Bahar



Bahar geldi şiirin doğduğu yerden

Bahar, dilimize Farsçadan geçmiş bir sözcük. 22 Mayıs ile 21 Haziran arasını kapsayan mevsimin adı.
Kıştan sonra gece ile gündüzün eşit olduğu tarihte başlayan bu mevsime bugün ilkyaz diyoruz.
Halk edebiyatında baharın karşılığı olarak yaz da kullanılır.

Türk edebiyatında bahar, şairlere esin kaynağı olan, çeşitli vesilelerle kullanılan mevsimlerdendir. Divan edebiyatında bahariye biçiminde kasidelerden, halk şiirinde koşmalara, türkülere, manilere, günlük dilde fıkralara, günümüz şiirinde çeşitli anlatım araçlarına kadar bahar şairlerin zengin bir malzeme hammaddesi olmuş, baharı hemen her şair gerek terkipler. halinde gerek simgelerle söylemek istediklerinin bir aracı kılmıştır.

Divan edebiyatında nev bahar, nev-rüz, rebi', mevsim-i gül, fasl-gül gibi terkipler içinde kullanılan bahar,
doğanın yeşermesi, canlılık kazanması gözönünde tutularak yaşam sayılmış,
mevsimlerin en güzeli olması nedeniyle sevgiliye, sevgilinin güzelliğine benzetilmiş, güç ve kıvanç vermiştir canlılara.

Açılur elbet nesim-i nev-bahar essün hele
Bend-i dil muhkem değil end-i nikâhindan senin.
Nedim'e göre bahar umuttur. Sevgiliye kavuşmanın özlemiyle özdeştir.
"Sevgili, gönül bağı, senin yaşmağının bağından daha güçlü değildir;
hele bir bahar rüzgârı essin, elbet o da açılır" der Nedim.

Bahar aynı zamanda yeme içme zamanıdır. Yaşamdır.
İsa'nın nefesi gibi ölülere can, gönüllere hoşnutluk verir, sıkıntıları giderir.

Sâkiya mey sun ki bir dem lâlezar elden gider
Erişir fasl-ı hazan bağ ü bahar elden gider.
Avni takma adıyla şiirler yazan Fatih Sultan Mehmet'e göre ise,
"Ey saki içki sun, zaman gelir lâle bahçesi elden gider,
sonbahar gelir, bağ ve bahar elden gider.''
Burada da bahar geçici haveslerin çağrışımını simgelemiştir.

Çünkü bahar gelip geçicidir. Umutlar gelecek bahara kalmış olabilir.

Riyazi,
Bu nev-baharda ancak acildi lâle-i dağ
                                       Küşad-ı gonce-i dil kaldı bir bahara dahi. beytiyle bu özlemi çağrıştırır:
"Bu baharda bağrımızda lâle gibi yaralar açıldı,
gönül goncasının açılması ise bir başka bahara kaldı.''

Şeyhülislâm Yahya'nın ünlü, Bülbüller öter güller açar şad gönül yok
Hiç böyleliğin görmemişiz fasl-ı baharın. beyti de aynı umudun özlemini içerir.
Şaire göre, "bülbüller öter, güller açar, fakat sevinçli gönül yoktur,
bahar mevsiminin böyle olduğunu hiç görmemişizdir.''

Umudun yanı sıra umutsuzluğu da içerir bahar mevsimi.

İzzet Molla,
Bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin
Bülbül susmuş havz tehi gülistan harap.
Yani, "Öyle bir mevsimine geldik ki bu âlemin,
bülbül susmuş, havuz boş, gönül bahçesi harap" diyerek baharda duyulan umutsuzluğu dile getirir.

Nedim ise,
Bir nim neşe say bu cihanın baharını
Bir sagar-i keşideye tut lalezarını. beytiyle,
"Bu cihanin baharını bir yarım neşe say,
lale bahçesini ise içilmiş bir kadehe karşılık tut'' söyleyişiyle bahardan duyduğu hoşnutsuzluğu anlatır.

Divan şiirinde bunların dışında başta gül olmak üzere lale, sümbül, menekşe gibi çiçekler, akarsular, kuşlar, yağmur ve bulutlar, hafifçe esen rüzgar, baharın asıl öğeleridir. Fakat aslolarak somut yaşamda tam karşılığını bulamayan donuk bir bahardır bu. Günlük yaşamın dışında mazmunlar düzeyindedir. Divan şiirinin baharı ordusu ile kış sultanını yenmiş, çemenlikte saltanat kurmuş bir sultandır. Bir benzetmeyle, Osmanlı devleti baharda sefere çıkardı, âşık da sevgilisinin yüzünü gördükten sonra (sefere çıkmak) ölmek ister.

Bahar betimlemeleri söz ve anlam oyunları içinde zengin bir kaynaktır.

Taze can buldu erdi nebâta hayat
                  Ellerinde harekât eyleseler serv ü çınar (Bâki).

Erişip bahara bülbül yenilendi sohbet-i gül
                                                       Yine nevbet-i tahammül dil-i bi-karara düştü (Şeyh Galip). beyitlerinde görüldüğü gibi.

Tasavvufa ise salikin murakabe, vecd ve istiğrak halinde ruhani âlemlere dalarak manaları idrak etmesi ve ruhaniyetin zuhur etmesi bahar olarak isimlendirilir.

Divan şiirinde bahar betimlemesiyle başlayan kasidelere bahariye denir.
Baki'nin Ali Paşa'yı övmek amacıyla yazdığı kasideyle Nef'i'nin IV. Murat için yazdığı ünlü kasidesinin başlangıcındaki betimleme bölümü bahariyeye bir örnektir. Nef'i bu şiirinde önce bahardan, baharın gelmesiyle beliren olaylardan ve insanlar üzerindeki etkilerinden söz eder, sonra,

Tâ medh-i şahen-şah içün
alam ele levh ü kalem dizesi ile asil amacını açıklar ve izleyen beyitlerde Sultan’ı övmeye girişir.

Fakat bu bahar betimlemelerinde gerçekçi bir tutuma rastlanmaz.
Baharın çağrışımlarından yararlanılarak en aşırı abartmalara gidilir.

Bahar, halk şiirimizde de oldukça kullanılmıştır.
Halk şairlerinin gözünde bahar tazeliği ve güzelliğiyle sevgilidir.
Bir yeniden oluş, diriliştir.

Yaz gelince sular köpük saçılır
Lale sümbül çiçekleri saçılır
Zağal avcı çıkmış diye kaçınır
Çöllerde sevdiğim cerana benzer (Pir Sultan Abdal).

Dertli Kerem eder ebru kemandır
Yari görmeyeli hayli zamandır
Ellere yaz bahar çayır çemendir
Niçin bize yağmur ile kar gelir.

Halk şiirinde de bahar soyut bir biçimde işlenmiştir.
Divan şiirinde olduğu gibi burada da belli mazmunlara yaslanılır. Söz oyunları yapılır.

Bahar ayrıca manilerin, tekerlemelerin de konusudur.
Masallarda motif olarak geçer.

Halk şiirinde baharla ilgili sayısız mani vardır:
Bahçelerde saz olur
Gül açılır yaz olur
Ben yarime gül demem
Gülün ömrü az olur.

Bahar fıkraların da konusunu oluşturur.

Bektaşi yazın sıcağından, kışın soğuğundan yakınıyormuş. - Erenler, sen de hiçbir mevsimi beğenmiyorsun, demişler.
Bektaşi babası gülerek, - Bahara bir şey dediğimiz var mı, yanıtını vermiş.

Bahar sözcüğü dilimizde deyimlerde de yaşamaktadır.
Ömrümün baharında,
baharı başına vurdu, gibi.

Servet-i fünun şiirinde bahar melalin, hüznün karşılığıdır.

Müdverrim gibi bu yerde bahar
Eriyor pürmelal ü bihande
Hüzn ü vahşetle ağlayan dağlar
Müncemit bir figane benzemede (Süleyman Nazif)

Fecr-i Ati şiirinde ise bahardan çok sonbahar vardır, hazan vardır. Cumhuriyet'ten sonra bahar etiyle kanıyla, günlük yaşamın bir parçası olarak yer alır şiirde. Umuttur, gelecektir bahar. Neşedir, sevinçtir, güvendir, inançtır, onurdur. Yeniden doğuştur, dirençtir. Ölüme ve ölümsüzlüğe vasiyettir. Sokağa çıkmıştır bahar, sofalara girmiştir, deniz kıyılarına inmiştir. Yaşanan hayatın içinde soluk alıp verir.

Nazım Hikmet'te umuttur, gelecektir bahar:
Bu yazı yarıda kaldı
Yağmur yağdı satırları sel aldı...
Halbuki ben neler yazacaktım neler...
3.000 sayfalık 3 cildinin üstünde
aç oturan muharrir
bakmayacaktı da camına kebapçının,
tombul esmer kızını Ermeni kitapçının
Işıklı gözleriyle taşıyacaktı.
Deniz kokmaya başlayacaktı
Terli kızıl bir kısrak gibi şahlanacaktı bahar,
ve ben onun çıplak sırtına atlar
atlamaz
sürecektim sulara.

Munis Faik Ozansoy'da neşedir, sevinçtir:
Baharı haber verdi bana bir çağla dalı
Bir çocuk neşesiyle kabardı içim bir an.
Bilmem bu hafifliği nasıl yorumlamalı?
Dalları yeşerten su geçti damarlarımdan.

Cahit Sıtkı Tarancı'da güvendir, inanmaktır:
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar,
Ve soframda en eski şarap.

Ahmet Kutsi Tecer'de gül rüzgârındaki gizdir, kokudur:
Bilmem ki nerede bu gizli bahar?
Nereden alıyor bu ıtrı rüzgâr?
İklimler dışında bir iklim mi var?
Ne fecir bir şey der, ne şafak söyler.

Melih Cevdet Anday'da yeniden doğuş, yaratıştır:
Dört nala haberci ilkyazdan
Aşağıdan inceden beyazdan
Dumanı tüten sıcak tohum
Dolan kara toprağı dolan
Ulaş yeryüzüne ak tohum.

İlhami Bekir'de ölümsüzlüğe vasiyettir, karşı koyuştur:
İstemem toprağa gömüldüğümü
Yakın beni ve savurun külümü,
Baharda badem ağaçlarının üstüne
Ben yine döneceğim yeryüzüne.

Örnekleri olabildiğince çoğaltmak mümkün. Türk şiirinin meteorolojik coğrafyası oldukça geniş çünkü.
Bu yazı "Türk Şiirinde Bahar'' incelemesi diye anılmasın ayrıca.
Ben yalnızca içinde bulunduğumuz şu bahar günlerinde şiirimizde baharı muştulayan dizelerden bir demet sunmak istedim, o kadar.

Ne demişti Orhan Veli:
Deli eder insanı bu dünya
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.

Öyleyse, nice baharlara, nice şiirlere...



Refik Durbaş | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 95 - 1 Mayıs 1984
________________________________________________________________________________________________



İlkyaza giriyoruz

Ataç'ın bir yazısında okumuştum:
"Bir Fransız hanıma sorarlar: 'Fransa'nın en büyük kralı kimdir?'
Hanım hiç duraksamadan yanıtlar: 'Louis Philippe'.
'Hadi canım, nerden çıkardınız bunu? Hiç bir ilginç yanı, ayırıcı özelliği yok o kralın...'
Hanım istifini bozmaksızın karşılık verir: 'Eee, gençtim ben onun zamanında!..' "

Paul Eluard, 24 Haziran 1936'da, Londra Konferansı'nda "Şiirsel Gerçeklik'' başlıklı konuşmasında:
"İnsan delikanlıyken çocukluğuna özlem duyar  -yetişkinken, gençlik çağlarını arar-  yaşlanır, geçen yaşamdan yakınır" der.

Özlem duymak...
Avuntu aramak...
En iyi, en güzel biçimde şiir karşılar bence özlem duymayı, avuntu aramayı.

Oktay Rifat "Anış'' başlıklı şiirinde derin bir acısını şöyle dile getirir:
"Kalbim sevda içindeydi
İstanbul bahar içinde''

Oktay Rifat andığım şiiri yazdıktan nice yıllar sona, bu kez "bahar"ı şöyle karşılar:
  "Suda güneş ışımaya başladı mı,
Suyun yüreği çarpmaya başladı mı,
Bir aşk mektubu gibi gelir.
                                  kırlangıç,
     Uzaktaki sevgiliden,
Bir elinde çiçeklenmiş badem dalı,
Bir elinde çayır çimen''.

Hegel "Estetik"inde ozanlar hangi çağlarında en güzel, en ustalıklı şiirlerini yazdıkları sorununa da değinir. Genel kanıya göre en iyi şiir üretme çağı gençlik çağıdır. Hegel, tersine, şöyle düşünüyor: İnsan sezgi ve duygu gücünü yitirmemişse, en iyi, en olgun şiir yazma çağ yaşlılıktır. Homeros'un bize ulaşan en güzel şiirlerinin onun kör ve yaşlı olduğu dönemde dile getirdiği söylenir. Goethe de şiirinin doruğuna ancak yaşlılığında erişebilmiştir.

Yunus Emre'nin de en güzel şiirlerini ellisinden sonra yazdığı söylenir. Bütün bunları söylerken Rimbaud'nun şiiri yirmi iki yaşında bıraktığını, Orhan Veli'nin otuz altısında öldüğünü, Apollinaire'in, Muzaffer Tayyip Uslu'nun, Rüştü Onur'un da genç yaşlarında öldüklerini düşünmüyor değilim. İnançları uğruna, yanılgılar yüzünden genç yaşta ipe çekilenleri, tutukevlerinde bir yatakta üç kişi yatanları, öldürülen, yaralanan öğrencilerimizi de düşünmüyor değilim. Avuntu aradığımda da şiir koşuyor yardımıma gene.

Oktay Rifat'ın "İlkyaza Giriyoruz'' şiirini okuyorum:
  "İlkyaza giriyoruz. Sıkıca yumulu
Tomurcuklarını karga pençesi gibi
Açıverecek yaşlı atkestaneleri
Döktü pembe çiçeklerini badem dalı,
Yemişe yürüyecek.
Dertliyiz, acılı.
Yabancının zoru, etobur kuşlar gibi
Dönüyor üstümüzde ve sinsi bir duman
Gibi sızıyor kirişlerden, pervazlardan.
Siniyor temize, duruya ve beyaza.
Bir öfke perdeliyor gözümüzü, tüten
Bacaya, kırmızı kiremite bakarken.
Kurşun yarası almış körpe çocukların,
Gözleri açık ölülerin arasından
Geçerek giriyoruz ilkyaza.
Elini
Uzatıyor mevsim yaklaşan bulutlardan,
Topraktan kaldırdığı öteki eline.
İncecik bir yağmurla kabarıyor ova.
Verdik güney yeline yelkeni.
Limana
Giriyor tekne ağır ağır süzülerek."

Ekmek "ederi'' kırk TL.'ye fırlasa da, gökyüzünde savaş bulutları dolandırılmak istense de,
denizlerimiz, havalarımız daha çok kirletilmek istense de umudunuz, barış özleminiz dinmesin, içiniz kararmasın, kötümserliğe kapılmayın,
her ne pahasına olursa olsun "iyimserliğinizi, gülümserliğinizi takının". Bir şiir kitabı alın elinize, kırlara açılın.

Pir Sultan Abdal ile birlikte haykırın: "Açılın zindanlar Şah'a gidelim".

Sevgilinizi, eşinizi, dostunuzu, çocuğunuzu alın yanınıza,
atlayın vapura Bostancı'dan denize açılın, yirmi beş dakika sonra size "Hişşt, hişşşt!" diye seslenen Sait Faik'in yaşadığı Burgaz adasındasınız...

İster güvertede, ister hücrede olun, Muhyi'nin hep yanıbaşınızda olduğunu unutmayın:
"Her seher açılır solmaz
    Bahara erer gülümüz"



Teoman Aktürel | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 95 - 1 Mayıs 1984
________________________________________________________________________________________________
















































Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 95 - 1 Mayıs 1984