Çağdaş resim tarihinde bir büyük sayfa kapandı
Chagall, 98 yaşına basması nedeniyle, geçen yılın Temmuz ayında kendisini Saint-Paul-de-Vence’deki büyük ve ışıklı atölyesinde ziyaret eden “Figaro Magazine”in sanat yazarına, inanılmaz bir içtenlik ve dürüstlükle şunları söylüyordu:
“Binlerce kuşkuyla doluyum. Bir tablonun ne zaman iyi olabileceğini, ne zaman bitmiş sayılacağını bilemiyorum. Birinin, bu konularda beni uyarması gerekiyor. Yapıtlarımı sergilemekten korkuyorum. Sanırım ölünceye kadar yapıtlarımdan kuşku duyacağım. Onların önemli olduğu, benden sonra yaşıyacakları konusunda hiçbir güvenceye sahip değilim.”
Sonra da kollarını iki yana açarak ekliyordu: “Zavallı Chagall, yalnızca namuslu olduğunu biliyor, o kadar...”
İlerlemiş yaşına karşın, her gün sabahları ve öğlenden sonralar geldiği, dar bir koridorla ayrılan yüksek tavanlı, kuzeyin metalik ışığıyla aydınlanan bu atölyesinin bir köşesinde, yüzünden eksik olmayan ironik gülüşüyle, kapının karşısındaki büyük bir masada çalışmaktadır Chagall. Orada hem resim yapmakta, hem de bu resimlerine benzeyen şiirler yazmaktadır. Hemen hemen boş olan duvarlarda, bir Renoir, bir Braque, bir de papa tarafından kendisine armağan edilmiş küçücük bir ikon, şöminenin yanıbaşında da Miro’nun bir heykeli bulunmaktadır. Bu arada, çok sevdiği iki yapıtı elbet: “Kırmızı Çatılar” ve “Eiffel Kulesi Evlileri”.
Ve karısı Valentina ile giysilerini seçen, ressamın pek sevdiği çiçeklerini yerleştiren, onu cesaretlendiren ve resimlerini esinlendiren sekreteri Vava...
Garip bir önseziyle, mavi bulutlar üzerinde yüzen soytarıları konu aldığı son tablolarından birini işaret ederek şunu söylemeyi de unutmamıştı:
“Sizin ilk kez görmekte olduğunuz bu resim, belki de benim son tablom olacaktır”
PİCASSO VE MİRO’NUN ARDINDAN...
Chagall’ın sözünü ettiği tablo, gerçekten son tablosu mu oldu, bunu bilmiyoruz elbet. Ama yalnız bizim değil, tüm sanat çevrelerinin, sanata adanmış koca bir yaşamın sona ermesi nedeniyle, birleştiği bir gerçek var ki o da şu: Picasso ve Miro’nun arkasından, en az onlar kadar önemli bir başka sanatçı daha dünyamızdan ayrılmıştır. Picasso ve Miro gibi o da bir başka ülkeden kopup gelmişti Paris’e. Getto yaşam içinde doğup büyüdüğü, Yahudi kökenli bir gelenek içinde yetiştiği uzak bir Rus kasabasından kalkmış, yeni sanat akımlarının kaynaştığı koca bir merkeze ayak basmıştı. Desen çizmeye karşı yeteneği vardı. Çocukluğunda bir ansiklopediden kopya ettiği figürleri, kendine özgü biçimde yan yana getiriyordu. Ailesi onu pek anlamıyordu ama o, içini dolduran bu resim sevgisinin giderek bir aşka dönüştüğünü biliyordu. Sonradan şöyle diyecektir: “Bir aşk gibiydi bu. İçinizi böyle bir aşk doldurunca, öteki kadınları gözünüz görmüyor artık”. 1907’de gittiği Saint-Petersburg Akademisi’nin giriş sınavlarını kazanamayınca, çağdaş Fransız resmiyle ilk kez karşı karşıya geleceği Léon Bakst’in atölyesine girecek ve Winaver adlı bir avukatın desteğiyle 1910’da Paris’e gidecektir. Oraya uyum sağlamakta gecikmeyecektir.
Delaunay’ı tanıyacak, “Montjoie” dergisinde;
La Fresnaye,
Gleizes,
Metzinger,
Marcousis,
Lhote ve
Le Fauconnier gibi kübistlerle dostluk kuracaktır.
Ama onu, bu çevrede resim yapmaya, sergilemeye yönelten iki isim önemlidir: Cendrars ve Apollinaire.
“Baba” ve “Atölye” gibi resimleri, Birinci Dünya Savaşı’nın başlarına kadar süren bu dönemin yapıtlarıdır. Şiirsel folklor, onun başlıca ilgi alanını oluşturmaktadır. 1913’te gittiği Berlin’de, ilk Alman sanatçılar Salonunda ve ertesi yıl “Der Sturm”da resimlerini ilk kez sergileyecektir. Özellikle kübistler ve Fauve’lar onun sanatını derin biçimde etkileyecektir. Kendi deyimiyle gözleri yıkanmıştır. “Ben ve Köyüm", “Yedi Parmaklı Otoportre” gibi büyük boyutlu resimlerin yer aldığı bu dönem, Chagall’ın yoğun bir çalışma dönemi olur aynı zamanda. Yahudi folklorunun fantastik perspektiflere karıştığı bu dönemi, bazı kaynaklar Chagall’ın en verimli dönemi sayarlar. “Der Sturm” Galerisi’nde açtığı ilk kişisel sergisi oldukça büyük bir yankı uyandırmıştı bu sıralarda.
Birinci Dünya Savaşı’nın’nin patlamasıyla, doğduğu kasabaya, Vitebsk’e döner Chagall. Gizlice yer değiştirmekte ve daha çok da Petersburg’da kalmaktadır. Şimdi Bale Müzesi’ndeki “Siyah Eldivenli Portre”yi kendisine esinleyen ilk karısı Bella ile evlenir. Artık sanatı, daha içe dönük ve trajik bir içerik kazanacaktır.
Moskova’da Tretiakov’da bulunan “Kent Üzerinde Âşıklar” adlı fantastik tablosu 1917 tarihini taşır ve bu dönemin tipik yapıtları arasında yer alır. Devrim sırasında, Vitebsk bölgesi güzel sanatlar komiseridir. Orada yöresel bir müze kurar ve gene kendi çabasıyla oluşturulan akademiye Malevitch, Pougny ve Lissitzki gibi avangard ressamlar hoca olarak çağırır. Daha önce Paris’te tanıdığı halk komiseri Lunacarski’nin desteğini kazanmıştır. Yahudi tiyatrosunun duvar resimlerini, dekor ve kostümlerini yapar. Yönetimle çatıştığı için Rusya’yi terketmek zorunda kalır. Bu arada Malevitch’le de bozuşmuştur. 1922’de kısa bir süre kaldığı Berlin’de Grosz, Hofer, Meudner, Archipenko gibi yeni dostlar edinir. “Yaşamım” adını taşıyan otobiyografisine, yayımcı Paul Cassirer için gravürler yapar. İlk ofort’ları Berlin’de basılır. Artık yoğun biçimde gravür çalışmalarına vermiştir kendini. Paris’e yerleşir. Breton, ülkesinin folkloruna içtenlikle bağlı bu Rus Yahudisinin kişiliğinde, çağdaş sanatın bir öncüsünü görmektedir. Gettoları, merkepleri, âşıkları, kemancıları ile tam bir “Chagall-land”dır onun dünyası. 1923’te ünlü tablo taciri Vollard’dan yeni gravür siparişleri alır: Gogol’ün “Ölü Canlar”ı için 118, La Fontaine’in fabl’leri için 100 ofort yapar. Bunları, Kutsal Kitap için oluşturduğu gravürler izler. Bu süre içinde Chagall, Fransa’nın güneyini, bitkilerin ve çiçeklerin güzelliğini keşfetmiştir. Esnek ve gevşek anlatımlı çok şiirsel natürmort ve peyzajlar, bu dönemin ürünleri arasındadır. Tel Aviv Müzesi’nin açılışı nedeniyle Filistin’e gider. Eski ve Yeni Ahid’den esinlenerek oluşturduğu resimleri, bu yörenin izlenimleriyle süslüdür.
FRANSIZ YURTTAŞI

Chagall’ın Nice yakınında Cimiez’de kendi adını taşıyan ve 1973’te açılan müze;
- ressamın Biblik mesajlarını,
- 17 özgün tablosunu,
- 1954-1967 arası eskizlerini,
- Kutsal Kitabın esinlediği 39 guaşını,
- basılmak üzere hazırlanan gravürlerinin özgün plakalarını ve
- 75 taşbaskısını kapsamaktadır.
Yahudi ve Slav ruhunun motifleri, bu yapıtlarda bir araya gelmiştir. Müzenin açılışına, zamanın Kültür Bakanı Maurice Druon’un yanı sıra Begün Ağa Han’dan David Niven’e kadar birçok ünlü isim katılmıştı.
Marc Chagall’ın sanatı, bütün akım ve eğilimlerin dışında kalmıştır. 1941’de André Breton, Chagall’ın resimlerinde, gerçeküstücü akımla yakın ilişkiler bulmuştu. Öte yandan kübizm ve fovizm’le de zaman zaman yakınlık sezenler olmuştu. Fakat bütün bu etkiler, onun kişisel anlatımı içinde erimiş ve resminin yapısı içindeki yerini almıştır. Derin bir insancıllık, nostaljik bir duyarlık, şiirsellik ve çok özel düşsel bir incelik, Chagall’ın sanatına benzersiz bir boyut katmıştır.
Yazımızı gene onun, sanatına ilişkin görüşleriyle noktalayalım.
Geçen yılın ortalarında, 98 yaşına bastığı 7 Temmuz 1984’te şunları söylüyordu:
"1910’da Fransa’ya geldiğimde, bu olağanüstü sanat devrimine katılarak, fakat tüm sanat akımlarına sırtımı dönerek yaşadım. Sürekli olarak benim canlı kaynaklarımın yer aldığı ülkemdeki oluşumlara ve geleneklere döndüm, bunu resimlerimde yaşatmaya çalıştım.”
Kaya Özsezgin | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 118 - 15 Nisan 1985
________________________________________________________________________________________________
Marc Chagall’ın sanatı üstüne
Çağdaş resmin en önemli ustalarından biri olan Marc Chagall, 28 Mart Perşembe günü, 1950’de yerleştiği Nice yakınlarındaki Saint-Paul de Vence kasabasındaki küçük çiftlik evinde doksan yedi yaşında öldü.
- Pablo Picasso (1881-1973),
- Oscar Kokaschka (1886-1980),
- Joan Miro (1893-1983),
- Salvador Dali (d. 1904) gibi çağdaş resmin önde gelen adlarından biri olan Chagall da sanat uğraşını yüzyıla yaklaşan bir süreye ulaştırmıştı.
Sovyetler’in onur konuğu olarak doğduğu ülkeye seksen beş yaşındayken bir gezi yapan ünlü sanatçı, uzun yaşamının sırrını şu sözlerle açıklamıştı:
"Bunun bilinmeyen bir yanı yok. Yalnızca namuslu ve sevgi dolu olmanız yeterli. Sevgi dolu bir kişiyseniz, tüm öteki yetenekler ardından gelir.”
CHAGALL’IN SANATI
Marc Chagall, 1908-1912 yıllarını kapsayan ilk dönem resimlerinde kübizm, fovculuk ve gerçeküstücülük gibi öncü akımların etkilerini Vitebsk anıları, düş ve hayal gücünün görüntülerini şiirsel ve yalın bir motif bütünlüğüyle bireşime götürdü.
- “Siyah Eldivenli Nişanlım” (1909),
- “Cumartesi” (1910),
- “Evlilik” (1910),
- “Kadınıma Adanmış” (1911),
- “Ben ve Köyüm” (1911),
- “Yedi Parmaklı Sanatçı” (1911/12),
- “İçen Asker” (1912) adlı tabloları bu dönemin ünlü resimleri arasındadır.
1923’te Paris’e yerleştikten sonra yağlıboyaları yanı sıra desenlere, gravürlere, kitap resimlerine de önem vermeye başladı. Bu dönemde sanatı pek ilgi çekmeyen fantastik ve halkçı özellikler gösteriyordu. Chagall’ı Fransa’da ilk keşfeden basımcı ve koleksiyoncu Vollard, ondan Gogol’ün “Ölü Canlar"ı ve “Kutsal Kitap” için gravürlerle La Fontaine’in “Masallar"ı için yüz kadar guvaş yapmasını istedi. Bu kitap resimleri üzerinde uzun süre çalışan sanatçı, 96 gravürün yer aldığı “Ölü Canlar”ı 1927’de tamamladı. Chagall’ın kitap resimleri, onun ne denli güçlü bir çizgi ustası olduğunu kanıtlar. Başıboş, sürekli bir devinim içinde sanki sayfalardan fırlayacakmış gibi telaşlı çizgilerle gerçeği düşlerle birlikte yakalayabilme kaygısı. Sanki bir giz, bir büyü gizleyen Chagall’ın gravürleri belli bir gülmece anlayışına da yabancı değildir. Saçmanın gülünçlüğünü ortaya çıkaran, dünyayı alaya alan kişinin ressamın kendisi mi, yoksa kağıttan başını uzatmış bakan o insan biçimleri mi olduğu pek anlaşılmaz.
Paris’e yerleştikten sonra ve geziler dönemindeki;
- “Sirk” (1926),
- “Eiffel Kulesinde Evlenenler” (1928),
- “Gelinin İskemlesi” (1934),
- “Yeşil Kemancı” (1939) bu dönemin ünlü resimleri arasındadır.
Özellikle sirk temasını sık sık işleyen Chagall,
“Bisikletçiler” adlı tablosunda akrobatların devingen dünyasını hareketli figür istifleri ve duyarlı renklerle yansıtmıştır.
“Yeşil Kemancı” ise sanatçının imgesinde yeniden var olmuş Rusya yaşamının tipik bir insanıdır.
Chagall’ın hangi döneminde olursa olsun bütün yapıtları bir mutluluk tadı iletir. En ağırbaşlı konulara bile işgüdüsünden gelen bir yumuşaklık, sonsuz bir duygusallıkla yaklaşır. Düş gücüne sınırsız bir özgürlük tanımıştır, ama düşlerin sonu gözyaşı getirecekse vazgeçip yeni baştan mutlu bir düş kurar. Yaklaşan İkinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle 1935’ten sonraki resimlerinde acıklı sahneler ve Rusya’daki çocukluk yıllarının özlemi görüldü. Savaşın yazgısı ve dramından esinlenen “Kentin Ruhu” (1945) adlı tablosunda, sanatçı iki yüzünden biriyle acının simgesi olan kutsal haça, ötekisiyle de saflığın ve umudun simgesi olan Bella’nın yarı yitik görüntüsüne bakar.
Yapıtlarının bütünüyle Chagall, yaratıcı gerçekçiliğin bir başka türünü ortaya çıkardı. İlk dönem resimlerinden “Ben ve Köyüm", Delaunay’ın yuvarlak biçimlerden oluşan resimlerindeki düzenlemeyi anımsatan bir anılar demetidir. Bilinen ölçek ve yerleştirme kuralları burada yerini bir başka gerçeğe bırakmış gibidir. İnsanın gözünü ineğin gözüyle birleştiren noktalı çizgi, görünmeyeni de görünür kılabilmeye öncelik verir. O dönemde Apollinaire’in Chagall’ın atölyesine gidişinde önce şaşırdığı, sonra da “Doğaüstü” diye mırıldandığı söylenir.
Yapıtlarının bütünüyle Chagall, yaratıcı gerçekçiliğin bir başka türünü ortaya çıkardı. İlk dönem resimlerinden “Ben ve Köyüm", Delaunay’ın yuvarlak biçimlerden oluşan resimlerindeki düzenlemeyi anımsatan bir anılar demetidir. Bilinen ölçek ve yerleştirme kuralları burada yerini bir başka gerçeğe bırakmış gibidir. İnsanın gözünü ineğin gözüyle birleştiren noktalı çizgi, görünmeyeni de görünür kılabilmeye öncelik verir. O dönemde Apollinaire’in Chagall’ın atölyesine gidişinde önce şaşırdığı, sonra da “Doğaüstü” diye mırıldandığı söylenir.
André Breton ise daha sonraları onun için şunları söylemiştir:
"Onun tam anlamıyla lirik bir biçimde patlaması 1911’de başlar.
Eğretilemenin (métaphore) modern resme başarıyla girişi, yalnız onun yapıtlarında görülebilir.”
Resimlerindeki düş gücü, anılar ve bilinçaltı temalarıyla doğadaki yaratıklar, ağaçlar, çiçekler, yapraklar, hayvanlar hep birbirini arar, birbirini kucaklar, bir yerlerde buluşurlar. Bütün bu buluşmaların Chagall’ın renklerle var ettiği boşluklarda, uzam ya da alanlarda yer alması ve düşlerin ’yaşanmış gibi’liği, ayrıntıların yinelenmesi sanatçıyı bilinmeyen dünyaların ya da çok uzakların masalsı ortamına ulaştırır. Rusya’da geçen ilk döneminde bu masal ortamı daha somut biçimde görülür. Sanki çocukluğunda yaşadığı bir öyküyü yeniden renk ve çizgilerle dile getirmiştir. Paris’e yerleştikten sonra bunlar somutluğunu yitirerek düş gücüne, içgüdüye, bilinçaltına herhangi bir sınır tanımamıştır. Bu özellikleriyle Chagall, gerçeküstücülüğün öncülerinden biri sayıldı. Ama Rus ve Yahudi folkloruyla çocukluk anılarından beslenen ve şiirsel bir hayal gücüne, renk fantezisine, özgün bir sezgi gücüne dayanan sanat gerçeküstücülüğe çok yakınlık göstermekle birlikte aslında hiçbir akıma bağlanamaz.
Ölümünden kısa süre önce bir Amerikan gazetecisinin kendisiyle yaptığı söyleşide Chagall, sanat anlayışını şöyle özetlemişti:
“Gerçekle fantezinin ve peri masalının dört boyutlu bir görünümde iç içe girmesinin bir sakıncası mı var?
Bir psikolojik şok, ama insanın içini karartmadan, dehşete düşürmeden yaratılmış bir psikolojik şok kötü mü?"
New York Modern Sanatlar Müzesi yöneticilerinden William Rubin ise onun ölümüyle çağdaş resmin uğradığı kaybı şu sözlerle belirtiyor:
“Çağın devini yitirdik. Ne yazık ki, günümüzde resmin bu türünde onun yerini tutabilecek bir sanatçı daha yok.”
Ahmet Köksal | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 118 - 15 Nisan 1985