ARZEN hükümdarı Mehmene Banu'nun küçük kızkardeşi Şirin ölümcül hastadır. Bilinen hekimlerin çabaları boşa gittiğinden, bilinmeyen şifa kaynakları aranmakta, hastayı kurtaracak olana ödüller vaadedilmektedir. Bütün kent halkını tehdit eden bir başka bunalım daha vardır. Kentin çeşmelerinden irin akmakta. Ama kentin hükümdarı genel bunalımı giderecek olanı değil de, özel bunalıma son verecek olanı aramaktadır. Bencilliğinden mi acaba?
Herkes umutsuzluğa saplanmışken bir yabancı gelir, hastayı kurtaracağını bildirir. Bu yabancıyı hiç kimse tanımamakta, ama o, bilinmeyen kişi, herkesin içini okuyabilmektedir. Bilinmeyeni bizden uzakta, apayrı sanırız biz; oysa bilinenle içiçedir bilinmeyen, onun ayrılmaz parçasıdır, onun kaynağıdır. Yabancı, Şirin'i kurtaracaktır, ancak şartı vardır. Ne olduğu sorulduğunda, “Demirdağının ardındaki suyu kente akıtmayı şart koşmuyorum,” diye karşılık verir, varlığı yoklukla duyurma yöntemini kullanarak. Oysa yabancının asıl şartı, dağın ardındaki temiz suyun kente akıtılmasıdır. Bunun böyle olduğunu biz daha sonra anlarız. Yabancının Mehmene Banu'dan açıkça istediği şudur: “Sen güzelliğini vereceksin, kardeşin yaşayacak. Kardeşine bir de köşk yaptıracaksın.” Şart kabul edilir. Güzellik ölüme verilecek, karşılığında hayat alınacaktır. Ölümle hayat arasındaki gizli alışverişe, o ikiz varlıkların derin ve karanlık diyaloğuna tanıklık ederiz: Şirin iyileşip doğrulur: Mehmene Banu ise, alımlı, çekimli, dişi mi dişi, güzel mi güzel gövdesinin üstünde çirkin mi çirkin bir baş taşımaktadır artık.
Şirin'in köşkü kurulmuştur. Yapının duvarlarını süsleyenler arasında genç bir nakkaş vardır: Ferhad. Bir gün, hükümdar ablasıyla köşkü görmeye gelen Şirin'i görür Ferhad, Şirin de Ferhad'ı. Sevenle sevilen birbirini farketmiştir. Ferhad'ın içindeki kadın (anima) karşısında Şirin'dedir; Şirin'in içindeki erkekse (animus) işte orda, Ferhad'dadır. Görüşmek için yollar aranır ve bulunur. Bir gece sarayda Ferhad'ı bekler Şirin. Delikanlı sevdiği kıza sevinçle yaklaşırken, “Sen ne kolay ulaştın Şirin'e, Ferhad! Halbuki karlı dağlar aşmalı” der içinden. Sevginin dehası hemen uyarmıştır seveni: “Sevilen, sevenin içinde daha büyümeden birleşme olursa, iki varlık birbirine kaynayamaz, sevilen dışarda kalır, sevgiyse çok geçmeden tavsar, hatta ölür.” Ferhad'ın Şirin'e yaklaşırken dile getirdiği kaygı kendisi ya da sevgilisi için değil, ikisini birleştiren şey için, sevgisi için, sevgisinin geleceği içindir. Demirdağını delmek gibi çetin bir iş kendisine daha verilmeden, büyük engellerle sınanmayı kendisi gerekli görüyor Ferhad. Sevgi, seveni erken vuslat tehlikesine karşı uyarırken, belki şunları da fısıldamıştır kulağına: “Sevilenin yokluğu seveni öyle bir yetiştirir, ona öyle beceriler aşılar, onu öyle ustalıklarla donatır ki, bunlar başka hiç bir şey sevgilinin varlığı bile sağlayamaz!” Sevenin sevileni görür görmez içinden uyanan güçler, sevilene yöneltir seveni, ve seven sevilene yaklaşırken, birden araya engel girerse, o seferber olmuş güçler sevenin kişisel varlık sınırlarını zorlamaya başlar. Ve sınırlar karşı koydukça, zorlayan güçler de artar ve bir baraj, ruhsal enerji barajı kurulur sevenin içinde. Bu birikip yoğunlaşan enerji nereye yöneltilirse, orda olağanüstü işler başarılır.
Yunus tanıktır:
Bin Hamza'ca kuvvet vermiş kadir çalap aşk erine
Dağları yerinden söker yol eyler dosta gitmeğe
Ne var ki, şirin için önemli olan, erkeğine bir an önce kavuşmasıdır. Birleşsinler de, nasıl olursa olsun! Oysa Ferhad için, güzele ancak “zahmetle” varılabileceğini nakkaşlıktan bilen bir yaratıcı için, birleşmenin “nasıl“ı önemlidir. Gerçi sevgiliye ulaşmak dünyaya ulaşmaktır, ama bu, karşılığında hiç bir şey istenmeden olursa, kazandığını gerçekten kazanmasını önler Ferhad'ın. Halkın şu “Haydan gelen huya gider” sözünü kimbilir kaç kez işitmiştir o. Ancak çabayla, güçlükleri yene yene kazandığın senin olur ve sende kalır, sen göçüp gittikten sonra bile. Şirin'in Ferhad'la çabucak birleşmek istemesini üremeye bağlayanlar, “İnsan türünün devamını güven altına alma içgüdüsüdür Şirin'de acele eden” diyenler olabilir. Ama cinsel içgüdü “Ben babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim“i açıklamaya yeter mi dersiniz? “Cinsel içgüdü, belki, türün devamını güven altına alır, ama gelişmesini alamaz,” diyor Ortega. Ferhad'ı Şirin'in tam karşısında durumsatan nedir? Onda da cinsel içgüdüyü tamamlayan bir başka içgüdü dile gelmiş olmasın: Türün yetkinleşerek devamı? Kültürün, uygarlığın gelişmesi, hatta başlaması, bu içgüdüye bağlanamaz mı?
Sonunda Şirin de anlar ki, (belki sevginin Ferhad'ı uyaran dehası ona da bir şeyler çıtlatmıştır), bu birleşme vaktinden önce, yani Ferhad'ın sevgisi boy atmadan gerçekleşirse, her şeyi yitirebilir Ferhad'ın kollarında. Kaçmayı önerir kız. Kaçarlar. Ve seven, güçlükler sayesinde öyle güçlenir ki, peşlerine düşen bölük bölük asker başedemez onunla, çünkü o, atının terkisindeki sevgiliyi savunmaktadır, daha doğrusu, sevgisini. Ama Şirin attan düşünce, Ferhad'ın da eli kolu bağlanır. Önce Şirin getirilir Mehmene Banu'nun huzuruna. Ferhad'daki olağanüstülük Şirin'e de geçtiğinden, Mehmene Banu yadırgar kardeşini, çünkü genç kız konuşurken “Ben” değil “Biz” demektedir: “Artık ben düşünmüyorum, Ferhad'la ben, biz düşünüyoruz. Artık ben nefes almıyorum, Ferhad'la ben, biz nefes alıyoruz.” Ferhad'ın sevmesi, sevenle sevileni birleştiren, üçüncü bir varlık olarak yer almaktadır şimdi. Oyunun başkişisi, ne Ferhad, ne de Şirin'dir artık, onların sevgisidir. Şirin'in “Ben yokum abla, biz varız,” demesi üzerine, Mehmene Banu “Hatta siz de yoksunuz,” deyince, Şirin ablasını doğrular: “Evet, yalnız o var.”
Yabancının, Mehmene Banu'nun bilinçaltına ektiği tohum uç vermiştir: Mehmene Banu sorar Ferhad'a: “Sen Şirin'e sahip olmak için Demirdağını delebilir misin?” Şimdiye dek hiç kimsenin üstesinden gelemediği bir iş istenmektedir Ferhad'dan. Öyle bir iş ki, hiç kimse başaramadığı için, herkes tehlikededir, kentin çeşmelerinden irin akmakta çünkü. Kent halkını sağlığa, esenliğe kavuşturacak su ise, sözü edilen dağın ardında. Dağı delmekse, güç dedikçe güç, hatta olanak dışı sanılmakta. İyi ama sevmek kolay mı ki? İnsanlar, genellikle arzuladıkları şeyleri hemen ele geçirerek iştahlarını dindirmek isterler. Ancak Ferhad gibi, kendilerine sözgeçirmeyi bilenler, kendilerini kurallar, yasalarla bağlayabilenler, birbirinden sarp engellerle eğitip arıtırlar iştahlarını ve bu yoldan sağladıkları iç gerilimle daha yüksek hedeflere yönelirler. Sevmek, benlik kabuğunu çatlatıp başkalarına açılmak, hele onların yükünü sırtlamak, elbette kolay değil.
Yahya Bey söylesin:
Bir demir dağ delip boynuna almak gibidir
Her kişi aşık olurdu eğer âsân olsa.
![]() |
A. T. Oflazoğlu |
Dağı delmeye başlayan Ferhad işiyle öylesine kaynaşmış, benliğinin çerçevesinden, “dar varlığının hendesesinden” öylesine kurtulmuştur ki, her şeyle, kavakla, gürzüyle, dağla, yıldızla konuşabilmektedir. “Merhaba kardeşlerim!” diye seslendiği şeylerin hepsiyle varlıktaştır artık; çünkü kendisiyle onların ortak temeline varmış, evren bilincine yükselmiştir. Çünkü sevilen, ikinci kez doğurandır bizi, bize kendimizi doğurtandır. Bu doğum tam ve başarılı olursa, varlığın tümüne doğarız biz ve bu doğumla gelen bilinç, bütün varlıkları kucaklamamıza yol açar, anlar içre sonrasızlıklar yaşamımızı, ölüm ve yokluk korkusunu (geçici de olsa) altetmemizi sağlar. Çağlar ve toplumlar üstü geçerliği vardır bunun. “Yaratma gücüyle yüklü bir varlık güzele yaklaştı mı, ferahlar, genişler, sevinçten taşar, doğurur ve çoğalır,” diyen yüzyıllar öncesinin Atinalı Planton'uyla “Beni öp, sonra doğur beni,” diyen çağdaş Türk ozanı Cemal Süreya aynı şeyi dile getirmiyorlar mı? İkinci kez doğmamış, yani hiç sevmemiş olan, kendi benliğinin kısır döngüsü içinde bocalamaz mı hep, sonunda kendine saplanıp kalmaz mı? Öylesi birinin gözü umutsuzluktan kararmaz mı, öylesi biri insanlara kan kusturmayı, dünyanın canına okumayı göze almaz mı? “Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer” dediği kimdir Yunus'un?
Gerçi nicedir Şirin'den ayrı kaldığı için onun yüzünü pek hatırlayamaz Ferhad, ama ondan uzaklaştığı ölçüde yaklaşmıştır ona: “O, kendi derimden daha yakın bana.” Elbette, sevilene tam yaklaşmanın yolu ondan uzaklaşmaktır önce. Sevilenden isteyerek uzaklaşabilen her şeyde sevileni bulmaya başlar zamanla: “Hasretimiz kuvvetimizdir.” Ferhad'ın babası Behzat, yıllardır dağı delmeye çalışan oğlunu görmeye geldiğinde, der ki: “Halk senin Şirin'e kavuşmak için Demir dağını delmeye başladığını unuttu çoktan.” Ferhad “Ben de unuttum,” deyince, anlamaz Behzad, “Şirin'i mi?” diye sorar.
Ferhad'ın verdiği karşılık:
“Hayır, onu unutmak ne mümkün. Şirin'le su birbirine karıştı yüreğimde.
Ben de bilmiyorum gayri niye Demirdağını deldiğimi, Şirin'e kavuşmak için mi, halkı suya kavuşturmak için mi?“
Şirin, Ferhad'ın büyük işi daha bitmeden, dağa gelir bir gün. Ablası göndermiştir. Ferhad işi bırakırsa, hemen evlenebileceklerdir. Şirin'in sabrı tükenmiş gibidir, evlenmek ister artık. Gelgelelim Ferhad, sevgisi her şeye, herkese açılmış olan ve Şirin'e duyduğu sevgiyle artık toplumlaşmış birey olan Ferhad, tek başına sevinmeyi kabul edemez; çünkü Şirin'le dağın ardındaki su birleşmiştir ve o suyun, ne olursa olsun, kente akıtılması gerekmektedir. Öbür kişilerin varlığını, Şirin'i sevmesi duyurmuştur ona. Şimdi, onların susuzluktan kıvrandıklarını bile bile sevinebilir mi Ferhad? Sevgi, Şirin'i daha önce olduğu gibi, bu kez de uyarmış olacak ki, öbür insanlarla birlikte sevinebileceği zamanı beklemeye razı olur sevilen.
...............................
Nazım'dan Piraye'ye:
“Mesele, bir tek insana karşı duyulan aşkla, insanlığa, insanlığın hayrına duyulan aşkın mücadelesi değil, bir vahdet teşkil etmeleri.”
Nazım'dan Piraye'nin oğluna:
“Anneni tanıyıncaya kadar, muhteva meselesinde sekterdim. Meselâ, insanlar arasındaki sevda münasebetlerini yazmazdım.
Anneni tanıdıktan sonra, onun yaratıcı tesiriyle bundan da kurtuldum. Beni adam eden, beni insan eden kadının tesiri yaratıcıdır.”
A. Turan Oflazoğlu | sanat olayı - Sayı: 6 - Haziran 1981