Paco Pena


İstanbul Gitar Festivali çerçevesinde, kentimizde bir konser veren Paco Pena ile İspanya’da ve dünyada Flamenco’nun bugünkü anlamı üstüne konuşuyoruz:

G.I. - Paco Pena, beşinci kez Türkiye’desiniz, dinleyiciler sizi “Paco! Paco!” diye dostça selamladılar. Bize sanatçı kişiliğinizi ve sanatınızı daha yakundan tanıtır misiniz? Kimsiniz gerçekte, bize neler iletmek istiyorsunuz?

P.P. - Yapmaya çalıştığım şey birinci elden aldığım bir kültürü aktarmak. Onu nasıl bulduysam öylece iletmeye çalışıyorum. Bildiğim sanatsal anlatımların en yücesi, kendi toprağım Endülüs’ün ürünü olan Flamenco’dur. Bir yazın ya da sanat ortamında değil de, folklor müziği ortamında yetiştiğimden olmalı, toprağımın kültürünü müzik yoluyla edindim. Ben beni bildim bileli geçmişimden, halkımdan bana ulaşanı kendimce yorumlayarak sunma peşindeyim. Gitarı sevdiğim için çalışıyorum; Flamenco da öyle: O benim bir parçam, ben onun bir parçasıyım. Sahneye çıktığımda, tanımadığım kalabalıklarla iletişim kurmamı sağlıyor.


KURTUBA’DAN LONDRA’YA

Gitara 7 yaşındayken, benden 15 yaş büyük ağabeyime özenerek başladım. Endülüs’ün, içinde on kadar ailenin topluca barındığı “konu-komşu evi” denilen evleri vardır, öyle bir evde otururduk; şen-şakrak gençlerdik çoğumuz, yaşamayı seviyorduk, yaşamanın en yalın biçimi ise müziği yaratarak, kendimizi ritmle anlatarak yaşamaktı. Çok geçmeden ağabeyimden ayri olarak, gitara tutkuyla bağlandığımı keşfettim. Utangaçtım, gitar benim için bir düştü, kendimi sözcüklere başvurmadan anlatmanın yoluydu. Giderek çalışmalarımı derinleştirdim, içimde sanatçı olma dileği doğdu. Ailem pek yoksuldu, Kurtuba’ya kırsal kesimden göç etmiş köylülerdik, babam ne iş bulursa onu yapıyordu, annemin meydanda sebze sattığı olmuştur. Ben de çalışmak için okulu bıraktım, ilkin eczacı yamaklığı yaptım, sonra bir noterin işlerine koştum. Baktım o gidişle sanatçı falan olamayacağım, işi de bırakıp yollara düştüm gitarımla. Çok çalıştım, ama hiçbir zaman okulda değil. İngiltere’deyken solo gitarın hoşa gittiğini fark ettim, oysa o zamanlar İspanya’da solo gitar garip kaçardı, gitar Flamenco olayının yalnızca bir parçasıydı, doruk noktası ise şarkıydı. 1966’da Londra’daki ilk konserimde başarı kazanarak parladım, kendi Flamenco topluluğumu kurdum. En büyük düşümü gerçekleştirmiştim; ben Flamenco’yu çok içten bir şey olarak görürüm. Gerçeğin ta kendisidir, şarkısı da, çalışı da insanın ruhundan kopar. Flamenco hiçbir tiyatrovari, yapay yönü olmadan sunulmalı: Olduğu gibi çıkarılmalı sahneye bence, o zaman inandırıcı olur, o zaman zafer onundur.

G.I. - Flamenco nedir, biraz daha açıklar mısınız?

P.P. - Tanımlaması güç. Endülüs sanatının özüdür diyebilirim. Endülüs’ten gelmiş geçmiş tüm kültürlerin birikiminden oluşan bir sanat dünyasıdır; bana sorarsanız tüm sanatsal anlatımların doruk noktasıdır. Endülüs’te 700 yıl kalan Araplar, onlardan önce ve sonra gelip geçen daha niceleri, hepsinin izleri kalmıştır Flamenco’da.

G.I. - Bir atasözünüz var hani “İspanyol şarkı söylüyorsa boğazında bir şey düğümlenmiş demektir” derler, doğru mudur?

P.P. - Doğrudur, atasözüdür, şakadır, ama gerçek payı vardır; ne derler, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz.



MÜZİSYEN KULAĞIYLA TÜRKİYE

G.I - Türkiye’yi müzisyen kulağıyla nasıl algılıyorsunuz? Ülkemize ayak bastığınızda sizi en çok etkileyen ses ne oldu?

P.P. - Ezan sesi. Camiden müezzinin çağrısı. İlk işittiğimde geceydi, açık havadaydım, ses açık seçik geldi, gecenin ortasında, üstelik çok güzel okuyan biriydi: Aman! Bu da ne böyle?dedim, seguidillas’a (1) benziyor!”, pek hoşuma gitmişti, öylece büyülendim kaldım. Bakın, ben sanatımın Arap kültürüyle ilintili olduğunu biliyordum elbette, ama bunu hiç böyle açık seçik duyduğum olmamıştı. Müthiş bir etki yaptı bana.

G.I. - Flamenco dünyanın her yanında büyük ilgi topluyor, çoğu yabancı onu İspanya’nın sesi sayıyor, birçok İspanyol ise bu yargıyı yanlış buluyor, siz ne dersiniz?

P.P. - O kanıya ben de katılırım: Flamenco’nun sevilmesi güzel elbette, ama İspanya’nın çok çeşitli müzik ve kültür anlatımları var, onlar da çok çekicidir. Flamenco’dan çok fazlası var Ispanya’da. Ancak, sanırım Flamenco tüm benzeri müzik anlatımlarından daha etkileyici: Müthiş bir anlatım gücü var, o yüzden benzersiz bir çarpıcı etki yapıyor. Flamenco gibi bir müziğe, öyle bir dansa hiçbir yerde rastlayamazsınız, insanda sanki bir elektrik akımı yaratan bir gerilimi vardır, şarkısı, daha doğrusu söyleyiş biçimi öylesine saldırgandir ki, çarpar insanı, ama aslında ne saldırgan, ne de vurucu olduğundan değil; şarkı, söyleyenin ciğerinden kopuyordur da ondan, yani şarkıcıyı dinlerken yüreğinin içini, tüm gerçeğini görürsünüz. Eşsiz bir çarpıcılığı vardır, dış ülkelerde dikkati çekmesinin nedeni bu. İyi de oluyor elbette; iyi olmayan, İspanya’yı Flamenco olarak görmekten hoşlananların İspanya’yı gerçekte olduğu gibi, sanatsal anlatımlarının olanca çeşitliği içinde keşfetme olasılığını elden kaçırmaları.

G.I. - Peki, ülkenizde, özellikle kitle iletişim araçlarinin aktardığı yabancı müzikten etkilenen gençler arasında da Flamenco’ya aynı oranda ilgi var mı?

P.P. - İspanya’da bugün çok ilginç bir olaya tanık oluyoruz, Flamenco eskisinden çok daha çeşitli, çok daha geniş yığınların ilgisini çekiyor. Gençler Flamenco’da eskiden bulamadıkları bir şeyler keşfediyorlar, Flamenco’dan kaynaklanan bir pop müziği gelişti. Bu çok güzel bir şey, çünkü aslında Flamenco çok özel bir müzik türüdür, İspanya’nın belli bir yöresine, o yörenin halkına özgüdür. Bundan Ispanya’nın her köşesinde dinlenebilen ve yaratılabilen bir müzik türünün çıkması çok olumlu bence.

G.I. - Bu müzik de Flamenco’nun aslı kadar içten, anlatımı o denli güçlü mü peki?

P.P. - Kuşkusuz. Pop müziği gençliğin belli bir tedirginliğini dile getiriyor. Bu yüzden toplumumuzda kendine göre bir yer tutuyor. Flamenco aslında çok belli bir çileden, açlıktan doğmuştur. Benim yaşımdakiler (Pena 44 yaşında) bunu tatmışlardır, bilirler. Ama bugünün gençliği musluğu açtığında sıcak suyu hazır buluyor, arabada geziyor. Bugünün gençlerinin sanatsal tedirginliği ayrı, kendilerini başka biçimde anlatmak istiyorlar, anlatıyorlar da. ille aynı acıları çekmeleri gerekmez ki, toplum değişti, gençliğin kendi dünyası, kendi yaşantısı var, kendini başka biçimde anlatması gerekiyor; ben bunu İspanya’nın müzik panoramasında olumlu bir katkı sayıyorum.


FLAMENCO’YA SİYASET KARIŞINCA

G.I. - Flamenco için bir gelişme olabilir mi bu? Flamenco’nun başka gelişme olanakları da var mı?

P.P. - Flamenco gençlere geliştirebilecekleri bazı öğeler sağlamıştır, ama ben bunu Flamenco’nun gelişimi olarak görmüyorum, bu çok ileri gitmek olur, yüzeysel olur belki. Pop müziğinin dışında da Flamenco şu son yıllarda büyük gelişmeler göstermiş bulunuyor.

G.I. - Bu gelişmeler neyin sonucu? Siyasal olayların, İspanya’dan yaşanan rejim değişikliğinin etkisi var mı?

P.P. -  Ben yalnızca sanat yönünden söz ediyordum. Aslında bir yirmi yıl var ki, Flamenco’ya siyaset karıştırıldı, Flamenco çok açık bir siyasal haykırışa dönüştürüldü. Ama Flamenco’nun gerçekten siyasal olan bir yani varsa o da dile getirdiği toplumsal çığlıktır. Baskı döneminin sonlarına doğru, gençler Franco baskısından bunaldiklarında, sırtlarındaki deli gömleğinden sıyrılmak istediklerinde, Flamenco da bu amaçla kullanıldı. Geçerli olmasına geçerliydi, ama Flamenco’nun gerçek gelişimi olarak görmedim bunu. Flamenco’nun akademik düzeyde, bilimsel çalışmalarla geliştirileceğine de inanmıyorum. Jerez’de bir “Flamenco-bilim” merkezi kuruldu, konferanslar, resitaller, bir şeyler yapıyorlar. Eleştirmiyorum kesinlikle, zaten yakından izlemedim de, ama aydınlar tarafından, aydınlar için yapılan bir etkinlik bu, Flamenco’nun gerçek gelişimiyle ilgisi yok bence. Flamenco ancak sanatçılarla, Flamenco ile beslenerek yetişmiş, yaratıcı gençlerin elinde gelişecektir. Eleştirenler de çıkıyor, ama ben çok olumlu görüyorum, bir zamanlar caz için de benzeri tartışmalar yapılmıştı. Burada önemli olan Flamenco’nun köklerinden, tipik Flamenco deneyiminden kopmamaktır.


PACO’NUN TÜRK DİNLEYİCİLERE İLETİSİ

G.I. - Biraz da Türk dinleyicisinden söz edelim: Sizin gözünüzde herhangi bir özelliği var mı?

P.P. - Türk dinleyicilerime bayılıyorum, kendine özgü, içine dönük bir topluluk, ama kendini anlatmayı biliyor. Flamenco’mu öylesine yürekten bir sıcaklıkla karşılıyor, yaptığım şeye öylesine saygı ve sevgi gösteriyorlar ki, yüreğim burkuluyor, büyüleniyorum. Aslında burada insanlar, sokakta rastladıklarım bile çok hoşuma gidiyor: Konuşkan değiller, ama nasıl anlatsam, çok hoşuma giden bir yanları var, vakarlı bir halleri, içlerinde bir gerçekleri var.

G.I. - Belki kendi insanlarınızla ortak bir yanlarını görüyorsunuz?

P.P. - Var, bir ortak yanları var kuşkusuz, bunu sezinliyorum. Ama Türkler daha da suskunlar; toprağa bir bağlılıklar var hâlâ, yaşamın temelini oluşturan şeylere, işte bu da benim pek alişkin olduğum bir şey.

G.I. - Acaba Türklere vermek istediğiniz bir ileti, bir dahaki konserinize gelirken animsamalarini dilediğiniz bir şey var mi?

P.P. - Derim ki, Flamenco iletişim içindir, varlik nedeni sanatçının birilerine bir şeyler anlatabilmesidir. Türkiye’deki konserlerime gelenlerde Flamenco deneyimini yaşamak için büyük bir istek görüyorum. Öyleyse Flamenco’nun gerçeğine yönelerek dinlesinler beni: Bu gerçek, sanatçı ile aynı titreşim içine girildiğinde keşfedilen bir şeydir.
______________________________________________________________________
(1) Seguidillas: Flamenco ezgilerinin özellikle yanık ve ağır tempolu eski bir türü.



Gül Işık | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 157 - Aralık 1986