TGS Genel Başkanı Nail Güreli’nin yönettiği panelde,
Milliyet Gazetesi Yazarı Mümtaz Soysal,
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nezih Demirkent,
Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi,
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal,
Güneş Gazetesi Yazarı İsmail Cem,
Tercüman Gazetesi Yazarı Nazlı Ilıcak ve
Hürriyet Gazetesi Hukuk Müşaviri Prof. Dr. Çetin Özek;
“Basın Özgürlüğü”,
“Basının Sorumluluğu”,
“Basın-Siyaset İlişkileri”,
“Hukuksal Açıdan Basının Sorumluluğu”,
“Basının Kendi Kendini Kontrolü” ve
“Basındaki Teknolojik Gelişmelerin Getirdikleri” gibi konularda görüşlerini açıklayıp tartıştılar.
Panelin birinci bölümü TGS Genel Başkanı Nail Güreli’nin açış konuşmasıyla başladı.
Daha sonra konuşmacılar kendilerine ayrılan konularda görüşlerini açıkladılar.
İkinci bölümde ise konuşmacılar, paneli izleyenlerin yönelttikleri soruları yanıtladılar.
Panelin birinci bölümü TGS Genel Başkanı Nail Güreli’nin açış konuşmasıyla başladı.
Daha sonra konuşmacılar kendilerine ayrılan konularda görüşlerini açıkladılar.
İkinci bölümde ise konuşmacılar, paneli izleyenlerin yönelttikleri soruları yanıtladılar.
Aşağıda, panel yöneticisi Nail Güreli’nin yaptığı açış konuşmasıyla, panele katılan konuşmacıların görüşlerinden özetler bulacaksınız.
NAİL GÜRELİ
“Basın özgürlüğü ile basının sorumluluğu birbirleriyle çok yakından bağlantılı, içiçe konulardır. Basının sorumluluğundan söz edebilmek, onun sorumluluğu üzerinde görüş bildirip, eleştirilerde bulunabilmek için öncelikle basın özgürlüğünün tam anlamıyla bulunması gerektiğine inanıyoruz. Bu ifadenin tamamlayıcısı olarak, sorumluluk bilincindeki basının, basın özgürlüğüne gerektiği gibi sahip çıkabileceğini ve onu koruyabileceğini söyleyebiliriz. Bu sorumluluk ve özgürlük bilincinin oluşmasında, korunmasında ve birtakım mesleksel kurallara bağlanmasında basında çalışanlara, basın kurumlarına ve kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir. Son günlerde sözü edilen “Basının Kendi kendini Kontrolu” da bunlardan biridir. Biz basının kendi kendini kontrolunu, yukarıda belirttiğimiz düşünceler doğrultusunda ve çerçeve içinde bir meslek ve görev sorumluluğu bilincinin ve alışkanlığının oluşması, korunması anlamında alıyoruz. Bu oluşumda, basın dışında her etkenin, her müdahalenin, basın özgürlüğünün özünü zedeleyeceğine inanıyoruz. Basın özgürlüğünün korunması ve iyi kullanılması, basının sorumluluğu sorununun çözümü, basında sermaye-emek ilişkisiyle yakından ilgilidir. Bu bir yapısal sorundur.
Bu geniş konunun bize göre sonucunu şu tek cümleyle özetleyebiliriz: Basında çalışanlar dikkate alınmaksızın basının hiçbir sorunu çözümlenemez...”
İSMAİL CEM
“Bu panelde basın ve siyaset ilişkileri üzerinde duracağım. Ülkemizde politikacı ya da devlet yöneticilerinin gözünde basın, kolayca eleştiri getirilebilen, ülkenin yönetimini sağlıksızlaştırabilen bir olgu olarak görülebiliyor. Politikacı basını, bir engel olarak düşünebiliyor.
Basına göre ise politikacı, basında siyah şapkası, sürekli birtakım er peşinde koşan kendi çıkarlarını koruyan bir insan olarak simgeleşebiliyor. İki tarafın birbirlerini böyle haksız bir biçimde topluma sunuşları, ne var ki basın ve siyaset olgularının birbirinin devamı olduğu gerçeğini değiştiremiyor.
Aslında gerek basın özgürlüğü gerekse siyasal özgürlük, temelde aynı özgürlüktür. Basın ve siyaset kurumları işlerlik açısından birbirini tamamlarlar. Siyasetin olmadığı bir ortam basını, okuyucusunu genişletmek açısından olumsuz etkiler. Siyasal yaşamımızın canlılığını yitirdiği dönemlerde okuyucu sayısının sınırlandığı görülmüştür. Son iki-üç yıldır siyasete yönelik gazetelerde durgunluk, magazine yönelik basında ise bir gelişme gözlenmektedir. Ama, genel okuyucu sayısında ise büyük değişiklikler yoktur.
Basın özgürlüğüne gelince, bu özgürlüğü oluşturan, bu özgürlüğe meşruiyetini kazandıran etkenleri gözönüne almaksızın basın özgürlüğünden söz etmek mümkün değildir. Kanımca, basın özgürlüğü yalnızca basının kendi iradesiyle gerçekleşecek bir olay değildir. Ülkemizde basın özgürlüğü konusunda gerek kamuoyu, gerekse öteki kurumlar basına bir haklılık ya da ayrıcalık tanımıyor. “Basın özgür olsa ne farkeder, olmasa ne farkeder” gibisinden bir düşünce var.
Basın özgürlüğü sorununa böyle olumsuzdan yaklaşarak bakarsak, özgürlük arayan basının kendi içinde bu özgürlüğe ne denli sahip olduğu konusu ortaya çıkar. Kendi iç yapısının çok fazla özgür ve demokratik olmayışı, kamuoyu ve öteki kurumların basının sorunlarına bakışını olumsuz etkiler.
Biz basın olarak bugüne değin sahip olduğumuz özgürlüklerden ne ölçüde yararlandık? Basın sahip olduğu özgürlüklerini geçmişte kamuoyu ve öteki kurumlar lehine kullanamadığı için bugün “özgür olsa ne olur” gibisinden bir görüş çıkmıştır ortaya. Az da olsa böyle bir görüş vardır.
Ancak, basının tarihine bakılacak olursa, toplumumuzun gelişmesinde basın önemli ölçüde etkili olabilmiştir. Ancak, örneğin ben, toplumun gelişmesinde basınımızın etkisi konusunda bir kitap aradım bulamadım. Biz bunu kendimiz yapamazsak, toplumun bizim özgürlüğümüze sahip çıkmaması doğaldır. Basının kendi içinde daha demokratik bir yapıya kavuşması için yeni arayışların başlaması gerekir. Kısaca, basınımız da siyasetimiz de yeni deneyimlerden geçiyor. Bunlar iyi değerlendirilirse, toplum açısından da yararlı, çağdaş sonuçlar çıkarılabilir.”
HASAN CEMAL
“Gazetecilere genellikle çok fazla sempatik ve sevimli bir gözle bakılmaz. Gazeteci nedense hep tekere çomak sokan kişi olarak görülür.
Burada 20. yüzyılın son çeyreğinde hâlâ basın özgürlüğünü konuşuyoruz.
Türkiye’de ilk Matbuat Nizamnamesi’nin çıkış tarihi 1864’tür.
Aradan yüz yıldan fazla zaman geçmiş, biz oturmuş yeniden basın özgürlüğünü tartışıyoruz.
Bu nedenle ben, basın özgürlüğü konusunda konuşmak yerine basın özgürlüğü ve demokrasi konusunda ürettiğim bazı sorular yönelteceğim.
- Türk basını basın özgürlüğünden ne anladı? Türk basını, basın özgürlüğüne ne ölçüde sahip çıktı? Ya da sahip çıktı mı?
- Türk basını, basın özgürlüğünün temelinde düşünce özgürlüğünün yattığı gerçeğini kavrayabildi mi? Düşünce özgürlüğü olmaksızın özgür basın olamayacağı gerçeğinin bilincine Türk basını varabildi mi?
- Basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü ve demokrasinin içiçe olduğunu, bunlardan biri eksik olursa, diğer ikisinin olamayacağı gerçeğini, Türk basını tam anlamıyla kavrayabildi mi?
- Her türlü siyasal şiddet ve terörü reddeden, dışlayan demokrasinin temelinde hoşgörü, karşılıklı tahammül, uzlaşma ve diyalogun yattığını Türk basını ne ölçüde öğrendi? Öğrenebildi mi? Türk basını bu kavramlar çerçevesinde kamuoyu oluşturup, bu kavramlar olmazsa demokrasinin olamayacağını, demokrasinin işleyemeyeceğini ve sık sık kazaya uğrayabileceğini kamuoyuna yeterince anlattı mı, anlatabildi mi? Kamuoyuna dönük eğitici işlevini bu konuda yerine getirebildi mi?
- Demokrasi, çok kez yinelenen tanımına göre, çoksesli bir rejim olduğuna göre, acaba bize ters gelen, fakat demokrasi çerçevesinde yer alan seslerin de çıkabilmesi için, gerektiğinde Türk basını, ortak mücadele verebildi mi? Yoksa sadece kendi sesimizin çıkmasını basın özgürlüğü ve demokrasi mi sandık? Bize ters düşen görüş sahibinin söz hakkını da savunabildik mi?
- Türk basınında basın sanayii dışındaki sanayi dallarına dönük ilgilerin gazetecilik mesleğine, basın özgürlüğüne getirebileceği kısıtlamaların farkında mıyız? Bu ilgiler, siyasal iktidarlara karşı basının bağımsızlığını olumsuz yönde etkilemez mi? Demokrasi de bundan zarar görmez mi? Meslek kuruluşlarımız ve bizler, basın özgürlüğü ve demokrasi açısından bu konuda yeterince kafa yorduk mu, yoracak mıyız?
- Teknolojide büyük ölçüde çağdaşlığı yakalamış sayılabilecek Türk basını, içerik açısından çağdaş düzeyin gerisinde kaldığının farkında mı?
- Batı’dan çağdaş teknolojiyi alıp, çağdaş fikirleri dışlamak anlamlı bir çelişki değil mi? Türk basını bu çelişkinin ne ölçüde farkında ve bu konuda ne yapıyor?
- Türk basınında makinaya çok büyük yatırım yapılırken, insan unsuruna, gazetecilik mesleğinin gelişmesi açısından malzemesine ne ölçüde yatırım yapılmıştır? Bu konuda meslek kuruluşlarımız, biz gazeteciler meslek düzeyimizin yükseltilmesi için ne gibi faaliyetler içinde bulunmuşuzdur?
- Türk basını, siyasal konulara yaklaşımında klüpçülük zihniyetinden, futbol takımı yandaşlığına benzer tutumundan sıyrılması gerektiğini kavrıyor mu? Geçmişten gerekli dersleri çıkarabilecek mi? Ya da olağanüstü siyasal dönemlerde eleştirinin önemini kavrıyor mu? Olağanüstü dönemlerden çıkılmasında eleştirinin hayli önemli bir yardımcı fonksiyona işleve sahip olduğunu anlayabilecek mi?
- Ve bizler, gazeteciler ve meslek kuruluşlarımız, bütün bu soruların karşılıklarını, basın özgürlüğü ve basının sorumluluğu adına ne ölçüde araştırdık, araştırıyor muyuz, gelecekte araştıracak mıyız?”
NEZİH DEMİRKENT
“Basın özgürlüğüyle basının sorunları birbirinden ayırdedilemez.
Güçlü olmak isteyen her iktidar, basının 4. kuvvet olmasından rahatsız olmaktadır. Basının, bu siyasi otorite karşısında gücü maalesef yeterli olamamaktadır. Bir tarafta siyasi otorite vardır, gücü bellidir. Öte tarafta ise kamuoyunu temsil eden organ ve kişiler vardır. Basın özgürlüğünden söz etmeden önce, basının sorunları bilinmelidir. Bugün için basının en önemli sorunlarından biri, müesseseleşme sürecini aşamamış olmasıdır.
Geçmişte gazeteler yazar ve başyazarlarıyla özdeşleşirdi. 1950’li yıllara kadar basın belli insanların fikir ve yorumlarıyla boyutlanıyordu. Daha sonra basın kurumları haberciliğe önem verdi. Yine yazarlar vardı ama, yazarlar kadar önemli haberler de vardı. 1960’lı yıllarda haberci gazetecilik doğdu. Bununla birlikte, sermaye de gerekmeye başladı. Ve yazı yazmanın, gazeteciliğin dışında bazı çevreler gazete sahibi olmaya başladılar. Bu gelişme doğal ve doğru bir sonuçtu.
1970’li yıllarda yeniden değişme oldu, magazin gazeteciliği başladı. Türkiye bugün yıllardır magazin gazeteciliği yaparak gazete satabilmektedir. Gazeteler magazin rekabeti yüzünden kuponlar, totolar, bingolar satmaya başladılar. Bunlar eleştirilecek şeyler olabilir ama, gazetelerin satması için gereklidir.
Basının iki ana sorunu vardır. Biri finans, öteki insan eksikliğidir.
Ancak bugün gelirler azalmakta, satışlar artmamaktadır.
Basında finans için iki kaynak vardır, biri satış, öteki de reklam girdisidir. Kara haber veren kişi olmak istemiyorum ama, bu tempo devam ederse, bu yılın sonunda gazete fiyatları 50 lira olur. Finans yokluğu nedeniyle basınımız bugün kaliteli insan bulmakta güçlük çekmektedir. Yakın zamana kadar gazetecilerin maaşları memur maaşlarından farksızdı. Bugün de yeterli değildir. Bu sorunların çözümlenmesi için önce finans yaratmak gerekir. Daha sonra da basının sorunlarını çözebilmek için kurumlaşmak zorunludur.”
OKTAY EKŞİ
“1983 yılını yaşayan Türkiye, bunca demokratik sistem deneyinden geçtikten sonra biz, hâlâ burada basın özgürlüğünü bir panelin ana konusu yapabiliyorsak, “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” sınavını verememişiz demektir.
Basın özgürlüğünü korumak önce basının kendi meselesidir. Basın bu konunun kavgasını veremezse, toplumun buna sahip çıkmasını beklemek yanlıştır. Son günlerde sözü edilen “Basının kendi kendini kontrolu” konusu da basın özgürlüğüyle yakından ilgilidir. Bugün aktüelleşen basının kendi kendini kontrolu konusunu kimi, basını kontrol edebilmek için uydurulacak bir formül olarak görmüş, kimi ise bir hayal olarak nitelemiştir. Bugün kamuoyumuz sonucu beklemektedir.
Biz bugün kendi kendimizi kontrol konusunu tartışırken, Batı’da basın yıllardır kendi kendini kontrol edebilmektedir.
Türkiye’de 1960 yılında bir Basın Şeref Divanı oluşturulmuş, ancak ne yazık ki bu kurum 1967 yılında işlemez olmuştur. Türkiye’de bugün yeniden kontrol konusu düşünülürken, bu kurumun basın özgürlüğünü ve itibarını koruyacak biçimde olması için çaba gösterilmelidir. Türkiye için bu konuda örnek alınacak modeller, kesinlikle özgürlükçü demokratik rejimlerdeki modeller olmalıdır.”
(Ekşi, konuşmasının daha sonraki bölümünde çeşitli Batı ülkelerindeki kontrol kurumlarının çalışmalarından örnekler verdi.)
NAZLI ILICAK
“Konumuz basın hürriyeti. Ancak, bu başlığı “Basının Hürriyetsizliği” olarak değiştirebiliriz.
Basın hürriyeti konusu “Gülhane Hattı ve 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi”nden başlayıp bugüne kadar çeşitli safhalardan geçmiştir. Ne var ki bu değişiklikler, basın hürriyetini ileri götürmemiştir. Bir dönemin verdiği hürriyet, bir başka dönemde sınırlanmıştır. Basın hürriyeti konusunda Türkiye’de mehter takımı gibi bir gel-git olayı görülmüştür. Zamanımıza kadar böyle olmuştur bu. Basın da verilen hürriyetleri istismar etmiştir.
Basın hürriyeti konusunda bütün mesele uygulamadadır. Çok partili rejime geçildikten sonra basın hürriyetini sınırlayıcı bazı maddelerdeki mahzurlar kendiliğinden tasfiye olacaktır. Demokrasilerde basın rahattır. Ne zaman demokrasi bir darbe yemişse, yumruğun bir tarafı da bize yansımıştır.
12 Eylül’ün ilk günlerinde yazdığımız yazıları bugün yazamıyoruz. Ama yarın yazacağız, buna eminim. Çok partili dönemde rahatça yazacağımıza inanıyorum.”
PROF. DR. ÇETİN ÖZEK
“Ben basın hürriyeti sözcüğüne karşı çıkacağım. Basın, düşüncenin açıklama araçlarından biri olduğuna göre, bu ifadeyi değiştirmek gerekiyor. Özgürlük daha dinamik bir kavramdır. Bu nedenle “Basın yoluyla düşünce açıklama özgürlüğü” denilebilir.
Basının haber alma hakkına sahip olması, onun demokrasiler için vazgeçilmez olduğu gerçeğini ortaya çıkarır.
1961 Anayasası’nın yürürlükte olduğu dönemde basın yoluyla düşünce açıklamanın sınırı konusu çok tartışılmıştır. Çok şükür, 61 Anayasası kalktığı için bu sınır tartışması konusu da ortadan kalkmıştır. Çünkü 1982 Anayasası’yla basın özgürlüğüne sınır getirilmiştir.
Eğer demokrasi varsa, düşüncenin sınırsız sunulması konusu da vardır. Düşünce özgürlüğünün sınırsızlığı, düşüncenin kendi yapısındadır. Demokrasilerde kişiler, iktidardaki görüşe uygun düşmek zorunda değildir. Eğer uygun düşme zorunluluğu getirilirse, o görüşe imtiyaz sağlanmış olur. Bunun adı da demokrasi olmaz. Demokrasilerde bir sentez söz konusudur.
1982 Anayasası’nda, basın özgürlüğüyle ilgili maddeler, sınırlamalar, çok geniş ve kaypak terimlerle ifade edilmiştir. Sınırlamaları belirlemek, bu konuda yorum kuralları bulmak gerekir.
Yeni getirilen sınırlamalar için “Bunlar korsan basın, ya da merdivenaltı basın içindir” denilebilir. Ama Anayasa’da suçun kavram olarak kesin bir tanımı olmadığı için bu kadar kaypak terimler, her siyasal iktidara bazı güçler kazandırır. Önce bu sınırlamalar korsan basın için olabilir, ancak giderek normal basına da uygulama sonucunu yaratabilir.
Şimdi de basın teknolojisi üzerinde duracağım. Türkiye’de ofsete geçişin, basın hürriyeti açısından bazı sınırlar getirdiğine inanıyorum. Basın sanayii pahalı bir sanayidir. Tüketimi sınırlı olduğu için kârı azdır. Bu da giderek basının el değiştirmesine yol açmıştır. Bugün basın kuruluşların da en muteber kişi muhabirler ve yazarlar değil, muhasebeci ve işletmecilerdir. Basının giderek buzdolabı fabrikalarından farkı kalmamaya başlamıştır. Böyle olunca da basın bir amaç olmaktan çıkmış, sermaye gruplarının bir aracı durumuna dönüşmüştür. Basının giderek magazin ve ilâna dayanan bir yapıya bürünmesi de teknik gelişimin, özdeki gelişmeye etkisinin sonucudur. Bu sermaye yapısı içinde basının kendi özgürlüğüne sahip çıkacağına da inanmıyorum. Bu yalnız basınımız için de söz konusu değildir. Üniversitelerimiz de özgürlüklerine sahip çıkamamıştır.”
MÜMTAZ SOYSAL
“Basının dördüncü “kuvvet” oluşu, birçok kişinin gözünde bir “kudret” oluşundandır. O zaman bu kudretin temelinde yatan temel özelliği incelemek gerekir. Basının temel görevi “olan” bir şeyi makina yoluyla “çoğaltmaktır”. Bu çoğaltıcılık üzerinde durursak, basın özgürlüğünün özellikleri de çeşitli yönleriyle ortaya çıkar. Basının birinci niteliği, çok sayıda insanı bir olgudan haberdar etmektir. Radyo ve TV’si henüz özerkliğe kavuşmamış bir toplumda basının önemi, özellikle ortaya çıkmaktadır.
Tutulan bir gazeteci olmak, insanların kabul ettikleri, benimsedikleri şeyleri üretmek demektir. Gazetecinin benimsenmesi de seslendiği çevreyle arasında bir iletişim var anlamına gelir. Bu da basının gücünü oluşturur.
Basın bu niteliklerinden ötürü siyasal sistemin etkisi altında kalır ama, ister istemez siyasal sistemi de etkiler. Örneğin, Amerika’da yerel basının güç kazanması, yerel yönetimin güç kazanmasını gündeme getirmiştir. Bu siyasal sistemin basından etkilenmesidir.
Basın, bugünkü yapısı açısından büyük sanayi olmak zorundadır. Bunun mutlaka ortaya çıkaracağı sorunlar olacaktır. Ama bu sorunlara çözüm bulmak mümkündür. Basın ne kadar iyi işlerse, elde edeceği kâr ne kadar büyük olursa, basın şunun ya da bunun hizmetinde olmaktan da kurtulur. Basının sanayileşmesi kanımca korkulacak bir tehlike değildir. Bir kez akllı sermaye sahibi, işletmesinin temel gücü olan emekçisiyle direkt ilişki kurmak zorundadır.
Kendini içinde bulduğu devleşen sermaye ağırlığına karşın, okuyucusuyla iletişim kurma zorunda oluşu, sermayeye karşı basının en büyük güvencesidir.
Basının düzelmesini özlerken, yapılacak düzenlemeler öbür üç kuvvetinkinden farklıdır. Öbürlerinde kuvvetler arasında dengeler söz konusudur. Basının düzeltilmesi ise böyle dengelerle değil, bu kuvvetin niteliğine uygun biçimde yapılmalıdır. Basını öz niteliğine kavuşturduğumuz zaman, onun için en yararlı düzeltmeyi yapmışız demektir. Basının özniteliği de haber ve eleştiri olgularını hiçbir etki ve baskı altında kalmadan çok kişiye ulaştırmasıdır.
İşte bütün bu nedenlerle, basın özgürlüğüyle ilgili çıkabilecek sakıncaların giderilmesinde Mustafa Kemal’in de dediği gibi en etkin yol, basın özgürlüğünü biraz daha genişletmektir.”
Erhan Akyıldız | Milliyet Sanat Dergisi - Yeni Dizi: 69 - 1 Nisan 1983