Anadolu'da Türkmen ve Yörük Kadın Giyimleri


Anadolu’da Türkmen ve Yörük giyimleri, günümüze dek gelebilmiş kültür hazinelerindendir.
Geçmiş yüzyıllar içinde oluşmuş giyim kuşam uygarlığının örneklerindendir.

Anadolu’da, bugün bile geleneklerin sürdürüldüğü bölgelerde kadınlar, geleneksel giysileri gündelik yaşantılarında hâlâ kullanıyorlar.
Türkmen ve yörük kadınları, eski gelenekleri, bazı yerlerde hâlâ sürdürüyorlar.

Fakat, zamanın akışı içinde, yavaş yavaş da unutulmaya yüz tutuyor geleneksel giysiler. Kısa süre sonra, bu tür giysiler her halde tarihe karışacaktır.


1981 Mayıs’ında, İzmir’e 30 kilometre uzaklıktaki Kemalpaşa’da oturan bir Türkmen kadınına rastladım. Bahçede kiraz topluyordu. Baştan aşağı, eski geleneksel Türkmen giysilerini giymişti. Öylece çalışıyordu. Ama, ona yardım eden oğlu genç delikanlı, modern giyinmişti.

Yine İzmir’e çok yakın bir Türkmen köyü olan Bademler’de, şu sıra, genç kızlar mini etek giymeye başladılar.


Yörük - Türkmen

Türkmen ve Yörük giyimleri arasında, esaslarda, pek bir ayrılık yoktur.
Az çok aynı “kup”lar uygulanır ve aynı giysi parçaları giyilir. Aradaki farklar, ayrıntılardadır.

Türkmen giyimiyle Yörük giyimi arasındaki farkları özetlemek gerekirse, şöyle diyebiliriz:

  • Yörük, süse ve görünüşe daha çok önem verir; bu nedenle, süslenmesinde sınır yoktur.
  • Türkmen ise, kutsal inancına dayanarak giyinir; bu nedenle, süslenmede belirli sınırlar içinde kalır.

Genel olarak, hem Türkmen hem Yörük giyimlerinde, iki ayrı desen görüyoruz:

Geometrik şekiller ve çiçek desenleri.

Yörük giyimlerinde, geometrik desenler yanında, ama çok daha anlamlı olarak, çiçek desenleri vardır. Çiçeklerin diliyle ve şekliyle, çevrelerine mesajlar iletmişlerdir bu giysileri giyenler. Böylece de, Yörük giysileri çiçeksiz olmaz. Yörük giyiminde ve başlıklarında (geometrik şekillere rağmen) ağırlık ve anlam çiçeklerdedir.

Türkmen giyimleri, kutsal inançlara göre hazırlanır ve bu inançlara göre giyilir. Geometrik desenler, kutsal sayılara ve şekillere uyularak yapılır.
Bu nedenle, Türkmen giysilerinde (çiçek motiflerine rağmen), daha çok geometrik şekiller egemendir.

Zaten Türkmen giyimi de Yörük giyimi de, aynı topluluklardan kaynaklanmıştır.

  • Her iki grubun giyimi de, atlı göçebe giyimidir. Bu tarz giysilerle, rahat ata binilir.
  • Bir yerden başka bir yere, uzun yürüyüşlerle göçler yapılabilir.
  • Evde, tarlada, dağda, ovada çalışılabilir.
  • Doğa koşullarına karşı korunma olanağı sağlanabilir.
  • Her tür ihtiyaç, kolaylıkla giderilebilir.

Kısaca bu tür giysiler (ister Yörük, ister Türkmen olsun),
baştan aşağı donatılmış (esaslarda birbirine benzeyen, ancak ayrıntılarda birbirinden ayrılan) süslü birer hareket giyimidir.

Bu açıdan ele alındığında da her parçanın kupu, bir göreve yönelik olur.


Türkmen Giyimi

Bebe Giyimi:

İzmir’in Bademler köyünde, bebeler doğunca “sömeklenir” (kundaklanır). “Sömelek”, “sömelek ipleri”yle bağlanır kundağa.

7-8 ay sonra, bebeleri “sömelek”ten çıkarırlar. Onlara, yeni biçim giysiler giydirirler.

Kız çocuklarına:
  • “kırmalı könçek” (fırfırlı don),
  • iç gömleği,
  • “kırmalı fistan” (fırfırlı entari).
  • “Fistan”ın üzerine, “delgeçir” (fırfırlı yelek).
Kışın bu giysiler üzerine, “sırınmış içlik” (kapitone jaket) veya “pamuklu” (kapitone uzun palto) kullanılır.
  • Ayağa, yün çorap. Üzerine pabuç.
  • Başa, gümüş paralı “terlik” (takke).

Erkek çocuklarının giysileriyse şunlardır:
  • Ayağa, “kara könçek” (siyah don);
  • içe, iç gömleği;
  • onun üzerine, “zubun” (yakasız gömlek);
  • kolsuz mavi yelek;
  • “sırınmış içlik” (kapitone jaket);
  • başa, “börk” (başlık);
  • ayağa, yün çorap ve çarık.

“Kara könçek”in uçkuru uzundur.
Çocuğun beline düğümlenir; sonra, uçları çocuğun ense arkasına götürülüp orada da düğümlenir, bir tür askı işlevi görür.
Böylece, “könçeğin” düşmesini önler.


Genç Kız Giyimi:

Genç kız “üçetekleri”;
  • mor “çitari”,
  • pembe “çitari”,
  • türkuaz “çitari”den olur.

  • “Üçetek”in etek kısmı, ayak bileklerine kadar iner.
  • Yanlar, bele kadar yırtmaçlıdır.
  • Önü, boydan boya açıktır.
  • Göğüs kısmı, bele kadar düğmelerle iliklenir.
  • Giysinin bir arka eteği, iki de ön eteği vardır. Zaten “üçetek” deyimi, buradan gelir.

Giysinin kolları uzundur; kol, ağızlarından dirseklere kadar yırtmaçlıdır.
Genç kız, “üçeteği”nin kollarını sıvamaz; eteklerini beline toplamaz.
Giysinin kolları, kızın elleri üzerine düşer. Eteklerse, serbest bırakılır.

Genç kız “üçeteği” sadedir; süslemeleri yoktur.
İçte, “könçek” (top şalvar) ve “ak gömlek” vardır.
“Don”un (şalvar’ın) paçaları ve gömleğin önü sadedir, işli değildir.

Bele, sadece “şal kuşak” dolanır.
Saçlar sıra sıra (15-20 “belig”) örülür.
“Belig”lerin uçlarına boncuklu nazarlıklar takılır.
Genç kız, alnına “kâhkül” ya da yanaklarına “zülüf” kesmez.

Türkmenlerde genç kız, gümüş paralı “terlik” (takke) giyer.
Kız evlenince de, gümüş paralı “terliği”ni doğacak kızlarına saklar.
Böylece gümüş paralar, anadan kıza (kuşaktan kuşağa) geçer.

Türkmen kızı başına, üçgen bir baş örtüsü bağlar.
Bu örtü ipek, yazma ya da “abanî”dendir.
Alnına, mor ya da türkuaz krepten “çeki” çeker.
“Çeki”nin yanına bir tane çiçek takar; bir gül bir karanfil, bir dal fesleğen gibi.


Gelin Giyimi:

Türkmenlerde geline altınlı başlık armağan etmek gelenektendir.
Her aile, varlığına uygun şekilde, altınlı başlık hazırlar gelinine.
Ayrıca, gelinlik ve kadınlık giysilerini ve gümüş takılarını, yine erkek ailesi alır.

Eskiden düğünler en azından bir hafta sürerdi.
Arka arkaya törenler kutlanırdı.
Bunların arasında en önemlisi, “kına gecesi”ydi.

Bugün de Türkiye’nin doğusunda, batısında, güneyinde, kuzeyinde, köylerde, kasabalarda “kına gecesi” hâlâ ve önemle kutlanmaktadır.
Ama büyük kentlerde, “kına gecesi” modernleşmiştir artık.

“Kına gecesi”, gelin kızın eline kına yakılması törenidir.

“Kına”ya bütün kadınlar, kızlar, yaşlılar katılırlar. Bütün gece eğlenilir.
Bu gece kızın baba evinde geçirdiği son gecedir.
Ertesi gün, gelin kız, baba evinden koca evine “göçürülecektir”.
Bu nedenle “kına geceleri” büyük bir coşkuyla kutlanır.

Damat evinde de, erkekler arasında eğlenceler yapılır aynı gece.

“Kına gecesi”, erkek evindeki davetliler, orada akşam yemeklerini yerler. Kahvelerini içerler.
Büyük bir neşe içinde, kadın-erke toplanırlar. Hazırlanırlar.
Ve geline gelinlik giysilerini, “kepez başlığı”nı (bir gün için giyeceği tören başlığını), kınasını götürmeye hazırlanırlar.

Giysiler, başlık, kına, çeşitli “çerezler” (lokum, badem, fındık, boyalı fıstık, leblebi, şeker gibi) bakır sinilere ya da hasır “selelere” ayrı ayrı yerleştirilir.
Sinilerin çevresi, taze mevsim çiçekleriyle süslenir.
Giysileri, kınayı, “kepez başlığı” genç kızlar eller üzerinde taşırlar.

“Kına alayı” şöyle sıralanır:
  • Önce cura, saz, kemane, dümbelek çalar.
  • Sonra kızlar, ellerinde sinilerle gelirler.
  • Onların arkasında, delikanlılar, ellerinde meşalelerle yürürler.
  • Sonra kadın, erkek, genç, ihtiyar herkes yerini alır. Aralarında oğlanın (damadın) anası ve babası da vardır.
Böylece tam bir “kına alayı” meydana gelir. Çalgılarn sesi, ortalığa yayılır. “Kına alayı” kız evine doğru yol alır.

“Kız evinde” de herkes toplanmıştır. “Kız evi” “kına alayı”nı kapıda karşılar.
Kızlar, ellerinde sinilerle, misafir odasına girerler; sinileri, sırayla, sedirlerin üzerine bırakırlar.
O ara, tüm genç kızlar ve kadınlar, gelinin giysilerini de seyrederler.

Gelin kızın anası ve babası; oğlanın anasını ve babasını ve düğün halkını uygun yerlere buyur ederler; oturturlar. Ve büyük bir şenlik başlar.

Oğlan babası, kız babasına, “Kınanız hayırlı olsun,” der.
Çaylar, (varsa kahveler), şerbetler içilir; lokumlar yenilir.
Biraz sonra da, erkekler, kız evinden topluca ayrılıp erkek evine dönerler.
Kadınlarsa, kız evinde “kına”ya kalırlar.

Törenle getirilen giysileri, “gelin kız” ertesi gün giyecektir.
Bu giysilerle ve “kepez başlık”la ata binip koca evine gidilecektir.


Kına Gecesi:

Gece 10’dan sonra, gelinin “kına töreni” başlar.

Tüm genç kızlar pembeli, morlu “çitari üçetekleri”ni giymişlerdir.
Bu uzun elbiselerin etekleri, yerlere kadar uzanır.
Elbisenin kolları, eller üzerine düşer.

Başlara mor ya da türkuaz rengi çekiler çekilmiştir.
Çekilerin yanlarına, bir gül ya da bir karanfil iliştirilmiştir.
Böyle giyimli 15-20 kız, ellerinde mumlarla gelini kına yerine getirirler.

Gelin de kızlar gibi giyinmiştir; yalnız yüzünü kırmızı, ince, üzeri pullu “kına duvağı” örtülüdür.
Gelin, topluluğun ortasına oturtulur. Gelinin çevresinde, genç kızlar, ellerinde mumlarla yer alırlar.

Gelinin “kınası”nı genç “yengeler” ”yakarlar”.

Gelinin sağ eli içine, küçük bir altın para konur. (Sonra aynı para damadın kesesine “uğur parası” diye konulacaktır.)

Paranın üzerine, “bir top kına” yerleştirilir.
Gelinin eli al bir bezle bağlanır. Bu ara, etraf, “kına türküleri” söyler.
Gelin, için için ağlar.

                                         Evlerinin içi kümes
                                         Tilki tavuğunu komaz
                                         Kız, anasız gelin olmaz
                                         Gelinim, kadınım kınan kutlu olsun
                                         Vardığın yerde dilin tatlı olsun

                                         Yengeler yakar kınayı
                                         Ağlatmayın öksüz anayı
                                         Gelinim, kadınım kınan kutlu olsun
                                         Var başına güneşler doğsun.

Gelini oyuna kaldırırlar. Gelin oynar. Kızlar da oynarlar. Büyük bir şenlik yapılır.
Kızları seven delikanlılar çevreden çiçek, şeker gibi şeyler atarlar.
Kızlar da bol bol bölgesel oyunlarını oynarlar.


Kepez Başlık:

“Kepez Başlık” (gelin göçürme başlığı) değişik bölgelere göre değişik malzemeyle hazırlanır. Fakat esaslar, her yerde aynıdır.

Biz burada (Bergama, Kozak Yaylası) Kapıkaya köyünün ve (İzmir, Seferihisar) Bademler köyünün “kepez başlıkları”nı anlatacağız.

Kapıkaya köyünde, gelinin başı üzerine bakır bir sahan yerleştirilir. Sahanın içine biraz yağ, biraz bal konur.
Bakır sahan, uğuruna inanılan bir komşudan alınmıştır.

Sahanın üzerine bir “ak duvak”, onun üzerine bir “al duvak” örtülür.
Gelin, yüzüne örtülen duvaklar arkasından çevresini görebilir. Dışardan ise, gelinin yüzü görülmez.
Böylece gelinin yüzü bir tür maskeyle örtülmüş olur.

“Ak duvak”, gelinin kızlığını ve temizliğini anlatır.
“Al” renk, gelinliği dile getirir.

Sonra, alın ve baş çevresine, yeşil ve kırmızı “alın çekisi” çekilir. Bunlar, başın arkasında bağlanır. Sırayla diğer “çekiler”, baş çevresine düğümlenir.
Yedi ayrı renk “çeki” bağlanır böylece “kepez baş” çevresine:
al, yeşil, mor, sarı, pembe, beyaz, mavi.
Buna, “gökkuşağı” ya da “Fatime ana kuşağı” denir.

Renklerin anlamı vardır:
  • Kırmızı mutluluğu ve gelinliği belirtir.
  • Yeşil, muradı ve soyluluğu.
  • Beyaz, iffeti.
  • Sarı, “Sarıkız efsanesi”ne bağlılığı ve hastalıklardan korunmayı.
  • Mor neşeyi.
  • Türkuaz, “devletli” olmayı ve nazardan korunmayı.

“Alın çekisi”nin çevresine, dikey şekilde, taze çiçek ya da “titrek” denilen yapma dallar dikilir.

Bu, Kapıkaya köyünün “kepez başlığı”dır.


Bademler köyüne gelince, “kepez başlık” şöyledir:

Baş üzerine küçük, yuvarlak, tatlı mayalı ekmek konulur. Ekmeğin üstü susamlıdır.

Sepetin üzerine ve ön kısmına, “al duvak”; arka kısmına, yeşil duvak örtülür.
Alna, yeşil ve al çiçek bağlanır.
Sonra, yine Kozak’daki gibi, gökkuşağı renklerinde çekiler sırayla baş çevresine bağlanır.

Alın ortasında, “çeki”nin üzerinde, yuvarlak bir ayna vardır.
Ayna uğur, ışık, güneş sembolüdür.
“Kem gözler”i yansıtıp uzaklaştıracaktır.
Bazen ayna sayısı üç ya da beş olur.

Yüz üzerine gelen “al duvak”ın üzeri pullarla işlidir.
Stilize güneş deseni yapılmıştır böylece.
Başın çevresine (dikey olarak) tavus kuşu tüyleri, çeşitli mevsim çiçekleri, gelin telleri sıralanmıştır.

Böylece gelin, koca evine giderken, başında şunları da götürmüş olur:
yağ, bal, ekmek, gökkuşağı renkleri, güneş deseni, ayna, taze çiçekler, tüyler.
Hep bunlar bolluk, uğur, sıhhat, çoluk çocuk içindir.


Gelin Göçürme:

Gelin, baba evinden gitmeye hazırlanır.
Başına “kepez”ini giyer. Ayağına sarı gelin çizmelerini. Üzerine “üçeteğini”. Sonra “gelin çuhası”nı (kaftanını).

“Gelin çuhası” (kaftan), esasında kırmızı renk çuhadan yapılır.
Üzeri boydan boya yeşil şeritlerle süslüdür. “Kaftan” yere kadar uzundur.
Etek yanları, ancak bir karış boyunda yırtmaçlıdır.
Kolun uzunluğu, dirseği biraz geçer. Yaka düzdür.
“Çuha”nın arka eteğinde, üçgen desenler vardır.

Sonraları, “gelin çuhası”, koyu kırmızı kadifeden yapılmaya başlanmıştır; ama adı, yine “gelin çuhası” kalmıştır.
Her gelin bu “çuha”yı alıp giyer; sonra, sahibine geri verir.

Gelin çuhası” kutsal sayılır. Giyene uğur getirdiğine inanılır.
Kızıl hastalığına yakalanan çocukların üzerine de örtülür; lohusaların da; zor doğum yapanların da.

Eskiden varlıklı köylerde, “kına gecesi”, geline yeni bir “çuha” armağan edilirdi.

İşte, baba evinden ayrılmadan önce, “çuha”nın üzerine “kuşak bağlanır”.

Baba gelir, gümüş ya da altın kaplamadan yapılmış bu tokalı deri kemeri, kızının belinde üç kez dolandırır.
Tokaları kancalar. Üç öğüt verir.

“Kızım,” der, “elini, belini, dilini sıkı tut gittiğin yerde.
                                bu sözüm kulağına küpe olsun; hiç unutma.”

Kemeri babası almıştır kızı için.
Kız, babasının ve diğer tüm yakınlarının ellerini öper.
Sonra iki genç kadın gelinin kollarına girerler.
Bu ara gelin yüksek sesle ağlamaya başlar.

Bir gün, bir gelin çok ağlıyormuş. Babası dayanamamış, “Kızım, istersen gitme, kal,” demiş.
Kızı, şu yanıtı vermiş babasına: “Hem ağlarım, hem giderim”

Kız, baba evinden, göz yaşları içinde ayrılır.
Kapıda bekleyen süslü “gelin atı”na onu bindirirler.
Atı, erkek ailesi süslemiş ve kız evine göndermiştir.

“Gelin atı”, al renkte olur.
Hazır bekleyen diğer atlara genç “yengeler” binerler.
Böylece 3-5 kadın gelinin sağında, solunda, arkasında yer alırlar; at üzerinde giderler onlar da.
Genç kadınlar, kutsal sayılan “kadınlık giysileri”ni giymişlerdir.
Başlarına, “evlilik örtüsü” olan “ketenleri”ni bağlamışlardır.
Başlarındaki altınlar, pırıl pırıl yanar güneş ışınları altında.

Baştan aşağı rengârenk giysiler giyinmiş gelin ve öteki genç kadınlar, bir renk cümbüşü yaratırlar doğanın ortasında.
Bu manzaranın seyrine doyum olmaz.

Zaten tüm düğün halkı, böylesi etkileyici görüntüyü coşkuyla seyrederler; şöyle derler:

“Şu gelini, ay ve güneş de seyre çıksın.”

Gelinin atını, damadın erkek kardeşi ya da en yakın erkek arkadaşı, yularından çekerek götürür.
Büyük bir erkek grubu, genç ve yaşlı, gelinin alayını oluşturur.

Böylece gelin, yavaş yavaş yola koyulur.
“Gelin alayı”, zaman zaman durdurulur.
Delikanlılar, genç erkekler bölgesel oyunlar oynarlar. Gelinin yolunu iple keserler. Gelin atını çeken kişi, ip çeken delikanlılara armağanlar dağıtır.

Birkaç saat sürer bu tören.
Gelin, sonunda, koca evi kapısına varır. Kayınpeder ve damat, ona hoş geldin derler. Gelini attan indirirler.

Bazen gelin nazlanır; attan hemen inmez.
O zaman kayınpeder, gelinine armağanlar vadeder: koyun, keçi, tarla, bağ-bahçe gibi

Gönlü olan gelin, attan “iniverir”. İçeri alınır.
Oda kapısının önünde, başındaki yağı ve balı, sağ eliyle kapıya sürer. Ya da başındaki ekmeği lokma lokma aile yakınlarının ağızlarına verir.

Sonra, hazırlanmış yüksekçe bir yere, gelin oturtulur.
Yüzündeki “al duvak” açılmıştır. Gelin, sakin ve dimdik durur bu sıra.
Başındaki “kepez”i ve üzerindeki giysileriyle, bir anıt gibidir. Onu herkes seyreder.


Baş Bağlama:

Bütün bu düğünler, törenler hep elbirliğiyle düzenlenir. Yardımlaşmayla yapılır.

Zaten şöyle derler:
“Bugün senin düğünün, yarın benim düğünüm.”

Törenleri becerili kadınlar, erkekler, kızlar, delikanlılar (çeşitli görevler alarak) yönetirler.

Ayrıca “düğün dayıları” ve “kadın analar” vardır. Bunlar sözlerini dinleten kişilerdir.
“Düğün dayısı”, düğüne hâkim olur; gelen konuklarla ilgilenir.
“Kadın ana”, sofraları yönetir; aşların pişmesine nezaret eder; hangi sofraya ne yemek ve içecek gidecekse, buna o karar verir.
Çalgıları, oyunları “düğün dayısı” kontrol eder; düğünü o başlatır ve o bitirir.

Gece olunca, yemekten sonra, gelin zifaf odasına alınır.
Sonra damat, arkadaşlarının şakalarından ve yumruklarından kaçarak, zifaf odasına acele girer.
Bu sahne, bazen çok eğlenceli olur.
Orada bulunan herkesi güldürdüğü gibi, içerde bekleyen gelini de güldürür.

İşte damat, böyle gürültülü patırtılı, eğlenceli bir şekilde gelinin yanına varır. İkisi yalnızdırlar.
Gelin, kocasının önünde diz çöker; eğilir; yeri öper.
“Bundan sonra senin bastığın ve gittiğin yer benim vatanımdır,” der.

Erkek, geline doğru eğilir; iki elini, gelinin başı üzerine değdirir.
Sonra ellerini kaldırır; avuçlarının içini öper; kendi başı üzerine götürür.
“Ben seni başımın tacı ettim,” der. Bunu üç kez tekrarlar.
Sonra, gelini ellerinden tutup kaldırır...

Sabah olunca, gelinin ipek ya da pamuklu, işlemeli, telli pullu, rengârenk yatak çarşafı dışarda bekleyen genç “yengeler”e verilir.

Kayınvalde, o sabah, konu komşuya uğrar. Kadınları “baş bağlama”ya buyur eder.
Bu daveti yaparken, her eve bir tutam kuru karanfil bırakır.

“Baş bağlama”, yalnız kadınlar arasında bir törendir.

Öğleye doğru tüm davetliler gelin evinde toplanırlar. Sabahleyin yengeler yardımıyla gelin “yunur” (yıkanır).
Bir ayna üzerine, gelinin alın “tas kırpması” (kâhkülü) ve zülüfü kesilir. Saçına iki belig örülür. Bu, kadınlık saç tuvaletidir.
Ayna ise, ilk kesilen zülüflerine uğur getirmesi içindir; çünkü dul kalanlar, zülüf kesmezler.

Böylece geline, kadınlık giysileri giydirilir. Ayağına, paçaları işli “könçeği”. Tenine, sarı iç gömleği.
Sarı gömlek kadını hastalıklardan koruyacaktır; buna inanılır. Ayrıca, sarı renk, “Sarıkıza” bağlılık işaretidir de.

Onun üzerine “ak gömlek” giydirilir.
Gömlek eteklerinin ön kısmı dal, budak, çiçek desenleriyle işlidir.
Dal, budak ve çiçek şekilleri gelinin “dal budak salması”, oğlu kızı olması dileğidir.

Kendi işlediği “könçeği”, işli donu, işli gömleği ilk kez o sıra giyer kadın.

Sonra “göğüs kapağı” bağlanır gelinin göğsüne.
“Göğüs kapağı”, bir nevi üstten sutyen vazifesi görür. Al ve yeşil, ya da ak ve karadır.
Üzeri geometrik şekillerde “oturtma” (kertmeli) aplike ile süslüdür.
Kadının “göğüs kapağı” kutsaldır.
Bu nedenle, “göğüs kapakları” kutsal inançlara uyularak hazırlanmıştır; hiç bir yerde bırakılmaz, kimseye verilmez.

Daha sonra “baş bağlama” yerine getirilir. Tüm kadınlar, orada toplanmışlardır.

Gelinin başını iki kadın bağlar ve kayınvalde seçer bu kadınları.

Ayşe sen gel, gelinimin başını bağla.
Senin gibi oğlu kızı olsun.
Güler yüzlü mutlu olsun.
Kocasının kesesine bereket getirsin.

Yazgülü, sen de gel, gelinimin başını bağla.
Senin gibi eli bereketli olsun.
Sağlıklı karı koca olsunlar.
Sizin gibi, bir yastıkta kocasınlar.

Bu iş için uğuruna inanılan, “başı bozulmamış” (yani kocası ölmemiş), oğlu ve kızı olmuş kadınlar seçilir.

Böylece iki bohça gelir.
Bir bohça Yazgülü’ne, bir bohça da Ayşe’ye verilir.
Bohçalar açılır. Kutsal sayılan “deyre”si (üçeteği) geline giydirilir.
“Deyre”yi, gelin, 40 gün sürekli giyecektir.

“Deyre”, çeşitli kumaşlardan yapılabilir.
“Deyre”nin etekleri (her üçü de), geometrik desenlerle süslüdür.
Geometrik şekiller, kutsal sayılara ve inançlara uyularak yapılmıştır. Geometrik desenlerde pek çok inanç yatar.
Örneğin “deyre”nin arka eteğinde, stilize yılan şekilleri vardır. İnançlara göre yılan, kadının koruyucusu ve uğurudur.

“Deyre”nin iki ön eteği, drape gibi, arkada toplanır. Etekler, bele bağlanır. “Eteği belinde kadın” deyimi, buradan gelir.

Arkaya, ayrıca, “dizge” denilen üçgen bir gümüş takı takılır. “Dizge”nin üzeri, sıra sıra gümüş paralarla doludur.

Sonra, “ön gerge”si (önlüğü) önüne vurulur gelinin. Kırmızı yün ipliğinden, el tezgâhında dokunmuştur.
Önlüğün üzerine, mavi bez parçalarıyla, geometrik şekiller “kertmeli” (aplike) olarak dikilmiştir.
Aplikelerin aralarına, beyaz taş düğmeler yerleştirilmiştir.
İlik ve düğme, uğur için birçok yerde kullanılır.

Önlüğü tutan bağların püsküllü, boncuklu uçları arkada kalçalar üzerine düşürülerek bağlanır.
“Dolman tokalı” kemeri takılır.
Sonra, “soy kemeri”, gelinin karnı üzerine düşürülerek bağlanır.
Gelin, 40 gün süreyle, bu kemeri belinde taşıyacaktır.
Bir yıl süreyle, düğünlerde ve bayramlarda kuşanacaktır.

“Soy kemeri”, üremeyle ve soyun devamıyla ilgili bir inanca dayanır.
Gelin de, kayınvaldesi gibi “soy kuşağı”nı sandığına koyar; ierde bu kuşağı, o da gelinlerinin beline bağlayacaktır.

“Soy kuşağı,”, deniz kabuklarıyla hazırlanmıştır.
Hiç deniz görmemiş pek çok yörenin insanları, deniz kabuklarıyla nazarlıklar ve süslemeler yapmışlardır.

Deniz kabuklarına şu adlar verilir:

  • “gözeme boncuğu”,
  • “çılkak”,
  • “tazı boncuğu”,
  • “ak boncuk”,
  • “uğurcalık”.

“Gözeme boncuğu”yla, “top” denilen bir süsleme yapılır 5 ya da 7 adet. Bu “top”lar, çiçek şekilleridir.

Al, yeşil çuha parçaları dilimli kesilir.
Altta yeşil, üstte kırmızı çuhalar (üst üste) konularak yuvarlak bir şekil meydana getirilir.
Çuhaların üzerine, “çılkaklar” işlenir çiçek şeklinde.
“Çılkak”lar, sarı ve mavi yün iplikleriyle dikilir.
Ortalarına da mavi boncuklar konulur.
Böylesi süslü “soy kuşağı”, gelinin beline bağlanır.

Geline ayrıca, birçok göğüs takısı takılır.
Kuru karanfilden kolye, bir altın para, ağaçtan oyulmuş 24 çam ağacı şekli, zeytin çekirdeğinden yapılmış kolye...

Gelinin “üçeteği”nin kolları sıvanır.
Bazı bölgelerde gelinin kollarına “kolçak” (kolluk) takılır.

Sonra, “başı bağlanmak”, üzere, gelin yere oturtulur.
Bir kadın gelinin önünde, öbür kadın gelinin arkasında dizleri üzerine çökerler.
Örneğimizdeki Yazgülü, gelinin altın “koşarlı” (paralı) “terliği”ni başına giydirir. “Fadime Ana’mızın eli başından hiç eksik olmasın,” der.

“Kenyim”in üzerine “iç yırtma”sını (tülbenti) sarar.
Arkada duran örneğimizdeki Ayşe de, gelinin “keten kulağı”nı başına bağlar. “Ocağın bereketli olsun,” der. “Dert yüzü görme.”

“Keten kulağı”, üçgendir; beyaz pamuklu el dokumasındandır. Bir tür baş örtüsüdür.

“Keten”in arkada kalan ucu mavi, kırmızı çuhayla “kertme” (aplike) işlenmiştir.
“Kertmeler”in üzerinde pullar, boncuklar dikilidir.
Sıra sıra madenî paralar (“gümüş düzümler”) vardır.
“Keten kulağı”, inançlara dayanılarak süslenmiştir.

Bölgelere göre, “keten kulakları” ayrıntılarda değişebilir. Ama esaslar, her yerde aynıdır.
“Keten”in sağ ve sol uçları yere kadar uzananı vardır.
Bele kadar ineni, uçları yere kadar uzananı vardır.
Beyaz renkte bezden, sarı bezden, sarı abanîden ya da 7 ayrı renkli parçadan yapılmışları vardır.
Ama hepsi, gelinin ilk kadınlık günü başına bağlandığı kutsal baş örtüsüdür.

“Baş bağlama” töreni devam eder ve Yazgülü bu kez “allı yağlık”ı gelinin alnına çeker.
Arkada duran Ayşe de, “yağlığı” baş arkasında düğümler; “Alın yazın iyi olsun, kızım,” der.

Yazgülü, sonra gelinin gümüş “tomaka”sını alır, gelinin yüz çevresinden dolandırarak “allı yağlığı”nın iki yanına kancalar.

“Tomaka” evlilik bandıdır. İnançlara göre, gelini yıldırım çarpmasından koruyacaktır.

Sonra, “perperi”si (üçgenli alın takısı) “allı yağlığı”nın ön kısmına kancalanır.

Ayrıca, bir “evlilik şeridi” başa takılır. “Şerid”in her iki ucu arkada, bele kadar iner.

Bandın biri türkuaz renktedir, biri pembe. “Türkuaz” erkeği, “pembe”yse kadını temsil eder.

“Şerid”in üzerine, başın arka kısmına, “kaz ayağı” adı verilen başka bir gümüş takı iliştirilir.

Böylece başta
  • 60-70 adet altın;
  • yanak çevresine takılan “tomaka”;
  • “allı yağlık”ın üzerine iliştirilen üçgenli alın takısı;
  • başın arkasında “kaz ayağı” denilen gümüş takı vardır.

Bunların ağırlığı bir kilo kadar tutar; kadın böylesi bir ağırlığı başında taşır.

“Baş bağlaması” biten gelin, ayağa kalkar. Törende bulunan büyük küçük herkesin (çocukların bile) ellerini öper.
O ara kadınlar, yerde “cambalak” (takla) atmaya başlarlar. Böylece birden ortalık neşelenir.
Hele şişman kadınların ve yaşlı ninelerin “cambalak” atışları, kahkahalara neden olur. Gelin de takla atanları seyrederken kendini tutamaz, güler.

“Cambalak” atmalar bittikten sonra, bahçeye “açılan” (konulan) tahtadan yer sofralarına, grup grup oturulur.
Kadınlar, rengârenk giysileri ve pırıldayan altınlı başlıklarıyla, sofraların etrafına sıralanırlar.
Gelin,başını bağlamış iki kadının ortasında oturur.
O gün, yalnızca, özel pişirilmiş “paça çorbası” içilir.
Çünkü düğün süresince, kesilmiş hayvanların başlarıyla ayakları bir kenarda biriktirilmiştir.
İşte bunlar, “baş bağlama” günü çorba olur.

Çorbalar içildikten sonra, herkes evine döner.
O akşam ise, “kız evi”, her iki ailenin yakınlarını ve tüm köyü davet eder. Herkes orada toplanır bu kez.
Toplantıya en son gelin ve damatlar gelirler.
Gelin, kadınlık giysileri içinde görünür.


Damat Giyimi:

Damat şöyle giyinir:
Ayakta, siyah ya da mavi çuhadan, şalvar vardır.
Bu, diz altına kadar düşer (golf pantalon gibi). Bele uçkurla bağlanır.

İçine, bürümcük iç gömleği giyer.
Üzerine “çitari” (boyuna çizgili kumaş) “zubun”.
Gömleğin yakası ve her iki önü, bilekteki kol manşetleri hep “üçken kertmeler”le süslüdür.

Bele, “şal kuşak” dolamıştır. Üstüne, yeşil çuhadan “camadan” (jaket) kuşanmıştır.
Başında “börk” (başlık), başın çevresinde 7 renkte (gökkuşağı renklerinde) “kefiye” bağlıdır.
“Kefiye”nin her iki ucu, yan taraflardan omuzlara doğru iner.

Ayakta yün çorap, diz altına kadar uzanır. Onun üzerine çizme ya da çarık giyer.

Rengârenk giyimleri içinde gelinle damat, orada bulunanların ellerini sırasıyla öperler.
Gelinle güvey, yanyana otururlar sofrada.

Sazlar çalar; şiirler okunur. Yunus’tan, Karacaoğlan’dan, âşıklardan şiirler söylenir.
Sohbetler edilir. Saatlerce sürer bu şölen.

Sonra sazlar, “samah” çalmaya başlarlar.

Kadınlar kalkarlar, seçtikleri erkeklerin önüne gelirler. Eğilerek selam verirler. Erkeği, “samah”a davet ederler.

Böylece 10-20 çift, ağır ağır dönerek dansa başlarlar.
“Samah”, bir saat kadar sürer.
Türkmenlerde “samah”, kutsal bir oyundur.
“Samah”a kalkan kadın, kocasını oyuna davet etmez.
Kocası mecliste bulunmayan kadınsa, “samah”a kalkmaz.

Türkmenlerde kadın ve erkek eşittirler. “Kaç göç” yoktur. Yüzyılların geleneği günümüze böylece gelmiştir.
Kadın ve erkek hep biraradadırlar. Bu nedenlerle, Türkmen törenleri Yörüklerinkinden farklı olur.

“Samah” biter. Yeni evliler, o gece topluma girmiş sayılırlar. Nikâhları, toplumun nazarında kıyılmış olur.

Düğünün son töreni burada biter.

Sonra gelin, gelinlik giysilerini 40 gün sürekli giyer.
Aynı giysileri düğünlerde, bayramlarda giyecektir ömrü boyunca.

Kadın ölünce de, ona bu gelinlik giysilerini giydirirler öyle gömerler.
Bazı yörelerde, bugün de bu gelenek hâlâ uygulanmaktadır.


Yörük Giyimi

Yörük giysilerinde ve baş süslemelerinde, ayrıca çiçeklerin dili de vardır.
Yörük erkeği ve kadını, baştan aşağı çiçek şekilleriyle süslenmiştir.

Başa takılan el yapısı bin bir çiçek şekli, oyalarla, yazmalarla, dokumalarla canlandırılmıştır. Birer sanat eseridir bunlar.
Doğadaki tüm çiçekler (kır çiçekleri, bahçe bitkileri, meyce çiçekleri) böylece rengiyle ve şekliyle resmedilmiştir giyim parçalarına.

Ayrıca, başa takılan çiçekler ve başa bağlanan çiçek “oya”ları, çeşitli mesajlar taşımışlardır da.

  • Büluğa ermiş genç kızı,
  • nişanlı kızı,
  • yeni gelini,
  • evli kadını,
  • umutsuz sevgiliyi,
  • âşık delikanlıyı,
  • sözlü genci,
  • damadı,
  • 3 yıllık evli kadını,
  • 7 yıllık evli erkeği,
  • oğlu kızı olan anayı, hep başına taktığı çiçeklerden anlamak mümkündür.

Örneğin,
  • sümbül çiçeği oyasını, âşık genç kız ya da nişanlı kız başına bağlar. Sümbül, aşkın ve mutluluğun sembolüdür.
  • Mor sümbül, âşık kızı;
  • pembe sümbül, nişanlı kızı anlatır.
  • Başına taze karanfil takan delikanlının, yavuklusu var demektir.
  • Karanfil çiçeği oyasını gelinler, evli kadınlar takarlar.
  • Gül oyasını bazı yörelerde gelinler, bazı yörelerde kızlar bağlarlar.
  • Sarı nergis oyasını başına bağlayan kadın, umutsuz aşkını duyurur çevresine.
  • Erkeği gurbete giden kadın, yaban gülü oyasını kullanır.
  • Badem çiçeği oyasını, sevdiğiyle evlenecek kız seçer.
  • Erik çiçeği oyasını, gelinler bağlarlar.
  • Kocasıyla arası “nahoş” olan yeni gelin, “biber baharı çiçeği” oyasını başına sarar, “Daha ilk günlerinde evliliğime acı düştü” demeye getirir.
  • Yok eğer “kırmızı acı biber” oyası bağlamışsa, kocasıyla arasının “biber gibi acı olduğu”nu belirtir.
  • Genç hamile kadın, başına “müjde oyası” takarak, bebek beklediğini ilân eder.
  • Oğlu kızı olan, yeşil yapraklı “dal oyası” takar başına.

Konya’da nişanlı kızlar, bayramda, müstakbel kayınvaldelerine oyalı yazma gönderirler; bu gelenektendir.

Gönderilen oya,
  • “çayır çimen”se, gelin-kaynana ilişkisinin iyi olduğu anlaşılır.
  • Yok eğer gönderilen “mezar taşı” oyasıysa, bu, aradaki soğukluğun ölüme dek süreceği anlamına alınır.

İşte binbir anlamı taşıyan binbir oya, birçok değişik tekniklerle yapılır.

Örneğin,
  • “tığ oyası”,
  • “mekik oyası”,
  • “boncuk oyası”,
  • “püskül oyası”,
  • “çaput oyası”,
  • “iğne oyası” vardır.

“İğne oyası”, en zor yapılanıdır ve Anadolu’ya özgüdür. Dikiş iğnesiyle olur.
İpliği saf ipektir (ama bugün genç kızlar, naylon ipliğiyle de iğne oyası yapıyorlar).

Genç kızlar, çeyizlerine, 40-50 oyalı yazma ve krep hazırlarlar.
Ömür boyu, oyalı yazmalarını başlarına bağlarlar.
Oyalı yazmaları ve krepleri, armağan olarak da verirler yakınlarına.

Yörük baş süslemeleri ve başlıkları binbir çeşittir.
Bir bölgede, 15-20 ayrı baş süslemesine ve başlık tipine rastlamak mümkündür.
Böylesi çeşitlilik, başlık kültürünün zenginliğini gösteriyor.

Yörük kadını bir coşku içinde giyinir kuşanır. Her çeşit malzemeyi süs için kullanır.

  • Çiçek,
  • bitki tohumları,
  • çekirdekler,
  • boncuk,
  • pul,
  • düğme,
  • ilik,
  • deniz kabukları,
  • renk renk iplikler,
  • yün parçaları,
  • püsküller,
  • at kılı,
  • deri parçaları,
  • madeni parçalar,
  • çaput ve bez parçaları,
  • parlak renkli çukulata kâğıtları...

Bütün bunlar,
ister kıymetli parçalar olsun (kıymetli taşlar, inci, altın, gümüş gibi) ister hiç maddi değeri bulunmayan parçalar olsun, yörük giyimini süslemeye yarar.
Yörük kadını, tüm renkleri büyük bir uyum içinde büyük bir cesaretle kullanır.
Böylece de, giyiminde kuşamında, büyük bir sanat düzeyine ulaşır.


Çine Gelini

Burada, 20 yıl öncesine kadar kullanılmış ve baştan aşağı çiçek desenleriyle süslü, bir Yörük giyimini ele alalım.

Örneğimiz Çine, Aydın, Muğla, Uşak çevrelerinin gelin giyimidir.

Yörükler’de, evliliğin ilk günü, kadınlar arası bir törenle gelinin “başı bağlanır”; ona, “paçalıklı” don giydirilir.
“Don”un he iki paçasına da çiçek motifleri işlenmiştir.

Gelin ata bindiğinde, giysinin yan yırtmaçlarından “paçalıklar”, birer çiçek demeti gibi gözükür; çünkü çiçek desenleriyle doludur.
Ve çiçek desenleri anlamlar taşır. Ailenin çoğalması, dal budak salması, bolluk için de yaşaması istekleri gibi; bir tür hayat ağacı gibi...

Paçalıklı” don, aynı zamanda evlilik simgesidir. Çünkü genç kızlar, “paçalık”lı don giymezler.

Ama genç kız, çeyizine 20-30 çift “paçalık” işler.
Ve bunları, hayatı boyu, yeni dikeceği donların paçalarına aplike eder.
Eskiden “paçalıklı donlar”, her bölgede giyilirdi.
Sarayda, beyliklerde, kasabalarda, köylerde kullanılırdı.
Sonra, “paçalık”lar birçok yerde unutuldu; ama yine de evliliğin ilk gününe hâlâ “paça günü” deniyor.

Türklerde, bir kız bebe dünyaya gelince, anası (kızın çeyiz bohçasına) ilk iş olarak bir “don” koyar; “kız donansın” diye.
Çünkü halk arasında bir deyim vardır; “Seni bize donsuz geldin,” derler.
Bunun anlamı, “Sen bize çeyizsiz geldin,” demektir. Hiçbir kız anası, böylesi bir sözü duymak istemez.
Bu nedenle kız anaları, kızlarına bol bol “don”, uçkur, gömlek dokurlar işlerler.

Pamuklu el dokumasından olan “gelin gömleği”nin ön kısmı da çiçeklidir.
“Gömleğin” üzerine giyilen kırmızı renkteki “iç yeleğin” önü, küçük beyaz düğmelerle iliklenir.
Ön kısım, çiçek motifleriyle süslenmiştir. Kadının göğsü, bu yelekle örtülüdür.

Yeleklere şu adlar veriliyor:
  • “uğurcalık”,
  • “göğüs kapağı”,
  • “iç yelek”...

Üste giyilen “üçetekler”, köylerde, genellikle çizgili kumaştan yapılıyor.
Bu kumaşlara “altıparmak”, “karakalem”, kutnu”, “çitari” deniliyor.
Kasabalarda ve kentlerdeyse, çizgiler çiçek desenleriyle süslü oluyor.

“Üçeteğin” beline çizgili ipek kuşka bağlanmıştır.
Onun üzerine, düşük ayar gümüşten, tokalı kemer takılmıştır.
Karnın üzerinde duran gümüş tokalar, lâle şeklindedir. Yörüklerde, bu tarz kemer sevilir.

Ayağa, beyaz pamukludan, ajurlu çorap giyilir; üzerine, çizme ya da çarık.


Başlık

Örneğimizdeki gelin başlığının yuvarlak tepesi, 20 santim çapındadır.
Üzerine, inci taklidi beyaz boncuklar silmece işlenmiştir.
Başlığın yüksekliği 4 cm kadardır.
Alın kısmında, altın taklidi paralar sıralanmıştır.
Varlıklı aileler, gerçek altın ve gerçek inciyle işlerler gelin başlığını.

Başlık, serttir. Bir “yazma”yla tepeye bağlanır.
Böylece yüzü çevreleyen “yazma”nın kenarlarında “yedidağ çiçeği” oyası vardır; gelinin yanaklarına dökülür.
Yörüklerde, evli kadın başı, oyalı yazmayla bağlanır genellikle.

Yazmanın kendisi beyaz tülbenttir.
Üzerine, tahta kalıplarla, mor menekşe desenleri basılmıştır.

Gelinin “başörtüsü” sarı pamuklu el dokumasıdır.
Bu bölgede, böylesi tip bezler hala dokunuyor.

Başörtüsünün tepesini kaplayan iri “kabak çiçeği” motifi beş ayrı renkte işlenmiştir; mor, turuncu, mavi, pembe, yeşil.
Motif, başlığın tepesini kaplar. Başörtüsünün iki ucu kenarlarında, mor ve pembe sümbüller işlidir.

Kapak çiçeği, çabuk üremeyi ve bereketi simgeler.
Sümbüller, aşkı ve mutluluğu dile getirir.
Baş örtüsünün arkasında, 24 Oğuz Boyu’ndan birinin damgası bulunur.

Sarı başörtüsünün işleme tekniği, “kasnak işi”dir.
Bölgede buna “zincir işi”, “iğne işi”, “abani işi” deniliyor.
Bu tarz işlemeye, Anadolu’nun birçok bölgesinde (kadın ve erkek) başörtüleri üzerinde rastlanıyor.
Bu, sevilen işleme türlerindendir.


Damat Giyimi

Aynı yörelerin Yörük damadı giyimiyse şöyledir.

  • Dokuma “iç don”;
  • “uçkur”;
  • dokumadan “iç gömlek” (beyaz);
  • “mintan” (yakasız gömlek);
  • “şalvar”;
  • “salta” (camadan jaket);
  • “şal kuşak”;
  • iki-üç metre uzunluğunda “kolan” (bel bağı);
  • deri silahlık”;
  • deri “para kesesi”;
  • deri “tütün kesesi”;
  • “taş çakmak” torbası;
  • ajurlu beyaz çorap (diz altına kadar gelir);
  • çarık ya da Urla kundurası.

Başta,
  • Abanî işi “terlik” (takke); başa dolanan ve yedi renkli ipek “kefiye” (ya da çiçekli yazma);
  • “kefiye”nin ya da yazmanın kenarlarında, beşer santim çapında, püsküllü ay çiçeği ya da erik çiçeği oyaları.

“Şalvar”, beyazz ya da toprak rengi pamukludandır. Dokuma, bölgede yapılmıştır.
“Şalvar”ın kupu, dikdörtgendir. Çok geniş kesilmiştir.
Kumaş kalın olduğu için, üst kısma, 3 santim eninde ve koyu kırmızı renk ince bir kumaştan, “uçkurluk” dikilmiştir.

“Şalvar”ın üst bolluğu, “uçkurluk” içinden geçirilmiş “uçkur”la ve kalça üzerinde toplanır; bağlanır.
“Uçkurlar”ın uçlarında, çeşitli desenler görülür.
Bu desenlerin “tılsımlı” anlamları vardır; çoğu, üremeyle ilgilidir.

“Şalvar”, böylece belde toplanmaz, kalça üzerinde dolanır.
Açık kalan bel kısmına, sıkıca, uzun bir “kuşak” sarılır.
“Kuşak”, bölgeye göre, ipekten ya da yündendir.

Sonra, iki-üç metre uzunlukta olan ve kolan tezgâhında dokunmuş “bel bağı”, (kuşağın üzerine) birkaç kez ve sıkıca dolanır.

Deriden yapılmış süslü “silâhlık”, karın üzerine takılır.
“Para kesesi”, “tütün kesesi”, “çakmak torbası” gibi şeyler kuşağın içine sokulur.
Köylerde, küçük bir “azık torbası” (yiyecek torbası) ya da deriden av çantası, belin sol tarafına bağlanır.

Ayrıca kuşağa, işli bir çevre iliştirilir.
Kasabalarda, “damat çevresinin” bir öyküsü vardır.

Dört köşe “çevre”nin köşelerinde sarı sırma ya da kırma telle işleme yapılmıştır.
Çevrenin rengi beyaz, kırmızı, turuncu, koyu pembe renklerde olur; renkler bölgelere göre değişir.
“Çevre”, gelinin armağanıdır.
Damat, evliliğin ilk günü, giyinir kuşanır. İşli “çevresi”ni, kuşak üzerinde dolanan “bel bağı”na iliştirir.
Sol tarafta duran “çevrenin” dört köşesindeki simli işlemeler pırıl pırıl parlar. Damat evden öylece ayrılır.

Akşam eve dönerken, bu çevrenin içine kuruyemiş kor.
“Çevrenin” dört ucunu, fiyong gibi bağlar; sağ eline alır.
Damadın akşam eve dönüşünü herkes merakla izler.
Çünkü damat, gelinden memnun kalmamışsa, “çevre” belinde olarak döner. O zaman bunun nedenini herkes merak eder.

Bir erkek, giyinip de kuşağını bağladıktan sonra, gün boyu bu kuşağını hiç çözmez. Ancak akşam yatarken onu çıkarabilir.
Bu nedenle “şalvar”ın bağlanışı, kalça üzerine düşüktür (üstten bikini gibidir). Böylesi şekil, kişiye kolaylık sağlar.
Çünkü ihtiyacı olduğunda, kuşağını hiç çözmeden, “şalvar”ını kolaylıkla indirebilir; ihtiyacını giderebilir; sonra, “şalvar”ını tekrar kuşağın altına çekip bağlayabilir.

Bu kup, Anadolu’da, Yörük ve Türkmen giyimlerinde (kadın “köçek”lerinde, “ayaklık”larında, “top donları”nda ve erkek şalvarlarında) hep vardır.

Örneğimizdeki erkeğin “şalvar”ı, dizin altına kadar iner.
Dikdörtgön kupun iki tarafında, bacak girecek kadar delik bırakılır.
“Şalvar”ın iki yanında, dik cepler açılmıştır.
Yan kısımlar ve paçalar, kaytanla süslenmiştir; sarı iplikle, çiçek ve dal motifleri işlenmiştir.
İşleme, “zincir işi” olduğu gibi yün ipliği bükülerek de yapılabilir.

Genç delikanlıların “şalvar”ları sadedir; paçalar, diz kapağının üzerindedir; dizler açıkta kalır. Bacaklara “tozluk” takılmaz; baldır ve diz açık gezilir.
Halk arasında “baldırı çıplak” deyimi buradan gelmiştir.

Böylesi kup bir “şalvar”la rahat ata binilir; rahat yürüyüş yapılır.
“Golf pantalon” gibi kullanışlıdır bu giysi parçası.
Aynı giyim tarzına, minyatürlerde ve “Siyah Kalem” adlı ressamın resimlerinde rastlıyoruz.

Ayağa, uzun, diz altına kadar gelen, beyaz ajurlu, el örgüsü pamuk ya da yünden çorap giyilir.

Deriden “tozluk” ya da (şalvarın kumaşından) işlemeli “tozluk” da kullanılır.
Ayrıca, örgü “tozluk” vardır.
“Tozluk”lar daha çok düğün ve bayam gibi törenlerde kullanılır. Gündelik giyimde çorap tercih edilir.

Ayağa papuç, “nalçalı” kundura, çarık, çizme...

İç gömlek, beyaz pamuklu el dokumasındandır. Gömleğin kolları, bol ve uzundur; boyu, baldırlara kadar iner.
Yakası göğüs ortasına kadar açıktır.
Gömlek, “Ayşe dikişiyle” (Paris puanıyla) elde dikilmiştir.
Kol ve yaka kenarlarına, iğne oyasıyla küçük çiçek desenleri işlenmiştir.

“Gömleğin” üzerine yakasız, önü açık, kolları uzun, manşetli (tek düğmeli) “mintan” giyilir.

“Mintan”, kadınların giydikleri “üçetek” kumaşlarındandır; örneğin “çitari”den, “altı parmak”tan, “kutnu”dan.

“Mintan”ın önüne küçük, beyaz “taş düğme” ya da mavi “taş düğme” dikilir.

“Mintan”ın her iki ön kenarları, zincir işiyle ya da “kertmeli” üçgenlerle süslenir.
Üçgen “kertmeler” (aplikeler) ince, sarı renk pamuklu bezden olur.
Türkmenlerin “kaz ayağı” adını verdikleri sarı üçgen aplikeleri Yörükler de kullanırlar, ama kutsal anlam vererek değil, süs için.

“Mintan” üzerine “camadan” (jaket) giyilir.
“Camadan” şalvarın eşi kumaştan ve renkten olduğu gibi, farklı renkten ve kumaştan da olabilir.
Renkler genellikle “kırık beyaz” (grimsi), toprak rengi, gök mavisi, zeytin yeşili, siyahtır.
“Camadan” da şalvar gibi işlidir.

Kumaşlar, iklime göre değişir. Pamukludan olur, pamukla ipek karışımından olur.
Pamukla yün karışımından, ya da sırf yünden. Ya da “depme”den (çuhadan).

Kış ve yaz giyimleri, gündelik giyimler, düğün ve bayram giyimleri birbirinden farklıdır.

Damada, erkekler arası bir törenle damatlık giysileri ve damatlık başlığı giydirilir.
Damat “terliği” (takkesi), özel hazırlanır.
“Terlik”, beyaz pamuklu bezdendir. Üzerine, sarı iplikle silmece “zincir işi” (iğne işi) yapılmıştır süs olarak.
Tepesine, küçük bir tutam sarı püskül bağlanmıştır. Ya da tepeye, küçük sivri madenî “tepelik” dikilmiştir.
Genellikle, “terliklerin” kenarlarına iğne oyası biye işlenir.

Çizgili ipek “kefiye” ya da çiçekli yazma ya da “abani”, bu “terliğin” çevresini sarar.
Beş santim eninde “ay çiçeği” ya da “erik çiçeği” oyaları, yazmanın ya da “kefiye”nin kenarlarına dikilir.
Yazma ya da “kefiye”, üçgen katlanır. Sonra bükülür; başlığın çevresinde dolandırılır.
İki ucu, sol yanda ve omuza doğru bırakılır.

Tane tane oyalar, damadın başını taç gibi donatır. Ayrıca başın sol yanına taze çiçek iliştirilir, gül ya da karanfil gibi.
“Abani”nin üzeri silmece “zincir işi” ile kaplıdır; kenarları püsküllüdür. “Abani”ye oya dikilmez.

Bazı bölgelerde damadın başına yapma çiçekler takıldığı oluyor.
Başa takılan bazı “tılsımlar”, bitki tohumlarıyla hazırlanıyor. Ve bu süslemelerin çoğu, üremeyle ilgili inançlara dayanıyor.

Yedi yıl süreyle damadın başına (her yıl bir çiçek eklenerek) süsleme yapılır.
Bu süsleri, damat, düğünlerde ve bayramlarda ya da Cuma günleri başına takar.
Yedi yıl sonundaysa, “tılsımlar”, odanın duvarlarına asılır.

Üç yıl önce, Milâs’ın Beşparmak Dağları köylerinden birinde, bir düğün töreni izledim.
Düğün, eski geleneklere göre kutlanıyordu.
Törenler, aynen eskisi gibi uygulanıyordu.
Damat, erkekler arası toplantıda giydirildi.
Ama, ona, zamanımızın en modern elbiseleri alınmıştı.
Damat, büyük bir özenle, başına melon şapka giydi.
Ceket, pantalon, ayakkabı, şapka siyah. Gömlek, mendil beyaz. Çiçekli, kırmızı kravat.

Bu giysilerle, damat, köyde dolaştı.

Geri kalan her şeyse, eski hayata uygundu.
Ev yapıları, ev içleri, ev eşyaları, ev tanzimi, sokaklar, tarım araçları, yemekler, yer sofraları, yer yatakları, kadınların giyimleri, kız ve erkek çocukların bölgesel giysileri hep eski tarzdı.

Gelin, “kına gecesi”nde, geleneksel giysilerini giydi.
“Kına gecesi” töreni de eski geleneklere göre sürdürüldü.
Ama ertesi gün, gelin koca evine “göçürülürken”, bu kez Almanya’dan getirilmiş beyamodern gelinlik giyiyordu o da.
Beyaz dantel eldivenlerinin altından kırmızı kınalı elleri görülüyordu.

Gelin, otomobille damat evine “göçürüldü” o küçük köyde.

Damat, gelini kapıda karşıladı. Gelin, damadın koluna girdi. Böylece evin içine girdiler.
O anda ikisi de, en modern Avrupalı gelin ve damat gibiydiler.

Bu olay da bize gösteriyor ki, yakında, geleneksel Anadolu giyimi unutulacaktır.

Geleneksel giyimler, Anadolu’da, iklimlere göre değişir.
Örneğimizdeki giyim, sıcak bir yörenindir.
Dağlık ve soğuk yörelerde, giysiler daha çok yün dokumadan oluyor.
Örneğin yün ve pamuk karışımı dokuma, saf yün dokuma, keçi kılı dokuma, “depme çuha”.

Böylesi soğuk bölgelerde işleme ve süsleme iplikleri bile yündendir.
Baş örtüleri, çoğunlukla beyaz yün dokumadandır.
Pazar yerine giderken giyilen “ferace”, “dergüç”, “şelek” gibi paltolar hep yünden veya keçi kılından dokunur.
Kışlık “güdükler” (ceketler), uzun hırkalar, kaftanlar pamuklu kapitonedir.

Daha eskiden içi kürklü deri giysiler çok yaygınmış. Bugünse, deri ve kürk giysilere ne yazık ki pek rastlanmıyor.
Deri işçiliği daha çok av çantası, azık torbası, heybe, çarık gibi parçalarda görülebiliyor.
Dış giyimlerde, şimdi, keçi kılı ve yün dokumalar var.


Keles Giyimi

Bursa’nın bir yaylası olan Keles yöresi köylerinde, Oğuz Boyları’ından gelen yaşantı şekli, yakın zamana kadar sürüyordu her alanda.
Giysiler de eski geleneklere göre hazırlanıyordu.


Kadın ve erkek giysileri bölgesel dokumalardan yapılıyordu.
Örneğin iç don ve iç gömlek, kırık beyaz renkte yün pamuk karışımından.
Üzerindeki renk renk süsleme, yün ipliğinden.
Gömleğin üstüne giyilen “kıstı” (sutyen), içi astarlı pamuklu dokumadan; göğüs kısımları işlemeli (yün ipliğiyle).
“Ön kapağı” ve “üçetek” pamukludan; içi astarlı, üzeri yün ipliğiyle işli.
Bele bağlanan ve kalçaları tümüyle saran “şal kuşak” ya da “sakağı”, kalın yün dokumadan.
Öne takılan “önlük”, yün dokuma.
Bele dolanan “bel bağı” kolan, yün dokuma.
“Kolan”ın ucundaki renk renk püsküller, at kılından.
Çorap ve eldiven, yün ipliğiyle örülmüş.
“Güdük” (kısa jaket), içi pamuklu kapitone (el dikişi), yüksek başlık, yün ipliğiyle örülmüş.
Başlığın astarı (terliği), beyaz pamuklu.

Başlığın “kaş bastı”sı, “tepeliği”, başın önüne takılan üç adet “mendil”, “yan topları”, boyuna takılan “gıdıklık” hep renkli boncuklardan oluşmuştur.
Boncuk bu yörede genç kıza ve gelin kıza sunulan en büyük armağandır.
Altın ve gümüş paralar başa takılmaz ekonomi nedeniyle.

Başa örtülen yazmaların kenarlarındaki oyalar, yün ipliğiyle yapılmış.
“Üçetek” ve diğer giysi parçalarının kenar süslemeleri, hep yün ipliğiyle oluşturulmuş.
“Pazar yerine” giderken giyilen dış palto “ferace”, siyah yün ipliğinden ya da keçi kılından dokunmuş.
Ayakta, kırmızı deriden “Tavşanlı yemenisi”.
“Pazar” önlüğü, süslü “pazar bel kuşağı”, çift gözlü heybeler hep yün el dokuması.

Erkek giysileri de bögesel (“depme” denen) dokumadan, yünün doğal renginden (kahve renginden).
“Şalvar” ve “güdük” (ceket), aynı kumaştan.
Bele dolanan “şal kuşak”, yünden.
Dört parmak enindeki “bel bağı kolan”, yün el dokuması.
İç mintan, pamuklu çitariden.
Diz altına kadar uzanan çorap ve onun üzerine sarılan “dolak”, yünden.
Başa gyilen “takke”, pamuklu kumaştan; üzerine, yün ipliğiyle, silmede işleme yapılmış; ayrıca, çok çeşitli bitki ve çiçek desenleri var.

Siyah beyaz kareli, dört köşe, yün dokumadan bir örtü katlanır; sol omuz üzerinden sağ bele doğru (önden ve arkadan) dolanır.
Gerektiğinde, bu örtü, (soğukta, yağmurda, karda) başa örtülür.

Böylece, giysilerin şekli ve malzemesi, kısmen iklimlerin koşullarına göre oluşmuştur.



Sonuç

Yukarıda verdiğimiz örneklerle, Anadolu’da günümüze dek gelebilmiş Türkmen ve Yörük giyimlerini özetledik.
Aralarında bazı farkların ve birçok benzerliklerin bulunduğunu gördük.

Türkmenlerde en belirli taraf, giyim kuşamın tümüyle kutsal inançlara dayanmasıdır.
Ve bu inançlar içinde sınırlı kalmasıdır.

Yörük giyimindeyse, esas olan süslemedir.
Bu amaçla, her türlü malzeme, büyük bir “tenevvü” ile kullanılmıştır.

Türkmenler, süslemede daha çok geometrik desenleri kullanırlar. Ama, bu çiçek desenini hiç kullanmadıkları anlamına gelmez.

İşte, Anadolu’da bugüne dek kısmen süregelebilmiş Türkmen ve Yörük giyimleri, giyim tarihi yönünden bize aydınlatıcı bilgiler sunuyor.
Çünkü Türk minyatürlerinde, Selçuk çinilerinde, Siyah Kalem’in resimlerinde de bu tür giysiler vardır.

Ayrıca Anadolu’da, örneğin Hitit ve Asur taş kabartmalarında, benzer giysileri ve başlıkları izleyebiliyoruz.

Eski anadolu uygarlıklarında, kadın tanrıçaların giysileri ve başlıkları, Türkmen ve Yörük gelinlerinin giysilerini ve başlıklarını hatırlatıyor.

Demek ki bir yerde, Anadolu toprağının altı ile üstü birleşiyor.
binlerce yıllık kültür, günümüze dek uzanıyor giysilerde. Bu süreklilik, halk geleneklerinde ve halk kültüründe zaten vardır.
Üstelik, böylesi giysileri bütün Anadolu toplulukları (ufak tefek farklarla) giyiyorlardı yakın geçmişte de.

Şimdi bildiğimiz kadar aynı giysilerin benzerlerini;
  • Balkanlarda,
  • İran’da,
  • Afganistan’da,
  • Kafkasya’da,
  • Tayland’ın dağlık bölgelerinde;
  • Japonya’da bazı gruplar hâlâ kullanıyorlar.

Bu tür giysiler, atlı göçebe giyiminin gereklerine uyar; hareket giyimleridir.
Kupları, biçimleri, dikişleri, teknikleri, ilik düğme şekilleri, kullanılışları, süslemeleri büyük bir giyim kuşam kültürünün belirli bir aşamasını kanıtlar.

Tüm dünya insanlarının gelecek kuşaklarına, geçmişten bir tutam çiçek gibi sunulacak konulardan biridir Anadolu Türkmen ve Yörük giyimleri.



Sabiha Tansuğ | sanat olayı - Sayı: 13 - Ocak 1982