Başkentin yeni "simge-yapı"sı üzerine


Son aylarda Ankara’nın Çankaya yönündeki ufku üzerine, yapım halindeki bir kulenin silueti düşüyor. Cinnah ile Çankaya Caddesi arasında kalan üçgene, yan tesisleriyle birlikte 23 bin metrekarelik bir alanı kapsayacak biçimde kurulması plânlanan yapı kompleksi, kamuoyunda daha şimdiden “Döner Kule” adıyla kendine bir yer açmış bulunuyor. Yapının proje mimari Ragıp Buluç, kendisiyle yapılan bir söyleşide (Mimarlık, 87-2) söz konusu yapı kompleksinin, kule dışında 217 dükkânı, cafeleri, 70 metreyi aşan bir atrium’u, çeşitli galerileri, iki katlı bir otoparkı, dinlenme ve alışveriş merkezlerini içereceğini, insanların buraya yalnız alışveriş için değil, kahve içmek, sohbet etmek, ilişkiler geliştirmek, yeni deneyimler kazanmak için geleceklerini, böylece Ankara’nın uzun süre eksikliğini duyduğu bir toplanma ve görüşme yeri kazanmış olacağını belirtiyor. Bir yılı aşkın zamandır yapımı sürmekte olan Ankara Kulesi Projesi, İngilizce deyimiyle “Mixed Used Center” (Karışık Kullanımlı Merkez) amaçlı bir proje.

Anadolu’nun ortasında tozlu topraklı küçük bir kasaba görünümünde iken, Türkiye’nin başkenti olma düzeyine yükselen ve Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllardan bu yana sürekli bir gelişme göstererek, nüfusu 20-30 binlerden bugün üç milyonun üzerine tırmanan ve artan nüfusla birlikte ihtiyaçları genişleyen, sorunları büyüyen Ankara’yı, bugün artık Kale çekirdeği çevresindeki Ulus semtiyle tanimak ve tanımlamak elbette ki olasi değil. Dolayısıyla eski başkenti simgeleyen Kale ve çevresi de, kentin hızla genişleyen görüntüsü içinde bugün erimiş durumdadır. Orası bir sit alanı olarak korunup yaşatılmalı, ama bütün dikkatler daha çok yeni Ankara’nın görüntüsü üzerine çevrilmelidir.

Bu açıdan baktığımızda yeni Ankara’nın, çağdaş kent düzenlemesine uygun ve anlamdaş bir simge-yapıya ihtiyaç duyduğu söylenebilir. İşte Ankara Kule Projesi, işlevselliğinin yanı sıra bu tür bir boşluğu doldurmakta ve kanımızca, çağdaş inşaat teknolojisinin yarattığı olanaklar düzeyinde Ankara’nın kentsel özelliklerini belleklerde daha sıcak izlenimlerle yaşatabilecek bir nirengi noktası oluşturacaktır. Kabuklarını zorlayan birçok büyük kent gibi, Ankara’da da mimarlıktan çok, inşaatçılığın egemen olduğu, kişilikli yapıların hemen hemen salt Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla sınırlı kaldığı, yoz kentleşmenin özellikle son 10 ya da 20 yıl içinde kullanım alanlarını hızla sardığı bilinen bir gerçek. Ankara, bu olumsuz gelişme içinde, yap-satçı müteahhit bir kadronun egemenliği altına girerek zamanla bir kent dokusuna dönüşmüş, 1920’lerin başlarına ait birkaç seçkin yapı bu dokunun içinde zorla nefes alır hale gelmiştir. Örneğin eski anıtlar, kentin göbeğinde yükselen beton yığınların arasında neredeyse görünmez olmuştur. “Makarr-ı hükümet” Ankara’da kalmış olduğu halde, bu merkezliğe koşut bir imar faaliyeti sonraki yıllarda sürdürülememiştir.

Ankara’ya mimarlık yönü ağır basan bir yapı kazandırma ve insansal amaçlı bir proje geliştirme eğilimleri bu bakımdan ne derece önemsense yeridir.

Ragıp Buluç, projesine temel oluşturacak hareket noktasından söz ederken şunları söylüyor örneğin:

Toplumumuzla çok bağdaşmadığına inandığım ve bütün dünyada da artık insan ve mekân ilişkileri enine-boyuna tartışılan modern mimari veya salt fonksiyonalizmin ezberlediğimiz değerlerinden mi yola çıkacaktık? Yoksa gerçekten mirasına inandığım zengin mimari geçmişimizden bazı noktalar yakalayarak mı? Bu noktalardan en önemlisi, insan ilişkilerine değer veren Doğu düşünce sistemine dayalı, tevazu ile görkemleşen insani boyutlar ve bu boyutlarla oluşturulan mekân zincirleri yaratabilmektir.

Ragıp Buluç, kopyacılığa ve taklitçiliğe düşmeden bugünün ileri teknolojisini ehlileştirmekle yükümlü saydığı Türk mimarlığının öncelikle çağdaş dünyadaki gelişmeleri de göz önüne alarak insana değer vermesi gerektiğini öne sürüyor ki, bu temel fikir çerçevesinde Ankara Kulesi Projesi’nin alışılmış hazır uygulamaları çokça aşan, özgün düzenleme karakteriyle mimarlarımıza yeni bir  ışık getireceği veya en azından özgün mimarlık ürünlerini oluşturma yönünde bir adım sayılacağı umulabilir.


Günümüz mimari faaliyetleri arasında, kule ya da döner kule yapımının fazla yaygın olmadığını söyleyebiliriz. Mimarlıkta insan ölçeklerinin dışına çıkan yapılar genellikle geleceğe yönelik anıtsal nitelikli yapılardır. İnşaaatın mimarlık kavramını neredeyse etkisiz hale getirdiği ve kamu yapılarının güncel yapılaşma faaliyetlerini büyük ölçüde yönlendirdiği bir ortamda kent donanımı da yeni bir görünüm kazanmış ve işlevsellik ön plana geçmiştir. Bu durumda kule ve benzeri yapımların salt işlevsellik ölçüleri dışında düşünülmüş olması da doğaldır. Pevsner’in diliyle söyIersek, altına bisikletlerin bırakıldığı çatılar yapılıyor bugün. Ama mimarlık yapıtları olarak adlandıracağımız ürünler çok az. Estetiği amaçlayan yapılar için kullanageldiğimiz mimarlık terimine konu olabilecek yapıların azlığı, aynı zamanda mimarlığın güç bir iş olduğunu ve sıradan işlemleri aştığını da kanıtlıyor. İşlevselliğin o kadar da dar sınıflamasında, kule, belki de ilk akla gelebilecek yapı türüdür. Günümüzde pek revaçta olan gökdelenlerin teras katları, kenti kuşbakışı görme olanağı da verebildiği için mi kule yapımına fazla gerek duyulmuyor? Olabilir. Ama çok amaçlı bir yapı bütünlüğü içinde, kulenin üstleneceği işlevsel ve estetiksel görevlerin, kent oluşumuna kazandıracağı değerleri hiçbir zaman gözden uzak tutamayız. Bugün, Çankaya’nın tepesinde, yapımı peteğe kadar ilerlemiş olan Ankara Kulesi’nin, ilerdeki yıllarda hangi izlenimlere ve anılara beşiklik yapacağını elbet kestiremeyiz. Sokaktaki Ankaralı için, bu kule, içinde yaşamakta olduğu kentin çizgilerini bir noktaya toplayan ve oradan çevreye doğru yayan bir algı merkezi olarak düşünülebilir. Olumsuz görüşlerin de ifade edildiğini duyar gibi oluyoruz. Bu görüşler, belki de kentin genel yerleşim düzenini ölçü alan ve daha çok da mimarlık estetiği adına yapılan yorumları içermektedir. Benzeri yorumların vaktiyle Eiffel Kulesi için de yapılmış olduğunu düşünürsek, fazla tedirgin olmaya gerek yoktur. Bilindiği gibi 1889 Paris uluslararası sergisi nedeniyle yapılması planlanan bu kule, bir grup sanatçı ve edebiyatçı tarafindan şiddetle protesto edilmiş, başkentin göbeğine dikilen bu kulenin, Fransız zevkini ayaklar altına aldığı, kulenin gölgesinin bir mürekkep lekesi gibi kentin üzerine düştüğü, bir çirkinlik örneği olduğu öne sürülmüştü. Komşu binaların sahipleri, evlerinin artık kiralanmayacağı gerekçesiyle tazminat talebinde bile bulunmuşlardı. Kulenin yapımına karşı çıkanlar arasında Meisonnier, Sardou, Garnier, Leconte de Lisle, Maupassant ve Zola gibi ünlü isimler vardı.

Eiffel’i protesto edenler, demir malzemenin bir anıt yapımında kullanılmaması gerektiği noktasında birleşiyorlardı. Öte yandan karşı görüşlere göre kentin tarihsel dokusunu da bozuyordu bu kule. Ne var, açılıştan sonra, karşı çıkanların büyük bir bölümünün dönüş yaparak “büyük ve mağrur bir çılgınlık” olarak gördükleri bu yapıya alkış tuttuklarını da unutmayalım.

Yapılmakta olan kule, Çankaya’nın mimari dokusuna ters mi düşüyor? Böyle bir kulenin, çevresel dokuya aykırı bir yön taşıması, öncelikle çevre yapılarının niteliği açısından düşünülebilecek bir konudur. Oysa Çankaya modern kent görüntüsünün bir parçası, bir uzantısıdır. Bu yörede Cumhurbaşkanlğı Köşkü gibi, tarihsel konumu Cumhuriyetle aşağı yukarı yaşıt yapı dışında eski yapı bulunmamaktadır. Kule kompleksi, Botanik Parkı’nın hemen kıyısında yer aldığına göre, doğal doku ile de kolayca bütünleşmekte ve Ankara’nın modern kent karakterine olumlu bir katkı sağlamaktadır. Demir, çelik, cam gibi modern mimarlık gereçlerinin, modern mimarlık anlayışı ile kolayca bağdaşabildiği bir dönemin sonlarında, postmodernci görüşlerin egemen olduğu bir çizgi üzerinde, Ankara Kulesi özgün mimari çözümlerle, hem çağdaş mimarlik kapsamında benzeri örnekler arasında yer alma şansını elde edebilir hem de kullanıma açıldıktan sonra yöneleceği insansal işlevlerle ilerde bir simge-yapı karakterine daha kuvvetle bürünebilir. Çankaya’da güneşin batısını izlemek ya da kenti 100 metreyi aşkın bir yükseklikten kuşbakışı seyretmek isteyenlerin buluşacağı bir yer olmak kule için bir artı puan olabilir.

Ankara Kulesi üzerine mimarlarımız, kent düzenlemecilerimiz görüş ve dileklerini belirtmeli, bu yapının başkente kazandıracağı toplumsal ve estetik değerler üzerinde bir tartışma zemini oluşturmalıdır diyorum. Bu konuda Ankaralı olarak uzmanından sıradan yurttaşına kadar herkese görev düştüğüne inanıyorum.



Kaya Özsezgin | Milliyet Sanat Dergisi - Sayı: 197 - 1 Ağustos 1987