Göstergebilim nedir, ne değildir?



Yukarıdaki sözler R. Yakobson’un, Terentius’tan (“Homosum: Humani nihil a me allienum puto.
Ben insanım: İnsanı ilgilendiren hiçbir şey bana yabancı değildir.) esinlenerek dile getirdiği sözler.

Kimi yapıtlar ne denli yararlı, değerli olurlarsa olsunlar gerekli ilgiyi çekemez, yankıyı uyandıramaz nedense? Mehmet Rifat’ın “Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları” (Temel Metinlerin Çevirisiyle Birlikte) başlıklı incelemesi de o tür yapıtlardan. Yazımın başındaki alıntıları o kitaptan aldım. Yapıtın amacı: “Çağdaş dilbilim ve göstergebilim alanlarındaki başlıca akımların ve kuramcıların temel ilke ve yöntemlerini ayrıntılı bir biçimde tanıtmak, tartışmak ve değerlendirmek. Oysa benim bu yazımın ereği çok daha sınırlı, kısıtlı ve “alçakgönüllü”. Evet, ben yalnızca ülkemizde de yayımlanmış kaynaklara başvurarak, dayanarak göstergebilimin ne olup ne olmadığını biraz kurcalamak, açıklamak istiyorum. Hepsi bu.

İlkin şu noktaya parmak basmak, “tanım” konusuna açıklık getirmek isteyeceğim:

Tanımların bilimsel bakımdan değeri yoktur. Çünkü tanımlar her zaman yetersizdir. Tek gerçek tanım bir şeyin kendi gelişimidir. Ama bu gelişim bir tanım değildir artık... Ne var ki, genel-geçer bir tanım çoğu zaman yararlı, dahası gereklidir. Bir nesneyi, bir konuyu gerçekten tanımak, bilmek için onu bütün yanlarıyla, bütün ilişki ve ayrıcalıklarıyla kucaklamak ve incelemek gerekir. Sonra, o nesneyi, o konuyu gelişimi değişimi içinde ele almak gerekir. Kişinin tüm uygulaması nesnenin, konunun tam tanım’ına, hem gerçeğin ölçütünü, hem de kişiye gerekli olan şeyle nesnenin, konunun ilişkisini belirleyen uygulama olarak girmesi gerek. Sonra da diyalektik mantık şunu öğretir bize: ‘Soyut gerçek yoktur, gerçek her zaman somuttur’.

Evet, yukarıda sözünü ettiğim noktaya şöyle bir değindikten sonra gelelim “göstergebilimin genel bir tanımı”na:

İnsanların birbirleriyle anlaşmak için kullandıkları doğal diller (sözgelimi, Türkçe), davranışlar, görüntüler, trafik belirtkeleri, bir kentin uzamsal düzenlenişi, bir müzik yapıtı, bir resim, bir tiyatro gösterisi, bir film, reklam afişleri, moda, sağır dilsiz abecesi, yazınsal yapıtlar, çeşitli bilim dilleri, tutkuların düzeni, bir ülkedeki ulaşım yollarının yapısı, kısacası bildirişim amacı taşısın taşımasın her anlamlı bütün çeşitli birimlerden oluşan bir dizgedir. Gerçekleşme düzlemleri değişik olan bu dizgelerin birimleri de genelde gösterge olarak adlandırılır. Yine çok genel olarak belirtecek olursak, anlamlı bütünleri, bir başka deyişle gösterge dizgelerini betimlemek, göstergelerin birbirleriyle kurdukları bağlantıları saptamak, anlamların eklemleniş biçimlerini bulmak, göstergeleri ve gösterge dizgelerini sınıflandırmak, dolayısıyla, insanla insan, insanla doğa arasındaki etkileşimi açıklamak, bu amaçla da bilgikuramsal, yöntembilimsel ve betimsel açıdan tümü kapsayıcı, tutarlı ve yalın bir kuram oluşturmak, göstergebilim diye adlandırılan bir bilim dalının alanına girer.

Mehmet Rifat işte böyle derleyip toparlıyor göstergebilimin genel tanımını.
Ama siz şimdi çok haklı olarak şu soruyu yönelteceksiniz bana: Peki, ya gösterge nedir?

Berke Vardar “Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri” adlı yapıtında şöyle tanımlıyor gösterge’yi:

Sözcüğün en geniş anlamıyla gösterge, bir başka şeyin yerini alabilmesini sağlayan özellikler taşıdığından kendi dışında bir nesne, olgu, varlık belirtebilen öğedir. Algılanabilir bir nitelik taşıyan bu öğe bir tür uyarandır: Anlıktaki imgesi bir başka uyaranın imgesine bağlı olduğundan onu çağrıştırabilen bir uyaran. Bu anlamda, örneğin duman, ateşin; çatık kaşlar, kızgınlığın; köpek sözcüğü, bir hayvanın göstergesi sayılır. Görüldüğü gibi, çok değişik alanları, hem dilsel, hem de dil dışı düzlemleri ilgilendiren bir kavram söz konusu. Çağlar boyunca tartışılmış, birbiriyle örtüşmeyen pek çok görüşün ortaya atılmasına neden olmuştur bu kavram.

Gösterge daha bir açıklık getirmek için, izin verirseniz “şiirsel göstergeyi” ele alalım.

Göstergebilim kuramcılarından, Ankara ve İstanbul Üniversitelerinde de dersler vermiş, bize de “hocalık” etmiş Algirdas Julien GreimasŞiirsel Göstergebilim Denemeleri” (1972) adlı yapıtının “Şiirsel Söylem Kuramı Üstüne” başlıklı giriş bölümünde şiirsel gösterge konusunda şöyle diyor:

Herhangi bir şiirsel metin, bir göstergeler zinciri olarak kendini gösterir. Bu metinlerin, boşluk ya da suskularla belirlenen başlangıçları ve sonları vardır. F. de Saussure’den bu yana bilinen tanımıyla gösterge, bir gösterenle bir gösterilenden oluşur. Bu anlamda göstergeler türlü boyutlarda olabilirler: Bir sözcük, bir tümce, birer göstergedirler; bir söylem de kendine özgü ayrılığı olan bir birim gibi belirdiği ölçüde, bir göstergedir. İlk adımda şiirsel söylem, bir karmaşık gösterge olarak kabul edilebilir.

Eğer metnin taşıdığı sınırlar o metni belirgin bir şiirsel gösterge durumunda gösteriyorsa, ikinci bir okumaya başvurulmalıdır. İlk aşamasına da kesitleme işleminin yapıldığı bu okuma metni kendi eklem dizgesiyle çakıştırır (...) onu, şiirsel nesneye dönüştürür. Metnin bölümlere ayrılması, yalın bir dizimsel kesitleme değildir; aynı zamanda dizgeli ve aşamalı bir yapının metin üstüne ilk kez yansıtılmasıdır. Sonuç olarak, karmaşık yapılı dilsel gösterge görünümü için de şiirsel nesneyi tanımak, bu göstergeyi en son eklemine değin eksiksizce betimlemek değil, duygularımıza iletildiği durumdan başlayarak ortaya çıkan ve biçimlenen nesneyi oluşturma işlemidir.

Bir gösterge olan şiirsel söylemin ayrıştırılması sonucunda, gösteren ile gösterilenin birbirine koşut eklemlenme dizgeleri yerli yerine gelirler: Burada diyeceğiz ki gösteren, söylemin, bürünsel düzeyi; gösterilen de dizimsel düzeyi olarak varlık gösterirler (...).

Berke Vardar göstergeleri nitelikleri bakımından iki büyük türe ayırıyor:

“Doğal göstergeler ya da belirtiler;
Yapay göstergeler ya da belirtkeler”

  1. Doğal Göstergeler ya da Belirtiler: Bunlar dış gerçek düzleminde ya da doğada var olan bağıntılara, olgular arasındaki neden-sonuç ilişkilerine dayanır ve dolaysız biçimde algılanabilir; böyle algılanmayan olguların varlığını gösterir. Bir olgunun gözlemlenmesinden yalın bir yorum aracılığıyla çıkarılan sonuçtur belirtinin kaynağı. Örneğin, duman, ateşin varlığını; bulut, yağmur yağacağını doğal bir ilişkiyle belirtir; vücut sıcaklığının belli bir sınırı aşması da yine doğal bir neden-sonuç bağıntısı aracılığıyla hastalığın göstergesi sayılır. İnsan yaratımı olmayan bir deneyimden kaynaklanan belirtiler herhangi bir anlam aktarma amacı içermez.

  1. Yapay Göstergeler ya da Belirtkeler: Belli bir anlamı aktarma, bildirişimi gerçekleştirme amacına yönelik olan bu göstergeler toplumsal niteliklidir ve iki alttüre ayrılabilir: Görüntüsel ya da yansıtıcı göstergeler ile saymaca ya da uzlaşımsal göstergeler.

  1. Görüntüsel ya da Yansıtıcı Göstergeler: Dış gerçekliği benzerlik izlenimi uyandıracak biçimde yansıtan bu göstergeler değinilen olguları andıran özellikler içerir. Fotoğraf, resim, çizim, vb. de bu öbeğe girer, kaydedilmiş ses ya da herhangi bir olguyu öykünme yoluyla göstermeyi amaçlayan çeşitli davranışlar da. Nedeni açıklanabilen, bir başka deyişle nedenli göstergelerdir bunlar ve insan yapısıdırlar.

  1. Saymaca ya da Uzlaşımsal Göstergeler: Örtülü bir toplumsal anlaşmaya dayanan bu göstergeler anlamlarını bir tür toplumsal sözleşmeden alırlar. Dilsel göstergeler gibi simgeler de bu öbeğe girer. Buradaki dar kapsamlı anlamıyla simge, bir şeyi belirtmek, genellikle de soyut, tinsel düzlemi anlatmak amacıyla kullanılan saymaca bir görüntü, somut, fiziksel özellikli bir biçimdir: Tüzeyi belirten terazi görüntüsü gibi. Burada, gösterilen anlamla gösteren biçim arasında doğal bir bağ izine raslanırsa da simgenin değeri ancak belli bir ekinsel çevrede geçerlik kazanır, onun için de saymacalık ve görecelik içerdiği söylenebilir. Biçimiyle açıklanabilir olması nedenli kılar onu, ama saymacalığını ortadan kaldırmaz. Kimi görüntüsel göstergeler de saymaca bir nitelik edinebilir: Örneğin, yan yana iki çocuğu yansıtan bir görüntü ulaşım göstergelerinin oluşturduğu dizgede, belli bir anlaşma uyarınca, saymaca olarak uyarma işlevini üstlenerek yakınlarda bir okul bulunduğunu ve sürücülerin dikkatli davranması gerektiğini belirtir. Görüntüsel ya da yansıtıcı göstergeler gibi belirtiler de kimi durumlarda saymaca bir değer kazanabilir. Örneğin “bir pencereye asılı bir çamaşır görünce evde oturulduğu sonucunu çıkarırız. Bir belirtidir bu. Ama çamaşır bir anlaşma uyarınca birine bir şey bildirmek için bile bile aşılmışsa, o sözcüğün tam anlamıyla bildirişim göstergeleridir.

Yukarda verilen örneklerde söz konusu olan göstergeler saymacalıklarına karşın, anlamlarını açıklayıcı, neden şu ya da bu anlama geldiklerini yansıtıcı yönler de kapsarlar. Onun için de, belirtilen gerçekliği göz önünde tutan bir yorumlama eylemiyle açıklanabilirler. Bu özelliklerinden ötürü nedenli sayılırlar. Çeşitli toplumsal incelik kuralları ve davranış biçimleri (bağlılık belirtmek için başına öne doğru eğilmesi gibi) görüntüsel kökenli ve nedenli göstergeler kapsar. Oysa kimi saymaca göstergeler, bu türlü bir açıklamaya elverişli yönler içermediğinden nedensiz sayılır. Çeşitli anlatım yöntemleri (örneğin cebir “dil”i, eklemli dil, vb.) doğal bağıntının ya da hiç görülmediği ya da artık anlaşılamadığı salt saymaca nedensiz gösterge dizgeleridir. Görüldüğü gibi saymacalık ya da uzlaşımsallık nedenlilik bulunmasını önlemez de, gerektirmez de.

Göstergeler kuramının tarihçesine kuşbakışı göz attığımızda gösterge sorunsalının kökenlerinin epeyce eskilere, ilk Çağa, Stoacılar’a uzandığını görebiliriz. Çağdaş göstergebilimin öncüleriyse G.S. Peirce ile F. de Saussure’dür. G.S. Peirce göstergebilimin temelini attığına inanırken, F. de Saussure göstergebilimden, ilerde kurulacak bir dal diye söz eder. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insan bilimleri alanlarındaki yöntemlerin geliştirilmeleri dilbilime, göstergebilime önem ve etkinlik kazandırdı, 1960’tan sonra da başta Fransa, ABD ve SSCB olmak üzere göstergebilimsel araştırmaların çeşitli ülkelere yayıldığı görüldü.


Berke Vardar sözünü ettiğimiz yapıtının gösterge, göstergebilim bölümünün sonunda “Saussure’ün göstergebilim alanındaki düşünce ve önerileri ‘Prag Dilbilim Çevresinin yanı sıra A.Martinet’nin... İşlevsel dilbiliminden esinlenen bir bildirişim göstergebilimiyle Hjelmslev’den kaynaklanan, mantıksal göstergebilimden de kimi açılardan etkilenen bir anlamlama göstergebilimi çerçevesinde birbirinden çok ayrı yorum ve önerilere konu olmakta, bu akımlardan her biri de kendi içinde büyük bir çeşitlilik göstermektedir’. Son zamanlarda, A. Martinet bildirişim göstergebilimiyle anlamlama göstergebilimi ikilemini aşmak amacıyla işlevsel dilbilime koşut bir işlevsel göstergebilimden söz etmekte, anlam birimlerin anlamsal, sesbirimlerin ayırıcı işlevleri dışında, konuşucu üstüne bilgi veren belirtici işlevle, Jakobson’un çağrı işlevini anımsatan bir uyarıcı işlevi birbirinden ayırt etmekte, göstergebilime, olguları, dilbilimin bıraktığı yerde ele alarak inceleme görevini vermektedir diyor.

Roland Barthes da ülkemize gelen, İstanbul’da konferanslar veren, “Genç Oyuncular Topluluğu” ile ilgilenen bir yazın ve bilim kişisiydi.

Bakın o göstergebilim üstüne neler yazmış:

Güncel anlamda, hiç değilse biz Avrupalılar için, bu sözcük F. de Saussure’le başlar:
Toplumsal yaşamda göstergelerin yaşamını inceleyecek bir bilim düşünülebilir...; bu bilimi göstergebilim diye adlandıracağız.

...

Bugün, göstergebilime büyük bir ilgi var. Bu da birkaç araştırmacının hevesinden değil, çağdaş dünya tarihinden kaynaklanıyor... Göstergebilim kendini yavaş yavaş bulmaya çalışıyor, bu bir gerçek. Nedeni belki de basit. F. de Saussure şöyle düşünüyordu: Dilbilim genel göstergeler biliminin yalnızca bir dalıdır. Daha sonra belli başlı göstergebilimciler de aynı görüşü benimsediler. Oysa, zamanımızın toplum yaşamında, insan dilinden ayrı olarak, öylesine genişlikte gösterge dizgelerinin bulunduğu kesin değil. Şimdiye değin göstergebilim, trafik kuralları gibi, inceleme değeri önemsiz kimi kural dizgelerini ele aldı. Ama, gerçekten toplumbilimsel bir derinliği olan kümelere geçildiğinde yine dille karşılaşıldı. Gerçi nesneler, davranışlar anlam taşıyabilirler. (...) Ne ki, hiç de özerkçe bir anlam taşıma değildir bu. Tüm gösterge dizgeleri dille ilintilidir. Örneğin görsel tözün verdiği anlamlar, dilsel bir bildiriyle desteklenerek pekişirler (sinemada, reklamda, çizgi resimlerde, gazete resimlerinde, vb.’de durum böyledir). Öyle ki, görüntüsel bildirinin hiç değilse bir bölümü, dil dizgesiyle yapısal bir bağıntı içindedir. Ya yineleme ya da eksik yanları tamamlama biçiminde kurulur bu bağıntı. Nesne kümelerine (giyecek, yiyecek gibi) gelince, bunlar da dizge düzeyine ancak dil aracılığıyla kavuşur. Çünkü dil bu nesneleri bir yandan gösterenlere ayırır, bir yandan da (kullanım geleneklerinin ya da mantıklarını belirleyerek) gösterilenle saptar: Bugün, eskiden çok daha fazla, hem de bunca görüntü salgınına karşın, yazı uygarlığını yaşıyoruz. Kısacası, çok daha genel olarak diyebiliriz ki, gösterilenleri dil olmaksızın varlık gösterebilecek bir görüntüler dizgesi ya da nesneler dizgesi tasarlamak giderek güçleşiyor gibi. Bir tözün anlam taşıdığını düşünmek, ister istemez, dilin bölümlenmesine götürür bizi: Ortada anlam varsa, bu anlamın da bir adı vardır; gösterilenler dünyasıysa, dilin dünyasından başka bir şey değildir.

Öyleyse, çağdaş toplumların göstergebilimcisi işe dildışı tözleri inceleyerek başlasa bile, yolunun üstünde er geç dili (gerçek anlamda ’dil’i) bulacaktır (biz burada yalnızca kitle bildirişimiyle yetineceğiz). Karşılaştığı bu dil, yalnızca bir örnekçe değil ayrıca bir bileşen, bir aracı, bir gösteriler olarak kendini gösterecektir. Ne ki, böyle bir dil, dilbilimcilerin incelediği dilin tıpkısı olmayacaktır: İkinci bir dil olacaktır bu; birimleri de anlambirimler ya da sesbirimler değil, söylemdeki daha uzun parçalardır. Yani, dilin egemenliği altında, mutlaka onunla birlikte anlam kazanan nesnelere ya da oluntulara gönderen birimler. Belki de göstergebilim bir öte-dilbilim’de yerini alacaktır. İnceleme konularını bazan, ana tözü eklemli dil olan söylen, anlatı, gazete yazısı, kısacası her türlü anlamlı bütünler, bazan da, sözel yanları olduğu kadarıyla, çağdaş uygarlığın getirdiği şeyler (basın, tanıtmalık, röportaj, söyleşi ve hatta düşsel düzlemdeki iç dil denen şey). Sözün kısası şöyle bir olasılık çıkıyor karşımıza: F. de Saussure’ün önerisi tersine çevrilecek ve denecek ki dilbilim, genel göstergeler biliminin, ayrıcalıklı da olsa bir dalı değil, göstergebilim dilbilimin bir dalıdır; söylemin anlamlı büyük birimlerini üstlenecek olan da bu göstergebilim bölümüdür. Bugün insanbilim de, toplumbilimde, ruh çözümlemede, biçimbilimde anlamlama kavramı çevresinde yürütülen araştırmaların birliği bu yolla ortaya çıkacaktır. ■
__________________________________________________________
KAYNAKÇA:
Mehmet Rifat, Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları / Temel Metinlerin Çevirisiyle Birlikte, Yazko, İstanbul, 1983, 374 sayfa.
Berke Vardar, Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1982, 136 sayfa.
Tahsin Yücel, Yapısalcılık, Ada Yayınları, 163 sayfa.

[* altı çizili kısımlar orijinal metindeki vurgulamalar]


Teoman Aktürel | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 154 - 15 Ekim 1986