa diyorum.
Kendi adıma hem Tahir Alangu'nun, hem de Cevdet Kudret'in Türk edebiyatında hikâye ve romanı konu edinmiş böylesi çalışmalarını başucumdan ayırmadığımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Orhan Burian'ın seçkisinin ise yıllar yılı edebiyat çevrelerinde egemenlik kurmuş olduğunu anımsıyorum şimdi.
Tabii Memet Fuat'ın yıllıklarını da hemen anmalıyım.
Cemal Süreya'nın Yüz Aşk Şiiri çalışması da keşke yeniden yayımlansa diyorum.
Tarık Dursun K.: Antolojilerin bellek tazeleyici işlevi vardır
Ah, çok severim antolojileri.
Ne kadar da tembel işi şeylerdir, ne kadar da "tek seçici" beylikleridir.
Bir adam kalkar, arar tarar, seçer bir düzene kor kendi beğenisine en uygun bulduklarını kitaplaştırır, okura sunar. Bu "ey okur, işte senin adına benim beğendiklerim, seçtiklerim! Ne güzel ettim de senin adına yine; oturdum, aradım taradım, bana göre en güzel şiirleri (ya da hikayeleri ya da diyelim düzyazıları) seçtim, bir araya getirdim, senin elinin altına verdim hepsini. Al, dilediğin zaman aç, oku, kıvan!" demenin en görkemli örneğidir.
Ne kadar da tembel işi şeylerdir, ne kadar da "tek seçici" beylikleridir.
Bir adam kalkar, arar tarar, seçer bir düzene kor kendi beğenisine en uygun bulduklarını kitaplaştırır, okura sunar. Bu "ey okur, işte senin adına benim beğendiklerim, seçtiklerim! Ne güzel ettim de senin adına yine; oturdum, aradım taradım, bana göre en güzel şiirleri (ya da hikayeleri ya da diyelim düzyazıları) seçtim, bir araya getirdim, senin elinin altına verdim hepsini. Al, dilediğin zaman aç, oku, kıvan!" demenin en görkemli örneğidir.
Çoğu kez kızarız antolojilere.
Neden kızarız?
Bu denli tembel harcı oldukları ya da okuru hazırlopçuluğa alıştırdıkları, buna yönlendirme çabası güttükleri için mi?
Hayır!
Bizim kızgınlığımız; daha çok alınmamışlığımızdan, bizim beğendiklerimize az ya da hiç yer verilmemiş olmasından kaynaklanır.
Neden kızarız?
Bu denli tembel harcı oldukları ya da okuru hazırlopçuluğa alıştırdıkları, buna yönlendirme çabası güttükleri için mi?
Hayır!
Bizim kızgınlığımız; daha çok alınmamışlığımızdan, bizim beğendiklerimize az ya da hiç yer verilmemiş olmasından kaynaklanır.
Oysa sevmek gerek antolojileri.
Çağımızda (hele günümüzde) kimin onca kitapları bir bir okuyup devirmeye vakti var?
Hangi ülkede yaşıyoruz?
Şiir kitaplarının satışlarının bini, hikaye kitaplarının, romanlarınki iki üç bini aşıyor mu?
Eh, öyleyse, antolojilere de teşekkür etmemiz gerekmez mi?
Hiç değilse derliyorlar topluyorlar, matah bir şeymiş gibi, okurun tembel yanını gıdıklayıp kitap biçiminde ellerine ulaşmasına önayak oluyorlar.
M. Niyazi Akıncıoğlu'nu, Asaf Halet Çelebi'yi ya da nicelerini unutulmuşluktan, inanın, bu antolojiler kurtarıyorlar.
Yine Sadri Ertem'i,
Bekir Sıtkı Kunt'u,
Kenan Hulusi'yi,
Ümran Nafiz'i,
İlhan Tarus'u,
Ahmet Naim'i kim yeni baştan değerlendiriyor?
Antolojiler elbet.
Çağımızda (hele günümüzde) kimin onca kitapları bir bir okuyup devirmeye vakti var?
Hangi ülkede yaşıyoruz?
Şiir kitaplarının satışlarının bini, hikaye kitaplarının, romanlarınki iki üç bini aşıyor mu?
Eh, öyleyse, antolojilere de teşekkür etmemiz gerekmez mi?
Hiç değilse derliyorlar topluyorlar, matah bir şeymiş gibi, okurun tembel yanını gıdıklayıp kitap biçiminde ellerine ulaşmasına önayak oluyorlar.
M. Niyazi Akıncıoğlu'nu, Asaf Halet Çelebi'yi ya da nicelerini unutulmuşluktan, inanın, bu antolojiler kurtarıyorlar.
Yine Sadri Ertem'i,
Bekir Sıtkı Kunt'u,
Kenan Hulusi'yi,
Ümran Nafiz'i,
İlhan Tarus'u,
Ahmet Naim'i kim yeni baştan değerlendiriyor?
Antolojiler elbet.
Bizim ülkede yazar ksımının garip bir yazgısı var; yaşarken ilgi görmemişliği bir yana, ölünce gerçekten de ölüyor. Kitapları artık basılmıyor, aranmıyor, sorulmuyor, giderek unutulmuşluğa terkediliyor. İşte, işin tam bu evresinde, antolojiler okur karşısına dikiliyor.
Antolojiyi derleyenin beğenisi yanlışmış; ona gelene kadar, hem o kim oluyormuş da... gibi karşı çıkmaların ne anlamı var?
Hele edebiyatta kimin beğenisi, sizin benim beğenime eşdeğerdedir ki?
Beğenilerimiz çakışıyor, değer ölçülerimiz bizimkilerle uyuşmuyor diye toptan ret mi edelim?
Peki, onca yanlışlıklarına karşılık, hiç mi doğru seçimleri yoktur?
Hele edebiyatta kimin beğenisi, sizin benim beğenime eşdeğerdedir ki?
Beğenilerimiz çakışıyor, değer ölçülerimiz bizimkilerle uyuşmuyor diye toptan ret mi edelim?
Peki, onca yanlışlıklarına karşılık, hiç mi doğru seçimleri yoktur?
Şunu unutmamak gerek: Antolojiler, bellek tazeleyici ödevini de üstlenirler. Doğru seçimlerin birinde ya da yanlış seçimlerin arasına sıkışmış bir doğru seçim sonucu, okur, yazara, şaire yöneliyor, onu izlemeye, yeniden "keşfedip" okumaya koyuluyorsa, ne mutlu o antolojiye!
Antolojiler yaşasınlar, kahrolmasınlar...
Ahmet Oktay: İyi düzenlenmiş bir antoloji, okurda öğrenmek isteği uyandırabilir
Yararlıdır antolojiler.
Tek bir şairi ya da romancıyı bütünlüğü içinde tanıyamaz insan, ama, iyi düzenlenmiş bir antoloji okurda öğrenmek isteği uyandırabilir. Az şey değildir bu da.
Örneğin Orhan Burian'ın uzun yıllar benzersiz kalmış Kurtuluş'tan Sonrakiler adlı antolojisi, Cumhuriyet sonrası Türk şiiri hakkında derli toplu bir fikir verir insana.
Tek bir şairi ya da romancıyı bütünlüğü içinde tanıyamaz insan, ama, iyi düzenlenmiş bir antoloji okurda öğrenmek isteği uyandırabilir. Az şey değildir bu da.
Örneğin Orhan Burian'ın uzun yıllar benzersiz kalmış Kurtuluş'tan Sonrakiler adlı antolojisi, Cumhuriyet sonrası Türk şiiri hakkında derli toplu bir fikir verir insana.
Antolojinin nesnelliği ve yansızlığı, tartışma konusu olmuştur hep.
Şunu baştan kabullenmek gerekir: Önünde sonunda tek kişinin seçimin yansıtır antoloji. Dolayısıyla öznel bir bakış açısını, bir kişinin zevkini dışa vurur. Ama bu öznelliğin yalnızca seçilen parçalara ilişkin olması gerekir. Ne var ki, kimi zaman kişilerin seçiminde de öznel davranıldığı oluyor.
Şunu baştan kabullenmek gerekir: Önünde sonunda tek kişinin seçimin yansıtır antoloji. Dolayısıyla öznel bir bakış açısını, bir kişinin zevkini dışa vurur. Ama bu öznelliğin yalnızca seçilen parçalara ilişkin olması gerekir. Ne var ki, kimi zaman kişilerin seçiminde de öznel davranıldığı oluyor.
Ön düşünceler taşımayan bir antolojiyi, yazın tarihinin izlenebilmesi olanağını da verir elbet. Değişmeleri topluca izleyebilir okur. Bu noktada, Memet Fuat'ın geçen yıl yayınlanan Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi'ne değinmek isterim. Giriş yazısı hiç kuşkusuz bir yönsem göstermektedir ama, Memet Fuat yargılarında olabildiğince nesnel kalmaya, olguları saptırmamaya özen göstermiş, has bir yazın adamında bulunması gereken tutum hakkında bir örnek oluşturmuştur. Antolojinin günümüzün genç şiirini içermemesini işte bu yüzden bir eksiklik saymak gerekir.
Atilla Özkırımlı: Antolojileri, bir örnek yapıtlar olarak görüyorum
Sever miyim?
Doğrusu, kestirmeden evet diyemiyorum.
Kitaplığımda yalnız Cumhuriyet sonrası değil, Cumhuriyet öncesi de yayımlanan hemen bütün antolojiler var. Ama bundan amacım, sanıyorum kaynak kitapları el altında bulundurmak. Bu tür yapıtlar karşısında edebiyat tarihçiliğim ağır basıyor galiba. Antolojilere pek güvenmediğim halde üstelik.
Doğrusu, kestirmeden evet diyemiyorum.
Kitaplığımda yalnız Cumhuriyet sonrası değil, Cumhuriyet öncesi de yayımlanan hemen bütün antolojiler var. Ama bundan amacım, sanıyorum kaynak kitapları el altında bulundurmak. Bu tür yapıtlar karşısında edebiyat tarihçiliğim ağır basıyor galiba. Antolojilere pek güvenmediğim halde üstelik.
Bu güvensizlik antolojilerin niteliğinden kaynaklanıyor.
Çünkü her antoloji önünde sonunda kişisel bir seçmenin ürünüdür. Antolojiyi hazırlayanın beğenisini yansıtır. Üstelik bir şaire ayrılacak sayfa sayısı sınırlı olduğundan, o şairin şiirini, sanatçı kişiliğini bütünüyle verebilmek de olanaksızdır. Hem sonra, kimi şairlerin kimi şiirleri bir antolojiden ötekine aktarıldığından, bir bakıma, bir örnek yapıtlardır antolojiler.
Çünkü her antoloji önünde sonunda kişisel bir seçmenin ürünüdür. Antolojiyi hazırlayanın beğenisini yansıtır. Üstelik bir şaire ayrılacak sayfa sayısı sınırlı olduğundan, o şairin şiirini, sanatçı kişiliğini bütünüyle verebilmek de olanaksızdır. Hem sonra, kimi şairlerin kimi şiirleri bir antolojiden ötekine aktarıldığından, bir bakıma, bir örnek yapıtlardır antolojiler.
Ben, şairlerin şiirlerini kendi şiir kitaplarından gezintiye çıkarak okumayı seviyorum. Bu tıpkı, gülü vazoda değil de dalında, koparılmadan sevmeye benziyor.
Tomris Uyar: Rasgele derlenmiş seçkiler, yarardan çok zarar getiriyor
Bir ülkenin edebiyatının akışını ya da o ülkenin belli bir dönemindeki edebiyatını topluca kavramamızı sağlayan, ön bilgilerle de desteklenmiş seçkileri yararlı buluyorum. Seçkiyi yapanın imzası ve eğilimleri de çok önemli tabii.
Ama rasgele derlenmiş seçkiler -onlara güldeste diyorlar galiba- okura güvenme duygusu vermediği için yarardan çok zarar getiriyor.
Can Yücel: Özellikle şiirde, güldeste, eleştirilerin en derli toplusu, en esaslısıdır
Antolojiye "anti" olacak bir şey yok. Antoloji, Türkçe'sinden de "güldeste", Frenkçesinden de "antos = çiçek" belli, güzel ve yararlı bir iş. Ama önünüze gelen bir güldesteyi beğenmemekte de özgürsünüzdür. Çünkü özellikle şiirde, güldeste eleştirilerin en derli toplusu, en esaslısıdır. Demem o ki, böylesine toptancı bir eleştiriyi eleştirmekte de, ona cephe almakta da okuyucu özgürdür.
Bizde, yine özellikle şiirde eleştiri çalışmalarının çelimsiz oluşundan, güldeste çalışmalarımız da çok enti püftendir. Bunu, yeni edebiyat için söylüyorum. Ondan ötürü de, tek tük yapılan çalışmalar, çıkarılan güldesteler, gösterilen tepkiler, iyiden iyiye histerik oluyor. Tabii, bunun çaresi, beğenmediğimiz güldesteye karşı, yeni bir güldesteyle, yeni bir eleştiri bünyesi ve şiir anlayışıyla karşı çıkmaktır.
Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi 139 - 1 Mart 1986
____________________________________________________________