Anadolu’da bilinen beş “Ana” vardır.
“Toprak Ana”
“Havva Ana”
“Meryem Ana”
“Fadime Ana”
“Kadın Ana”
“Kadın Ana”, bugün de yaşar.
“Kadın Ana” köyde hastaların, umutsuzların yardımcısıdır.
Gelinlerin, gençlerin, çocukların, bebelerin doktorudur, ebesidir.
Yoksulların, varlıklıların, kadınların, erkeklerin her tür derdine deva arayandır.
Düğünlerde, sünnetlerde, adaklarda, ölümlerde köylünün daima yanındadır.
Ona bu adı halk verir.
“Yaşar Emmi, Kadın Ana’yı nasıl tarif edersin?”
“Kadın Ana olmak çok zordur kızım. Kadın Ana olmak için akıl ister, sabır ister, yüreği çok varlıklı olmak gerekir.
- Kadın Ana’nın sözü, bir köy ağasınınki kadar geçerlidir.
- O, tüm kadınların anasıdır. Doğumda kadının koruyucusudur, çünkü o doğurtur.
- Lohusaya ve bebeye günlerce o bakar. Lohusa iyileşip ayağa kalkıncaya kadar ilgilenir.
- Bebeleri o tuzlar. Tuzladığı bebeler ‘pişkin’ olurlar, dayanıklı olurlar. Ömürleri boyu ağızları, terleri, ayakları kokmaz.
- Ağır hastalara Kadın Ana bakar, başlarında bekler.
- Ölüm oldu mu, oradan hiç ayrılmaz. Cenaze kadınsa, onu Kadın Ana yıkayıp kefenler. Ölü evine, yas almak için, sık sık gelir gider.
- Kız istemede, nişan takmada, düğünde hep o vardır. Törenler onsuz olmaz. Kadın Ana gönlünü, elini, gözünü halkın üzerinden hiç eksik etmez.
- Düğün hazırlığında, düğün sahibi, pişecek yemeklerin tüm malzemesini (hatta kilerin anahtarını) Kadın Ana’ya teslim eder. O da, düğün süresince hiç kimseyi aç bırakmaz. Düğünün yarısında ‘malzeme bitti’ demez. Elindekini ustaca idare eder, hatta biraz artırır bile. Tabii, düğün evi bundan memnun kalır.
Bu işleri yönetmek kolay mı?
Hacı Bektaş Dergâhı’nın kiler anahtarı boşuna Kadın Ana’ya verilmemişti.
Düğünü yöneten Düğün Dayısı, köyde sayılan kişidir. Bütün düğünü o düzenler.
Ama düğünün başlaması ve bitmesi, Kadın Ana’dan sorulur. Düğün Dayısı, Kadın Ana’ya danışmadan hiçbir ikramda bulunmaz. Konuklara ne sunulacağını, ne kadar içki verileceğini Kadın Ana ayarlar. Konuklar, Düğün Dayısı’ndan tekrar içki isteyebilirler. Kadın Ana ‘yeter’ yanıtını verirse, buna kimse ses çıkaramaz.
Halkın Kadın Ana’ya saygısı böylesi büyüktür.”
“Peki, Yaşar Emmi, düğünde Kadın Ana ne gibi yemekler pişirir?”
“Düğünde çok aş pişer. Fakat toğra çorbasını (yoğurtlu düğün çorbasını) bir de pilav Kadın Ana yapar.
Sonra, ‘hayır devir’ dediğimiz (ölü için hazırlanan) yemeklerin pişirilmesi, Kadın Ana’nın yardımıyla olur. Yaz kurbanı şölenini, sünnet sofralarını o onarır (kurar). Eli iş tutan kızlar, taze gelinler, genç kadınlar yardımcı olurlar Kadın Ana’ya hep. Birçok kız, kadın, onun yanında çıraklık ederek yetişir. Yıllarca hizmet edenler arasından, zamanla, yeni bir Kadın Ana çıkar.”
“Demek Kadın Ana’nın yardımcıları var, öyle mi Yaşar Emmi?”
“Elbetteki var. Kadın Ana’nın bağını bahçesini köylü toplanıp çapalar, eker, mahsulünü toplar. Başka köylerden bile yardımcılar gelir bu iş için.
O bizden hiç para pul beklemediği gibi biz de ondan emeğimizi esirgemeyiz.”
Oradan Veli Dayı lafa karıştı; şöyle anlattı:
“Bundan on beş yıl kadar önce, Seferihisar’ın Turgut köyünde bir Yakici Emine Aba vardı. Çevredeki tüm köylerin Kadın Ana’sıydı o. Rahmet olsun, eliyle hazırladığı çeşitli yakılar ün salmıştı. Emine Aba’nın evi, çevreden gelenlerle dolar taşardı. İzmir’den, Manisa’dan bile yakı yaptırmak için gelen olurdu.”
“Veli Dayı, sen hiç Emine Aba’ya gittin miydi?”
“Çocuktum. Bir gün anam, kardeşimle beni aldı Yakıcı Emine Aba’ya götürdü. Karnımızın ağrıdığını söyledi Emine Abaya.
Emine Aba, eliyle karnımıza şöyle bir bastırdı. Eh, dedi, şimdi birer yakı koruz, hiçbir şeyleri kalmaz.
Hâlâ hatırlarım. Arpa ununu eledi, pekmezle kardı. İçine çeşitli baharat attı. Ocakta pişirdi. Mis gibi kokuyordu tencere. Hazırladığı yakıyı tülbentlerin üzerine döktü; ılık ılık karnımıza bağladı. Tencerenin dibinde kalandan da bana ve kardeşime üçer lokma yedirdi. Eşeklerimize bindik. Köye yollandık. Kardeşim Fatma’yla aynı eşekteydik. Yakının tadı damağımızda kalmıştı. Yol boyu, iki kardeş, karnımıza sarılı yakıları lokma lokma yeyip bitirdik. Eve varınca anam bir baktı ki, yakıların yerinde yeller esiyor.
Ama karnımızın ağrısı da geçmişti.”
Seferihisar’ın köylerinde de şöyle anlatırlar:
Soğuk bir kış gecesi. Döndü Bibi’nin gelini doğum sancıları içinde kıvranıyormuş. “Ölüyom, ölüyom.” diye inliyormuş.
Döndü Bibi’nin kocası ve oğlu, atlamışlar atlara. Turgut koyundeki Emine Aba’ya gitmişler. Gece yarısı çalmışlar kapısını.
“Kim o?” demiş Emine Aba.
“Doğum var. Seni almaya geldik. Hava çok soğuk, iyi giyin.”
Fırtınada, soğukta, yağmurda bir saat sürmüş doğum evine gitmeleri.
Bu kez. Döndü Bibi’nin oğlu Mehmet anlattı olayı:
“Onun kapıyı açısıyla atın üzerine binmesi bir oldu. Hiç uyumaz mıydı? Hiç yorulmaz mıydı? Bilemiyoz. Namaz kılardı. Kuran okurdu. Ama hiç erkekten kaçmazdı. Korkusuzdu. Güzel mi güzeldi. Nur gibi kadındı. Biz Türkmenler, uzakta oturmamıza rağmen, ona koşardık. Her derdimizle uğraşırdı. Hiç ayrılık gütmezdi. Kadın Ana adını ona biz vermiştik.”
Eşe Bibi
Soruyorum: “Başka Kadın Ana tanıdın mı Veli Dayı?”
“Gençliğimde, bizim köyde Eşe Bibi vardı. Akıllı kadındı. İnsana akıl öğretir, yol gösterirdi.
- Kızlar, gelinler, akça saçlılar, delikanlılar, damatlar ona gidip akıl danışırlardı.
- Karı koca geçimsizliklerini, ne yapar yapar, tatlıya bağlardı.
- Rüya görenler, rüyalarını ona anlatırlardı. O, rüyayı, kişiye göre yorumlardı.
- Küskünlüğü, kırgınlığı, öfkeleri giderirdi.
- Kişinin selameti için yol gösterirdi.
- Yoksulları korurdu.
- Hastalara bakardı.
- Evinde her türlü ilaç hazırlardı. Özellikle merhemleri şifalıydı.
- Sünnetli çocukların yaralarına toz dökerdi. Mersin yaprağını kavurur, havanda un gibi döverdi. Bunu, sünnet yarasının üzerine serperdi.
- Evinde her çeşit otlar, çiçekler, tohumlar bulunurdu. Şuruplar vardı...
Kadın Ana olmak zor iştir. Sık sık Kadın Ana çıkmaz.
Kadın Ana,
- herkesin derdini sırrını bilir. Ama kimsenin sırrını kimseye demez.
- Dedikodu yapmaz. Görmedim, duymadım demesini bilir.
- Kimseyi kınamaz, zavallıları hoş görür.
Kadın Ana’nın evi ocağı yerli yerinde olur; derli toplu olur, tertemizdir. Onun bahçesinde açmayan çiçek, meyve vermeyen ağaç bulunmaz.
Köyün kadınları çiçek tohumlarını, fidelerini ondan alırlar. Çünkü onun ektiği çiçekler başka türlü açar.
Kadın Ana, sebzesini kendi yetiştirir. Bağı bahçesi, meyvelerle doludur; düzenlidir, bakımlıdır.
Eşe Bibi’nin 80-100 kovan arısı da vardı. Kendi bakardı bunlara. Yüzünü bağlar, kovanlardan kendi toplardı balını.
Anlayacağın kızım, Kadın Ana insanların, çiçeklerin, ağaçların, otun, toprağın, hayvanın, kurdun kuşun anasıdır.
O, dünyanın sırrını öğrenmiştir. Ermiş kadındır.
Zaten akıllı kadından, çalışkan kadından iyi yürekli kadından çıkar Kadın Ana.
O saygınlığı herkes kazanamaz.”
“Şimdi Kadın Ana’nız var mı?”
“Yok. Şimdi herkes kendi evinin Kadın Ana’sı oldu. Eskiden toğra çorbasını ve pilavı yalnız Kadın Ana pişirirdi. Şimdi herkes pişiriyor.
Yollar açıldı. Arabalar köye geldi. Ebe var, doktor var, hastane var. Televizyon var, okul var. Ama Cumaovalı Hayrünnisa Aba sağ olsaydı, o bugün bizim Kadın Ana’mız olabilirdi. Mektepten çıkma ebeydi. Doktor gibiydi. Akıllıydı. Hiç çocuğu olmamıştı. Ondan mıdır ne, tüm vaktini insanlara iyilik yapmakla geçirirdi.
Yüzü güleç, gönlü cömertti. Hiç para pul gözetmeden koşardı yardıma. Kapısında motosikleti dururdu. Hangi köyde hasta varsa, doğum varsa atlardı motoruna gece gündüz demeden. Ayağında şalvarı, yanında çantası, çağrıldığı köye giderdi doğruca. Düşük olurdu, hasta olurdu, kaza olurdu, hep Hayrünnisa Aba çağrılırdı. Yoksullara, kendi parasıyla ilaç alırdı, iğne alırdı. Ama sordun mu ‘ben bedava alıyom’ derdi.
Tüm çevre köylerde ün salmıştı. Yazık ki genç öldü. 40 yaşında verdik onu toprağa, beş altı yıl önce. Ah gardaşım, onun cenazesini görecektin. Tüm çevre köylerin halkı toplandı. Türkmeni, Yörüğü, kadını, erkeği, çoluğu çocuğu... Acı haberi duyan binlerce insan koştu Cumaovası’na. Camiden alındı tabutu. Kadınlara koştular hocaya, ‘biz de tabutu taşımak istiyoruz’ dediler. Hoca da bu bir istektir, sevgidir. Hiç bir sakıncası yoktur dedi. Ve gardaşım, mezara kadar cenazeyi kadınlar da taşıdılar. Onun çok kadında emeği vardı.”
Gülizar Bibi
Genellikle köylerde Kadın Ana bir tane olur.
Buna karşılık Elif Aba, Güllü Aba gibi "Aba" takısıyla çağrılanlar vardır. Kardeş yakınlığı duyulanlara verilir bu ad.
Elif Kız, Güllü Kız gibi “Kız” deyimi, iyi anlama gelir. İyi huylu, yardım seven, becerikli kadınlara bu adı verirler.
Elif Bibi, Güllü Bibi gibi ünlenenler, köyde sevilen sayılan kadınlardır.
“Bibi”, hala demektir.
Eşe Bibi diye çağrilanlardansa, köyde ancak iki-üç tane olur.
“Eşe”, hanım demektir. Terbiyeli, halim selim sayılan, saygı duyulan kadınlara denilir böyle.
Laf arasında Elif Karı, Güllü Karı diye adlandırılan kadınlar dedikoducu, haset fesat, kavgacıdırlar.
Bu ad onlara bu nedenlerle uygun görülmüştür.
Karaburun bölgesindeki bir köyde oturan otuz beş yaşlarında genç bir kadın vardır.
Herkes onu Gülizar Bibi diye ünler.
Gülizar on dört yaşında evlenmiş. Güzel mi güzelmiş. Ama bebesi olmadığından, ocağı dağılmış.
Gülizar’ın gelinlik takılarını, boyun altınlarını da alıvermişler elinden.
O, yeniden ocak açmış. Gün dememiş, gece dememiş. Taş taşımış, harç karmış... Yeniden bir köy evi yapmış. Şimdi bahçesinde her tür çiçek açıyor. Ağaçları, çeşitli meyvelerle dolu. Damında boy boy inekler. Kümesinde cins tavuklar. Evi ve bahçesi tertemiz. Damdan çıkınca ya da tarladan dönünce hemen yıkanır, giyinir. Ancak ondan sonra konuklar varsa onların elini sıkar, hal hatır sorar. Güleryüzlüdür, konuşkandır.
Gülizar Bibi,
- zor doğuran hayvanları doğurtur.
- Hasta hayvanlara iğne atar, ilaç verir; ta ki hayvanlar iyileşinceye dek.
- Onun evine iğne yaptırmak için hastalar gelir.
- Gariplerin dikişlerini diker, çeyizlerini hazırlar, onları doyurur.
- Yoksullara süt, yoğurt, sebze, meyve verir.
- İşsizlere iş arar.
- Gerektiğinde, Türkçe Mevlut okur. Doğumda, ölümde, bayramda Gülizar Bibi hep bulunur.
- Bölgede sulama nergis çiçeğini 24 Ekim günü ilk o sürer piyasaya.
- Sütten, yoğurttan makineyle yağ çıkarır.
Ürettiği ürünlerin bir kısmını çevresine dağıtır, bir kısmını da satışa gönderir.
İşte, bir kadının el bereketiyle ve gönül zenginliğiyle neler yapabileceğini bugün de bize Gülizar Bibi gibileri öğretiyor.
Zaten Anadolu’da kadın, çağlar boyunca “üretken” ve “fedakâr” bir unsur olmuştur. Anadolu, analarla dolu bir yerdir.
Ve bu toprakların geçmişine baktığımızda, onun ana tanrıçalar diyarı olduğunu da görürüz.
Tanrıçalar doğurganlığı, bereketi, güçlülüğü simgelerler. Anadolu halkının bugün inandığı beş “Ana”yı da bu tanrıçalara ekleyebiliriz.
Kadın Ana’ları, böylesi bir geçmişin devamı sayabiliriz. Zaten “Anadolu” adı bize bunu söylemiyor mu?
Kadın Ana’lar, durmadan değişen cagimizda kaybolup gidecekler.
Ama, gelecekte yeni tip Kadın Ana’lar herhalde doğacak.
Sabiha Tansuğ | sanat olayı - Sayı: 12 - Aralık 1981