Günümüzde gazeteci-yazarların çok satışlı kitapları
12 Eylül’den sonra şu son dönemdeki siyasal yaşamımızın hesabını çıkaran pek çok yayın yapıldı; yapılıyor. Bunlardan bir bölümü ihtilalcilerin anıları. 12 Eylül’ün önsözü sayılabilecek olaylara, 27 Mayıs’tan beri darbe girişimlerinin, darbelerin hazırlıklarına katılmış, sorumluluklarını üstlenmiş eski subaylar, eski komutanlar, içinde yer aldıkları olayları kendi acılarından anlattılar, kendilerini savundular; salt kendilerinin doğruyu gördüğüne, en doğru eylemi kendilerinin gerçekleştirdiğine hepimizi inandırmaya çalıştılar.
- Muhsin Batur’un Anılar ve Görüşleri,
- Celil Gürkan’ın 12 Mart’a 5 Kala’sı,
- Talat Turhan’ın Bomba Davası vb bu tür yayınlar arasında yer alıyor.
Olaylara ilk elden tanıklık getiren bu tür kitapların yani başında ise gazeteci-yazarların kitapları yer alıyor.
Günümüzde en çok okunan kitaplar da bunlar.
Bu kitaplar için edebiyat adamlarının şöyle söylediğini okuduk kısa bir süre önce Nokta dergisinde:
“Gazeteci-yazarların 12 Eylül ve sonrası üzerine yazdıkları inceleme ve anı kitapları edebiyatın pabucunu dama attırdı.”
Gazeteci-yazarların kitapları eskiden beri okur bulmuştur ama günümüzde gördükleri ilgi çok daha geniştir. Gazetecilerin kitapları eskiden ya gazetelerdeki gündelik yazıların derlenmesinden oluşuyor ya da yaş ilerleyen yazarların geçmişe dönük anılan şeklinde oluyordu. Zaman zaman yakın tarihin merak uyandıran konularının ele alındığı da görülüyordu. Şimdi ise gazeteciler belirli konuları, geniş boyutlarda işlemeye yöneliyorlar. Karşımızda bulunan kitaplar işte bu çalışmalardır. Örneğin şu 12 Eylül sonrasıyla onu oluşturan çerçeveyi işlerken gününde gazetelere tümü yansımamış ya da yasaklanmış belgeleri kullanıyorlar. Yönetimde etkin kişilerin bilmediğimiz davranışlarını anlatıyorlar. Kapalı kapıların ardında geçmiş ve demokrasiyi zedelemiş olayların ayrıntılarını sergiliyorlar. Kovuşturmaları, tutuklama ve işkence olaylarını yaşayanların ağzından duyuruyorlar. Karşımıza çıkan iç açıcı değil ibret verici görünümlerdir. İbret alabilirsek hiçbiri bir daha tekrarlanmayacaktır. Söz konusu kitapların bu işlevi yerine getirmelerini bekleyeceğiz.
Bizim basın tarihimizde gazetecilik hizmetinin geçmişte geniş ölçüde edebiyat adamlarının kalemiyle gerçekleştirildiği görülür.
- Şinasi,
- Namık Kemal,
- Ahmet Mithat Efendi,
- Peyami Safa vb, dönemlerinde basının ve edebiyat dünyasının adamlarıydı.
Bu adlara Ahmet Rasim’den Falih Rıfkı’ya kadar başka adlar da eklenebilir.
Bu yazarların günlük yazılarından derlenmiş yapıtları şimdikilerin kitapları gibi belirli sorunları irdelemek için yazılmış değillerse de bir anlatım tadı taşıdıkları için daha çekici görünürler, okurlarını etkilerler, iz bırakırlar.
Edebiyat kitaplarına kadar geçerken dönemlerine tanıklık getirirler.
Bu eski gazeteci-yazarlardan örneğin Ahmet Rasim’in;
- Şehir Mektupları,
- Cidd ü Mizah,
- Eşkâl-i Zaman,
- Gülüp Ağladıklarım,
- Muharrir Bu Ya vb. gibi kitaplarında, geçen yüzyılın sonu ile bu yüzyılın başındaki yaşamımıza geniş bir tanıklıkla karşılaşırız.
Basın çevrelerinde gazetecilerin, edebiyatçıların dünyasından başlamak üzere imparatorluk başkentinin sokaklar, çarşıları, eğlence yerleri, evleri, camileri, tekkeleri yöneten-yönetilen, ezen-ezilen insanları sayfalar arasında yerlerini alırlar.
Falih Rıfkı Atay’ın ise DP yönetimi döneminde makalelerinden derleyip yayınladığı Niçin Kurtulmamak, Çile gibi kitapları bu dönemde yan çizilen devrimci görüşleri savunur. Batı uygarlığına bağlı, akılcı, layik dünya görüşünün temsilciliğini yapar. Sözde demokrasi adına devlet eliyle girişilen inanç sömürücülüğüne karşı çıkar. Atay’ın daha eski yapıtları Cumhuriyet ideolojisini kuran eylemin sorumluluklarını paylaşır. Onun Eski Saat kitabında yer alan ve 1917-1933 yıllarına ait geniş toplulukta günün içinden tanıklık edilerek imparatorluğun yıkılış nedenleri bir bir gösterilir. Okur ilk dünya savaşının getirdiği içten ve dıştan yıkımı bütün acılarıyla tanır. Mütareke, işbirlikçiler, sorumlu başların kötü yönetimleri sayılıp dökülür. İşgal İstanbul’unda yabancı sansürünün delik deşik ettiği gazete yazılarıyla bir avuç aydının kurtuluşa olan inancı dile getirilir. Eski Saat’in “Son Yazılar” bölümü genç cumhuriyetin özellikle halkçılık, layiklik, devletçilik ilkelerinin savunmasıdır. Serbest Fırka ile giriştiği polemik yazılarında bu ilkelere karşı kamuoyunu etkilemeye çalışan muhalefet sert eleştirilere hedef olur.
Daha yakın dönemde 1960 sonrasının toplumsal uyanışı, yeni Türkiye’nin gelişiminde halkın çıkarına gerçekleştirilecek doğrultunun aranışı ise en etkili kalemlerden biri olarak Çetin Altan’ın yazılarına yansımıştır.
Daha sonraları roman, anı, deneme türlerindeki çalışmalarıyla usta bir edebiyat adamı da olduğunu kanıtlayacak olan Altan;
- Taş,
- Sömürücülere Karşı Savaş,
- Suçlanan Yazılar gibi kitaplarında topladığı fıkralarıyla geniş halk topluluklarıyla iletişim kurabilmiş, onlara iç ve dış sömürüye karşı direnmenin, haklarına sahip çıkmanın, yönetimde gerçek yerlerini almalarının yolunu yordamını göstermiştir.
GÜNÜMÜZÜN KİTAPLARI
Günümüze yaklaşırken;
- Nadir Nadi,
- İlhan Selçuk,
- İlhami Soysal,
- Mümtaz Soysal,
- Ali Gevgilili,
- İsmail Cem ve daha birçokları gazete yazılarını kitaplaştırdılar.
Ancak günümüzde fıkralardan, köşe yazılarından derlemeler değil de gazetelerde bazan sadece özetlerine yer verilebilen geniş hacimli araştırmalar ön plana geçti. 12 Eylül’ün getirdiği suskunluk dönemini yakın dönem siyasal yaşamını ele alan yapıtlar izledi.
Bu yapıtlardan birinin, Erbil Tuşalp’in İnsan Hakları Dosyası / Bin İnsan’ının sunuş yazısını kaleme alan Prof. Bahri Savcı şu tanıklığı getirdi:
“Son zamanlarda gazeteciler Türkiye ile ilgili sorunları düşünme, gene düşünme, tartışma, bir algıya varma, bu algıdan doğru sonuç çıkarma süreci ve çıkış noktalarına doğru getirme masasına getiriyorlar. Bu masa bütün Türkiye’dir, bütün Türkiye’nin siyasal entelektüalizm alanıdır. Üniversitesi ile, demokratik serbest kurumları ile, politika üzerindeki eleştiri ve değerlendirmeleri ile, kamuoyu üreten dinamikleri ile bütün Türkiye...
Fakat itiraf etmekten korkmayalım; bu masaya getirilen katkı çok azdır.”
Prof. Savcı’nın tanılamasına göre günümüzde “Üniversite çok dar çerçevelenmiş bir statü içindedir. Kamuoyu üretecek olan, kamuoyunu yönlendirecek olan ve sonunda ulus adına ulusu yönetecek olan dinamikler ise türlü yasaklarla çevrilmiş bir ’demokrasi biçimselliği’ içine hapis edilmiş durumdadırlar. Ve en büyük politika üretme arenasında (parlamentoda), temeldeki üretken güçlerin (partilerin) büyük bir bölümü yoktur.”
Konumuz olan kitapların yazarları bu koşullar ortasında sorunlarımızı ele almaktadır. Ancak yakın dönem siyasal yaşamımızı sergileyip değerlendirmeye, hele bunlara dayanarak gelişme modeli araştırmaya girişirken anlattıkları döneme sahici bir ayna olamıyorlar. Yeni ufuklar açamıyorlar. Doğru tanlar getiremiyorlar, hele kesin çözüm yolları öneremiyorlar. Bütün bunlarda yaşadığımız dönemin hâlâ her şeyi tartışma ortamına getirmedeki kısıtlamaları kadar söz konusu kitapların yazarlarının birer düşünür-bilim adamı olamayışlarının payı vardır. Yakın geçmişteki bir meslektaşlarının, Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni ile ortaya koyduğu tutarlı, derinlikli çalışmanın bir benzerinin dikkatimizi yönelttiğimiz yayın hareketi içinde verildiğini kabul etmek olanaksızdır.
Gene de bütün bu yazarlar güç koşullar içinde güç işleri başarmaktadır. Geçmişteki siyasal deneylerimize de dayanarak günümüzün siyasal yaşamına tanıklık etmektedir. Bugünü yöneten kadroların içyüzünü, uygulanan yöntemleri, çıkar pazarlıklarını, işkenceyi, yolsuzluğu, rüşveti onların kalemlerinden öğreniyoruz.
Geçmişin olaylar bugün kapanmış tarih sayfalarının malı değildir.
Bunların benzerleri günümüzde de yaşanır, tarih tekrar eder.
Tekrarlanan olaylar karşısında geçmişin deneylerinden yararlanarak tutumumuzu belirleriz.
İlhami Soysal’ın 2 kitabı;
- Kurtuluş Savaşında İşbirlikçiler ve
- 150’likler bize siyaseti belirleyecek dinamikleri saptıran, yozlaştıran güçler hakkında bilgi veriyor.
Bunlar düşmanla işbirliği yapar, düşman yenildikten sonra ise zaferi kazanan kadroların yardakçısı olmayı başarırlar. Soysal kitabında uzantıları günümüze ulaşan güçleri, sorunlar tanıtırken “Uzantısı günümüze ulaşan bir parti” başlığı altında “Mutlakiyetten meşrutiyete geçişi hazmedememiş tutuculuktan öteye gericiliğin yandaşı olan kadrolarla, aradıklarını İttihat ve Terakki iktidarında bulamayanların, yani İttihat ve Terakki içi muhalefetinin bir kanadından oluşan Hürriyet ve İtilaf Fırkası, temsil ettiği çizgiyle, Cumhuriyet Türkiye’sinde de izlerini CHP karşısındaki pek çok partide az ya da çok sürdürmüştür.” diyor. Okur 28 Eylül ara seçimi öncesindeki yoğun siyasal propaganda sırasında bu tarihsel mirasın nasıl sürdürüldüğünü hatırlayacaktır.
Kurtuluş Savaşının karşısında yer alan,düşmanla işbirliği yapan geniş kadroların zaferden sonra nasıl karşılandığı tarihin ibret verici bir sayfasıdır. Bu geniş topluluk 1923 ve 1924 yıllarında 2 genel aftan yararlanmış, sadece 150 kişi affın kapsamı dışında tutulmuştur. İlhami Soysal, 150’likler diye bilinen bu kadroyu tanıtıyor. Onlara ait uygulamayı anlatıyor. 29 Haziran 1938’de kabul edilen yasayla 150’likler affedilmişlerdir. Soysal’ın kitabında yer verdiği bir tanıklığa göre Atatürk, “Ben onları affediyorum... Fakat göreceksiniz ki onların içinde beni affetmeyenler bulunacaktır” der.
Atatürk’ü gerçekte affetmeyenlerin 150’likler kadar dahi ceza çekmemişler içinden çıkması ise tarihin çelişkilerindendir.
PANORAMANIN ÇİZGİLERİ
Gazeteci-yazarların kitapları Meşrutiyetten günümüze gelen bir panoramayı canlandırıyor: Örsan Öymen, Bir İhtilal Daha Var kitabında 1908’den 1980’e kadar meydana gelmiş ihtilalleri, darbeleri, darbe girişimlerini konu ediniyor. Öymen sevimli bir portrenin, eski gazeteci Burunsuz Tevfik’in tanıklığına başvurarak konu edindiği, Babıali baskınından başlıyor tarih yolculuğuna. Atatürk’ün Selanik’te 1908 yılında söylediği bir sözü kitabına başlarken de bitirirken de anıyor: “Ordunun siyasete karışması işi artık bitmelidir. Asker kışlasına, siyasetçi siyaset sahnesine dönmezse her şey mahvolur. Halbuki bizimkiler...” Öymen “Bizimkiler”in davranışlarını, imparatorluk döneminden başlayıp Talat Aydemir’in serüvenini de geniş biçimde işleyerek gözümüzün önüne seriyor.
Cüneyt Arcayürek’in Demokrasi’nin İlk Yılları 1947-1951 cildiyle başlattığı dizi;
- DP yönetimini,
- 27 Mayıs devrimini,
- 12 Mart’ı,
- Demirel dönemini,
- 12 Eylül’ü kapsayarak birçok olayın unutulmuş, az dikkat çekmiş ya da zamanında konu edinilmemiş yanlarını anlatıyor.
Ancak bu deneyimli gazeteci haber kaynaklarının zenginliğine, tanık olduğu olayların çeşitliliğine karşın sıraladığı olayların toplumsal gelişmedeki yerlerini açık seçik görüp gösterememiştir. Bunları Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bir dünya görüşü içinde değerlendirememiştir.
Hikmet Çetinkaya Sancılı Yıllar 1965-1971’le 12 Mart’in öncesi ve sonrasını konu ediniyor, bu dönemdeki işçi, öğrenci eylemleriyle kırsal kesimin direnişlerini sergiliyor. Uğur Mumcu’nun Silah Kaçakçılığı ve Terör yapıtında dönemin sağda ve solda vuruşan güçlerinin hangi kaynaklardan nasıl desteklendiği gösteriliyor.
“Türk basınında son yılların en önemli olaylarını inceleyip belge-kitap akimini yaratan yazar” diye tanıtılan Mehmet Ali Birand’ın 12 Eylül-Saat: 04.00 kitabı Sedat Simavi Vakfı’nın Kitle Haberleşmesi ve İstanbul Gazeteciler Cemiyeti’nin ödüllerini kazandı. 1986 Nisan’ında 14. basımı yapılmıştı. Birand’ın kitapları belgelere yer veriyor. Olayların perde arkasını gösteriyor. Güç konular bile kolay kavranan noktalarıyla ortaya koyuyor. Ancak resmi görüşe her zaman herkesten daha fazla uyuyor. Bir eleştiri getirmekten uzak kalıyor. Bu niteliğiyle de geleceğe yönelik boyuttan yoksun kalıyor.
Bu niteliğe sahip yapıtlar arasında Hasan Cemal’in;
- Tank Sesiyle Uyanmak ve
- Demokrasi Korkusu kitapları sayılmalıdır.
Hasan Cemal toplumcu, ilerici Türk aydının temsil eden gazetenin başında. Yaşadığımız günlere en sağlıklı tanıyı koyan, geleceğe ilişkin gelişimi halkın yararına belirleyen kesimin içinde önemli yeri var. 12 Eylül’le başlayan ve 1985 Eylül’üne kadar gelen bir siyasal-toplumsal yolcuların ayrıntıları onun 2 kitabında. Yönetimin başındakilerin tutumlarını, uygulanan baskıları, yönetim tarafından verilen kararların, değerlendirmelerin niteliklerini bu kitaplarda buluyoruz. Hasan Cemal gergin 5 yılın içinde gerçeğin sözcülüğünü ödün vermeden yapan, eleştiriden kaçınmayan bir basın adamı. Türkiye’ye sağduyunun, aklın, bilimin öngördüğü geleceği kazandırmak için kamuoyunu hazırlamakla görevli olduğunun bilincinde. Kitaplarında bu gelişimi durdurmak isteyen hareketleri, görüşleri göz önüne seriyor. Çelişkilerini, tutarsızlıklarını gösteriyor. Kamuoyuna sunulması dönemlerinde engellenmiş belgeleri okurunun karşısına getiriyor.
12 EYLÜL’ÜN ÖNCESİ VE SONRASI
Gazeteci-yazarların günümüzdeki kitaplarının uyandırdığı geniş ilgi 12 Eylül’ü konu edinmelerinden geliyor. Bu yapıtlar dönemin bütün siyasal gizlerini sergilemekten uzak. Bilinmeyen her şeyi bulup çıkarmanın güçlüğü kadar söylemenin de güçlüğü var. Dönemin öncesi ve sonrasına ait gözlemler, değerlendirmeler gene de olanaksız değil.
Emin Çölaşan, 24 Ocak Bir Dönemin Perde Arkası kitabıyla Batı dünyasının Türk ekonomisine empoze ettiği gelişme modelinin içyüzünü sergiliyor. 1985 Eylül’ünde 15. basımı yapılan kitap yabancı kuruluşlarla yapılan pazarlıkları, girişilen taahhütleri anlatıyor. 12 Eylül öncesinde Adalet Partisi azınlık hükümetinin IMF ve OECD ile vardığı uzlaşmaların 12 Eylül’den sonra aynı doğrultuda nasıl sürebildiği, o dönemin ekonomi danışmanının yeni dönemde hükümetin başında nasıl olup da yer alabildiği Çölaşan’ın kitabıyla açıklanabiliyor.
Yalçın Doğan’ın Dar Sokak’ta Siyaset (1980-1983) kitabinin konusu 12 Eylül sonrasında yeniden demokratik siyasal yaşama geçilmesi için arayışlar, bu yoldaki gelişmeler, sıkıntılar, gösterilen çabalar... Partisiz dönemden yeniden partili döneme geçilmesi, yeni partilerin tabanlarından liderlerine otopsileri soğukkanlı, akılcı tutumla gerçekleştiriliyor.
12 Eylül döneminin acil bir yönü ise Erbil Tuşalp’in;
- 12 Eylül Tutanakları / Bin Tanık ve
- İnsan Hakları Dosyası / Bin İnsan kitaplarının konusu.
Tuşalp mahkeme tutanaklarına, doktor raporlarına, somut belge ve bilgilere dayanarak bu dönem boyunca uygulanmış bir insanlık suçuna tanıklık ediyor. Kitabının acı dolu yapraklarında işkence görenlerin serüvenleri ve işkencecilerin barbar yüzleri yansıyor.
- İlhan Selçuk’un Görülmüştür adlı kitabı cezaevi duvarlarının çizdiği sınır ve açtığı ufuk arasında günümüzün sorunlarını yansıtmaktadır.
İlhan Selçuk “Türk yazarları edilgin değillerdir ve yaşadığımız çağın tanıklığını sanık sandalyelerinde vurgulamaktadır” demekte...
Türk yazarlar yaşadığımız günlerin tanıklığını sanık sandalyesinde de oturmaktan çekinmeksizin yerine getirmiştir.
Yeni dönemin kalem sahipleri ve kitap sahipleri Türkiye’nin sorunlarını bilgiyle işlemekte, günlük politikaya ayak uydurmaksızın değerlendirmeye çalışmaktadırlar. olaylar gibi dış olaylar ortasında da Türkiye’nin sorunlarını geniş çerçevede, çağdaş dünyanın sorunlarıyla birleştirerek irdeleyebilmektedirler. Ufuk Güldemir’in bağımsız dış politika ilkesini öngören Kanat Operasyonu kitabı bu niteliğiyle dikkat çekmektedir.
Gazeteci-yazarların kitapları yaşadığımız günlerin canlı bir tanığıdır.
Bu binlerce sayfalık toplam günümüzü geleceğe yansıtmada eşi güç bulunan bir ayna olacaktır.
Henüz senteze varmayanları, anlatımı savruk olanları, geleceğe ait hedefleri açık seçik görüp gösteremeyenleri olsa da basın cephesinde yeni bir şeyler var...
Konur Ertop | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 154 - 15 Ekim 1986
___________________________________________________________________________________________________________________________
Gazeteci-yazarın toplumsal işlevi
Son yıllarda gazeteci-yazarların yapıtları birbirini izlemeye başlayınca, bu yapıtlara sanat çevrelerinde duyulan tepki de giderek sertleşir oldu.
Ozanlar olsun, öykü-roman yazarları olsun, Türk yazınının önde gelen bazı isimleri, hatta bazı eleştirmenler bu tür yapıtları iyi gözle görmüyorlar.
Onlar açısından bakılırsa, haksız da değiller pek. Birçok yazarımız, zaten kıt-kanaat geçindiren telif hakkının eline bakıyor. Okurun kitaba ayırabileceği para çok sinirli. Baskı sayısı 5 bini aşabilen kitaplar parmakla gösterilecek kadar az. Oysa gazeteci-yazarların yapıtları, baskı üstüne baskı yapıyor. Bu tür yapıtlar, sık sık kitap piyasasını teslim alır oldu. Ozanı, yazarı, kitap okurunu bu tür yapıtlarla paylaşmak istemiyor.
Bu kişisel açıdan bakıldığı zaman gazeteci-yazarın yapıtına, yazın adamlarımızın neden iyi bakmadığını kavramakta hiçbir güçlük yok.
Ne var ki, bazen kişilerin gerçekleriyle, toplumların gerçekleri birbirine taban tabana ters düşebiliyor. Biz, ozanın, yazarın endişesini ne ölçüde anlayışla karşılıyorsak, gazeteci-yazarların çalışmalarını da en az o ölçüde, mutlu bir gelişme olarak görüyoruz.
AÇIK REJİME HİZMET
Batı’da olduğu gibi Türkiye’de de bu tür yapıtların, çok şeyi değiştireceğine inananlardanız. Bu tür yapıtlar bizde şimdilik “kapalı dönemleri” deşmenin ötesine, doğrusu pek fazla geçemiyor. Ama Türkiye’de açık rejim, demokratik yaşam tarzı yerleşip serpildikçe, bu tür yapıtların niteliği de değişecektir. Gazeteci-yazar, daha başka konuları da kitap boyutunda sunmağa başlayacaktır.
Belki aşırı bir sav gibi görülebilir ama, biz demokrasinin, bir yaşam biçimi olarak yerleşmesinde, bu tür yapıtların azımsanamayacak bir payı olduğu inancındayız. Türkiye’de son yıllarda çıkan bu tür yapıtların çoğu, “kapalı dönem”lerin içyüzüne eğiliyor. Herkes görüyor ki, hiçbir sırrı, sonuna kadar saklama olanağı yoktur. Aradan birkaç yıl geçmeden, birçok gizli olay su yüzüne vuruveriyor. Demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak algılamaktan uzak birçok kafayı bu gerçeğin, zamanla hizaya getireceğini düşünürken acaba fazla mı iyimseriz?
Gazeteci-yazarların ortaya çıkardıkları yapıtların geçmiş olaylar güncelleştirme, günümüze getirme gibi bir işlevi daha var. Dönüp dolaşıp geçmiş günleri tartışarak havanda su dövdüğümüzü sananlar olabilir. Ama geçmiş olayları güncele getirmenin, toplumda uyarıcı, uyandırıcı bir işlevi olduğunu da yadsımamalıyız.
Gazeteci-yazar yapıtları, genel olarak okurun alışkanlıklarında da önemli değişiklikler yapacaktır sanıyoruz. Her şeyden önce gazete okurunun gündelik olaylara bakışı ve ilgisi değişecektir. Olayların geçmişini bilen okur, günlük gazetede, satır aralarını okuma hünerini kazanacaktır. Bu tür yapıtlar, bir zaman sonra, kamuoyunun bakış açısını belirlemekte, gündelik gazeteler kadar etkin olacaktır yargısı, hiç de abartma sayılmamalıdır.
Bunun ötesinde, yakın geçmişteki siyasal, ekonomik olayların perde arkasına bakabilen bir okur gözünün, günlük gazetelere ilgisinin de artacağından kuşku duymamalıyız.
UZUN YAZI - KISA YAZI
Okurun eğilimiyle gazetenin türü arasında bir iç-etki bağı vardır. Okur olaylara ilgi duydukça, gazete o olayların üzerine daha hızlı gider, okuruna daha doyurucu bilgi vermeye çabalar. Yakın yıllara kadar, Türkiye’de olduğu gibi Bati’da da okurun uzun yazdan sıkıldığına inanılırdı. Ne var ki, gelişen televizyon haberciliğinin yazılı basın üzerindeki olumsuz etkilerinden, Batı basını uzun, ayrıntılı haber türüne kayarak korunabildi. Bugün New York Times ya da Washington Post gazetesini okuduğunuz zaman, dünyayı avucunuzun içi gibi bilebilirsiniz. İnancım o ki, bir olayın derinlemesine inen gazeteci-yazar yapıtları bizde de sabirli okurlar yaratacaktır. Milliyet, Cumhuriyet, Hürriyet gibi üç büyük gazetenin ayrıntılı, uzun habere kayması, pek de boşuna değildir.
Gazeteci-yazarların yapıtları, okuru olduğu kadar gazeteciyi de değiştirecektir. Gazetecilerimiz araştırma gazeteciliğine daha fazla önem vereceklerdir. Bir süredir bazı gazetelerin yayınlamağa başladığı, araştırma ürünü dizi yazılar, bu gelişmenin habercisi sayılmalı. Araştırma gazeteciliği kökleştikçe, gazetelerin etkinliği, güvenilirliği ve saygınlığı da artacaktır.
Ve nihayet bu tür yapıtların bir de belge olma niteliği vardır.
NASIL BAŞLADI?
Bizi bir yana koyalım, gazeteci-yazarların yapıtları Bati’da da çok eski değildir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde bu tür yapıtlar, siyaset ve düşünce adamlarının tekelindeydi. Belli bir siyasal konumun, siyaset adamına sağladığı gizli belgeleri görme, bilgileri öğrenme üstünlüğü, sonunda kitap boyutunda açıklamalara, anılara dönüşürdü. Ama siyaset adamının bu alandaki tekeli yavaş yavaş kırıldı, gazeteci-yazarlar öne çıktı.
Bu türün ilk örneklerinden biri Karl Marx’ın The Eastern Question 1853-1856 - Doğu Sorunu: Türkiye adlı yapıtıdır.
- 19. yüzyılın ortalarında Osmanlı Devleti’nin Batılılarla ilişkilerini,
- Batılıların Türkiye hesaplarını değerlendiren yazılarını Marx ilkin bir Amerikan gazetesinde yazmıştı.
Bu yazılar sonra kitap halinde toplanmıştır.
Lenin’in 45 ciltlik tüm eserlerinin büyük kısmı da gazeteci olarak yazdığı yazılardan oluşur.
Ama bugün artık o türlerin dışına taşıldı.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Finlandiya ve Ukrayna cephelerinde savaş muhabirliği yapan Malaparte’nin;
- 1944’te yazdığı Kaputt,
- 1947-48’de yazdığı Journal d’un Etranger - Bir Yabancının Günlüğü, savaş olaylarını yansıtan yapıtlarının başında geliyor.
- S. Chreiber’in Amerika Meydan Okuyor’u,
- Alain Peyrefitte’in Çin Uyanınca’sı,
- M. Antonietta Macciocchi’nin Çin Deyince’si de bu tür yapıtların klasikleri arasındadır.
- Helene D’Encausse’un L’Empire Eclate - Parçalanan İmparatorluk’u Sovyetler Birliği’ndeki ulusal birimler ve Müslümanların durumu hakkında çok değerli bilgiler aktarır.
- Washington Post gazetesinin, Watergate olayını ortaya çıkararak, bir başkanın siyasal yaşamını bitiren iki mensubunun, Bernstein ile Woodward’in All the President’s Men - Başkanın Adamları adlı yapıtı, tüm devlet adamlarına, parmağını azarlayarak sallayan bir başöğretmen gibi duruyor kitaplıklarda.
- İngiliz gizli servisleri M15 ve M16’yı en iyi araştıran, Times gazetesi muhabirlerinden Nigel West oldu.
- Financial Times gazetesinin köşe yazarlarından Samuel Britain’in İngiliz ekonomisine ilişkin yazılarını, bir bütünün çerçevesine oturtan kitapları, bu türün, en okunan yapıtları oluyor.
- Fransız gazeteci Regis Debray’la Max Gallo’nun, Avrupa Komünizmi hareketinin öncülerinden ispanyol komünist lider Santiago Carillo’yla yaptıkları görüşmeleri içeren Dialogue on Spain - İspanya Uzerine Konuşmalar, sosyalist hareketteki son eğilimleri ortaya koyuyor.
- Bir gazeteci çıkıyor, Günter Wallraff, Almanya’daki yabancı işçi sömürüsünü, En Alttakiler’le herkesten önce ortaya koyuyor.
- İngiltere halkı, krallık ailesine beslediği yakınlık tutkusunu, bir gazetecinin, Alaisdair Burnet’in In Person, the Prince and the Princess of Wales- Kişi Olarak Galya Prensi ve Prensesi yapıtıyla ya da In Private, In Public - Evde, Dışarda yapıtıyla besliyor.
- Uzun yıllar Times gazetesinin Moskova muhabirliğini yapan Michael Binyon, Sovyetler Birliği’nde geçirdiği yılların gazete sütunlarına yansımamış izlenimleriyle, Batı dünyasına Sovyet insanını tanıtıyor.
- Kürtlerin yaşamını, bir Fransız gazeteci, Figaro’nun ve Le Monde Diplomatique’in yazarı Chris Kutschera anlatıyor.
Son haftalardan bir-iki örnek.
Herhangi bir Amerikan gazetesinden çok daha fazla tiraj olan Wall Street Journal’in sütun yazarlarından Foster Winans’in Trading Secrets - Ticaret Sırları kasıp kavuruyor Amerika’yı şu günlerde. Winans, Wall Street Journal’in Heard on the Street başlıklı sütununun iki yazarından biriydi. Pay senetleri borsasını etkileyen ticari gelişmeleri izler, yazardı. Sütununda yazacağı bilgileri, el altından daha önce belli çevrelere fısıldayarak, bazı insanların zengin olmasına payanda vurduğu gerekçesiyle gazeteden atıldı. Şimdi çıkardığı kitap, Amerikan sermaye piyasasının orta yerine bir nükleer bomba gibi düştü.
12 Ağustos 1985’te Japon Havayolları’na (JAL) ait bir Boeing uçağının yaptığı kazayı anımsıyor musunuz? Hani 520 kişinin ölümüyle havacılık tarihine “en feci hava kazası” diye geçmişti. Olayın altını deşen bir Japon gazeteci, Hiroyuki Fukuda, Who has Exploited the JAL Accident? - JAL Kazasını Kim Sömürdü? başlıklı bir kitapta topladı incelemesinin sonuçlarını. Kitap basıldı, ama dağıtılmadan önce toptan satın alındı, imha edildi. Kitaba düpedüz el koyan kişi, Kanebo adlı bir dokuma ve kozmetik firmasının sahibi olan, ama aynı zamanda JAL’ın da Yönetim Kurulu Başkanı Junji İto’ydu. İto, kitabının bazı bölümlerinin yeniden yazılmasını istemişti. Yazar bu isteğe uymadı; kitabı olduğu gibi yayınlamakta direndi. Kitabın ilk baskısı için İto, yayınevine 66 bin dolar ödedi. Şimdi yani baskı geliyor. İto’nun telaşı, kitapta kamuoyunun bilmemesi gereken bir şeyler olduğunu gösteriyor.
Sözün sonuna geldik.
Gazeteci-yazarlar Batı’da kökleşmiştir. İyi bir okur kitleleri vardır.
Batı’da okuma alışkanlığı daha yaygındır, kişilerin ekonomik gücü daha sağlamdır.
O nedenle Batı’da gazeteci-yazarlar, yayın dünyasının kıskançlık yaratmayan, ayrılmaz parçalarıdır.
Türkiye’de okur kaptırma endişesiyle, gazeteci-yazarları kötülemeğe çalışmak, bize pek de yerinde görünmüyor.
Kaldı ki, Türk yazını, toplumsal sorunlara parmak basmakta, gazetecilerin gerisinde kalıyor.
Yazarlarımız hâlâ 12 Mart’ı tartışırken, neredeyse 12 Eylül’ü bitirmek üzereler.
Bize öyle görünüyor ki, Türk yazını, toplumsal gelişmeleri daha yakından izlemeğe başladıkça,
yazın dünyası ile gazeteci-yazar dünyası birbirini tamamlayarak kitap piyasasında dengeye varacaktır.
Yurdakul Fincancı | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 154 - 15 Ekim 1986