Her şey geçen salı (8 Mart) vapurda o başlığı görmemle başladı. İki kanepe ötedeki göbekli zatın gazetesine gözüm takılmıştı.
İri puntolarla, “Öğretmenler de haklı, Evren de!” yazıyordu. Bu ilginç manşeti atan gazeteci arkadaşı kutlamak gerek.
“Öğretmenler de, bizim Aziz Nesin gibi, Sayın Evren’i mahkemeye mi vermişler ki?” sorusu çengellendi zihnimde.
Vapurdan iner inmez bir gazete aldım. Öyle değilmiş.
Sayın Cumhurbaşkanı, İzmir ve çevresindeki incelemeleri sırasında, “Bugünkü öğretmenlerde iş yok!” diyerek sitem etmiş.
Kimi gazeteler bunun sitem olduğunu anlayamamışlar ya da yazmamışlar. “Şimdiki öğretmenlerde iş yok” sözünü başlığa çıkarmışlar (sonradan gördüm).
Evren, “Ben bazı öğretmenleri kastetmiştim” diyor, sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirtiyor.
Aynı gazetede Milli Eğitim (ve Gençlik ve Spor) Bakanı Hasan Celal Güzel’in demeci de yer alıyordu. Güzel, “Cumhurbaşkanının, eğitimde kalite düşüklüğüne ilişkin görüşüne katıldığını” söyledikten sonra, “Ancak, burada öğretmen mazurdur. Çünkü güç şartlarda çalışmaktadır” diye ekliyor.
Ve Sayın Bakan, neredeyse bir sol muhalefet sözcüsü gibi konuşuyor.
“Bizim sistemimiz kötü” diyor.
“SİSTEMİMİZ KÖTÜ!“
Bakan’ın demeci şöyle:
“Yeni mezun genç kız ve delikanlıları, lojman ve sosyal imkânları olmayan, daha önce hiç görmediği Anadolu’nun ücra bir köşesine gönderiyoruz. Maaşını aldıysa, cebinde 110 bin lira, elinde bavuluyla, köy meydanında kalakalıyorlar.
Bir taraftan öğretmenin toplum içinde daha fazla itibar kazanması ve öğretmenliğin aranan bir meslek olması için, problemlerine çözüm aramak ve imkânları artırmak gerekir. Öğretmenlerin kalite sorunu, bizim sistemimizden kaynaklanıyor. 400 bin kişinin hepsi kötü olamaz.” (Altını ben çizmedim - A.K. [Alpay Kabacalı])
Demek ki, bizim sistemimiz kötü.
“Özellikle son yedi yıldır, öğretmen yetiştiren kurumların YÖK’e bağlanmasından beklenen kalite artışı sağlanamamıştır. Aksine bir durum var. ÖSYM sınavlarında en düşük puan alanlar, öğretmen yetiştiren yüksekokullara giriyorlar. (...) Bu kurumları YÖK’ten ayırıp eskisi gibi Bakanlığa bağlama konusunu da düşünmek gerekebilir.”
HAKLI, HAKSIZ DERKEN...
Demeci okuyunca, “Bakan da haklı!” dedim kendi kendime.
Ya öğrenciler?
“Öğrenciler haklı” cümlesi tekinsizdir.
Bunu yazanların, söyleyenlerin başına neler neler gelmedi...
Haklı mı, haksız mı, kim haklı derken, son bir haftalık gazeteleri bir karıştırayım dedim.
Bakalım eğitim dünyamızda ne var ne yok?
Hay karıştırmaz olaymışım...
DAYAK VAR!
Son günlerde okullarda dayak olayları artmış. Bunu 4 Mart günlü Milliyet’ten öğrendim:
Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı’nın imzasıyla valiliklere gönderilen genelgede şöyle deniliyormuş:
“Son günlerde eğitim, öğretim kurumlarında öğrencilerin yaralanıp sakatlanmasına yol açan dayak olayları, bakanlığımıza ulaşan şifahi şikâyetlerden, soruşturma raporlarından, mahkeme kararlarından ve basında çıkan haberlerden anlaşılmaktadır. (...) Dayağın eğitim aracı olarak kullanılmaması için öğretmen ve yöneticilere gerekli uyarının yapılmasını, aksi yönde hareket edenler hakkında yasal işlem yapılmasını rica ederim.”
Aynı haberin sonunda, Bakan’ın, “Çocuklara herhangi bir şekilde fena muamele edilmesine tamamen karşıyım. 21. yüzyılın dayağa tahammülü yoktur” dediği belirtiliyor.
ŞERİATÇILIK VAR!
Yine 4 Mart günlü gazeteleri karıştırıyorum. Hürriyet’te bir başlık: “Lisede Şeriat Konferansı”.
Okuyorum:
“TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda 1988 mali yılı bütçesinin görüşmeleri sürerken, ’Şeriat faaliyetlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla okullara kadar sokulduğu’ öne sürüldü. SHP Tekirdağ Milletvekili; Enis Tütüncü, Başbakanlık bütçesi üzerinde konuşurken, ’Edirne Müftüsü ile Ankara’nın Sincan Müftüsü gidip Tekirdağ Valisi’nin bile iznini almadan Malkara ilçesindeki tüm lise öğrencilerine laikliğe aykırı konferans vermişler. Bu nasıl oluyor?’ diye sordu.”
Başka bir gazetenin haberine göre de, SHP istanbul Milletvekili Mehmet Moğultay, yine TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, bilimin dine mahkum edildiğini, “Kartal’da bir lisenin gönderine yeşil bayrak çekildiğini” söylemiş.
SHP’liler kendilerini eski CHP laikliğinin ardılı saydıklarından mi böylesine duyarlı davranıyorlar diye düşünürken, gazete sayfalarını çeviriyorum.
Aaa, yine Kartal Lisesi, yine şeriat propagandası...
Olay şu:

Derken, bir başka gazetede, “İki İmam Hatipli, Öğretmen Dövdü” haberi: “Samsun’un Çarşamba ilçesinde öğretmenlerini döven iki öğrenci, çıkarıldıkları mahkeme tarafından ikişer ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, cezaları 6’şar bin lira para cezasına çevirdi.”
Düşünüyorum:
Tamam, “sistem kötü”...
Peki bu sistem, şeriatçı kimseleri öğretmen atama olanağı veriyor mu?
Müftülere, şeriat konferansı verme yetkisi tanıyor mu?
1965’ten sonra sayıları hızla artan imam hatip okulları bu sistemin dışında mı?
Keçeciler’in, Rüfailer’in ve benzerlerinin bu sisteme ne yönde etkisi olmuştur?
12 Eylül sonrasının öğretmen kıyımı ve YÖK’üyle şimdiki sistem arasında bir ilişki var mı?
Sorular, sorular...
ÇAĞDIŞI BASKI VAR!
Gazete sayfalarını hızla çeviriyorum.
2 Mart günlü Hürriyet.
Başlık: “Temerküz kampına dönüşen yurtlarının yaşanabilir hale getirilmesini istiyorlar... Kız Yurdunda Çağdışı Baskı.”
Fotoğraflar...
4 Mart... Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’ndan bir grup öğrenci, bir süre önce yemek boykotu yaptıkları için okuldan uzaklaştırılan 21 arkadaşlar için süresiz açlık grevine başlamışlar. Grev polisçe engellenmiş, greve katılan öğrenciler gözaltına alınmış. Trakya Üniversitesi’nde de, yaklaşık 60 öğrenci, harçlarla ilgili Bakanlar Kurulu kararını protesto amacıyla açlık grevine başlamışlar...
Ve Cumhuriyet’te Halil Nebiler’in ayrıntılı haberi:
İTU Metalurji Fakültesi son sınıf öğrencisiyken gözaltına alınıp 2 ya da 3 Ağustos 1980’de işkenceyle öldürüldüğü Adli Tıp raporları ile kesinleşen Faruk Tunay hangi “görevlilerin” öldürdüğü dört ayrı savcılıkta 90 aydır saptanamadığı için, işkenceyle adam öldürme suçundan dolayı hâlâ dava açılamamış!
ÖRGÜTLENME YASAĞI VAR!
Resmen değil, fiilen... 52 fakülte ve yüksekokulun öğrenci dernekleri temsilcileri, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrenci Derneği’nin binasında toplanmışlar, eğitim sorunların tartışmışlar, “Üniversite öğrencisi adeta lise öğrencisi gibi karşılanıyor... Üniversite ve yüksekokullardan mezun olanlar, aldıkları eğitimle iyi bir iş bulacak kapasitede değil. Bu anlamda üniversiteyi bitirmek, diploma ya sahip olmaktan başka bir anlam taşımıyor” derlermiş. Toplantıyı düzenleyen 52 öğrenci gözaltına alınmış, öğrenci derneğindeki çok sayıda kitap ve dokümana da el konulmuş...
Başka bir habere göre de, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği’nin yöneticileri, üyelerinden Ahmet Can’ın polisçe gözaltına alındığını belirtip olayı kınamış.
4 Mart günü Güneş’teki haber şöyle:
“Ankara Emniyet Müdürlüğü Siyasi ve Güvenlik Şube ekipleri, öğrenci operasyonu başlattı. Operasyonlarda, pankart asma olaylarına katıldıkları iddiasıyla 11, korsan miting düzenledikleri gerekçesiyle 3 öğrenci gözaltına alindi. Edinilen bilgiye göre, Siyasi Şube ekiplerince gerçekleştirilen operasyonlar sonucu pankart asma olaylarına karıştıkları iddiasıyla aralarında ODTÜ Öğrenci Derneği Başkanı Tarık Topçu ile Gazi Üniversitesi Öğrenci Derneği Başkanı Ünal Demir’in de bulunduğu 11 öğrenci gözaltına alındı. DGM’ye dün sevk edilen Ahmet Kara, Ercan Özgür, Bekir Sayar, Hakan Akpınar, Erdinç Karakaya ve Mehmet Ali Yazıcı isimli 6 öğrenci ise serbest bırakıldı. Bu arada AÜ Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı Hatice Hocaoğlu ile Yönetim Kurulu üyeleri Durmuş Ali Özkan ve Selçuk Bal da gözaltına alındı.”
ZAM VAR!
Aynı gazetenin, “Üçüncü Zam Dalgası” haberinde, gelen ve gelecek zamların uzunca bir listesini buluyoruz.
Haberin sonunda, Özal’in gazetecilere, “Bu zamlar, sağlık ve eğitim için ayrılan fonların etkileridir. Fazla yüksek değil” dediği yazılı.
Demek ki, bu yeni gelen ve gelecek ve fazla yüksek olmayan (“biraz alçak” ya da “orta boylu” denilebilir mi?) zamlar ya sağlık için, ya eğitim...
Demek ki, Başbakan bile yaranamıyor şu öğrencilere... Hem, eğitim sisteminin eleştirisini yapmak gerekirse, onu da Bakan yapar. Size ne oluyor ey öğrenciler? Kodeste aklınız başınıza gelsin ve de bu gözaltılar tüm öğrencilere ibret olsun! Bu başınıza gelenlerden ibret almadınız diyelim, Ağustos 1980’de gözaltına alınıp işkenceyle öldürülen İTÜ öğrencisi Faruk Tuna da mi ibret olmadı sizlere!
MEZUNLARA İŞ YOK!
Tarih, yine 4 Mart... “Gençler Karamsar” başlıklı haber:
“Yaklaşık bir buçuk ay sonra yapılacak üniversite birinci basamak sınavına hazırlanan gençler, geleceğe karamsar bakıyorlar. İstedikleri yerleri kazanamayacaklarından emin olduklarını söyleyen gençler, istediğimiz bölümü kazanmak bile yarınlar için garanti değil. Üniversite eğitimi sonunda, biz de diplomalı işsizler sınıfına katılacağız’ dediler.”
Bakın bunlar hadlerini biliyorlar.
Ne “genç prens” ne de çift uyruklu işbitirici olmadıklarının ayrımındalar...
İş, o aslanların ağzında...
ÖĞRENCİYE AF YOK!
“Öğrenciye Af Yok” başlıklı haberi çok sevdim (içeriğini değil, üslubunu):
22 Ocak’ta Üniversitelerarası Kurul toplantısı “af konusunda öğrencilere müjde niteliğinde tavsiye kararı” alınmış (“kararlar tarihi”ne geçecek ilginçlikte!) Bu karar, Kurul Başkanı Hurşit Ertuğrul tarafından açıklanmış, ancak daha sonraki günlerde kurulun böyle bir karar almadığı ifade edilmiş. Bazı üniversite rektörleri ise, Ertuğrul’un ’dilinin sürçtüğü’ biçiminde açıklama yapmışlar. YÖK’ün ve hükümetin “Öğrenci affına sıcak bakmadığı” (bu da “af tarihi”ne geçer!) biçiminde yorumlanan bu gelişmeler gerek Cumhurbaşkanı’nın rektörlerle yaptığı görüşme sırasında, gerek kurul toplantısında af konusunun ele alınmamasıyla iyice belirginleşmiş (belirginleşmeyen, cümle).
SİSTEMDE HAYIR YOK!
Hürriyet’te, Selma Tükel’in, “Rektörler Alarm Verdi” başlıklı haberinde, çeşitli üniversitelerin rektörlerinin “üniversitelerdeki başarısızlığın en başta gelen nedenlerinden birinin, ortaöğretimden gelen öğrencilerin bilgi ve eğitim düzeyinin düşük olmasından kaynaklandığı” görüşünde oldukları belirtiliyor: “İlkokuldan üniversiteye kadar bir eğitim seferberliği gerektiğini belirten rektörler, “Biz bundan 10-15 yıl önceki öğrencilerimize sorduğumuz soruları, şimdiki öğrencilerimize soramıyoruz. Çünkü onların düzeyi, bu soruları kaldıramıyor. Liselerimizdeki eğitim düzeyi öyle hızlı geri gidiyor ki, Anadolu liselerindeki geri gidiş normal görünüyor’ diyorlar.”
Haberin tümünü okuyunca, rektörlerin ilköğretim ve özellikle ortaöğretim sistemine hakli eleştiriler yönelttiklerini görüyoruz.
Biraz da kendi YÖK’lerini eleştirselerdi ne olurdu!
Onca gazete tarayıp gözlerimi bir iyice yorduktan sonra başladığım noktaya geldim.
Eğitim Bakanı, Gebze’deki Müdürleri Hizmet İçi Eğitim Semineri’nde yaptığı konuşmada, “Eğer eğitim sistemimizi yeni gelişmelere göre değiştirmezsek, çağ yakalayamayız” demiş.
Bakan’a göre, eğitim ve teknoloji alanındaki gelişmelere ayak uydurmamız gerekiyor.
“1988-89 yılı başlangıç ve bir hedef olarak alınıp 2000 yılına doğru kendimizi çok süratli ve artan bir hızla hazırlamazsak, yalnız bizler değil, çocuklarımız da demode olacaktır.”
KÜLTÜR POLİTİKAMIZ YOK!
Kültür ve Turizm Bakanı Tınaz Titiz, Güneş’ten Tanju Cılızoğlu’nun sorularını yanıtlarken, “Şu anda devletin çok açık ve seçik bir kültür politikası olmadığını, uygulanan ilkeler bulunduğunu” söylüyor, “Ama temel bir kültür politikası oluşturmaya çalışıyoruz” diyor.
Kültür Bakanı, “Türk-islam sentezi gibi tanımı tam belli olmayan kavramlarla yola çıkarak varsayımlara dayalı şeyler üretmenin çok doğru bir iş olmayacağını” da belirtiyor:
“Allah’a şükür hepimiz Türk’üz ve Müslümanız. Ama bunu ayrıca vurgulayarak Türk-İslam sentezi diye bir şey lazım mıdır? Bu konuya kafa yormak istemiyorum. Şu anda önemli olan, kültürü ve onun içindeki sanat oluşturan konularda ne gibi politikalar uygulayacağımızın kağıt üstüne dökülmesidir.
Hangi ansiklopediye, hangi düşünürün tarifine bakarsanız bakın, kültürün canlılığı vardır. Birbirinden yüz tane farklı tarif bulursunuz. Ama hepsinde söylenen şey, bir yerden gelip modern ve içinde yaşadığımız dünyaya ve ileriye dönük olduğudur kültürün.”
UÇURUMUN KIYISINDA...
Görülüyor, Tınaz Titiz ve Hasan Celal Güzel, kabinenin “Doğrucu Davut’ları.
Politikacılarda alışmadığımız ölçüde açık konuşuyorlar. “Eğitim sistemi kötü” diyorlar, “Kültür politikamız yok” diyorlar...
Gerçekten “vahim” bir noktaya gelmişiz.
Uçurumun kıyısına sürüklenmiş olan eğitim düzeyimizi, kültür ve sanatımızı uçuruma sürüklenmekten kurtarmalıyız.
Şimdi elbirliğiyle yapmamız gereken, bu.
Unutmayalım, uygarlığın bugünkü evresinde, bu teknoloji ve bilişim çağında, “yerinde saymak” bile uçuruma doğru adım atmak demektir.
Yazı: Alpay Kabacalı & Çizgiler: Haslet Soyöz | Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 188 - 15 Mart 1988