İnce Memed (film)


Peter Ustinov’un çeyrek yüzyılda gerçekleşen düşü: İnce Memed

Yaşar Kemal’in ünlü romanı İnce Memed"in Peter Ustinov tarafından filme çekimi tamamlandı.
Film ilk kez ağustos ayında Venedik Film Festivali’nde UNICEF yararına (yarışma dışı) gösterilecek.

Londra temsilcimiz Nuri Çolakoğlu,
  • başta filmin yönetmeni-senaristi-oyuncusu Peter Ustinov olmak üzere,
  • "İnce Memed" filminde başrolleri oynayan sanatçılarla (Simon Dutton, Leonie Mellinger, Herbert Lom),
  • filmin müziğinin bestecisiyle (Manos Hacidakis) ve
  • yapımcı Fuad Kavur’la ayrı ayrı konuşarak 25 yıl sonra gerçekleşen bir düşün öyküsünü bütün ayrıntılarıyla kaleme aldı ve bir "İnce Memed" dosyası oluşturdu.

Dosya, eserin yaratıcısı Yaşar Kemal’le yapılan söyleşiyle noktalanıyor.


  • Anı ve oyun yazarı,
  • sinema ve tiyatro oyuncusu,
  • yapımcı,
  • yönetmen,
  • dil bilimci,
  • karikatürist,
  • gönüllü UNICEF görevlisi Peter Ustinov’un doğrusu günlerini boş geçirdiğini söylemek pek mümkün değil.

Bugünlerde gündüzleri kitapçılarda, özel bazı toplantılarda yeni yayınlanan kitabı, ailesinin köklerini araştırdığı, "My Russia - Benim Rusya’m"ı imzalıyor, akşamları Londra’da yeni başlayan, kendisinin yazıp, yönetip, başrolü oynadığı, zaman boyutunda yolculuğa çıkıp da günümüze gelen Beethoven’in öyküsünü ele alan "Onuncu Senfoni"de sahneye çıkıyor; bunlardan arta kalan zamanlarında da bu yılki Venedik Festivali’nde UNICEF (BM Çocuklara Yardım Fonu) için düzenlenecek bir galada ilk kez seyirci önüne çıkacak yeni filmine son rötüşları konduruyor.

Günlerdir peşindeyim Ustinov’un, bu en yeni filmi üzerine konuşmak için. Londra’da bir kovalamaca oynuyoruz âdeta. Ve sonunda yakalıyorum onu. Ve ilginçliği hiç tartışma götürmez "büyük" Peter ile şanına yaraşır bir yerde bu röportajı yapıyorum: Sağanak halinde yağan yağmur altında, deli gibi hızla şehir dışına giden, egsozundan yükselen gürültü nedeniyle çığlık çığlığa konuşmak zorunda kalınan bir araba içinde.

Ustinov filminin son halini görmek için Arthur Rank’ın Londra dışında Denham’daki laboratuvarına gidiyor. Direksiyonda filmin genç yapımcısı Fuad Kavur, göz açtırmayan yağmur altında tepeden tırnağa dikkat kesilmiş yolu gözlerken, hayli iri cüsseli günümüz otomobillerinin boyutlarına pek uygun düşmediği için, büyük zorluklarla arabanın ön koltuğuna sığışmış, İngiltere’de takılması zorunlu olan emniyet kemerini ancak üç kişilik bir toplu eylemle yerine oturtabildiğimiz Peter Ustinov’a "Nereden aklınıza geldi" diyorum "İnce Memed’i film yapmak?.."


25 YILLIK ÖYKÜ

"Bundan 25 yıl önce bana, 20th Century Fox firmasından Daryl Zanuck tarafından bir senaryo gönderilmişti. İnce Memed’in senaryosuydu bu. İnce Memed’in İngilizce çevirisi çıkar çıkmaz film yapım haklarını satın almışlardı. Daha sonra tutup bir senaryo yazdırmışlar. Ama doğrusu bu senaryo, bir başka kılığa bürünmüş bir Western senaryosuydu. Yani bir türlü fes giymiş John Wayne gibi bir şey... Bu bana pek doğru gelmedi ve bu düşüncemi de açıkça söyledim. Bunun üzerine tartışmaya başladık, giderek senaryonun bütün karakteri değişti. Ama bu arada beraber çalıştığımız adamlar 20th Century Fox’tan ayrılmıştı.

İşte daha o günden beri İnce Memed hep aklımdaydı. Defalarca filmin haklarını devralmak için girişimler yaptım, öneriler yaptım. Hatta bir ara konu yeniden gündeme geldi. O sıralar bu bölgede çekilmiş filmlere karşı bir ilgi uyanmıştı. Bu arada 20th Century Fox’un bir yan kuruluşu da bu konuyla ilgilendi, filmin çekim hazırlıklarına başlandı. Ama bundan da bir şey çıkmadı.

Neyse uzatmayayım yani bu filmi yapmak hep aklımdaydı."

Ustinov’a eline senaryo geçmeden önce kitabı okuyup okumadığını soruyorum, "Yok" diyor, "Ben kitaba senaryoyu okuduktan sonra ilgi duydum."




TÜRKİYE’NİN GORKİ’Sİ

Peki kitapta üzerine bu kadar düşmeyi gerektiren ne bulmuştu?..

"İngiliz gazetelerinden Guardian, bu yakınlarda kitaplarından birinin İngilizce yayınlanışı nedeniyle yayınladığı bir yazıda Yaşar Kemal’den "Türkiye’nin Tolstoy"u diye söz ediyordu. Bence bu tam değil. Bana kalırsa Yaşar Kemal Türkiye’nin Gorki’si. Yaşar Kemal, çok ilginç bir yazar, birçok yazarın sahip olmak isteyip de olamadığı ince bir alaycılıkla karışık yapmacıksız güçlü bir anlatımı var. Bence bu ilginç...

Aslında benim yazdığım senaryo kitaptan biraz farklı ama, Yaşar Kemal bunu onayladı. Yani benim senaryomda kişiler, kitaptaki kadar net bir biçimde ak ya da kara değiller. Yaşar Kemal bunu onayladı, çünkü sanırım bu kitabı yazdığı günden bu yana o da değişmişti..."


YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER

O halde Ustinov Yaşar Kemal’in romanında, kişilerinde, olay örgüsünde ne denli değişiklikler yapmıştı?..

"Çok kapsamlı bir değişikliğe gitmedim. Aslında ne yaptığımı anlatması hayli zor.

Örneğin kitaptaki Memed’i alalım ele. Bu Memed, her defasında önemli bir şey aklına geldiğinde gözünde garip pırıltılar yanıp sönen bir didaktik tip. Onu bu haliyle perdeye aktarmak hayli güç olacak, çünkü bu tür karakterlere ancak polemik romanlarında rastlanıyor.

Üstelik bence Memed kitaptaki en ilginç kişi de değil, çünkü kişiliğine efsane karışmış. Bunun sonucunda bu tipin ne. ölçüde gerçek, ne ölçüde hayal ürünü olduğunu kestirmek de güç oluyor. Ben bir ölçüde Çukurova öykülerinin bu yönünü inceledim. İnsanlar bir öykü duyduklarında önce buna inanmak gerekir mi gerekmez mi pek bilmiyorlar. Çünkü olaylar ağızdan ağıza yayılırken, değişiyor, abartılıyor, saptırılıyor. Bu bakımdan tiplere daha ihtiyatla yaklaşma gereksinimi duydum.

Özetlemek gerekirse, kitapta tipler ya ak ya kara, filmde ise hemen hepsi gri. Tabii farklı tonlarda."

Peki Ustinov, masalsı havayı destansılığı atıp, daha ayağı yere basan tipler mi yaratmak istemişti?..

"Konuya Memed açısından bakarsanız, bu sorunun yanıtı evet olacaktır.
Çünkü Memed doğrusu insanın tam gözünün önünde canlanıveren bir tip değil.
Çok kahramanca işler yapıyor, gene de benim kafamın içinde tipi bir türlü berraklaşmıyordu.

Aslında Memed, bir bakıma diğer tiplerin içinde bulunan, bazı ilginç yanları öne çıkaran, bir tür kimyadaki katalist gibi bir öğe.

Doğrusu daha filmi görmemiştim, ama resim seçmek için incelediğim yüzlerce diadan edindiğim izlenime göre, Memed’i oynamak üzere seçilmiş olan Simon Dutton, pek bizden bir tipti.Tabii sadece Simon Dutton değil, oyuncuların çoğu oldukça iyi seçilmişti. Ama Dutton’la ilgili izlenimlerimi Ustinov’a anlatınca, "Tamam" dedi, "Bu konuda tamamen aynı fikirdeyiz". Ama ben tiplemeden değil, kitaptan söz ediyordum.  Daha doğrusu kitabın filme uyarlanmasındaki güçlükten. Bunu başarabilmek için daha fark bir formül bulmamız gerekti. Belki iyi oldu, belki de kötü, ama sanırım çok değişik bir film yaptık. Bütün film boyunca alttan alta devam eden bir alay var, yani bir tür bıyık altından gülme, sanıyorum böylelikle o yöre köylülerinin bakış açısını öne çıkardık. Çünkü köylüler sanıldıkları kadar basit insanlar değildir ve birçokları çok gelişkin, karmaşık bir yapıya sahiptir. İşte İnce Memed’deki tiplere yansıyan bu nitelikleri ortaya çıkarabilmek ve perdeye getirebilmek için İngiltere’de bulabildiğimiz en yetenekli oyuncuları değerlendirmemiz gerekti."




TAM YEREL BİR FİLM DEĞİL

Ustinov’un İnce Memed’i ele alırken yaptığı değişikliklerin sadece kişilerin ele alınışıyla sınırlı kalmadığını biliyordum,
İnce Memed olayını bir Çukurova öyküsü olmanın ötesinde ele alma, bir bakma daha evrensel yanını vurgulama gereğini hissettiği anlaşılıyordu.

"Doğru" dedi. "Eğer bunu yerel bir öykü gibi ele almak gerekseydi, o zaman bu filmi Türklerin Türkiye’de çekmesi gerekecekti. Oysa bence bu kitapta anlatılan olaylar, durumlar, duygular çok daha genel, çok daha evrensel, işte bu bakımdan çok farklı uluslardan kurulu bir ekiple perdeye getirdik öyküyü. Başka bir deyişle, çok geri planın ötesinde Çukurova’nın folklorik özelliklerine harfi harfine bağlı kalmaktan kaçındım. Kitaptaki dramatik öğeleri, edebi değerleri ön plana çıkarmaya gayret ettim.

Eğer bu filmi Türkçe konuşan amatör ya da profesyonel oyuncularla ya da Yılmaz Güney’in bazı filmlerindeki yaklaşımla çekmek isteseydik, çok başka bir tür film olacaktı ve ben böyle bir film yapma çabasında değildim. O zaman ne yaptık, Türkiye’yi andıran bir dekorda, Türklere benzeyen İngiliz oyuncularla bir edebiyat olayı gibi yaklaştık romana ve bu yanını vurgulamaya çalıştık."

Yağmur amansızca yağmaya devam ediyor, artık tamamen Londra dışındayız ve yolun iki yanı yemyeşil çayırlar ya da tarlalar. Önde oturan Ustinov’a bakıyorum. Sürekli filmdeki uluslararası değerleri vurgulamaktan söz ediyor. Aslında kişi olarak ele alacak olursa insan, Ustinov’un geçmişi göz önünde tutulursa bunda şaşılacak bir şey yok.

"Dear Me - Sevgili Ben" adlı ve kendisine yazılmış çok uzun bir mektup havasında kaleme alınmış anılarından bir bölüm aktaralım isterseniz:

"Dedemin dedelerinden biri 1730’da Volga Irmağı kıyısında Saratov yöresinde yaşayan dinine bağlı bir toprak sahibiydi. Bir diğeri 1775’te Venedik’te doğmuş, bir yarışma sonucu Sen Mark Kilisesi’nin orgçuluğuna atanmıştı. Üçüncüsü ise Paris’in 150 kilometre kadar güneydoğusundaki bir köyde öğretmendi. Katı bir Protestan olduğu hiç su götürmeyen dördüncü büyük dedem Basel yakınında Rheinfelden’de yaşıyordu, beşincisi ise Addis Ababa’da bitmez tükenmez iktidar mücadeleleri içinde uğraş verip duruyordu."

Ustinov, diğer 11 dedesinin üçünü bulamadığını yazıyor, ama buldukları dahi ne kadar geniş bir yöreye yayıldıklarını gösterdiği için belki kafamızın karışmaması açısından böylesi daha hayırlı. Elbette bu aynı zamanda Ustinov’un dil bilimciliğinin köklerini de açıklıyor. Ona yakın dili gayet rahat konuşup yazarken, insanla karşılaşınca "Merhaba", ayrılırken "Teşekkürler, Allahaısmarladık" diyecek kadar Türkçe de dahil çeşitli dillerden "hafifçe" anlar olması elbette bu koşulların bir ürünü. Ama İnce Memed hayatındaki Türkiye ile ilgili tek bağı oluşturmuyor. Daha önce defalarca Türkiye’ye gelmiş, Melina Mercouri ile birlikte Topkapı Sarayı’nın damında kovalamaca oynayarak, "Topkapı" filminin çekimine katılmış. Gene de anılarını okuyunca, Türkiye ile bağlarının çok daha gerilere gittiğini fark ediyor insan. Örneğin amcalarından biri, Mihail Mihailoviç Ustinov 1850’lerde İstanbul’da Çarlık Rusya’sının büyükelçisi olarak görev yapmış. Bunu kendisine hatırlatınca gülüyor ve amcasıyla ilgili bir olayı aktarmaya koyuluyor.

"Amcam tam da Kırım Savaşı sırasında İstanbul’da Çarlık büyükelçisi olarak görev yapıyordu. Tam anlamıyla bir yanlış anlaşılma sonucunda birkaç haftayı İstanbul’da cezaevinde geçiriyor. Aslında neden hapse atıldığını ne kendisi anlıyor, ne de bir başkası açıklayabiliyor. Ama sonunda mesele anlaşılıyor, yanlışlık oldu denilip, salıveriliyor."

Ama Ustinov’un Türkiye ile ilişkisi burada bitmiyor. Rusya’da hayli olaylara neden olan dedesi de Çar tarafından sürgüne gönderilecekken, İstanbul’daki büyük amcası yardıma yetişiyor ve dedesine kefil olup, salıverilmesini sağlıyor. Ama Ustinov’un dedesinden ülkeyi terk etmesi isteniyor. O da tutup, o sırada Osmanlı toprağı olan Filistin’e göçüyor. Peter Ustinov, işin bu yanını pek çıkaramıyor, ama her nedense dedesine bir "Hamidiye" nişanı veriliyor. Bu yakınlarda amcası evdeki eşyalar arasında bu nişanı buluyor ve Ustinov’a yolluyor.

"Ben de bu nişanı temizlettim, parlattım. İşte İnce Memed’de canlandırdığım Abdi Ağa rolünde, Abdi Ağa’nın taktığı nişan bu."


"Filmde göğsünüzde taşıdığınız nişan gerçekten özgün bir Osmanlı nişanı" diyorum.

Gülüyor, "Belki de filmdeki en özgün bu nişan?" diyor.
Hemen ardından da "Sanmam ki hiçbir Türk filminde bu kadar özgün bir eşya kullanılmış olsun" diye ekliyor.




USTİNOV’UN TEK KİŞİLİK GÖSTERİSİ

Daha önce de belirttiğim gibi, Ustinov’un yeni oyunu, "Beethoven’in Onuncu Senfonisi" şu sıralarda Londra’da yeni başladı. Tıpkı, Türkiye’de ilk oynanan oyunlarından "Foto Finiş" gibi zaman boyutunda bir gezi niteliğini tavan bu oyunu nasıl özetleyebileceğini sordum. Yüzünü buruşturdu. "Ne güzel İnce Memed’den söz ediyorduk. şimdi lütfen bu Beethoven’i karıştırmayalım" dedi.

Nedenini sordum, "O kadar çok kez bu soruya cevap vermek zorunda kaldım ki,
kendimi sıkılmış, sadece posası kalmış bir limon gibi hissediyorum" diye yanıt verdi Ustinov.

Su sıralar İngiliz gazeteleri, "Onuncu Senfoni" üzerine övgü dolu eleştiriler yayınlamakla meşgul. Beethoven’in geçmişini araştıran bir yazarla Beethoven’in karşılaşması üzerine kurulu bu oyunu sadece yazmakla kalmayıp aynı zamanda yönetip, başrolü üstlenen Peter Ustinov’un bir tek kişilik gösterisi olarak niteliyor İngiliz eleştirmenler.

Ama Ustinov gerçekten oyun konusunda fazlaca konuşmaya istekli değil.

"Nerden aklınıza geldi bu konuyu ele almak" diyorum.

"Bir konuyu işlemeye nasıl karar verdiğini anlatanlar sanırım ya yalan söylüyorlar, ya da sonradan buna bazı şeyler yakıştırıp, sonra da kendileri de inanıyorlar" diye başlıyor lafa, "Benim yaşımdaki bazı kişiler, ben filanca tarihte bilmem ne yaparken aklıma şu geldi diye lafa başlarlar. Üstelik, anlattıkları şeylerden bazılar size aittir. Ben ise böyle bir olayı hiç hatırlayamam. Galiba, bu noktadan yola çıktım. Beethoven’e de birisi gelip belli şeyleri hatırlatmaya kaikissa ne yapardı diye düşündüm. Böyle bir kişi ki, yaptığı araştırmalar sonucu Beethoven’i, Beethoven’den daha iyi bilmektedir. Beethoven ise bu olayları hiç hatırlayamamaktadır. Galiba böyle bir fikirden yola çıktım. Ama bu da ne ölçüde kesin hiç bilemiyorum.

Bu bir tarlaya gidip ne zaman ürüne durduğunu sormak gibi bir şey. Yani kendisine bir şeye nasıl başladığı sorulduğunda buna tam yanıt veren kişiler, ya geçmişe dönük olarak düşüncelerini yeniden şekillendirmekte, ya da düşüncelerini bir tür Nürnberg Mahkemesi’nde yargılarlar."

Bir Nürnberg Mahkemesi daha kurmasını isteyeceğimi söyleyerek başlıyorum soruma. "Yazıyorsunuz, çiziyorsunuz, konuşuyor, oynuyorsunuz, daha birçok sanat dallarında birden faaliyet gösteriyorsunuz. Nasıl başladı bu iş. İlk olarak hangisinden tutturup diğerlerine atladınız" diye soruyorum.

Durup düşünmeye çalışıyor, sonra da "Hiçbir zaman kendimi üzerinde düşünülecek kadar önemli görmedim" diyor. "Bu benim işim değil, eleştirmenlerin işi. Bunu da biz yapacak olursak, eleştirmenlere ne iş kalacak. Bırakın eleştirmenler araştırıp bulsun bunları. Önce hangi sanat dalından başladığım hiç bilemiyorum. Bildiğim tek şey sanatın bütün dallarına birden ilgi duyduğum. İnsan ne kadar çok yaşarsa, o kadar çok deneyim kazanıyor, giderek kendine güveni artıyor ve aslında doğrusunu söylemek gerekirse insan pek değişmiyor. Bugün neyseniz, büyük bir olasılıkla 15 yaşında da aynı kişiydiniz. Elbette bugün sizi dinleyenlerin sayısı, 15 yaşındayken konuştuğunuzdan daha fazla, ama bu sizin daha bilge olmanızdan değil, görünümünüzden kaynaklanıyor.

Doğrusu en başında hiç de binlerce işi bir anda yapmayı düşündüğümü söyleyemem, her şeye ilgi duyuyordum ama bunları yapabileceğimi sanmıyordum. Şimdi ise daha iyi yapabildiğim işleri yapmaktan hoşlanıyorum. Hepsi bu."

Araba yolda savruluyor ve ağaçlar arasında gizlenmiş bir küçük yan yola sapıyor. Yağmur biraz hafiflemiş.

Denham gözüktü. Bu, yolun sonu demek.

"Son bir soru" diyorum, "Bu İnce Memed başarılı olursa gene bu yörelerin, benzer bir öyküsünü sinemaya aktarmak ister miydiniz?.."

"Bakın" diyor Ustinov "Ben Türk değilim. Bu yüzden Türkiye’ye karşı çok özel bir ilgim yok. Romanı sevdiğim için İnce Memed’e ilgi duydum. Keşke daha dar konularla uğraşabilsek. Ama dünya çok büyük ve geniş ve insan da sık sık kendini tekrarlamak istemiyor. Şu anda tekrar Türkiye’ye ilişkin bir şey yapabileceğimi düşünemiyorum. Ama bu işler hiç bilinmez, kestirip atmak olanaksız. Belki de geleceğin en çekici yanı ne olup biteceğini önceden kestirmenin olanaksız olması."

Peki yakın gelecekte ne yapmayı düşünüyor Ustinov?..

"Şu anda çok meşgulüm. Oyunum devam ediyor. Kitabım "My Russia" en çok satan kitaplar listesinde dördüncü sırada ve sağa sola gidip kitap imzalamam isteniyor. Daha ilerisini düşünebilmem için bu işlerin bir sona ermesi, şöyle bomboş bir kafa ile oturup biraz düşünebilmem gerekli."

Araba Denham’daki Rank stüdyolarının önünde duruyor.Karşılıklı teşekkürler, nezaket cümleleri. Ustinov kapının önünde kendisini bekleyen yardımcıları ile filme son şeklini vermek için içeri giriyor. Biz de bir iki aya kadar seyirci önüne çıkabilecek filmi yalanda görebilmek umuduyla Londra’nın yolunu tutuyoruz.



_______________________________________________________________



İnce Memed’in İnce Memed’i: Simon Dutton.

Filmi tanıtmak için hazırlanmış basın bülteninde Simon için hepsi hepsi on satırlık bir yazı vardı.

O yüzden biraz kendisini tanıtmasını istedik:

"Bir gençlik kuruluşu olan "Ulusal Gençlik Tiyatrosu" ile sahneye çıktıktan sonra Londra’da bir tiyatro okuluna gittim. Okulu dört yıl önce bitirdikten sonra kuzeyde bir repertuar tiyatrosuna katıldım. Bundan sonra da çalışmalarımı tiyatroda ve televizyonda sürdürdüm. Bu benim için iyi bir şey oldu. Çünkü faaliyet alanımı geniş tutmaya çalışıyorum. Geçen yıl boyunca ise Londra’da "Bir Başka Ülkede" adlı bir oyunda oynadım. Bu arada İnce Memed’in yapımcısı Fuad Kavur beni bu oyunda görüp beğenmiş. Bunun üzerine Kavur ve Ustinov bana Memed’i oynamamı önerdiler."

"İnce Memed" gibi bir filmle perdede görünmek ve Ustinov gibi bir kişi ile çalışmak konusunda ne düşünüyordu?

"Çok heyecan verici. Özellikle Ustinov. O kadar iyi bir yönetmen ki, çok rahat bir ortamda çalıştım. İlk kez bu kadar uzun bir filmde oynamama rağmen, beni çok rahatlattı, çok anlayışlı davrandı. Öylesine sabirliydi ki, inanılmaz bir şey. Aslında bütün ekip yardımcı oldu bana."

Filmin baş kişisini canlandırmıştı Simon Dutton, acaba filmden önce romanı okumuş muydu?

"Evet, teklif yapılır yapılmaz gidip kitabı alıp okumaya koyuldum. Sadece İnce Memed’i değil, İngilizce baskısı "Dikenleri Yakarlar" adlı İnce Memed II’yi de okudum. Şimdi de Yaşar Kemal’in "Üç Anadolu Efsanesi"ni okuyorum. Yaşar Kemal’i çok sevdim, hayranı oldum. Romanlarını da büyük bir zevkle okuyorum."

Yaşar Kemal’in İnce Memed’i ile Ustinov’un Memed’i yorumlayışı biraz farklıydı. Kendisi nasıl yorumlamıştı bu Çukurovalı kahramanı.

"Ustinov filmdeki hicvi biraz daha vurguluyor. Bunun Yaşar Kemal’in romanından büyük bir sapma olduğu kanısında değilim. Roman belki biraz daha bir kahramanlık öyküsü. Ustinov ise filmdeki garip kişileri daha da hicvederek ele alıyor. Bunu da sadece bir güldürü öğesi olarak kullanmıyor. Aslında bütün bunlar romanda zaten var olan öğeler, Ustinov ise bunları kendi üslubunda geliştiriyor. Biraz daha vurguluyor bu yanları. Ama bunun romandan büyük bir sapma olduğu kanısında değilim.

Türkiye hakkında pek çok şey okumama rağmen, bir Türk olarak düşünüp, Memed’i bir Türk gibi yorumlamak hayli güç geldi. Önce kendimle filmde canlandırdığım tip arasında ortak yanları yakalamaya çalıştım. Memed’in başkaldıran kişiliği bana yakın geldi. 1900’lerin başında, filmin geçtiği yöredeki durum İngiltere’nin ortaçağlarını andırıyordu. Bu dönemlerde egemen olan feodalizmi okulda çok iyi incelemiştim. Bu dönemin havasını kapabilmek için, eski okuduklarıma döndüm. Bunu ne kadar başardığımı ise film bitince göreceğiz.

Belki tam bir Türk havasını yakalayamadıysam bile, ortak olan yanlarımızı öne çıkardım. Genel içinde aykırı düşmeyeceğimi sanıyorum."

Simon Dutton şimdi ise televizyon için bir dizinin hazirliğinda çalışıyor. İngiltere’de iç savaş dönemi olarak bilinen Oliver Cromwell çağında cumhuriyetçilerle kralcılar arasındaki savaşları konu alan dizi filmde, genç bir kralcıyı canlandırıyor. "Bu da bir isyancı" diyor, "tıpkı Memed gibi".

Tıpkı İnce Memed’i oynayacağa sırada yaptığı gibi birçok şey okumuş bu döneme ilişkin. "Ben" diyor, "Diğer bazı oyuncular gibi doğal bir oyuncu değilim, hani gelip sahneye ya da kameranın önüne çıkıp oynamaya başlayanlar vardır. Ben böyle yapamıyorum. Oturup o dönemi iyice inceleyip havaya girmem gerekiyor."



____________________________________________________________



İnce Memed’in Hatçe’si: Leonie Mellinger

İnce Memed’in Hatçe’s Leonie Mellinger ilk kez böylesine büyük bir filmde, böyle bir rol üstleniyor. 23 yaşındaki Leonie’nin profesyonel oyunculuğunun ise ancak iki üç yıllık bir geçmişi var. Ama bu dönem çok çeşitli sahne, perde ve ekran başarılarıyla dolu.

1960’da Berlin’de doğan Leonie, sanatçı bir aileden geliyor. Babası film ve televizyon sanatçısı Michael Mellinger. Annesi ise eski bir sinema oyuncusu olan, şu anda televizyonda
senaristlik yapan Renee Goddard. Renee Goddard aynı zamanda Münih’teki Ingiliz tiyatrosunun baş yönetmeni.

Mellinger ailesi Leonie daha bir yaşındayken Londra’ya gelip yerleşmiş. Ve küçük Leonie sahneye ilk kez ilkokulda çıkmış.
İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra 17 yaşında bir tiyatro okuluna yazılmış.

  • Leonie okulu bitirir bitirmez, daha 20 yaşındayken BBC Televizyonu’nda "Oğullar ve Sevgililer" yapımında rol almış.
  • Daha sonra ünlü oyuncu John Guilgud ile birlikte bir başka BBC yapımında "Bütün Dünya Bir Sahne"de başrolleri paylaşmışlar.
  • Leonie şu anda İngiltere’nin en itibarlı sanat topluluklarından biri olan Shakespeare Kraliyet Tiyatrosu’nun kadrosunda.
    Ve iki yıl içinde birçok Shakespeare oyununda rol almış.



____________________________________________________________



İnce Memed’in Ali Safa’sı: Herbert Lom

İnce Memed filminde uyanık bir eşrafi canlandıran Herbert Lom Batı sinemasının adı çok duyulmuş isimlerinden biri. 45 yıldır film çeviren Lom, yılda ortalama iki filmde rol alıyor. Televizyonda oynadığı rollerin sayısını hatırlamakta ise güçlük çekiyor. Çekoslovakya’da Prag’da doğan Lom, üniversite yıllarında sahneye çıkmış, filmlerde rol almış. 1939’da 22 yaşındayken okumak üzere Londra’ya gelmiş. Burada tiyatro eğitimi gördükten sonra, savaş sırasında BBC’nin Çekçe bölümünde Nazi işgaline karşı yürütülen yayınlarda görev almış.

  • 1940 başlarında İngiltere’deki ilk filmi "Mein Kampf - My Crimes" (Kavram - Suçlarım) adlı Nazi aleyhtarı bir yapım.
  • Bunu ertesi yıl "Yarın Yaşayacağız" izlemiş.
  • Yeteneğini, 1945’teki "Yedinci Tül" adlı filmle kabul ettirmiş.


Oynadığı filmler arasında,
  • "Kadın Katilleri",
  • "Devlet Sırrı",
  • "Kuzeybatı Sınırı",
  • "Cehennem Sürücüleri",
  • "Büyük Balıkçı",
  • "El Cid",
  • "Operadaki Hortlak",
  • "Eve’in Üç Yüzü",
  • "Karanlıkta Bir El Silah",
  • "Esrarlı Ada",
  • "Sığınak" da var.

Çocukken doktor olmak isteyen Lom, bu özlemini bazı filmlerde doktor rolüne çıkarak gidermeye çalışmış.

Dünya çapındaki ününü ise "Pembe Panter" filmlerinde canlandırdığı Başmüfettiş Dreyfus ile sağlamış.

Sahnede ise;
  • Londra’da iki yıl kesintisiz oynayan "Kral ve Ben"de Siyam Kralı,
  • "Betzil" adlı oyundaki Napoleon rolüyle kendini kabul ettirmiş.
  • Napoleon’u bir kez de "Savaş ve Barış" filminde oynamış.

  • Televizyondaki çeşitli dizilerde de rol alan Lom’un boş zaman çalışmalarının başında müzik tutkusu geliyor.
  • Usta bir piyanist olan Lom, aynı zamanda resim yapıyor, bu arada değerli tablolar topluyor.
  • Fransa’nın güneyinde oturan, zaman zaman da İngiltere’deki bir köy evine çekilen Lom’un İngiliz oyun yazarı Marlowe hakkında "Sahneye Bir Casus Girer" adlı bir kitabı da var.


_______________________________________________________________



İnce Memed’in müziğinin bestecisi: Manos Hacıdakis

Hafif yaşlıca toplu adam, gözlerini kapamış, öne doğru eğilmiş, dev hoparlörlerden yükselen müzik sesiyle sallanıyor, zaman zaman elini havaya kaldırıyor, boşluktaki bir şeyleri kapmak ister gibi hareket yapıyor, avucunu kapadığından hoparlörden yükselen müziğin gümbürtüsü kesiliyor, inceden bir santur sesi geliyor derinden derine, onu bağlama izliyor, fonda da bir darbuka. Klarnet hepsini bastırıyor, neşeli bir oyun havasına dönüşüyor müzik.

Bizden, Ege’den, Akdeniz’den bir hava bu. Yer yer ağır, yer yer oynak... ama pek bir bizden. Müziğe bütün vücuduyla eşlik eden ise "Pazarları Asla" filminin müziğiyle dünya çapında ün kazanan Yunanlı besteci Manos Hacıdakis. Londra’yı boydan boya kesen Thames Irmağı’nın kıvrımlarının birinin arasına sıkışıp kalmış Barnes’daki bir stüdyoda Yaşar Kemal’in "İnce Memed"inin müziğini hazırlıyor.

Manos Hacıdakis, elindeki gümüş tespihle oynayarak, "Herhalde dedelerimden biri hacca gitmişti" diyor, adının anlamını açıklamaya çalışırken. İngilizce-Fransızca kırması bir dille konuşuyoruz. Bir yandan bana laf yetiştirirken, bir yandan da bir sonraki parçadaki çalgıların ses tonları arasındaki dengeyi ayarlamaya çalışıyor dev panoda oturan teknisyenin yardımıyla. Sonunda teknisyenler tükenince, bir dinlenme molası verildiğinde sohbete yeniden başlıyoruz, bu defa kesintisiz.

Müzikle nasıl ilgilendiğini anlatıyor Hacıdakis:

"Çok küçükken başladım müziğe, Ksanti’de. Ksanti de doğmuşum, bilmem bilir misiniz, deniz kıyısındadır Ksanti. 6 yaşında başladım piyanoya... yok-yok beş yaşında. 19 yaşındayken öğrenimimi Atina’da tamamladım, Alman işgalinin son günlerinde konservatuvarın piyano bölümünü bitirdim. Sonra da kompozisyon bölümüne devam ettim. Ama konservatuvarla ilişkilerim çok iyi değildi. Biraz haylaz, yaramaz bir öğrenciydim. Sizin anlayacağınız örnek bir öğrenci olamadım. İlk bestelerimi 16-17 yaşında yapmıştım."

"Ne tür bestelerdi bunlar, klasik mi, modern mi..."

"Ben klasik müzik eğitimi gördüm. Bu yüzden klasik besteler yaptım önceleri. Ama bu arada bazı rastlantıların sonucu 1959-62 arasında bazı popüler parçalar yazdım. Bunlar çok beğenildi. Özellikle de "Pireli Çocuklar" (Pazarları Asla filminin müziği). Tabii bugünkü durumuma gelinceye kadar çok zor dönemler geçirdim."

"Pireli Çocuklar, sinema için yazdığınız ilk müzik miydi?.."

"Hayır, hayır, 60-70 müzik yaptım filmler için.
Pireli Çocuklar ise belki de 60. film müziğimdi, belki de 57... Hatırlaması zor, film için çok müzik yazdım, kısacası..."

Çağdaş Yunan hafif müziğinin ustalarından Hacıdakis’e İnce Memed için müzik yazmaya başlamadan önce Yaşar Kemal’i okuyup okumadığını soruyorum:

"Hayır, Peter Ustinov ve Fuad Kavur’la görüştükten sonra okudum İnce Memed’i ilk kez. Elbette Yaşar Kemal’in adını çok duymuştum. Ama romanlarını okumamıştım. Önce kitabın sadece Fransızca çevirisi olduğunu sandım. Sonra Rumca çevirisini de buldum Yunanistan’da."

Peki, bu film için yazdığı müzikte kullandığı öğeleri nerede bulmuştu:

"Önce Türk müziğini incelemeye koyuldum. Bu benim için çok zor oldu.Çünkü ne de olsa ben Yunanlıyım ve Yunan müziği ile Türk müziği birbirine çok benzer. Bu nedenle tam Türk olanı kapabilmek için çok çalışmam gerekti. Filmin müziği Yunan havasına kaçsın istemedim. Özellikle bu çapta bir film için bunun iyi olmayacağını düşündüm. Ancak bu arada Ustinov da oldukça enternasyonal bir müzik istiyordu bu film için, tam tipik bir Türk müziği değil. İtiraf etmem gerekir ki, eğer benden istenen tam bir Türk müziği olsaydı,önceden Türk müziğinin tarzını ve kökenini çok iyi incelemem gerekirdi. Sonunda bir çözüm buldum. Fuad (Kavur) Atina’ya geldiğinde bana küçük bir müzik parçası mırıldandı. Bu benim için bir anahtar oldu, ancak bundan sonra işe devam edebildim."

"Yani filmin temasını oluşturan müzik Fuad Kavur’dan mı geldi?.."

"Elbette, tema Fuad Kavur’un verdiği temadan kaynaklanıyor."

Hacıdakis besteye başlamadan önce filmi defalarca görmüş.

"Çünkü bende filmin videosu vardı" diyor.
"Evde defalarca seyrettim filmi. Londra’da üç kez görmüştüm, evde ise defalarca. Bence film çok başarılı, çok güzel bir film."

"İyi ama, bütün dünyada nasıl karşılanır böyle bir film?.."

"Bilemiyorum. Tecrübem o ki, bir filmin nasıl karşılanacağını önceden kestirmek güç oluyor. Birçok kez bazı filmler için çok başarılı sonuçlar alabilecek bir film dediğim oldu, sonuçta hiç basan elde edemedi. Hiç şansı yok dediğim filmler ise büyük ün yaptı. Örneğin "Pazarları Asla". Hiç başarılı olacağını sanmıyordum bu filmin. Bu yüzden müziğini de çırpıştırıverdim, pek sıradan bir müzik yaptım. Pek iyi bir şey olmadığına inanıyordum. Ama ne kadar başarılı oldu siz biliyorsunuz. Bu yüzden bu işlerin sonucunu hiç kestiremiyorum."

Yunanistan’daki seyirci böyle bir filmi nasıl karşılayacaktı?..

"Ortam çok tanıdık" diye karşılık veriyor Hacıdakis bu soruya.

"Bizde de buna benzer bir roman var. Vasili Salvanidis adlı bir yazarın buna benzer bir konuda ama İnce Memed’den on yıl kadar öncesinin olaylarını anlatan bir roman var. Bu bakımdan ortamın çok tanıdık geleceğini sanıyorum. Hem kitabın havası, hem teması çok tanıdık. Bence bu film Atina’da başarılı olabilir."



____________________________________________________________



İnce Memed’in yapımcısı: Fuad Kavur

Ailesinde iki büyükelçi bulunan Fuad Kavur’un diplomatlığı seçmesinde ve bu amaçla öğrenim yapmak üzere kalkıp Londra’ya gelmesinde şaşılacak bir şey yok. Çünkü o sırada amcası da Londra’da büyükelçiydi. 1947’de İstanbul’da doğmuştu, 15 yaşındayken de Londra’ya gelip Fransız Lisesi’ne yazılmıştı. Daha sonra da uluslararası ilişkiler okumaya başladı.

"Londra’da siyasal bilgiler okurken operaya merak saldım" diye anlatıyor, "Londra’nın merkezinde, hem ev, hem büro olarak kullandığı çatı katında, okulda Kafka’nın romanından esinlenerek Von Einem’in yazdığı ’Duruşma’ adlı operayı sahneye koydum. Oyun çok başarılı oldu, basında pek çok övgü çıktı. Bu da beni Türkiye’ye dönüp Dışişleri Bakanlığına girmekten vazgeçirdi. Bundan sonra Covent Garden’a, Kraliyet operasına sahne amiri yardımcısı ve yönetmen olarak girdim. Bu sırada Peter Ustinov’a da bir mektup yazmıştım. Çalışmalarıma Ustinov’un yanında yardımcı olarak devam ettim. O Berlin Operası’nda sahneye koyarken, yönetmen yardımcılığı yaptım. Oradan da tek başıma Amerika’ya Seattle’a gittim, Seattle Operası’nda Wagner’in "Ring" denen dörtlü operasını İngilizce olarak sahneye koydum. İngiltere’ye döndüğümde İngiltere Ulusal Operası’nda yönetmen yardımcılığına devam ettim. 1981’de de Peter Ustinov’la La Scala’ya gidip "Evlilik"i sahneye koyduk. Bu arada İnce Memed projesi de hızla gelişiyordu. Böylece benim opera kariyerim sona erdi."

Ve burada bir kahkaha patlatıyor Kavur, "Peki, filmden sonra operaya dönmeyi düşünmüyor musunuz" diye sorunca, bütün içtenliğiyle, "Zannetmiyorum" diyor, "Müziğe olan hürmetim operaya dönmeme mani..."

Bu noktada bana en doğal gelen soruyu soruyorum: "İnce Memed’i film haline getirmek nereden aklına geldi?.."

"İnce Memed’i film haline getirmek, çok tuhaf bir şeydir ama, benim aklıma gelmedi. Bundan yedi sekiz yıl önce Peter Ustinov’la görüşürken, bana İnce Memed romanını okuyup okumadığımı sordu. Bunu film yapmak istediğini söyledi. Çok utanarak söylüyorum, ’Haa okudum, çok güzel’ dedim, ardından fırlayıp bir yerlerden bulup bütün gece sabaha kadar İnce Memed’i okudum. Doğrusu çok eskiden, Türkiye’deyken okumuştum. Aklımda pek az şey kalmıştı, o da parçalar halinde... Gece okuyup bitirince sabah dosdoğru Peter’e gittim. O şekilde başladık işte..."

İnce Memed’in filme dönüşmesinin öyküsü belki Yaşar Kemal’in romanı kadar değilse bile hayli sürükleyici ve Fuad Kavur özetleyerek anlatıyor:

"Filmin bizim tarafımızdan yapılması epey maceralı oldu, ama bunun bizden önce de uzun bir hikâyesi var.

1963’te kitap İngilizceye çevrildiğinde, bildiğiniz gibi bunun film yapım haklarını 20th Century Fox’tan Daryl Zanuck almıştı. Zanuck’un kendisi yapmak istemişti filmi. Yapimciliği Alma Williams üstlenecekti. Wiliams o sıralar Amerika’nın en ünlü senaristlerinden olan Stanley Mann’la anlaşıp bir senaryo yazdırdı.  Sonra da gelip, Peter Ustinov’a bizim filmde de oynadığı rol olan Abdi Ağa rolünü teklif etmişler. İnce Memed rolünü de Terence Stamp oynayacaktı. Ama proje yürümedi, film yapılamadı. İnce Memed de Fox’un malı olarak kaldı.

1976’da Peter’in önerisiyle biz bu işe başladık. Uzun uğraşmalardan sonra film haklarını Fox’tan geri almayı başarabildim. Senaryoyu Peter yazacaktı, o da üzerinde iki üç yıl uğraştıktan sonra işi bitirdi. Senaryo tamamlandıktan sonra birçok yere başvurduk, filmin finansmanı ve işletmesi için. Bu arada filmi Türkiye’de çekmeyi de çok arzu ettik ama birçok sebepten ötürü ne yazık ki olamadı. Ve sonunda Yugoslavya’da çekmeye karar verdik."

Fuad Kavur, neden Yugoslavya’yı seçtiklerini ise şöyle anlattı:

"Filmi Türkiye’de çekemeyince, Yugoslavya’da çekmek istedik.

İki nedenden ötürü:

Birincisi, Yugoslavļarın Amerikalılar ve İngilizlerle film yapma deneyimleri çok fazla. Yugoslavya’da işbirliği yaptığımız Jadran Film bizden önce "Fiddler on the Roof" (Damdaki Kemancı) filmini yapmıştı Amerikalılarla, "Force Ten From Navaronne" filmini yapmışlardı. Orson Welles ünlü "Trial" (Duruşma) filmini orada çekti. İnce Memed’den hemen önce çektikleri film ise Meryl Streep’e Oscar kazandıran "Sophie’s Choice" (Sophie’nin Seçimi) idi. Bu bakımdan yabancılarla çalışma tecrübeleri çok fazla.

İkinci neden ise, Yugoslavya’nın özellikle Makedonya kesimi bizim Çukurova’ya çok benziyor. Anadolu havasını verebilmek için burayı seçtik."

Makedonya’da özellikle filmin çekildiği Üsküp’te Türk asıllı, Türkçe konuşan pek çok kişi yaşıyor.
Bunların gelenekleri, görgüleri böyle bir filmin yapımında ne ölçüde yararlı oldu. Bu soruyu yöneltiyoruz Fuad Kavur’a...

"Doğru, Türkiye havasını en çok Üsküp’te bulduk. Filmde ufak rolleri oynayanlar, figüranlar arasında Türkçe konuşan pek çok kişi var. Üsküp’e tam bir Türk havası hakim. O kadar ki, ben oraya gittiğimde, Şehir Tiyatrosu Moliere’in Hastalık Hastası’nı Türkçe oynuyordu." diye başlıyor ve hemen ardından ekliyor:

"Makedonya’nın bir başka yaran da şu oldu: Biz İngiltere’den yola çakmadan bir İngiliz kostüm desinatörü ile anlaşmıştık. Ama Üsküp’e gidince baktım ki, köylülerin günlük hayatlarında giydiklerinin, bizim Türk köylülerinin giydiklerinden pek farkı yok.

Bunun üzerine, bu defa bir Yugoslav kostüm desinatörü ile anlaştık. Ve orada kullanılan günlük giysilere birkaç parça ek yaparak, yani özgün kostümleri kullanarak bütün gereksinimlerimizi hallettik."

Fuad Kaura filmin yapımına ne kadar gittiğini sorunca "Çok para" diyor, "Filmin bütçesi aşağı yukarı 6 milyon dolar"

Bunun ne kadar zamanda alınabileceği konusunda ise bir şey söyleyemeyeceğini belirtiyor,
"Bu kumar masasında, atılacak bir sonraki zarın kaç geleceğini bilmek gibi bir şey. Cevaplaması çok zor bir soru. Bazı filmler üç ay bazı filmler altı ayda, bazıları ise masrafını iki yılda çıkarır. Biliyorsunuz, işletme giderleri çok büyük bir kalem. Örneğin Gandi filmini ele alalım. Film 20 milyona çıktı. Ama Colombia Pictures bunun üzerine, Gandi filminin tanıtması için 12 milyon dolar daha harcadı.

Sinemacılıkta, gelirin yüzde 33’ünü sinema sahibi, yüzde 33’ünü işletmeci alır, gerisi yapımcıya kalır. Yani bir film bir dolara mal olsa, sinema sahibi ile işletmeciyi de hesaba katarsanız, başabaş gelebilmek için üç dolarlık bir gişe hasılâtı gerekir. Bu hesapla, bizim film altı milyon dolara mal olduğundan, 18 milyon dolar hasılat yaptığımızda başabaş gelmiş olacağız."

Yeni projeleri olup olmadığını soruyoruz, başını iki yana sallıyor, "Hele şöyle bu işin içinden bir yüzümüzün akıyla çıkalım da..."



Nuri Çolakoğlu | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 73 - 1 Haziran 1983
____________________________________________________________________________________________________________


ve İnce Memed’in yaratıcısı konuşuyor

Milliyet Sanat Dergisi’nin bu sayısında İnce Memed filminin yönetmeni Peter Ustinov ve yapımcısı Fuad Kavur,
filmin öyküsünü kendi açılarından anlatıyorlar. Bu öyküyü bir de sizden dinlesek...

1964 yılında 20th Century Fox şirketi "İnce Memed"in film çekme hakkını benden istedi. Anlaştık. Anlaşmamıza göre film 1965 yılında Çukurova ve Toroslarda çekilecekti. Senaryoyu Stanley Mann yazdı. Mann, o dönemde çok ünlü bir film senaristiydi. Ülkemizde "Korkunç Koleksiyoncu" adıyla oynayan filmin senaryosunu da o yazmıştı. Bu, o günlerde çok tutmuş, sanat değeri üzerinde durulmuş bir filmdi. Senaryo yazılırken Stanley Mann’le roman üzerinde epeyce konuştuk Mann, bana birçok sorular sordu. Daha sonra senaryonun Türkçesini bana gönderdiler. Takıldığım birtakım yerler oldu, düşüncelerimi Fox’a yazdım. Fox, bu senaryoyla Çukurova’da filmi çekmek üzere bizim hükümete başvurdu. Başvuru kabul edilmedi. Bunun üzerine Fox’un o zamanki sahiplerinden biri Türkiye’ye geldi, zamanın başbakanıyla görüştü. Gene filmin Türkiye’de çekilemeyeceği yanıtını aldı... Fox Henry Lucas’ın yeni bir senaryosuyla 1965’te ikinci kez hükümete başvurdu ve gene "çevrilemez" yanıtını aldı.

Sonra iş yılan hikâyesine döndü... Gel, git, 20th Century Fox sonuç alamıyordu. Hükümetlerimiz, bu filmi Türkiye’de çevirtmemeyi milli bir ödev sayıyorlardı. Ben de bunun nedenini anlayamıyordum. Türkiye’de yüzbinlerce, dünyada milyonlarca satmış bir kitabın ülkesinde çevrilememesi garibime gidiyordu. Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde de yapımcılar birkaç kez başvuruda bulundular, gene bir sonuç alınamadı. En son başvuru, anımsadığıma göre, Bülent Ecevit’in başbakanlığı zamanında oldu. Ve sansür kurulu başvuruyu bir kez daha geri çevirdi. Bu, bir romanın yirmi yıllık macerası... Kendisini demokratik bir ülke sayan Türkiye’de oluyor bu! Bu kitabın macerası bile gösterir ki, Türkiye’de demokrasi dediğimiz şey kasıtlı, özgürlüksüz, uydurma bir demokrasi idi. İnce Memed filminin Yugoslavya’da çekilmesi, elbetteki benim için acı oldu. Ama gene de bu iş sonuçlandığı için, yani bu yılan hikâyesi bittiği için memnunum. Çok kötü bir film olmuşsa, gene memnunum. Yirmi yıldır bizim demokrasisever yönetimlerle uğraşmaktan bıkmıştım.

Bu sözlerinizden, filmi görmediğiniz sonucunu çıkarıyorum.

Görmedim.

Peter Ustinov’la ne ölçüde işbirliği yaptınız?
Senaryo üzerinde ortak çalışmanız oldu mu?
Bu ilişkinin sizde bıraktığı izlenim nedir?

Peter Ustinov’u birkaç kez gördüm. Senaryosunda benim açımdan aksaklıklar vardı. Bunları kendisine anlattım. Aşağı yukarı hepsini kabul etti ve düzelteceğini söyledi. Filmi görmediğime göre bunları düzeltip düzeltmediğini bilemeyeceğim. Senaryosunu okuduğumda, genellikle beğenmiştim. Usta bir insan. Her telden çalıyor... Yaptığı birkaç filmi gördüm, bazılarını sevdim. İnce Memed’i nasıl anladı, ne kadar anladı, senaryodan çıkaramadım doğrusu.


Fox, İnce Memed’i satın aldığı zaman Elmo Williams, bana üç yönetmen önermişti:

  1. Elia Kazan,
  2. Kurosawa,
  3. Joseph Losey.

Bunlardan birini seçmemi istiyorlardı. Williams, o zamanın en tanınmış, büyük yönetmenlerinden biriydi. O da çok tutulmuş, sanat değerleri alkışlanmış bir sürü film yapmış bir kimseydi. Önerilen üç kişiden birini seçmek gerçekten zordu. Ama gönlüm Kurosawa’daydı. Sanıyorum onunla uzun bir süre mektuplaşıldı ve sonunda Joseph Losey’de karar kılındı. Losey, yaptı çok sevmişti. Ama, yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı, onlar filmi çeviremediler. Sonra film Ustinov’a geçti. Bu, benim seçimim dışında gerçekleşen bir olaydı. Ustinov, büyük zekâ parıltıları olan bir sanatçı.
Gene de, İnce Memed’in ona düşmekle talihi var, derim. Ancak ben, yapıtlarımın Türk yönetmenler tarafından Türkiye’nin olanaklarıyla çevrilmesini isterim. Bu da bugünlerde gerçekleşeceğe hiç benzemiyor. Belki çok yaşlandığımda, belki de ölümümden sonra gerçekleşir.

Şu günlerde Türkiye’deki yapımcılardan herhangi birine hiçbir yapıtımı vermem, demek istiyorsunuz...

Türkiye’deki yapımcı ve yönetmenleri çok denedim.
Yapıtlarımdan istediğim gibi bir sonuç alamadım hiçbir zaman. Gene de senaryolarını yazdığım yapıtlardan iyi filmler çıktı.

  • Lütfi Akad’ın "Beyaz Mendil"i,
  • Atıf Yılmaz’ın "Ölüm Tarlası" ve son olarak
  • Türkân Şoray’ın "Yılanı Öldürseler"i...

Bence her şeye karşın, Yılanı Öldürseler, Türkiye’de çevrilmiş en iyi filmlerden biri. Yalnız, tüm bu deneylerden sonra bile, herhangi bir yapıtımı şu sıradaki yönetmenlere teslim edebilme yürekliliğini gösteremiyorum. Şu anda çalışabileceğim bir tek yönetmen düşünebiliyorum o da Lütfi Akad... Elbette iyi yönetmenler var ülkemizde. Ama benim yapıtlarımı özümleyebilecek bir yönetmenin bulunduğunu sanmıyorum. Örneğin, geçen yıl "Demirciler Çarşısı Cinayeti"ni istediler. Bu yapıtı eğer Türkiye koşullarında doğru dürüst çekecek olsalar, buna Türkiye’deki hiçbir film şirketinin gücü yetmez. İnce Memed gibi yalın bir kitap altı milyon dolara çevrilmişse, Demirciler Çarşısı’nın çevrilmesi için en aşağı on beş milyon dolar gerekir. Öteki bütün kitaplarım da filmleri çok pahalıya malolacak hikâyelerdir. Her nedense, film bakımından bir talihsizliğim var. Buradaki en büyük talihsizlik de, yönetimin Demokles’in kılıcı gibi kitaplarımın başı üstünde durması. Çok ciddi düşünüyorum, yönetimle film ilişkilerini bir gün yazacağım.

Sizin "Menekşe İstasyonu" adlı bir senaryo yazdığınız biliniyor. Bu senaryo neden bir türlü filme çekilmedi?

O senaryoyu benden 1970’lerde bir Amerikan firması istemişti. Onlar için yazmıştım; firmanın buradaki adamı da senaryoyu sansürden çıkarmıştı. Ancak, filmin yönetmeni Türkiye’ye gelemediğinden dolayı çekime geçilemedi. Çok zor bir film, çok zengin... Türkiye’nin bugünkü koşullarıyla çok zor çekilir.

Ustinov, Nuri Çolakoğlu ile konuşurken ilginç şeyler söylüyor. Özellikle şu sözleri ilginç: "Çukurova’da insanlar bir öykü duyduklarında önce buna inanmak gerekir mi, gerekmez mi, pek bilemiyorlar. Çünkü olaylar ağızdan ağza yayılırken değişiyor, abartılıyor, saptırılıyor." Biz, Çukurova köylülerini İnce Memed’i gerçekten yaşamış bir kişi olarak görüp, onunla ilgili anılar anlattıklarını da biliyoruz...

Olay yalnız Çukurova insanına has değil, bütün insanlara hastır. Çarpıtmayı, saptırmayı kabul e-demiyorum. İnsanlar bir olayı özümlerken, bir hikayeyi okurken, dinlerken onu yeniden kendilerine has bir biçimde yaratırlar. İnce Memed tipi, yazarın gözüyle anlatmış bir tip değil, daha çok romandaki halkın görüşünden anlatılmış bir tiptir. Ve bu da saptırma, değiştirme olamaz. O, neyse odur. Çukurova insanının İnce Memed’i bir roman kahramanı değil de, bir yaşamış halk kahramanı sayması, onun gördüklerini, onu evlerinde konukladıklarını, ona yardım ettiklerini, onunla karşılaştıklarını söylemeleri bile yukarda belirttiğim gerçeğin açıklanmasıdır. Eğer İnce Memed onların yarattıklarına benzer bir kahraman olmasaydı, onu sonradan alıp kendi aralarına katma gereksinimi duymazlardı. Yukarıda da söylediğim gibi, tarih boyunca bütün halklar, ustalar ya da usta olmayanlar, büyük anlatıcılar ya da çok büyük özelliği olmayan anlatıcılar, anlattıkları hikâyeleri, destanlan, olayları yaratarak almışlardır. Dinleyenler de yaratarak ona katılırlar. Bu çarpıtma değil, insanlığın bir özelliğidir. Boyuna söylerim: Dilden dile gelen türküler, destanlar, hikâyeler, masallar, efsaneler, kırk bin yıl su altında cilâlanmış çakıltaşları gibi bize yalın, olgunlaşarak gelirler. Okuduğumuz romandaki insanlara yürekten katıldığımızda yaratma eylemi başlamış demektir. Yani, çağımızda da...

Ustinov "tipleme güçlüğü"nden söz ediyor. Filmi gerçekleştirirken, bir sinemacı olarak "görüntü öğesi"ni ön plana alma gereksinimi duyduğunu söylüyor. Ayrıca romandaki evrenselliği vurgulamak istediğini, romana bir "edebiyat olayı" olarak yaklaştığını da belirtiyor. Bütün bunların sonucu olarak, "Benim senaryomdaki kişiler, kitaptaki kadar net bir biçimde ak ya da kara değiller. Hemen hepsi gri. Yaşar Kemal bunu onayladı, çünkü sanırım bu kitabı yazdığı günden bu yana o da değişmişti" diyor. Siz ne diyorsunuz?

Romanın özelliği ve başarısı bence bütün tiplerin net olmasından ve aralarında keskin hatlar bulanmasından ileri gelir. Ben, bu roman için Peter Ustinov gibi düşünmüyorum. Senaryoda da, onun söylediği gibi bir grileşme görmedim.

Filmin yapımcısı Fuad Kavur’la tanıştınız mı?

Tanıştım. İyiniyetli bir insan. İnce Memed’in gerçekleşmesi için olağanüstü çaba harcadı.
Eğer Fuad Kavur bu işin içinde olmasaydı, sanıyorum İnce Memed filmi gerçekleşmezdi.

Son olarak sinema sanatı ve sinema-edebiyat ilişkileri üzerine görüşlerinizi sormak istiyorum.

İnce Memed’i konu alan dört senaryo okudum. Yazarlarının üçü yabancı, biri Türk’tü. Aşağı yukarı hiçbir senaryo birbirine benzemiyordu. Bir olayı beş kişiye versek, ya yazdırsak, ya anlattırsak, sonuçlar apayrı olur, bu denenmiştir. Sinemacı, bir olayı, bir insanı, bir doğa parçasını yorumladığı gibi, bir romanı da yorumlar. Film ayrı şeydir, roman ayrı şey... Bir romanı tıpatıp filme çekmek mümkün değildir, bu mümkün olmayan şey de filmciden istenmemeli. Filmci film diliyle o romanı ne kadar özümlemiş, ona bakmalı. Bence bir roman, bütün detaylarıyla filme aktarılırsa, ortaya çıkan şey film olmaz, başka bir şey olur.

Edebiyat-sinema ilişkileri gittikçe artıyor, yoğunlaşıyor. Artık her romancının yüreğinde bir ya da birkaç film aslan yatıyor. Filmin yayılma olanakları romandan daha çok. En kabadayı romanın dünyada okuyucusu üç-beş milyonu geçmez. Oysa bir filmin seyircisi on milyonları bulabilir. Başlangıçta romanlardan iyi filmler çıkaramıyorlardı yönetmenler. Çoğu bütünüyle romana bağlı kalmak istiyordu, bu da başarısızlığa neden oluyordu. Bir kısmı da romandan değişik yollara sapıyor, romanla ilişkisi olmayan bir takim öğeler katıyordu filme; bu da başarısızlığa neden oluyordu. Bugün bir romandan nasıl yararlanılır, artık film yönetmenleri bunu çok iyi biliyorlar. Ve mükemmel filmler ortaya çıkarıyorlar. Geçenlerde Paris’te bir film gördüm, adı "Ragtime"dı. Romanını daha önce okumuştum, orta başarıda bir romandı. Film ise bir başyapıt olmuştu. Dedim ya, artık dünyada yönetmenlerin büyük bir kısmi romanlardan çok iyi filmler çıkarmayı öğrendiler. Bu, edebiyat için de, sinema sanatı için de yararlı oluyor. Bir kere, bir tek yapıtı filme çekilmiş bir yazar, ömrünün büyük bir kısmında, belki de bütün ömrünce yoksulluktan kurtuluyor. Sinema, hem kitapların geniş kitlelere ulaşmasını sağlıyor, hem de yazara para kazandırıyor.



Alpay Kabacalı | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 73 - 1 Haziran 1983