Necdet Aydın



Sayın Necdet Aydın, bu gezici operayı kurup Anadolu’yu dolaşırken hareket noktanız neydi?

Sanıyorum her yeni hareketim
(
  • gezici opera,
  • TV için yaptığım küçük operalar,
  • Bach’ın Kahve Kantatı’nı sahneleyişim,
  • Mozart’ın Bastien ve Bastienne’ini köy alanında köylü giysileriyle ve Ahmet’le Ayşe adı altında meydanlayışım,
  • Carl Orff’un Akıllı Kız masal-operasını meddah operası olarak hazırlayıp sunmam) çok sevdiğim opera sanatını Türk toplumuna tanıtmak, sevdirmek, yaymak amacından kaynaklanıyor.

Tüm güzel sanatları içinde toplayan ve bir görsel sanat dalı olan opera Türk toplumuna yayılabilmeli, tanıtılabilmeli, yenilenmeli ve de en önemlisi, bizden olan, biz kokan yeni Türk operaları çoğalmalı. Yakın tiyatro tarihimize bakılırsa, eskiden bugüne kadar, değil kentlerde, kırsal alanlarda bile, şarkılı türkülü, benim opera ya da operet dediğim, tiyatrocuların Türk tiyatrosu dediği tür oyunlar oynanmakta. Karagözde şarkı, ortaoyununda şarkı, hattâ meddahta şarkı yok muydu? Opera tarihini karıştırıp ilk opera örneklerine baktığımızda, bizdeki oyunların benzerlerini görmüyor muyuz? Hatta tiyatronun doğuşu olarak kabul edilen Eski Yunan şarap âyinlerinde şarkı yok muydu? Ve daha da geriye bakıp ilk insanları gözlediğimizde, onlarin bir ritm ve ses düzeni içinde olduklarını inkâr edebilir miyiz? Ve de, beni bağışlayın, belki de meslek sevgimden geliyor, yeni doğan çocuğun ilk çıkardığı ses, bir müzik, bir ritm değil de nedir? Öte yandan, bu sanat dalinin yalnız Ankara ve İstanbul gibi büyük kentlerin tekelinde kalışı ve öteki kentlere, köylere götürülemeyişi, çok seyrek götürülse de milyonlara mal oluşu, uykularımı kaçırıyor, beni huzursuz kılıyor.


Gezici Opera’dan izlenimleriniz neler oldu?

Kurmaktan kıvanç duyduğum Gezici opera ile ve iki yıl boyunca Orta Anadolu, Ege, Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerini dolaştım. Bu arada, elimde teyp, her çeşit ve sınıftan insanla söyleşiler yaptım. Yukarıda açıklamaya çalıştığım düşüncelerimde, duygularımda çok haklı olduğum sonucuna vardım. Her kim, Türk toplumu teksesliliğe alışıktır, çok sesliliği kabul etmez derse, bu kendini inkârdır, insan oluşumuzu inkârdır, doğayı inkârdır derim. Çünkü doğa tek sesli değildir ve varliklarin en duyarlısı olan insan, doğal olarak tek sesliliğe karşıdır.

Gezici Opera izlenimlerimden bir-ikisini anlatırsam her halde haklılığıma örnek olacaktır:

Mudanya’da küçük bir sinemada oyuna başladık. Oyunu halkın arasından izlemek üzere salona geçtim. A. Sullivan’ın Cox and Box adlı operası sırasında, dört köylü oyunu seyrederken aralarında konuşmaya başladılar. Biri,Bakmayın, bunlar gâvur oyunu oynuyorlar,dedi ve diğer üçüyle birlikte ön sıralara kapandı. Olay çıkmasın diye bir görevli çağırdım, ama çok az zaman sonra dördü de katıla katıla gülmeye, oyundaki esprilere kentlerdekinden daha fazla duyarlılık göstermeye başladılar. İçim rahatladı, sevindim, gururlandım ve görevliyi oradan uzaklaştırdım.

Çorum’da perdeyi açmadan önce bütün salonu kaplayan bir çıtırtı duyulmaya başladı. Sebebini sorduk. “Çekirdek yiyorlar,cevabını aldık. Önlem almamız olanak dışıydı. Zamanında perdeyi açtık. Oyunun yarısında ses kesildi. Çıt yoktu. Oyundan sonra soruşturdum; hiç bir önlem alınmamış, seyirci kendisini oyuna kaptırdığı için ses kesilmişti.

En önemli ve beni en çok duygulandıran olay da şu oldu:

1969-70’deki turneler sonunda öğretim üyesi olduğum Ankara Devlet Konservatuarı Opera bölümüne ve 1971’de önceki yıllara oranla daha çok öğrenci başvuruda bulundu. Sınavda, neden bu mesleği seçtiklerini sorduğumda, çoğundan, Falanca tarihte bulunduğum yere Gezici Opera geldi, seyrettim, çok sevdim, onun için geldim, cevabını aldım. Kendileriyle konuştuğum kişilerin hepsi oyunu çok beğendiklerini, böyle oyunların daha sik gelmesinin sağlanmasını, daha uzun süreli oyunların getirilmesini istediler. Görülüyor ki, halkımıza iyiyi, güzeli götürüp tanıtabilirsek, onlardan aynı sıcak sevgi ve ilgiyi alabileceğiz.


Öyleyse bu tür çalışmayı sürdürmede yarar görüyorsunuz...

Evet. Bence hiç beklemeden bu çalışmalar, sürekli olmak kaydıyla başlatılmalıdır. Ile, ilçeye, köye, her sezon 4-5 küçük opera götürülmelidir. (Piyanoyla ya da çok küçük bir orkestrayla.) O zaman çok sesliliği sevenlerde çoğalma olacaktır. Elbette bu arada bestecilerimiz, yeni, taşınabilir, küçük Türk operaları yazmalıdırlar ve Bakanlığımız, Genel Müdürlüğümüz bu konuda bestecilerimizi ve metin yazarlarımızı isteklendirmelidirler.


Sayın Necdet Aydın, neden Meddah, neden Carl Orff?

Birinci soruya beş cümle ile yanıt vermem yararlı olacaktır sanırım: (a) Taşınabilir olması; (b) Her yerde ve her zaman uygulanabilir olması (c) Bizden olması; (d) Tek başına çalışılabilmesi; (e) Bugüne kalmış meddah oyunlarının hâlâ çok sesle yazılmamış olması.

Carl Orff; çünkü, meddah oyunlarına çok yakın ritm ve hikâyesi var.



Konuyla ilgili tasarılarınız?

Konuyla ilgili dileklerim daha çok. Benim uyguladığım Carl Orff (Die Kluge) Akıllı Kız Meddah Denemesi’nin “kıssadan hisse”sinde söylediğim gibi:

İnşallah bundan böyle genç, olgun bestecilerimiz, bu harikulade meddah hikâyelerini, Dede Korkut’laru alırlar ele
Üçlüydü dörtlüydü, yazarlar taşınır güzel sesli sazlara
Genç sanatçı kardeşlerimiz dağlarlar köylere kasabalara
Ve de getirirler çok seslilikle güzel Türk hikayelerini dile.

Bu konuda sevindirici bir haber de verebilirim size. Ankara Devlet Konservatuarı öğretim üyesi kompozitör Kemal Çağlar kardeşim konuyla ilgilendi ve meddah hikâyeleri istedi benden. Büyük bir umutla bir tanesini seçtim; seslendirmesini bekliyorum. Dilerim, bir buçuk yıllık çabam boşa gitmemiş olur. Tasarılarıma gelince, Meddah Opera denemesini bir çok yerde tekrar edebilme, bu olanağı bulabilme umudunda toplanıyor. Oyunun tümünü TV, Ramazan programı için almak istiyor. Ama asıl varmak istediğim nokta, köyde, köy alanlarında oynayabilmek.


Oyunculuk mu, yönetmenlik mi?

Birini seçmek çok zor. Ikisinin de, çok güzel yanları var. Ama birini seçin derseniz, yönetmenlik derim. Neden mi? Oyunculukta ancak bir karakteri canlandırabiliyor insan; oysa yönetmenlikte bir yığın kişilik ve hepsinde siz, hepsinde sizin kişiliğiniz ve yorumunuz var.


20. yüzyılın ikinci yarısında dünyada ve Türkiye’de operanın yeri nedir?

Belli başlı ve geleneksel operalar dışında büyük yenilikler, büyük araştırmalar var. orneğin Polonya’da Laboratuar Opera denilen bir çalışma, araştırma gördüm. Düşünebildiğiniz her tür çağdaş âlet ve olanaktan yararlanıyorlar. Amerika’da da aynı tür araştırma hızla yayılmakta. Ingiltere’de Rock Opera harika bir biçimde tutuldu. 13 yıldır en az on sahnede Jesus Christ Superstar rock operası kapalı gişe oynuyor. Burada bir açıklama yapmak istiyorum: Üç yıldır Salih Memecan’ın karikatür kitapçığından metinlendirdiğim Kare Düşünce adlı bir rock opera hazırlığı içindeyim. Müziklendirme ya da hazır olan müziğe orkestrasyon yaptırma çabam sürmekte. Çok iyi olacağına ve seyircinin beğenisini kazanacağına eminim.

Bir “memur rejisör”ün parasal açıdan böyle bir oyunu sahneye getirmesi olanak dışı; yine de, umuyorum ki, bunu yakında gerçekleştireceğim ve o gün gençleri tam yanımda göreceğim.

Türkiye’de operanın durumu hiç iç açıcı değil. Kimse darılmasın, halk aynı operaları tekrar tekrar görmekten bıktı; her şeyde olduğu gibi, bu konuda da yenilik arıyor. Bu yenilik geldiği gün, opera Türkiye’de de çok çabuk ve en güzel yerini bulacaktır.


Türk operası için söyleyebilecekleriniz?

Eğer Türk operası cümleciğinden Türk bestecileri tarafından yazılmış operaları anlamam yanlış değilse, Türk operası, yazılıp 1934’de sahnelenen Özsoy operasından bu yana, yani 48 yılda çok az ürün vermiş bulunmaktadır. Bence bestecilerimiz hiç vakit yitirmeden bizi içeren konuları ele alıp 45-60 dakikayı aşmayan, söylemesi ve çalması güç olmayan ve hattâ çok küçük orkestralar eşliğinde, herhangi bir sahnede oynanabilecek operalar yazmalıdırlar. Bu operalar TV ve radyolarda halka sık sık dinletilip gösterilmelidir ve hattâ bundan on yıl kadar önce beni TV’ye önerdiğim gibi, onar dakikalık operalar hazırlanmalıdır. (o tarihte bunları yazacak besteci bulamadığımdan, tasarım gerçekleşmedi.) Bu yakınlarda bir umut ışığı parladı: Benim de kuruculuk çalışmalarında bulunduğum Devlet Sahne ve Müzik Sanatçıları Birliği’nin opera metni ve sonra da beste yarışması açacağını, bunun için bir fon aradığını sevinçle öğrenmiş bulunuyorum. Bu olanak sağlanırsa, Türk opera dağarcığı biraz daha genişleyecektir sanıyorum.


Meddah’ı İstanbul’da tekrarlamayı düşünüyor musunuz?

İstanbul’daki gösterimi bir çok kere tekrarlamayı ve okullarda uygulamayı çok istiyorum. Ne yazık ki, Ankara’dan böyle bir organizasyon olanağım yok. Gelecek yıl yeniden harekete geçerek bazı olanaklar arayacağım. Yaz aylarında ise, olanak bulabilirsem, turistik yerlerde oyunumu sürdüreceğim.



Sümeray Arıman | sanat olayı - Sayı: 18 - Haziran 1982